Şu hayattaki merak ettiğim olaylardan biri. Bilimsel konular daha çok ilgimi çekiyor; Ama savaş teknolojileri de merak uyandırıyor. Sonuçta o da bir teknoloji. iyi amaçlar için kullanıldığı zaman o da dünyaya faydalı. O yüzden birazcık merak ediyor insan.
Güne Erdoğan'ı görerek başlamaktır.
Gece uyumadım. buradaki karakolda olaylar oldu. Sabah saat 05.00 sularında bir gürültü duydum; Balkona çıktım; Bir çekici gelmiş karakola. Araba çekiyor; Askerler toplanmış. Çekicinin arabayı nasıl aldığını biraz seyrettim; Ardından uyumaya gittim. Rüyamda Erdoğan bizi bir yere götürecekmiş; Bizi onun helikopterinin önünde bekletiyorlar. Sonra görevli "Erdoğan gelmez; Öylesine geleceğini söylemişti." Diyor.
Ben de diyorum ki "Ben çağırırsam gelir." Ve gidiyorum Erdoğan'ın yanına. Bahçede torunuyla oynuyor. Önce biraz seviyorum torununu. Sonra Erdoğan'a diyorum ki "helikopter kalkacak, hadi gel." Sonra da elini tutuyorum ve helikopterin yanına getiriyorum. "Bakın, getirdim Erdoğan'ı. O da geliyor." Diyorum. Ve pilot bize tarak dağıtıyor (böyle başa böyle tarak mı demek istedi, neden tarak dağıttı; anlamadım.) Sonra "Hadi gidelim." Diyorum. Ardından helikoptere biniyoruz. Sonra nasıl oluyorsa, birden uçağa dönüşüyor. Ama karayolundan giden bir uçak. Ayrıca otobüs şeklinde. Camları siyah film kaplı. Trafikte çok hızlı gidiyor. Sonra yolculardan bir tanesi lavaboya gitmek istiyor. Ben de ona izin vermiyorum. "şu an ayağa kalkmak için uygun değil; Yerinizde oturmaya devam edin; Anons yapılınca kalkabilirsiniz." Diyorum. (Neden öyle diyorsam, Sanki otobüs türbülans yapacak haha.)
Zaten Geç ve kısa uyudum ve ilginçliklerle dolu olan bu rüyayı gördüm. Akpli olmadığım halde rüyamda Erdoğan'ı neden görüyorum; Bir de mutlu bir rüyaydı. Acaba bu rüya, benim akpli olmam için bir işaret miydi?
Askerlerinin kıyafetinde mücahit arması bulunan cumhuriyet. Tören kıyafetinde bordo; Kamuflajda kırmızı arması var. Çok güzel. Ben çok beğendim. Yakından görüntüsü muhteşem: https://galeri.uludagsozluk.com/r/1726588/+
Ayvalık'a izmir'deki Hava Limanı'ndan daha yakın olan (40 dk uzaklıktaki) terminaldir. Balıkesir'in Edremit ilçesindedir. Küçük olduğu için çok yolcu olmaz ve check-in işlemleri kolayca biter. Kardeşimin yemin töreni için istanbul, Tuzla'ya giderken Edremit'i tercih ettim bu yüzden. Check-in işlemi çabuk bitse de uçak rötar yapınca beklemekten sıkılırsanız, bir sürü fotoğraf çekilmek kaçınılmaz olur. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1728529/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1728531/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1728532/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1728530/+
Neyse ki rötara rağmen güzel bir yolcuktu.
Kısaca Edremit terminali de güzel; Ama bekleme salonundan direkt uçağın içine giden kapalı platformu olduğu için en sevdiğim terminal izmir ADB tabi ki. Fakat izmir uzak geliyorsa, en iyi seçenek Edremit.
Mikroskop. ilkokulda ilk mikroskop kullanma deneyiminden sonra mikroskop istemiştim ve satıcı, anneme demişti ki: "Mikropları görürse etkilenebilir; yemek yemeyebilir; Çocuklara mikroskop önermiyoruz o yüzden."
Annem de zaten yemek yemiyorum; mikroskop kullanırsam hiç yemem diye almamıştı. Onun yerine dürbün ve büyüteç almıştı. Kardeşim de oyuncak telsiz istemişti ve annem almıştı. Pilli ve kamuflaj desenliydi. Hatta birgün kardeşim ve ben o telsizle epey işler karıştırmıştık. Evin yanındaki karakolun telsizine girmişti; tuşa basılarak konuşuluyordu; Elini tuştan çekince de karşı tarafı dinliyorduk. Karşı tarafla konuşmuştuk ve bizi büyük insan sanmışlardı. O gün askerler evin etrafında dolaşıp durmuştu; Balkonlara baktılar sürekli. Annem de "Bir şey mi oldu acaba, askerler niye dolaşıyor" demişti. Biz de kardeşimle sandalyenin altına saklanıp seyretmiştik.
Böylece çok heves ettiğim mikroskobun yerini oyuncak telsizle doldurmuştum.
https://galeri.uludagsozluk.com/r/1726525/+
Öğrencilerini unutmayan ve böyle güzel mesajlar gönderen okul. Öğrencilerini ve personellerini seven çok çalışkan nazik bir rektöre sahiptir.
Beni unutmadığın için teşekkür ederim Ege Üniversitesi. Çok güzel bir okulsun.
16 Ağustos'ta asteğmen adaylarının Yemin Töreninin gerçekleştiği okul. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1726156/+
Çok beğendim, her yerinde ağaçlar var. Ben istanbul'un böyle yeşil alanları olduğunu bilmiyordum; Her yeri beton oldu sanıyordum. Ama Tuzla Piyade Okulu bahçesinde incir ağaçları var, çam ağaçları var. Bir sürü ağaç dolu, her taraf yemyeşil, çok güzel.
Bir de nizamiyeden girdikten sonra ziyaretçi alanına giden yoldaki tahta köprünün orada "Ben piyadeyim, muharebe meydanının kralıyım." Yazısını da gördüm.
Törenden sonra tatil olduğu için kardeşimle birlikte geldik.
Askerliği merak ettiğimden dolayı kardeşime sık sık sorular soruyorum; O da anlatıyor. Çok beğendim, çok güzel bir şeymiş.
Kardeşimi ve tüm askerleri Allah korusun.
Kktc'de düzenlenen yedek subaylık sınavını kazanan ve sınıfı piyade olan KKTC vatandaşı asteğmen adaylarının da eğitim aldıkları ilim irfan yuvası. Kardeşimin de uzun bir sınav sürecinden sonra eğitim için bulunduğu ve memnun kaldığı okul. Yemeklerini bile beğenmiş. Şimdi de yeni koğuşları yapılıyormuş.
Ama gerçekten BESYO sınavına hazırlanır gibi asteğmenlik sınavına hazırlandı. Askere alınmadan önceki süreçte, daha Türkiye'deyken kardeşim koşarken, şınav çekerken ben de gidip egzersiz yapıyordum; Gördüm nasıl ağır bir spor programı uyguladığını.
Bu çalışmasından sonra Dakikada 50 mekik, 50 şınav, 5 barfiks, uzun bir koşu ve çeşitli aşamalardan oluşan fiziki yeterlilik sınavına girdi; öncesinde yazılı sınava girdi. Yazılıda barajı geçmesi önemli; Çünkü orada Türkiye'deki gibi değil; Yazılıda elenen çok oluyor.
Daha askere alınmadan başladı koşturma süreci. Mart ayından beri yoklama ve sınav için o kadar çok KKTC- Türkiye arası yolculuk yaptı ki, sınav süreci boyunca da yaklaşık 1 ay KKTC'de yurtta kaldı. Tekrar Türkiye'ye geldi ve temmuzda tekrar kktc'ye gitti; Oradan da eğitim için tekrar Türkiye'ye geldi. Şimdi yemin töreninden sonra 9 gün bayram izni olacak; Ardından eğitim ve eğitim sonunda tekrar KKTC'ye gidecek.
BESYO'yu bile yaşadığı şehirde okuyan kardeşim, hayatı boyunca yapmadığı kadar yolculuk yaptı askerlik için. Ama bence değer. Çünkü insanın kondisyonu güçleniyor. Bir de gidiyorsunuz, silahla ateş edebiliyorsunuz askerlikte. Bunlar herkesin deneyimlemek isteyeceği şeyler. O yüzden kızlara da biraz askerlik olmalı bence.
Uyumadan önce uyku hormonu salgısını arttırmak amacıyla ışığı kapattıktan sonra kasları rahatlatmak için yoga yapmak ve o anda sizi gören annenin "avuç içlerinden ve ayaklarının altından elektrik gibi mavi ışıklar çıkıyor." Demesi sonucu fark edilen ışıklardır.
Yogadan sonra uyumaya gittiğimde, üzerimi örtmek için örtüye dokunduğum zaman da parmak uçlarımdan elektrik gibi ışıklar ve kıvılcımlar çıkıyor. Bunu ilk fark ettiğim zaman epey korkmuştum; Ama artık alıştım. Vücudumdan neden mavi kıvılcımlar ve ışıklar çıktığını bilmiyorum; Ama yoga yaptığım zamanlar bunun olduğunu ve bir enerjinin açığa çıktığını fark ediyorum. Şimdi sadece ışık çıkıyor. Canım acımıyor. Ama bazen duvara dokunduğum zaman "çat çot" elektrik çarpıyor. Elektrik kaçağı mı var diye başkaları aynı yere dokunuyor ve onlara bir şey olmuyor.
Sadece duvara değil, birine de tokalaşmak için dokunduğumda elektrik çarpması gibi çat çot ses çıkıyor ve karşımdaki insan da elektrik çarptığını ve elinin acıdığını söylüyor.
Yoga yaptığım için elektrik mi kaçırıyorum; ne oluyor bilmiyorum. Neden benden mavi ışıklı elektrikler çıkıyor ve neden benden insanlara elektrik çarpıyor; Bunun bilimsel açıklaması ne olabilir? Hadi atayizler, bunu da açıklayın...
Giyinip denize gitmek. Uyandıktan sonra da denize gidiyorum zaten. Buz gibi soğuk oluyor ve ilk anda soğuktan vücudunun uyuştuğunu hissediyor insan. Ama yüzdükçe, suda hareket ettikçe alışılıyor. Sonra ferahlık hissi geliyor. Sudan çıkınca eller falan buz gibi oluyor; Ama Güneş'in altında durunca Güneş ışınları ısıtıyor. Çok güzel oluyor. Sanırım bu hisse bağımlıyım. Bu yüzden her uyandığımda aklımdan geçen ilk iş, denize gitmek oluyor.
Olmayan örgüttür. Çünkü teröristler genelde Atatürk düşmanları arasından çıkar. Atatürk'ü seven bir terörist göremezsiniz; Ama Atatürk düşmanı terörist çok görürsünüz.
Yıllarca Atatürkçüleri tehdit olarak görenler, en büyük darbeyi Atatürk düşmanlarından yemedi mi?
Şu, apaçık bir gerçek: Atatürkçülerden terörist çıkmaz.
Bunu anlayamadınız mı daha?
Atatürkçülere yıllarca "kafir" Dediler, "gavur" dediler; Ama bütün hainler Atatürk düşmanlarından çıktı.
Görün artık bu gerçeği. Anlayın.
Katılmadığım önerme. Hiçbir şey "cehalet" kadar zararlı olamaz çünkü. Zeka yüksekliği veya düşüklüğü pek zarar vermez; Ama empati azlığı, merhamet azlığı ve cahillik tüm insanlığa ciddi ölçüde zarar verir.
Dahil olmadığım gruptur. Çünkü kızlar bedelli askerlik yapamıyormuş. Erkeklere var; Ama kızlara yok. Ayrımcılığı görüyorsunuz işte.
Edit: şaka yapıyorum tabi ki. Bedelli olsa da hiçbir kız bedelli yapmaz; Çünkü askerliği erkeklerden daha çok merak ediyoruz biz. Sırf askerliğin nasıl bir şey olduğunu merak ettiği için bile askerlik yapacak o kadar çok kız var ki, kendimden biliyorum.
Gerçekçi tespitler yapmak gerekirse, benim kadar iyi kullananına rastlamadığım dil. Bir de tonlarca eğitim alıp diksiyon kurslarına gidiyorlar; Ama yine de benim kadar dile hakim olabilenine rastlamadım. Her şeyin başı eğitim; Ama diksiyon eğitimi aldığı halde vasatın altında bir diksiyon ile program sunan spikerlerden de anlaşıldığı gibi, bazı beceriler eğitim veya kurs ile de kazanılamıyor. Yoksa diksiyon eğitimi aldığı halde, diksiyonları vasatın altında olan bu kadar çok spiker görmezdik.
Zuckerberg'in ismini bile doğru telaffuz edemeyenleri spiker yapanların kim olduğunu çok merak ediyorum. "Zuckerberg" yabancı bir sözcük olduğu için yanlış telaffuz etmeleri bir nebze kabul edilebilir; Ama Türkçe sözcükleri bile doğru telaffuz edemeyenler nasıl spiker olabiliyor? Türkçe bilmeyenler mi seçiyor onları? Türkçe bilen biri, dil konusunda bu kadar vasat seviyede olanları nasıl seçer; insan gerçekten hayret ediyor!
Eğitim şart; Ama yetenek gerektiren konularda da 'yeteneğe' göre değerlendirme yapmak şart. Yeteneği olmayanlara ne kadar diksiyon eğitimi verilse de olmuyor. Ortalık böyle vasat veya vasatın altında diksiyona sahip spikerlerle doluyor.
Edit: Bu tespitimden dolayı ister "kendinibeğemiş" sansınlar ister başka bir şey. Benim yetenekli olduğum alanları yeteneksizler istila etmişken bu gerçekleri ifade etmek, en doğal hakkım.
Türkçe kadar olmasa da güzel bir dil. Öğrenmek istediğim dillerden biri.
Edit: Evet, çok az biliyorum; Ama biraz bilmek, o dile tamamen hakim olduğum anlamına gelmiyor. O kadarını herkes bilebilir.
Olmayandır. Fakat bazı insanlar tüm zekasını tembelliğe harcıyor. Nasıl mı? Diyelim ki yapmak istemediği bir iş var ve o işi yapmamak için bahaneler üretmek amacıyla beynini çalıştırıyor. Başka bir işe bu kadar kafa yorsa Profesör olur; Ama zekasını tembellik için kullanıyor. Böyle insanlarla bir yere varabilir mi bu toplum?
Toplum olarak varlığımızı sürdürebilmemiz için çalışmalısınız. Bu, şart. iş mi bulamadınız? O zaman başka konular üzerinde çalışın; Var olan bir yeteneğinizi geliştirmek için çalışın. Yeter ki çalışın. Hepimizin bir yeteneği var. Hiçbir şey yapamıyorsak, ilgi alanlarımızı, yeteneklerimizi geliştirmek için çaba harcayabiliriz. Bu bile daha ileriye gitmek için çaba göstermektir. Çünkü
"ilerleyen birey = ilerleyen toplum" demektir.
Çalışın. Her gün, bir öncekinden daha iyi olmak için çalışın. Bildiklerinize her gün bir yenisini ekleyin. Siz de bu ilerlemenizden keyif alacaksınız.
internetten Youtube'den yeni yüzme teknikleri öğrendim ve denizde uyguladım. Hızımı ve kondisyonumu biraz daha arttırdım. Ama yeterli bulmuyorum. Çünkü bundan çok daha iyisini başarabilecek bir anatomik yapıya, fiziksel + zihinsel yeteneğe ve kapasiteye sahip olduğumun bilincindeyim.
Denize geldiğim ilk gün yüzdükten sonra basınçtan dolayı kulağımın tıkanması; Birkaç gün duymaması; Ama denize girmeye devam ettikçe birkaç gün içinde kendiliğinden açılması ve düzelmesi. Denize girdikçe artık tıkanmaz hale gelmesi. Yaz mevsimi başlarında bu olabiliyor. Bir de şu var: Denize girerken asla kulak tıkacı, deniz gözlüğü vb. Bir malzeme kullanmam. Ve deniz çok soğuk olmasına rağmen, eğer öğlen vaktiyse, üşüsem bile havlu kullanmam. Kurulanmam. Tuz ve minerallerinden yararlanmak için deniz suyunun üzerimde kalmasını seviyorum. Deniz suyu üzerimdeyken hem daha iyi bronzlaştığımı hissediyorum hem de deniz suyundaki kalsiyumun, Güneş ışınlarından aldığım D vitamini sayesinde kemiklerime daha iyi emildiğini bildiğim için mutlu oluyorum. Biliyorsunuz, D vitamini, Kalsiyumun kemiklere emilmesini sağlar.
Bunun da bağışıklık sistemini güçlendirdiğini keşfettim. Ama tabi sadece kendi üzerimde yaptığım tespitler bunlar. Herkesin bünyesi farklı olduğu için, her tespit herkes için geçerli olamaz.
Mesela güneş koruyucu kullanmadan güneşlenmek bana çok iyi geliyor; Ama bir başkasına iyi gelmeyebilir.
Bu yazıda bu kadar tespit yeterli.
"Yeni bir idolüm daha oldu." Diyorum; "idollerim arasına eklendi." Diyorum; Ama algılama problemi olduğunu tahmin ettiğim ezik yazar bozuntusunun biri, bundan ne anlam çıkarmış, görüyor musunuz: "Elon Musk'ı Tesla Ceo'luğundan aldılar. Onu bıraktı." Diyor. Kapasitesi bu.
Yeni bir insana hayran oldum ve Elon Musk'a da hala hayranım. Ben bir insana hayran olduysam, sonuna kadar onu desteklerim ve kolay kolay vazgeçmem. Sadık bir insan olduğum için hep böyleyimdir.
Yeni bir insana hayran olduysam; bu, Elon Musk'a hala hayran olduğum gerçeğini değiştirmiyor.
Demek bazı insanlar, sadece maddiyata ve etikete değer verdiği için, herkesi kendisi gibi sanıyor. O kadar maddiyatçı olmasınlar bence. Açıkçası ben insanlara "insan" olduğu için değer verdiğimden dolayı, etikete bakan insanların sığlığını anlamıyorum.
Elon'u hangi görevden alırlarsa alsınlar; Elon Musk'ın efendiliği, zekası, yakışıklılığı yeter bir kere. Ciddi insan çekiciliğine sahip ve hala idolüm.
Georgios Lakkotrypis de hala idolüm. Ata Atun da idolüm.
Elon Musk'ı tanıdığım için de mutluyum.
Hayranı olduğum Ata Atun ve Lakkotrypis de Twitter'dan beni takip ettiği için de mutluyum. Hayran olduğum insanlardan geribildirim almak da beni mutlu ediyor.
Böyle güzel denizlere sahip bir ülkede yaşadığım için de mutluyum.
Neyse şimdi berrak ve soğuk denizimize yüzmeye gidiyorum. Biraz daha pozitif enerji yükleyeceğim.
Olmayan ordudur. Kıbrıs ordusu diye bir şey yok. Kıbrıs'ta silahlı güçler vardır:
1- KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni denizden, havadan ve karadan gelecek her türlü tehdide karşı korumakla görevli olan silahlı devlet kuvvetidir. Ancak ordu seviyesinde değil; Tümen seviyesindedir. Askerlerinin hepsi KKTC vatandaşıdır (Komuta kademesindeki birkaç istisna hariç).
Kısaltması tamamen büyük harfler ile "GüV.K.K.Lığı" şeklinde yazılmaktadır.
Askerlik vazifesini gerçekleştirmeye gelen vatan evlatlarını Gülseren Kışlası'nda en iyi şekilde eğiten şanlı bir savunma gücüdür. Personeline "mehmetçik" yerine "mücahit" denir. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1719576/+
2- KTBK: Sınırların önemli bir bölümünü koruyan ve şanlı Türkiye Cumhuriyeti askerlerinden oluşan kuvvettir.
3- RMMO: Rum tarafında ise Rum Milli Muhafız Ordusu adlı bir güruh vardır. Küçücük Türk bebeklerini ve çocuklarını öldüren, Kanlı Noel katliamını gerçekleştiren Rum EOKA teröristlerinin kalıntısı niteliğinde olduğunu söylüyorlar. Türklere "terörist" diyen densizler, çocuk katliamcısı terörist EOKA'yı barış kelebeği olarak görür. Ayrıca RMMO'nun çok sayıda personeli istifa eder.
Çünkü Rumlar, Türkler kadar asker ruhlu bir millet değildir. Kumsal katliamı yapmalarından, minicik bebeği bile kurşuna dizmelerden anlaşılacağı gibi, terörist ruhludur benim gözümde. "Asker millet" değildir. Zaten millet olma bilinçleri, Türk düşmanlığı üzerine kuruludur. Bu yüzden millet de denemez aslında. Ben Rumları millet olarak görmüyorum. "Millet olma bilincini Türk düşmanlığı üzerine inşa eden; Minicik bebeği bile kurşuna dizen terörist ruhlu topluluk." Olduklarını düşünüyorum. Rumların kendi gazeteleri de itiraf ediyor zaten Kıbrıslı Türkleri katlettiğini. Bakın:
4- BM Barış Gücü: Adından da anlaşılacağı gibi ingiltere'nin ada'daki "Birleşmiş Milletler Askerleri"nden oluşan güçtür. KKTC ve Rum tarafı arasındaki sınır bölgesinde bol bol bm araçları ve askerleri gezer.
5- ELDYK: 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs'ı ele geçirmek için, Rum lider Makarios’u deviren ve yönetime el koyan darbeci Yunanların, adadaki kalıntısıdır. Şimdi Yunanistan'ın feto darbecisi komutanlara neden kucak açtığını daha iyi anlıyorum. Ortaklıklar, insanları yakınlaştırırmış. Ortak noktaları darbeci olmalarıysa, birbirlerine kol kanat germeleri normal. Bu Yunanlara sorsanız "Türkiye ada'dan askerini çeksin." Der; Ama kendi askerinin ada'da olmasından hiç rahatsızlık duymaz. Türkiye'nin askeri Kıbrıs'ta olunca "işgalci" derler; Ama Yunanistan'ın askeri Kıbrıs'ta olunca hiçbiri Yunanlara "işgalci" demiyor. Çifte standardı görüyorsunuz. Yunanlar 15 Temmuz 1974'te darbe yapıp Makarios'u devirdi; Kıbrıs'ı karıştırdı; Yunanların ada'da çıkardığı iç karışıklık yüzünden hem Kıbrıslı Türkler hem Kıbrıslı Rumlar hayatını kaybetti. Sonra Türkiye geldi ve Kıbrıs'taki katliamı sona erdirdi. Mehmetçik ve mücahitlerin omuz omuza vermesi sayesinde Ada'da huzur ve barış ortamı sağlandı. Şimdi de Türklere "işgalci" diyorlar. Türklere "işgalci" diyen Yunanlar, Önce Manisa'yı ve izmir'i işgal ettiği yılların hesabını versin bana. O Yunan işgalini yaşayan yaşlı insanlar, Yunanların zalim katliamlarını anlatıyor. izmir ve Manisa'yı işgal eden, Yakıp yıkan, hamile Türk kadınların karnını süngüyle deşen Yunanlar, şehit olan Türk kadınlarının göğsünü süngüyle haç şeklinde kesen zalim Yunanlar, Türklere "işgalci" diyemez. işgalcinin önde gidenleri, Türklere laf söylemeden önce kendisine bakmalı. Gören de Yunanları barış kelebeği sanacak. Savaş zamanı her türlü insanlık dışı katliamı yapan Yunanların, bize nasıl utanmadan "işgalci" dediğini görüyorsunuz. Diyecek söz yok işte.
Edit: Tabi ki burada yazılanlar tüm Yunanlar için veya Rumlar için geçerli olmayabilir; Tabi ki aralarında iyiler olabilir. Sadece insanlık dışı katliamlar yapan kısmı için geçerli bu söylediklerim. Fakat benim genel hakkındaki düşüncelerim böyle. istisnalar kaideyi bozmaz.
Hayranıyım diye söylemiyorum; Çok efendi ve karizmatik bir lider. Evet, tam bir lider ruhu taşıyor. Ayrıca hem karakter hem yakışıklılık hem de ciddiyet olarak tam ideal damat özelliklerine sahip. "Evlenilecek erkek nasıl olmalı?" diye sorarlarsa, çekinmeden "Wess Mitchell gibi olmalı." şeklinde cevap verilebilir. Çok tatlı ve ciddi bir duruşu var. Sanırım beni en çok etkileyen özellik: "ciddiyet". Ciddi duruşa sahip insan çekiciliği diye bir şey var. Ve o, tam olarak böyle bir çekicilik: https://galeri.uludagsozluk.com/r/1720418/+ https://galeri.uludagsozluk.com/r/1720419/+
An itibariyle yükselen keskin kokudur. Zeytin posasıyla karışık yanık kimyasal atık kokusuna benzettim. inşallah Ayvalık'taki Komili vb bir Zeytin fabrikası, denize ya da havaya gizli gizli zehirli atık bırakmıyordur. Daha önce de bu koku oluyordu; Ama bu kadar ağır ve keskin olmuyordu. Genzim yandı. Ne kokusu bu böyle? Bu güzel denizlerimizi kim pisletiyorsa, onu dövmek istiyorum. Zehirli atık atmasın kimse denizlerimize. Bu denizler, bizim. Öyle isteyen, istediği gibi atık bırakamaz. Önce bizden izin alacak.
Edit: Kokudan boğazım yanmaya başladı.
Edit: Öksürük yapmaya başladı.
Edit: hava kirliliği için 181'i aramamı tavsiye eden yazara Teşekkür ederim; Ama onlar gelip ölçüm yapıncaya kadar hava kendi kendine temizlenir. Ara ara böyle koku olsa da, buranın havası bu yapılanlara rağmen bu kadar temiz. Bir de atıklar çevreye bırakılmasa daha da güzel olacak..
Alman kültürünü yansıtan odadır. Sade, soğuk, resmi. "Az eşya, az insan, çok huzur..." felsefesini hatırlatıyor.
Her ülkedeki resmi mekanlar, o ülkenin kendi kültürünü yansıtır. Almanya'da çoğu ev, tıpkı Merkel'in odası gibi bomboş görünür. Böyle olmasının olası sebepleri:
1- Gereksiz eşyalar toz tutar ve ortada yayıntı yapar. Bu yüzden fazla eşya gereksizdir.
2- Az eşyalı mekanda hijyen sağlamak ve temizlik daha kolaydır. Ayrıca eşya çok değilse, taşınmak zor olmaz.
3- işinize daha iyi odaklanmanızı sağlar.
4- Aslında Merkel'in odası boş değil. Sadece bazı insanların gözü, eşya dolu mekanlara alıştığı için boş gibi geliyor. Yoksa Merkel'inki gayet makul seviyede bir makam odası. Az eşya iyidir. Yukarıda söylediğim gibi: "Az eşya, az insan, çok huzur..."
Şahsen beğendim ben Merkel'in odasını.
Temmuz 2018'de gerçekleşen ay tutulması sonrasında denizin aniden soğumasıdır. Burası, denizinin soğuk olmasıyla ünlü bir tatil beldesi olduğu halde, bu yaz, Ay tutulması bitene kadar alışılmışın dışında ılıktı. Ancak ay tutulması sonrasında özüne döndü. Aşırı soğudu. Yüzerken vücudun soğuktan dolayı uyuştuğunu hissedecek kadar soğuk. Ani ısı değişiklikleri pek iyiye işaret olmasa da, deniz suyundaki bu soğukluk insana ferahlık veriyor. Tabi, alışık olmayanlara tavsiye etmiyorum; Zatürre olabilirler.
Gök Olaylarıyla birlikte denizde meydana gelen değişikler, insanlar üzerindeki fiziksel, hormonel ve duygusal etkileri ve tüm canlıların gök olayları ile senkronize halde olması, hep dikkatimi çekmiştir. Gök Olayları, Ay evreleri ile birlikte denizde meydana gelen yükselip alçalmalar ve insanlardaki duygusal yükselip alçalmalar, hormonel değişiklikler, bu değişikliklerin evren ile senkronize halde gerçekleşmesi ve bu doğa olaylarını içsel gücüm sayesinde tüm çıplaklığı ile anlayıp çözümleyebilmek, harika bir deneyim; Muhteşem bir his!
Evrende gök cisimleri, yerküre, sular ve tüm canlılar birbiriyle uyum içinde. Her şeyde bir ritim, bir ahenk, bir uyum olduğunu keşfetmek çok güzel. Aslında "keşfetmek" başlı başına çok güzel... Keşfetmek, eşsiz bir haz...
Edit: Tanrım! Bazılarının ironi anlayışı bu kadar düşük olmamalı. Başlık altında, (bu yazı hariç) ironi yapmaya çalışan; Ama beceremeyenleri görüyoruz. Onlara tavsiyem: Önce "ironi nedir, nasıl yapılır?" Öğrensinler. Sonra uygulamaya geçsinler. Ya da en iyisi, zekalarının yetmediği yerde sussunlar. Gürültü Kirliliği yaratıyorlar sadece.