sözleri seneler sonra dank eden, dank ettiği noktada da beni yere çakan efsane sezen şarkısı. ilk bakışta vazgeçtim, unuttum gibi görünüyor ama nerdee.. "bir ah de yeter!"
gecenin bu saati dinlenmemeli!
öğretecek arkadaşların sevişirken "owww yeahhh, 6. nesil böyle de ...." diye bağırdığını düşündürten enteresan eylem. madem böyle nesiller arası durmadan gelişen bir hadise bu, aklımızda tutalım da sevişmeden önce neslini soralım insanlara..
son derece sevimli, oryantalist olmamak için çabaladığı her halinden belli olan ayrıca kadın hikayelerini anlatırken buram buram erillik kokmayan izlenesi dizi. şive kısmı pek irite etmiyor beni şahsen, zira o şiveli ağızlardan çıkan vecizeler güzel ediyor ortamı hemen. kürt düşmanlığına kurban gitmez inşallah...
bir şey yapma hevesinden yoksun kalmış, domates çorbası yapıp sıkıntısını aynı tencerede kaynatıp buharlaştırmak isteyen kadın. kek de yapabilir tabii, ondan yayılan kokular sıkıntıları alıp götürür belki kim bilir?
moral bozukluğunun da zaman zaman gerekli olduğu gerçeğiyle barışmak.. morali hiç bozmayacak bir hayat mı yaşıyoruz ki keyiften zıplayalım tüm gün? efendi ol, otur bozuk moralinle arada bir!
canım sıkılıyor, kafam karmakarışık.. işin boktan tarafı yaşım 30lara ufaktan yaklaşmaya başlamış olmasına rağmen, girdiğim her ortamda pek sevilirken, beni seven bir sürü arkadaşım varken, ve elbette bir de sevgilim varken ben oturup da derdimi anlatacak birini bulamıyorum şu koca şehirde! başlıycam artık istanbulun yalnızlaştıran havasından. ne boktan iş bu yahu.. nasıl fena yalnızlıklara itiyor seni sevdiklerinle el ele. dönüp ne zamandır yazmadığın sözlükten medet umuyorsun "yazayım da gazım çıksın" diye..
güçlü kadınmış, her boka yetermiş.. yetmez yahu! yetemez-yetmek istemez!! kaşındırıyor bu hayat beni, itiraf ediyorum. bildiğin sinirden hatur hutur kaşınıyorum. makarayı bi 5 yıl sarmak istiyorum. az daha büyüyeyim, döne dolana sorgulamayayım, dostluklarım otursun. ilişkim olacaksa da doğru düzgün olsun. beynini bu akşam sanırım fena mıncıklıycam sözlük, haberin olsun!
ne kadar güzel kontrol ediyorum kendimi hayran kaldım, götü başı neredeyse hiç dağıtmadan aylar devrildi, ona karşı zaten kuyruk hep dik.. çok havalıyız, takmıyoruz anca takılıyoruz halleri gırla gidiyor. ama işte ben hep öyle kıpır kıpırım ki buluşacakken ve ben hep o kadar buruluyorum ki sabah olduğunda.. ama insan yine de büyük oranda neyi nasıl yaşayacağını belirleyebiliyor, aşığız diye toptan edilgen olmuyoruz süreçte. o coşkular, hüzünler olanca yükleriyle çökmeyebiliyor çabalayınca sanki..
dün geceye kadar mevzuunun hiç dile gelmemesinin yarattığı muğlaklığın verdiği bir umut varmış sanırım içimde. yoktu aslında, hakkımı da yemiyeyim, hiç umut vermedi ki hülyalara dalayım doya doya! ama işte yine de bir rakı sofrasında duyunca 'arkadaş kalmak istiyorum' nidalarını ve adını kendinin bile bilmediği güzelim parfümü burnuma kokarken, öpsem ağzı aynı tadacakken, dokunsam ah işte yine yanıyor olacakken duyunca bütün bu mavalları üzülüyor insan. kendi içinden başka bir kadın çıksın, mesela savcı esra alsın sazı eline, biz de mutsuz olalım! desin istiyor. insan böyle anlarda kendi geçişi bulamayacak olsa da o kadar çok istiyor ki ona giden bir yolun olmasını...
bi tuhafım sözlük.. anlayamıyorum 'arkadaş kalalım' söylem ve davranışlarını takip eden tutku manyağı sevişmeleri.. olmasa öyle şeyler, vallaha keseceğim umudu, iyice dizginleyeceğim hislerimi. ama bir yandan öyle diyip bir yandan aylarca nasıl arzuladığını diyince ben bütün beceriksiz aşıklığımla kalıyorum o yatakta. o uyuyor, ben yanımda onu izliyorum, biz diye bir şey nedir, bizden ne kadar olur onu düşünüyorum. sabah oluyor gidiyorum sonra işe, akşam eve geldiğimde de ilk iş çarşafı koklamak oluyor kalmış mı o kokusundan birazcık, bir gecelik daha diye..
hakkında dolanan onca efsane yüzünden daha bir kere bile görülmediği halde bünyede gelişen çengelköy sempatisinin aşıp taşıp ulaştığı ileri bir boyuttur. lakin istanbulun ve özellikle anadolu tarafının kezbanı olan ve bu mekanlarda da henüz coşamamış olan yazarın ulaşım, kira, rahatlık gibi konularda birçok çekincesi olması sebebiyle bir rüya olarak da kalma ihtimaline de sahiptir aynı zamanda.. oysa ki ne güzel olurdu burada yaşayan ya da burayı bilen yazar arkadaşların yardımcı olmaları, mevzuya bi el atmaları di mi sözlük?
şahaneliğinden, o hüznü dibine kadar yaşayabilmesinden ölüp gitmiş bir kadındır.. çok fena, insan bir şey diyemiyor/yazamıyor bile.. büyük ihtimalle şişli camiinden pazartesi günü öğle namazında uğurlanacak.
an itibariyle çalışmayıp bünyeyi delirten site.. eğer yarın sabah da çalışmazsa kpss 2011e el sallayacaktır sınav giriş belgesini yazdırmayı son dakikaya bırakan mal arkadaşlar.*
sözlüğün hakkında hassasiyet geliştirdiğini görünce sevindiğim, bu topraklarda mutlu mesut yaşamamızın önündeki en büyük engel olarak gördüğüm suçtur. sözlük sınırları içinde kesinlikle ama kesinlikle çaylaklıkla ve devamında uçurulmakla cezalandırılması gerektiği kanısındayım. iyi niyet mesajlarıyla önüne maalesef geçilemiyor. moderasyon bu çıkışında samimiyse lütfen nefret söyleminin yaptırımlarını keskinleştirsin.
son sahneyi izlediğim dakikadan bu yana kendime gelmeye çalışıorum. nasıl bir bölümdü o öyle, savcı esra sen nasıl şahane bi kadınsın yahu?? cemal süreyya bundan daha güzel anılabilir miydi, "ben seninle mutsuzluğa da varım" derken? bi şarkı bir bölüm sonuna bundan daha fazla yakışablir miydi? aseksüel ve asosyal olduğu neredeyse su götürmeyen bir tipin altından çıkan aşk hikayesi gazete küpürlerinin arkasından daha güzel bir yere saklanabilir miydi? şefkat o kara köpekten başkasından beklenebilir miydi?
hala şoktayım! bölüm boyunca gönderilen on numara politik mesajlara değinemiyorum bile, o derece duygu yoğunluğuna batmış durumdayım!
bunca zaman kimsenin zedeleyemediği nihat doğan sevgimin sarsılmasına sebep olmuş yarışma. dominik sahillerinden doğan yeni yıldız tanere selamlarımı da göndermeyi borç bilirim ayrıca. dilini yengece kaptıran başka bi şahane düşleyemiyorum..*
ibrahim tatlıses gibi ataerkilin ve cinsiyetçinin önde gideni bir kadın düşmanına bile pabuç bırakmadıktan sonra adadakilerden mi çekinecek diye düşünüp sonuna kadar desteklediğim tam bir survivor. kondisyonuna da diyecek yok maşallah..
gençler boğaziçinden diye her şeyi ultra başarılı-kaliteli-amerikanvari yapacak değiller. neticede 20li yaşların başında normal tipler bunlar. rezil falan olmadılar, gayet de hoşlardı.
esra hanım kızımızın sinirlerinin nihayet gevşemeye başladığı program. ancak kadında bir tutarsızlık var, "burası eğlence programı değil mi sormayın bana öyle sorular" diyor ve üzerine yüklenmeye çalışılan aptal sarışın sıfatını direkt soruyla muhatap olmayarak reddediyor. fazlaca kasıntı bir hal olsa da e hadi anladık bir şekilde. ancak sonrasında okan'ın yaptığı "ama bak seni çok fena yaparım muhabbet kralında ona göre" gibi okyanus sayısını soran soruyu mumla aratacak bir aşağılama içeren söylemi fark etmiyor bile.. madem sorgulatmıyorsun zekanı, bi zahmet alt metinlerdeki tokatları da algıla esracım..
bizzat bir ingilize sorarak popodan sallama olduğunundan iyice emin olduğum yalan yanlış iddia. yok arkadaşlar böyle bir şey, orospu çocukluğu seviyesi diye aptalca bir şey varsa eşitiz hepimiz kasmaya gerek yok.
allah belanı versin mehmet ali erbil diye insanı bağırtan video. bu adam daha kaç neslin içine edecek bu ülkede? nasıl bir zihniyet hala bu ahlaksız ve iğrenç insana program yaptırır? yaptıranın da , yapanın da, izleyenin de...
sana referansla buraya bir yazı yazma ihtiyacı duyacağımı hiç sanmıyordum bir süredir. sanki başta heyecanlanmış ve sonrasında istemeyerek de olsa sakinleşmek zorunda kalmış ve daha makul duygulara indirgemiştim seni. aslında büyük oranda hala öyle.. aşkından heder değilim, seninle yolda karşılaşma fikri beni çok heyecanlandırsa da karşılaşınca elim ayağıma dolanmıyor. artık seninle buluşacağım akşamların gündüzlerini normal birer günmüşlercesine geçirebiliyorum. ama işte buna rağmen 3 saattir gmaile bakıp duruyorum attığım son derece teknik ve basit maile cevap yazdın mı diye.. seninle yolda karşılaşma ihtimalimin olduğu saatlerde dışarı çıkmaya-geçebileceğin güzergahta bulunmaya özen gösteriyorum. bu azmimin meyvesini bugün senin geçebileceğin kaldırıma geçtikten yarım dakika sonra seni görerek aldım mesela, sevindim, mutlu oldum..
ama işte bir yanım da artık arkadaşa indirgedi seni, aşık olma yasağı koydu kendime.. o kadar karışık ki kafam senden yana, ne olsun istiyorum bilmiyorum. beni üzüyor ve yoruyorsun, o yüzden iyi olduğunu bilip seni aramamak istiyorum. kişisel bunalımların öyle hırpalıyor ki beni.. elim kolum bağlı sana yardım edememek, üstüne düşmek istemek ama bıktırmaktan korkmak.. kendine bir şey yapacaksın diye tir tir titremek ve o korkuyla seninle hep iletişim halinde olmak istemek.. ama bu iletişimin işteşlikten uzak seyretmesi sebebiyle kendimi değersiz hissetmek.. sonrasında "ama o çok bunalımda" deyip ne kadarının doğru olduğunu bilmediğim aklamalara girişmek.. yoruyorsun beni, ama seninle sohbet edip iki kadeh içmek içimi açıyor ne kadar depresif şeylerden konuşursak konuşalım.. seninle sevişmek istemesem de yeni aldığım parfümü ilk sen boynumda kokla, ilk sen beğen ve bir öpücükle ıslat o kokuyu istiyorum..
bende yarattığın karmaşadan o kadar habersiz kendi karmaşana gömüksün ki.. sana duyurmadan, sesimi senden yana kesmek istiyorum. başka başka insanlara bölüyorum enerjimi sırf sana saplanıp seni aşamayacağım boyutlara çıkarmayayım diye. çıkarayım seni gönlümden, sadece arkadaşım ol istiyorum; ama önce cevapla mailimi, bir mesaj at bana özledim diye, bir ıslat boynumdaki kokuyu, söyleyiver sana iyi geldiğimi.. of off!!
itiraf ediyorum geçen gün gelmiş geçmiş en anti-homofobik rüyayı gördüm sözlük. rüyamda çalışığım ilkokuldaki müdüreye gidip 1. ve 2. sınıflara homofobiyle mücadele dersleri verilmesini teklif ediyordum. hatta bizzat şahsımın bu konuda severek yardımcı olabileceğini, çocukların mümkün olduğunca erken bu konuda eğitilmesi gerektiğini anlatıyordum. ve bu çok normal bi durumdu, delirmişim gibi bakmıyordu müdirem.
burdan kaos gl, lambda istanbul, pembe hayat ve diğer adı aklıma gelmeyen eşcinsel stklara sesleniyorum: var mı benden daha duyarlı üyeniz hmm??
eğer sevişilecekler ve gezilecekler şeklinde iki gruba bölmüşsen etrafındakileri, bu grubun ortak elemanları olsa bile arkadaşlık tanımının ekstra genişliği arasında kaybolabiliyorsa hemencecik, e tabii istemezsin sevgili mevgili... tabii yine de bi yerden sonra sıkar bu postmodernlik insanı..