2002 yapımı bir film.
konusu şöyle, türklerin madene gönderdiği dört işçi, vardiyaları bittiğinde yeryüzüne çıkmaya hazırlanırken bir kaza olur. aralarından biri solunum yetmezliği dolayısıyla ölür. kalan üçü, uyandıklarında başka bir ülkeye çıktıklarını sanırlar.
bu fazla gelişmemiş topraklarda dertlerini anlatabilecekleri türkçe bilen bir türk arayışı ile dolaşmaya başlarlar.
en sonunda bir grup türk'e rastlarlar. bu türkler, geri bırakılmış, tarihlerine sıkışmış, geleceği hiç umursamadan hayatlarını sürdüren, kör ve sağır bir türk kabilesidir.
ortalık sakinken, bir anda eşeklerin sesleri duyulur. "biji biji" nidaları eşliğinde molotoflar yağmaya, kürtler de soykırıma başlar. üç madenciden biri olan doğan, orada can verir. latif ile cüneyt'i ise canlı ele geçireceklerdir.
cüneyt ne kadar uğraştıysa da kendini kürtlere ifade edemez, bu sırada latif çoktan benliğini unutmuş, mankurtlaşmıştır.
efendime söyleyeyim, filmin sonunda cüneyt kürtlerin elinden bir şekilde kurtulur ve kürtlerin zindanlarında tanıştığı saf bir türk güzeli ile yerleşebilecekleri bir yer aramaktadır. bu sırada, cüneyt gördüğü bir yıkıntı ile kahrolur. bu yıkıntı ise, harap edilmiş, parçalanmış, müthiş zarar görmüş bir atatürk heykelinden başka bir şey değildir.
cüneyt olduğu yere çöker, "ülkenin amına koydunuz!" nidaları ile ağlamaya başlar. **
daniel johnston'ın hastalığını, yazdığı harika sözlerin geldiği yerleri, gelişimini ve ailesinin, arkadaşlarının tepkilerini işleyen güzel bir belgesel.
--spoiler--
yobaz bir aileden geldiğinden baskı altında büyümüş, sanatçı kimliğini asla istediği şekilde yansıtamamış bir insandır kanımca. hele ki annesinin, babasının onun hakkında konuşurken söyledikleri cidden insanı üzüyor. mesela annesinin ilk söylediği şeylerden bir tanesi "daha küçükken onun farklı bir çocuk olacağını biliyordum" falan gibi şeyler. sanıyorsunuz "sanatçı ruhluydu benim oğlum, çok marjinaldi, aşırı yetenekli bir şeydi" falan demeye getiriyor. ama yok, bildiğin hasta görüyor çocuğunu. "farklı" derken, zihinsel bozukluğundan bahsediyor yani. insan üzülüyor.
adamdaki potansiyel inanılmaz zaten, keşke adam gibi bir çevrede yetişseymiş de bize bugün verdiklerinin çok daha fazlasını verebilseymiş.
--spoiler--
ortalama bir insanı ele alalım.
adı, atıyorum, selim olsun. gerçi bu detay gereksiz ama. olsun.
bu selim doğdu. yine atmaktayım, babasının adı tekin, annesinin adı da türkan olsun. görücü üsulü evlenmiş bunlar. hiç tanımamış birbirlerini. seçim şansları da olmamış. evlendiklerinde tekin 26, türkan 23 yaşındaymış. çeyizi kız tarafı, düğünü baba tarafı yapmış. beyaz eşyaların bir kısmını ortaklaşa almışlar. takılan takıların yarısı balayına, yarısı da ev masraflarına harcanmış gene.
tekin ve türkan, aslında iki çocuk istiyordu başlarda.
ancak sonradan vazgeçtiler.
doğacak çocuklarının erkek olacağını öğrendiklerinde adını selim koymaya karar verdiler.
selim, tekin'in dört sene evvel bir kazada hayatını kaybeden kardeşiydi.
türkan bir şey demedi.
selim büyüdü. ilk kelimesi anne oldu keratanın.
selim büyüdü. okula gitti.
ortalama bir öğrenciydi selim. zaten ortalama bir insandan da, ortalama bir öğrenci olurdu.
isimlerini hiç hatırlamayacağı arkadaşlar edindi. hiç hatırlamayacağı şeyler öğrendi. belki biraz da manipüle edildi, ama aramızda kalsın.
zamanı geldiğinde cinselliği keşfetti, ergenliğe girişini yaptı hayırlısıyla. kızlar onun için gözünde seviye atladı.
neyse, sonrasında bir sınava girdi, ne olduğunu anlamadan ortalama bir liseye girdi.
yine hiç hatırlamayacağı arkadaşlar edindi.
yine hiç hatırlamayacağı şeyler öğrendi.
belki biraz da manipüle edildi.
fakat ortalama bir öğrenciydi, ve lisenin sonunda girdiği sınavda da ortalama bir üniversitede, iki sene önce sorsalar "ne işim olur amına köyim" diye karşılık vereceği bir bölüme yerleşti.
çevresinde her zaman "bak, istediğin bölüm bu değilse bir sene daha çalış, istediğin yere yerleş" diyenlere de aldırmadı.
kimin kaybedecek zamanı vardı hem.
en fazla ne kadar kötü olabilirdi ki?
selim çalıştı, boğuldu, depresyonlara girdi.
sıçtın mavisiyle yüzlerce kez karşılaştı.
para sıkıntısı hiç bitmedi.
fakat üniversite de bitti.
üniversitede de ortalama bir öğrenciydi bu arada.
askere gitti ve geldi.
nüfuzlu bir akrabalarının sayesinde, yani küçük bir torpille iş bulması zor olmadı. fakat kolay da olmadı.
selim işinden zevk almadı, hatta nefret etti. ama çalıştı.
bunu bulamayanlar da vardı.
en azından düzenli para kazandığı bir işi olmuştu.
bir gün ailesiyle birlikte akşam yemeğinde, "ne zaman evleneceksin oğlum?" dendiğini duydu.
uygun bir eş bulunması zor olmadı.
işi vardı,
söylemesi belki ayıp ama kenarda biraz da birikmişi de vardı.
yaşı gelmişti,
aklı fikri yerindeydi.
adı tülay'dı gelin hanımın.
çeyizi kız tarafı, düğünü baba tarafı yaptı.
beyaz eşyaların bir kısmı ortaklaşa alındı.
düğünde takılanların hepsi balayına gitti.
tülay evliliğin beşinci ayına girmeden hamile kaldı.
9 ay sonra çocuk doğdu.
selim ve tülay, çocuklarının adını ne koyacaklarını bilemediler. fakat sonunda, tülay'ın anneannesinin adını koymaya karar verdiler.
tülay'a çocukluğunda zaman zaman annelik etmişti bu kadın.
çocuğun adı füsun oldu.
kimliklerde fisün diye geçti ama, çocuğun adı füsundu.
selim, tülay'la beraber füsun'u büyüttü, okuttu, evlendirdi.
yaşı bu arada 67'yi bulmuştu.
artık emekliydi. hobi olarak torun seviyor, boş zamanlarında bulmaca çözüyordu.
9 sene sonra vefat etti.
küçük bir cenaze töreni yapıldı onun için. tülay ondan sonra evlenmedi.
hayatınız belki birebir bu şekilde olmayacak ama bu çizgiden de kurtulamayacak.
irade denilen şey bir yanılsamadan ibaret.
doğadaki bir geyikten, bir ayıdan farkınız yok.
orman veya mağara yerine sizin meskeniniz şehirler, apartmanlar.
aslında tutsak değilsiniz, çünkü özgürlük diye bir şey yok.
abartmayın, hiçbir şeye bir anlam yüklemeyin.
yaşayın mümkünse, sonra da ölün.
arkadaş böyle şeylerin başlıkları neden açılmıyor lan uludağ sözlükte?
neyse.
victoria bergsman diye bir hanımın solo projesiymiş.*
isveçli kendisi. beyaz ten + kızıl saç gibi bir kombinasyona sahip.
2006'dan beri ortalıktaymış.
yaptığı tarza da genel olarak indie pop falan denilebilir galiba.
bazı sözlük yazarlarının ne kadar boş insanlar olduğunun kanıtı. hem sözlük yazarlığını, hem de okurluğunu bırakmak için neden.
şimdi olayımız, sıcak bir yaz akşamında necip'in kendini yalnız hissetmesi ile başlıyor.
o an kendisine hal hatır dahi soracak arkadaşı olmayan necip, internette dolaşmaya karar veriyor. önce adam gibi bir bildirim veya mesaj bulunmayan facebook hesabını kontrol ediyor, kendince komik bulduğu sayfalara bakıyor fakat aynı gün içinde zaten 26 kez bu sayfaları kontrol ettiğinden, yeni hiçbir şey bulamıyor ve hemen sıkılıyor.
"ne yapsam?" diye düşünürken aklına sözlük yazarlığı geliyor.
hemen giriş yapıyor ve başlık aramaya başlıyor.
yaklaşık 2 dakika süren bir tarama sonucunda, kendisine tam da entry girmelik bir başlık buluyor.
üç cümleden oluşan bu entrysinin, ilk iki kelimesinde tanımını yapıyor, geriye kalan harfleri de gönlünce dizerek kendini övüyor.
ve necip artık, mutlu bir insan.
çünkü o egosunu tatmin etti.
şimdi harf sınırlaması olmasaydı başlık tam olarak nasıl olurdu bilmem ama birkaç gündür izlediğim, gördüğüm en güzel şey ya şu.
"ulan, bir keçi ile bir eşek bile benim hayatım boyunca kurabileceğim en yakın arkadaşlık ilişkisinden birkaç gömlek üstünü kurabiliyorsa ben ne yapayım, nerelere gideyim?" diye sordurtmadı değil.
bir simülasyon. fekat garip bir tane. boğulma simülasyonu. guy cotten tarafından hazırlanmış, browser tabanlı bir şey. klavyenizdeki yukarı ve aşağı ok tuşlarına seri şekilde ard arda basarak suyun yüzeyinde kalmaya çalışıyorsunuz. gayet güzel ve gerilim dolu bir şey çıkartmışlar ortaya. harika. kulaklık ile tam ekran modunda deneyiniz,
birbiriyle çelişen iki eylemi gerçekleştirmektir.
ortamlarda korsan oyun oynayanları eleştiren ve bilgisayarında torrent yoluyla edindiği bilimum porno, film, dizi ve müzik arşivi barındıran insandır bu eylemlerin sahibi.
akıllarda şu sorular oluşabilir; ülkemizde filmlere ulaşmak, oyunlarda olduğu kadar kolay değil. sonuçta steam tadında bir platforma üye olup kolayca edinemiyorsun filmleri. biraz daha zahmetli ve kısıtlı bir ortam var. fakat hiç yok da değil en azından. bir araştırmayla bulunmayacak şey değil yani. d&r gibi mağazalarda da birçok kült veya kaliteli filmin de dvdsini bulmak mümkün. ve son olarak da sinemalar var. iyi bir sinema izleyicisi, vizyondaki filmleri gayet takip edebilir, parasını da yetirebilir. sonuçta film izlemek de bir lükstür.
dizi olayına gelirsek, türk televizyonlarında, ortalama bir "yabancı dizi" izleyicisinin izlediği birçok dizi yayınlanmakta. kanalları takip ederek gayet dizisini izleyebilir bir insan. sonuçta sırf kendi keyfi olacak diye "yasal olmayan" yollardan edinme hakkı tanınamaz kimseye. ne de olsa dizi izlemek de bir lükstür, haksız mıyım?
porno konusuna gelirsek, diğer ikisinden daha kolay ve torrentten daha kullanışlı bunun yasal yolu. tek sorun fiyatlar. fakat, her şeyde olduğu gibi, porno da bir lükstür.
müzik olayı da var elbette. eminim ki bu korsanı eleştiren insanlar arasında hayatında bir tane bile albümünü edinmediği halde hayranı geçindiği müzisyenler bulunan insanlar vardır.*
şimdi. dostlar. neredeyse her köşeden fırlayan "oyun oynamak lükstür fakirler oynayamaz bikbikbik"çilere her yerde rastlıyorsunuzdur. ben şahsen bu arkadaşlar trollük mü yapıyor, yoksa ciddiler mi kavrayabilmiş değilim. fakat eğer ki ciddilerse, yukarıdaki gerçekleri yüzlerine birer birer vurmak istiyorum.
ki korsan durumu bunlarla da bitmiyor. bunun korsan yazılımı var, korsan kitabı var, korsan e-kitabı var...bu böyle gider. zaten "neredeyse" bütün internet kullanıcıları, bir şekilde korsan işine, bir şekilde bulaşmıştır. bu gerçeği bildiği halde, kendinde orada burada korsan "oyuncuları" ezme hakkını bulanlar da aşırı derecede fazladır.
not: paramın yettiğince orjinal oyun almaya çalışırım. korsanı falan savunuyor değilim, fakat fiyatlandırmasını haksız bulduğum oyunları almam, dlclere para veremem, özel belirlediğim birkaç firmanın oyunlarına özellikle para vermem. özel belirlediğim birkaç firmanın oyunlarına özellikle para veririm.
sözün özü; amına koyayım ben bu kişinin çok ayıp ediyor.
sözün özü 2; herkesin hayatına kimse karışamaz. ***
"en sevdiğim film şudur"
"en sevdiğim şarkı şudur"
"en sevdiğim sanatçı budur"
"en sevdiğim şair budur"
"en sevdiğim şiir budur"
"en sevdiğim oyun budur"
"en sevdiğim yapımcı budur"
gibi cümleler kurabilmektir.
hayatım boyunca yapamadığım bir şeydir ayrıca.
çok zor bir işlem olsa gerek.
mesela karşına iki tane yakın arkadaşını koyuyorlar, birini seç diyorlar. birisi sana bir derdinle ilgili yardım etmişse, arkanı kollamışsa, seni desteklemişse, kısacası zor zamanında yanında olmuşsa onu seçersin.
ama ya iki arkadaşın da zor zamanında yanında olup seni desteklediyse? yani o zaman, nasıl bir seçenekte bulunabilirsin ki?
bu olayı da buna benzetirim, ki zaten hiç "en iyi arkadaşım" da olmamıştır. yani bir film senin bir tarafını yansıtırken, bir diğeri, bir diğerini yansıtır. nasıl olur da, en sevdiğim film budur diyerek bir seçenekte bulunabilirsin ki?
bunu yapanlara saygı duyuyor, ve onları kıskanıyorum.
ama mesela popüler olan arkadaşını seçen var, onlar ayıp ediyor.
"ya bokunu çıkardılar"
"kabak tadı vermeye başladı"
"sıktı artık yeter"
gibi cümleler kurmadan önce düşünülmesi gerekiyor her şeyden önce. üçüncü oyunun facia olduğuna, gerek karakterler, gerek oynanış yönünden bizi içine çekemediğine katılıyoruzdur diye düşünüyorum. ayrıca sadece bu değil, oyundaki şehirler de aşırı derecede tek düzeydi ve italyan mimarisinin harikalığı o kadar zaman gözümüze sokulduktan sonra, aşırı derecede kuru gelmişti. dördüncü oyunda hem karakteri, hem mimariyi(kısmen), hem sıkıcılığı çözmüşlerdi, - yani öyle duydum, öyle gördüm - fakat yine de oyun gerçek bir süikastçi oyunu havasında geçmekten çok, bildiğin korsan oyunu tadındaydı.
ancak bu oyuna gelirsek, fransız mimarisinin italyan mimarisinden, teknik yönü hakkında pek bilgim olmasa da, gözle görülür biçimde aşağı kalır yanı olacağını düşünmüyorum. o binalara tırmanmak en az ACII'dekilere, Brotherhood'dakilere ve Revelations'dakilere tırmanmak kadar zevkli olacaktır. Bir kere ubisoft bu işi çözmüş, bu beni sevindirdi.
Ayrıca, ubisoft bir fransız firması. yani bizi büyük ihtimalle daha çok ayrıntı, daha çok detay bekliyor.
Şimdi geriye sadece karakterleri ve hikayeyi güzel şekilde bağlamak kalıyor. Bana kalırsa biraz Ezio'dan, biraz Edward'dan derken harika şeyler yaratabilirler ana karakter konusunda, kimse de çıkıp "eee dünün aynısı?" demez.
hikaye konusuna gelirsek de, "olm fransız devrimi lan!" demek istiyorum.
dosbox kullanılarak windows 7 64bit işletim sisteminde çalıştırılabilen, 94 yapımı, bethesda'nın elinden çıkma, efsane serinin ilk oyunu. gelin görün ki sinir de bozmuyor değil.
"nasıl oynayacağım ben bunu?"cular, gayet basit.
buradan kendinize uygun seçeneği seçerek dosbox'u indiriyoruz.
indikten sonra kurulumunuzu yaparken, ki burası önemli, kurulacağı yolu
c:\games
olarak gösteriyoruz. tabii games yerine istediğinizi yazabilirsiniz.
buradan sonra, dosbox'u açıp sırasıyla komutları giriyoruz.
mount c c:\games
c:
cd arena
arena
oyunumuz da açılıyor.
not: ters eğik çizgiyi yapamıyorsanız, ben de yapamıyordum, alt'a basılı tutarak num tuşlarından 92'ye basın, olur.
not2: oyun kasıyorsa, dosbox'un kurulu olduğu klasörde içerisinde options geçen .bat dosyasını çalıştırın, açılan metin belgesinde memsize'ı bulun ve karşısındaki değeri 64 ile değiştirin. daha sonra dosbox'u her çalıştırdığınızda oyuna girmeden önce ctrl ile birlikte f12'ye yaklaşık bir 13 14 defa basın, oyununuz kasmaz.
birinin "bir daha bir daha!" diye çığırmasından veya diğerinin "haydi şimdi bizim ile" diye bağırmasından aşırı şekilde zevk alan insanın yapacağı eylem.
seçim otobüsü, bazen de minibüsü olarak adlandırılan araçlardan bangır bangır çalan bu şarkıları dinleyip gaza gelen, bunun akabinde o şarkının sahibi partiye oy veren vatandaştır bu eylemin sahibi. ayrıca anlayacağınız üzere bu vatandaş kafasını sikilmiş sever maalesef.
Filmden* beş sene, bir önceki sezondan* iki sene sonrasında geçen, ekibiyle, giyimiyle, müziğiyle her şeyiyle çok güzel olan serinin 2011 yapımlı devamı. yaklaşık bir saatlik 3 bölümden oluşuyor bu sefer.
bu sene içerisinde de \'90 çıkacak, yani öyle umuyoruz.
amerika'nın georgia eyaletinin başkentinden, atlanta'dan çıkmış bir indie veyahut garage rock grubudur. düzen ve sistem karşıtı şarkı sözleri yazarlar, klipler çekerler. canlı şovları da ayrı bir aykırıdır. bildiğin punk la bunlar.
yokluk veya bu iki yiyeceğin dişlerde yaptığı ağrılar dolayısıyla oluşabilecek durum.
öğrenilince "nasıl ya?" durumu oluşur. insanı "ne sikim hayat yaşıyorum ya..." gibi düşüncelere salar...
rtük'ün ebeveynlere karşı "siz bir bok beceremezsiniz, bari biz engel olalım" türünde bir tutum sergilediğinin kanıtıdır. cidden mantığı yoktur, zaten bana sorulursa herhangi bir sansürün anlamı yoktur. çocuğa küçüklükten "küfür kötüdür" dersen o bir anda küfürbaza dönüşmez, o zamana kadar da iyi yetiştirdiysen, iyiyi kötüden ayırabilecek kadar akıl yüklediysen çocuğa, çocuk o andan itibaren küfür etmeyecektir ne kadar duyarsa duysun, nereden duyarsa duysun.
efendime söyleyeyim +18 içerikli sitelerin de sansürlenmesi saçmadır. sen küçüklükten cinsellik üzerine dozajında eğitimi verirsen o çocuk american psycho'ya dönüşmeyecektir. abazan olmaz yani, bildiğin birey olur, arkadaşlarının arasında gidip "öeh cicik seks karı öeh öeh meme am meme" türünde dialoglara da girmez, çünkü merakı olmaz öyle şeylere zaten yeterince biliyordur. zamanı gelince de porno izletirsin. yani yanında durmayacaksın tabii, filmi açıp da "hadi çek bakalım" demeyeceksin. bahsedeceksin porno sitelerinden, etiketlerden, türlerden o kendisi keşfedecek yine. baştan gidip işemeli sıçmalı olaylara, bdsm durumlarına, hardcorelara dalmasından çok daha iyi sonuç verecektir...ama bunları gel de şu anki zihniyete anlat. zaten görüyoruz sokakta çocuğu 15 metreden peşinde koşan anneleri, dönüp bakmıyorlar falan...**
Acayip güzellikte bir indie oyun...Komunist bir devlet olan Arstotzka'nın 6 senelik bir savaşın ardından açılan sınırına girişleri kontrol eden bir memur olarak atanmamız ile başlıyor. Her gün, giriş için gereken detaylar bir önceki günden daha da karışıklaşıyor ve bazen dakikalarca baksanız dahi bazı şeyler gözünüzden kaçabiliyor, ayrıca garip görünüşlü adamlar, mağdur kadınlar türünde insanlarla da uğraşıyorsunuz.
Zaman geçirmek için birebir. Hafif ve çabuk işleyen bir oyun, 30 mb boyutunda ayrıca. Orta seviye bir ingilizce ile rahatlıkla oynanılabilir.
1. Bir şeyi bilmiyorsan "Şu an hatırlayamadım ama...", "Aklıma gelmedi de..." şeklinde ibarelerle kıvır...Biliyordum ama unuttum havası kat...
2. Atıyorum konu bir yönetmen, oyuncu, yazar vs. ve adı aklına gelmedi...Ama yine de adamı tanıdığını belirtip point kapmak istiyorsun, "Bir de şey filmi/kitabı vardı onun o da acayipti ya, peki şununu izledin/okudun mu?" şeklinde karşılıklar ver...
3. Bir düşünce akımından veya ona benzer bir şeyden bahsediliyor ve hiçbir şey anlamıyorsun...Çağrışan ilk kelimeyi sonraki cümle içinde konuyu değiştirecek şekilde kur, başına da "o değil de..." getir...
4. Bir topluluk, kesim veya grup eleştiriliyor ama senin söyleyecek bir şeyin yok, çevrendeki anlatılana en yakın insanı gözünün önüne getir, başına "genelde" ekleyerek onun özelliklerinden bir kaçını sırala...
5. Konuşulan konu hakkındaki birikimin çok az ama yine de çok biliyormuş gibi gözükmek istiyorsun, ne biliyorsan hemen maddelere ayır, sırala...
başında the olan bir başlığının olmadığını görünce "amına koydumun sözlüğüne bak ya" nidasını ağzımdan kaçırtan eserdir.
"the" godfather'a devam olarak Mario Puzo tarafından yazılmıştır, içinde kısmen baba'dan bazı karakterler barındırmaktadır. filmi sikkodur.
türkiye'de "sicilyalı dönüyor" ismiyle gösterilmiş olup bunun nedeni de sanırsam bu eserle alakası olmayan scarface'teki tony montana'nın o dönemde ülkemizde koministlerin tepki çektiğinden dolayı kübalılıktan, sicilyalı'ğa "terfi" etmiş oluşudur. scarface sicilyalı ismiyle gösterilmiştir. 3 sene sonra da bu the sicilian gösterime sokulunca "izleyenler mal nasıl olsa" diyip bu yol izlenmiştir. alkış çevirmenleeeer şakşkaşak
efendime söyleyeyim garip bir efsanedir kendisi. youtube'da bu isimdeki videoyu izleyen insanlara haller geldiği rivayet edilir. başka bir dilde "You're Gonna Get Raped" yani "Tecavüz Edecekler Sana Be Güzelim" manasına geldiği de söyleniyor. gördüğünüz gibi çok klişe, evet. ama videonun garipliği inkar edilemeyecek derecede. buyurun gece gece.
2013 yapımı yeni bir dizi. genel olarak komedi gibi gözükse de aile yönü ağır bastığı söylenebilir, imdb puanı 5.2 ancak ilk bölüm itibariyle bana sorarsanız en az 7'yi hakediyor 10 üzerinden. eğer dizi kıtlığı yaşıyorsanız başlamanızda bir sakınca görmüyorum.
Konusunu kısaca şöyle açıklayabiliriz, 3 kardeş*** büyüyüp evi terkettikten sonra hem birbirleriyle hem de babalarıyla bütün bağlantılarını kopartırlar, babaları ise ölümünün yaklaştığını hisseder ve aileyi bir araya getirmek için bu üç kardeşin oynayacağı son bir oyun hazırlar.
açıklanan ilk cast ile bir sorun yaşanmış sanıyorum. Jimmy Goodwin rolünde Jake Lacy düşünülüyormuş, bir pilot bölüm çekilmiş ancak yayınlanmamış, daha sonradan Jake Lacy yerine T.J. Miller dahil oldu diziye ve onunla çekilen ilk bölüm yayınlandı.
ancak T.J. Miller'i de pek beğenmedim ben bu rolde, hani ne bileyim...Olmamış işte.
bioshock infinite'da yönettiğimiz ana karakter. "bring us the girl, wipe away the dept" yani "kızı getir, borçların silinsin" cümlesiyle elizabeth comstock'un peşine düşürülmüş, columbia'ya girişini yapmıştır.
belçikalı indie müzikle uğraşan, bunu yaparken hoş şeyler ortaya çıkartan grup. hani "şu şarkısı çok güzel, favorim bu" diyebilecek kadar dinlemedim. ama şu an bunu dinliyorum mesela
rosalind luteceun birebir aynısı olmakla birlikte tek farkı erkek oluşudur. ancak columbia evrenine sonradan geldiği bilinmektedir. bu yüzden halk arasında "rosalind kendi ikizini yarattı" diye anılır. bu kadar anlatmayı yeterli gördüm, oynarsanız neyin ne olduğunu daha bir kavrarsınız.
bioshock infinite'daki en garip karakterlerden biridir. zaten diğeri de ikizi midir nedir, robert lutece'dır. neyse.
müthiş zeki bir fizikçidir. "uçan atom" teknolojisini bulmuş ve columbia'nın kurulmasını sağlamıştır. boyutlar arası görüş yeteneğini keşfetmiş ve bunu zachary comstock'a öğretip ona "peygamber" vasıflarını yüklemiştir.