toplumsal özgürlük sağlanmadan insanlar özgür olamayacağı halde ısrarla bireysel özgürlük gevezeliği yapması ve bunu yaparken ezenin ezileni sömürüsünü meşru kılması. ha bu arada liberalizmin iyi yönü mü var ki?
adanalılar olarak cinsel devrimi gerçekleştirdiğimizin en büyük kanıtı olan yiyecek. bütün şehir yiyoruz. üstüne üstlük "abi büyük olsun" falan diyoruz. bundan sonra üstümüze homofobi, ayıp, günah falan yürümez.
türkiye'deki en sağlam bilim arşivlerinden birine sahip oluşum. esas başarısı ise makalelerinde kullandıkları dili bilimsellikten ödün vermeden gündelik dile yaklaştırabilmeleridir bence.
din, iman, ahlak, millet diyip halkı soyan bir kişi. tipik sağcı işte. şaşırtmadı. sağcıların aksi davranması şaşırtıcı olurdu. sağ siyasi partiler burjuvazinin partileridir. var oluş amaçları halkı sömürmek zaten.
ken loach'un sınıf savaşı/politik atmosfer ile bir aşk hikayesini diğer bir çok filminde olduğu gibi bütün sadeliği ve doğallıyla birlikte (birlikte olmasının da ötesinde eklemlemeden, kendi akışında) anlattığı bir film. ayrıca senarist paul laverty ile ken loach'un ilk kez birlikte çalıştığı filmdir.
eleştirdiği faşist ideoloji karşısında bir alternatif üretemeyen, faşizme karşı mücadeleyi değil bireysel kurtuluşçu/liberal bir yolu öneren eksik, içe sinmeyen, bütüncül bakış açısından yoksun bir filmdir bence.
toplumcu/gerçekçi bir sanat akımına mensup olmamasına rağmen eserleri sosyalizandır. resimi, burjuva hayatını anlatan ya da manzaraları konu alan yerden çekip halkın arasına indirmiştir. gündelik ve gerçek olanı resmetmiş ama bunu yaparken realist bir akımı temsil etmemiş, insanın iç dünyasının dışavurumunu anlatan bir akımın öncülerinden olmuştur. resim ve sanat tarihinde kapladığı yer çok büyüktür.
bir çocuğun ölümüne üzülen insanları suçlayan yazarların ciddi ciddi entry girdiği başlık. o yazarlara berkin elvan'ın bir çocuk olduğunu tekrar hatırlatmak gerekiyor galiba. çocuklar öldüğünde üzülünür. insan olmanın belirtisidir, gereklerindendir bu. hele çocuklar devlet şiddediyle öldürüldüğü zaman daha çok üzülünür. üzülmekle kalınmaz tabi, sokağa çıkılır, katillerden ve emri verenlerden hesap sorulur. çok insani reflekslerdir bunlar çünkü bir çocuk ölmüştür. tekrar söyleyelim de o kalın kafalarınıza, mercimek beyinlerinize kazınsın iyice; berkin elvan bir çocuktu. sizin iktidarınız da çocuk katili. bu halkın berkin elvan'ı sahiplenmesini, milyonlarca insanın berkin için sokağa çıkmasını bir türlü hazmedemeyen faşistlersiniz. kaç yıl geçmiş hala karalamaya çalışıyorsunuz berkin'i. sizde onarılamaz bir psikolojik çöküntü, hazımsızlık yaratmış bu durum.yıllardır içten içe bariz bir şekilde haksız olduğunuzu bilmek önüne geçilemez bir çürüme yaratmış sizde. üstüne basa tekrar söyleyeceğiz size. berkin elvan bir çocuktu. ve siz çocuk katilisiniz.
1993 yapımı ken loach filmi. film neoliberalizmin iyiden iyiye etkisini hissettirdiği bir dönemde ingiltere'de yarı-legal ufak tefek işlerle hayatını sürdürmeye çalışan yoksul kesimin kültürel, politik, dini ve ekonomik çelişkilerini anlatır.
91 yapımı ken loach filmi. londra'daki inşaat işçilerinin hayatından bir kesit sunar. thatcher'ın neoliberal politikalarının yarattığı yıkımı, güvencesizleşen işçileri, budanan sosyal hakları, ve bu ortamda filizlenmeye çalışan bir aşk hikayesini ken loach'un o sade ve gerçek üslubuyla izleriz. uzun lafın kısası güzel filmdir, çok güzeldir.
izlediğim filmler içerisinde en iyisi. sinema tarihinin akışını değiştiren bir film. yönetmenlik, oyunculuk, müzik, senaryo, kurgu, makyaj, dekor, ses vs vs. sinemanın tanımı gibi filmdir bu. kusursuza en yakın sinema filmidir bence. aynı zamanda yeşilçam sinemasının en çok etkilendiği(ve özendiği) filmlerin başında gelir.
led zeppelin'de başta bas gitar olmak üzere bir çok enstrüman çalmış müzisyen. evet müzisyen. led zeppelin üyesi bir insanın rock yıldızı kimliğinin ötesinde nasıl bu kadar baskın bir müzisyen kimliği olabilir? söz konusu john paul jones'sa oluyor işte. rock tarihinin gördüğü en komplike müzisyenlerden biridir john paul jones.
kaç defa izlersem izleyeyim o son sahnesi boğazıma bir düğüm bırakır da öyle gider. muhafazakar eğitim sistemine eleştirilerle dolu çok güzel bir film. bu filmde john keating karakterini canlandıran robin williams'ın ise yakın bir tarihte intihar ederek ölmesi ironik ve üzücü.