-Rabbim, şuracıkta sen bari gözlerimi yum!
sen, bana en son kalan, ben senin en son kulun;
bu akşam, artık seni anmayan istanbul'un
Bomboş bir camiinde uyumak istiyorum.
Bir zambağın taç yaprağında yağmur tanesini
Bir kula atın rüzgârlı bayırdan kaynağa inişini
Yarısı gölgeli kumlarda ölümü bekleyen karanlık boğayı
Sabaha karşı ve hiç uyanmamış tanyerinde ışıyan kavak ağacını
Ve bütün bunları düşündüren seni düşünüyorum şimdi
"If you love me with all that you are
if you love me i'll make you a star in my universe
you'll never have to go to work
you'll spend everyday shining your light my way" kısmıyla alıp götüren şarkı.
Bir de çevrimiçiyse yürek burkar. "Çevrimiçi" kelimesini dakikalarca izlediğimi bilirim. Belki de arkadaşlar, en iyisi beklememek. Mesaj alınabilecek bir telefona, bir hesaba sahip olmamak. Ne kadar az beklenti olursa o kadar az hayal kırıklığı olur.
Insan canının kıymetini bilmeyen beyinsizlerin dalga geçtiği olay.
görüntüleri az önce izledim. Ankara'da yaşıyorum ve her gün batıkent metrosunu da çayyolu metrosunu da kullanıyorum. Gar'da yaşanan patlamadan beri herkeste bir korku var. Kime sorsam metroya binmekten korktuğunu, metroyu elzem durumlar dışında kullanmadığını söylüyor. Metrodaki tüm sırt çantalı, "bize göre ilginç tipli" insanlara şüpheyle bakmaya başladık. geçen gün çayyolu metrosu arızalanmış, yarım saat rötarlı kalktı. Baktım metroda hayli kalabalık oldu, "belki metro seferini bombalı saldırı düzenleyecekler aksatmıştır, daha fazla insan ölürse daha etkileyici olacağından" diye düşündüm ve metrodan bir süreliğine çıktım. Evet inanın bunu yaptım, çünkü herkes tedirgin. Kimsenin gönlü müreffeh değil. Burada da kadın şüphelenmiş olmalı ki bağırmış. Kadına gülen arkadaşlar o metroda olsa ne yapacaktı merak ediyorum. Dışarı önce çıkabilmek için beş altı insanı ezebileceklerine kalıbımı basarım. Ölüm gelince ondan kaçış elbette yok. Fakat, dalga geçenler orada olsa göğüslerini gere gere şüphelenilen adama doğru mu yürüyecekti bilmiyorum.
Yine ankara sokaklarında üşüyerek geçeceksin. Yağmurda, karda ve çamurların içinde otobüslerini bekleyeceğim. Rüzgarını yiyeceğim. Şehrin grisini birkaç ton açacaksın. Hava erken kararacak ve bu karanlık kalbime sirayet edecek. Yine gülmek için 67828273 adet yüz kasımı zorlayacağım. olmayacak. Biliyorum yine bir başına gibi hissedeceğim kendimi. Çünkü her kış böyle oldu bugüne kadar. Çocukluğumun kışları dahi yapayalnız geliyor şimdi.
Yine de biliyor musun, geçen kış her şeye rağmen çok güzeldi. Sanırım hep geçen kışı özleyeceğim. Onu çok özletme olur mu? şimdiden teşekkürler.
Haftaya pazar günü direksiyon sınavı olanlara da verilebilecek tavsiyelerdir. Evet arkadaşlar sınavım var. Dönemeçlere çok hızlı giriyorum, elimde olmuyor. Ne yapmalıyım?
Hep onunla ilgili bir şeyler yazmak istemiştim. Bugüne kısmetmiş.
Yıl 2014. Üniversite tercihi dönemi başlamak üzere. Yıllardır hukuk okumak isteyen şahsım, başkentte bir devlet üniversitesinde hukuk okuyabilecek kadar puan almış ve tercih yapmayı düşünmüyor. Okumak istemiyorum diye tutturdum. Binlerce hukuk mezunu var bu ülkede, ben okumasam ne çıkar, üniversite okumak istemiyorum, kendimi başka alanlarda yetiştirir bohem bir hayat sürerim diye düşünüyorum. Salaklık diz boyu. Belki de öyle yapmadığım için salaklık diyorum ama şimdi konumuz bu değil. O zamanlar bütün gün hiçbir şey yapmayarak kendime eziyet ediyorum. Bir boşluktayım ama ne boşluk.
Neyse yine o günlerde, nasıl olduysa edebiyat haberleri yapan bir sitede dolanırken "hukuk okuyacakların mutlaka okuması gereken on kitap" tarzı bir başlıkla karşılaştım. Merak edip açtım. Edbiyatla da işim olmazdı uzaktan yakından, en son iki sene önce kitap okumuştum, orada ne işim vardı bilmiyorum. Ama oldu bir kere.
Listenin başına suç ve ceza'yı koymuşlar. Içimde inanılmaz bir okuma isteği oluştu, yine neden bilmiyorum. Hukuk okuyacağımdan falan değil. Evdeki üç bin kitabın arasından, bir yarım saatlik arama sonucunda buldum onu. Iki cilt, sert kapak ve mavi.
Işte biz böyle tanıştık raskolnikov'la. Hayatımın en saçma, en anlamsız zamanlarında elimden tuttu. Ben onu sevdim, onu öyle sevdim ki, sırf o hukuk fakültesinde okuyordu diye gidip tüm tercihlerime hukuk yazdım. Onu öyle sevdim ki o, odasında ateşler içinde kıvranırken ben de satırları ateşler içinde okudum. Öyle sevdim ki ikinci cildi raskolnikov ölebilir diye bir ayda korka korka okudum.
Bir kitap kahramanına böyle bir sevgi beslemek belki ruh hastalığıdır. Eğer öyleyse ben ruh hastası olmayı kabul ediyorum. Bu, onu çok sevdiğim gerçeğini değiştirmeyecek.
Geçen gün metroda suç ve ceza okuyan bir kız gördüm, kitabı elinden çekip almak istedim. Raskolnikov'u kimseyle paylaşamazdım, kimse onu sevmemeliydi. Biliyorum, raskolnikov sadece benim değildi ve olmayacaktı. Raskolnikov, o güne kadar sevdiğim tüm insanların toplamıydı ve maalesef, sevdiklerimiz yalnız bizim değildi.
Raskolnikov beni anladı. Ben de onu sevdim.
Onu bize armağan ettiğin için dosto, sana binlerce kez teşekkür ederim.
Utanmıyorum evet. Cumhuriyet tarihinde müslümanların bu kadar refah içinde yaşadığı ikinci bir dönem gösterin bana. Camilere sıra koyup kilise görünümü veren, milleti arapça ezana hasret bırakan chp dönemi mii, yoksaa, yoksa başörtülü kızların ikna odalarına alındığı dönem mi? başörtüleri yüzünden okuyamadıkları dönem mi? Namaz kılan askerlerin ordudan atıldığı dönem mi? dindarların sürekli fişlendiği dönem mi? hangisi? Ben bulamadım. Bulan varsa söylesin.
Dört-beş yıl öncesinin gazete haberi. Ilk okuduğumda nefesim kesilene dek kahkaha attığımı hatırlıyorum. Mutsuz olduğum zamanlar bakıp gülmek için bir yerde saklıyordum, bugün çıkarmam gerekti. Eskiden gazete haberlerine dakikalarca gülebilen bir insandım, ne ara bu kadar suratsız oldum ben de anlamadım.
Içimde söylemek istediğim binlerce şey var ve bir tanesini dahi ifade edemiyorum. Olan kelimelerle mümkün değil sanki. Hislerimi yitirmiş gibiyim ve her şey de dört sene önceki gibi, gri ve amaçsız. Sanırım hiç gelmeyecek olanı bekliyorum.