Nam-ı diğer Çanakkale Sinema Topluluğu, her on beş günde bir ücretsiz ve eğitim amaçlı film gösterimi yaparak, sahnelerin konuşulduğu ve tartışıldığı sinema atölyesidir. Çanakkale'nin sosyal hayatına renk ve değer katmasını temenni ediyorum. Film gösterimleri belediye iş merkezi erkan yavuz sahnesinde gerçekleştirilmektedir. Duyurulur.
bir gün mutlaka gidecek olan kadındır. eğer hala gitmediyse yeteri kadar sevmediniz demektir. genelleme yapmak doğru olmasa da siz bunları boşa harcanmış yılların bir manifestosu olarak kabul edebilirsiniz.
5018 sayılı kanun kapsamında idarelerin mali ve mali olmayan tüm işlemlerini belirlenmiş ilke ve standartlara uygun şekilde yürütülmesini, kaynakların etkili, ekonomik ve verimli şekilde kullanılmasını amaçlayan ve bu doğrultuda yürütülen faaliyetlerin tümüdür.
yalnız insanların, özellikle sosyal medya kullanan yalnız insanların kendilerine sıkça sordukları sualdir. hayır sevgili dostum, herkes mutlu değil. sadece insanlık pazarlama konusunda arşa çıktı.
ingvar ambjornsen tarafından kaleme alınan yeraltı edebiyatı türündeki romandır. Konusu itibariyle yeraltı edebiyatı; otobanda ters yönde gidenlerin, her türlü paradigmaya savaş açanların, kaybedenlerin ve aykırıların edebiyatıdır. Sonuç olarak kitabın ismi ait olduğu edebiyat türüne gayet uygun seçilmiş. Roman; başkahraman Earling Haefs ve yakın arkadaşları Charlie ile Rita'nın etrafında geçmektedir. Karakterlerin bugünleri ve geçmişleri, uyuşturucu ile seks bağımlılıkları bilhassa sefaletleri oldukça akıcı bir şekilde okura aktarılmış.
gerekli gereksiz her şeyi hatırlayarak insanın kendine anılarıyla zulmetmesi. iyi bir hafızanın faydalı olduğu zamanlar muhakkak ama dönem dönem geçmişin silinmesi gerekiyor. ilkokulda yaşanan bir olayı tüm detaylarıyla hatırlamak, ya da izlenilen bir filmin repliklerini ezbere söyleyebilmek çoğu kez can sıkıcı ve yorucu. öte yandan hafızadan yok olması gereken olay ve kişileri dimağında taşımak bünyeye salt zarardan başka bir şey değil.
insanın hayatında ağır basan bazı şeylerin yeniden sıralanmasıdır. bu durumu evlenen dostlarınızda görürsünüz. sonra çocuğu olan dostlarınızda pekiştirirsiniz. daha sonra ise yitip giden dostluğunuzdan dolayı o kişiye kızmamayı öğrenirsiniz. işte bu durum olgunlaşma diye bahsedilen şeydir. hayatta herkesin öncelikleri vardır ve bunların bir kısmı değişmeye mahkumdur.
bütün değerin sadece görünümde olduğu, insan ve ona ait her şeyin fiyatlandırıldığı, 21.yüzyılda gelinen noktadır. pazarlama üzerine kurulu bu sistem içerisinde elbette "insanlık" payını alacaktı. mühim olan ise ne olduğun değil, kendini kaça satabildiğin. çünkü bir tuvalet kağıdı reklamında da belirtildiği üzere; sen daha iyisine layıksın!
hakan günday'ın kinyas ve kayra romanında bahsettiği karakter tipidir. gündüzleri topluma karışan, geceleri ise tehlikeli mecmualar okuyan, ceplerinde anarşik ve nihilist fikirlerin eksi olmadığı medeniyetin defolu adamları, uç fikirlerin ateşli savunucularıdır. onlar asla gerçekleştiremeyecekleri eylemleri akşamları cemiyet ortamında öfkeyle kusar, sabahları ise herkes gibi kalkıp düzenli hayatlarına devam ederler. orta sınıf burjuvazisinin güvenli ortamını terk etmeyi göze alamazlar. bu yüzden iki ayrı hayat sürdürmeye mahkumdurlar.
çeşitli meslek mensuplarından yetkin ve kıdemli olanlara hitap etmek için kullanılan onurlandırıcı kelimedir. Bu meslek mensuplarının başında; Sayıştay denetçileri, maliye müfettişleri ve iç denetçiler gelir. Aynı zamanda maliye uzmanları ve mali hizmetler uzmanları gibi kariyer meslek mensupları da kendinden üst dönem olan uzmanlara bu şekilde hitap eder. Üstat olmak kolay bir iş değildir, kulağa güzel gelebilir ama o güzelliğin bir de ağırlığı vardır. Velhasıl üstat olmak için önce çalışmak çabalamak sonra da tevazu ile bunu taşıyabilmek gereklidir.
içerisinde yirmi sekiz denemenin yer aldığı, Hasan Ali Toptaş tarafından yazılmış eserdir. Akıcı ve samimi bir dile sahip yazar, bu eserinde tanıttığı kitaplar ve yazarlar ile hikayeciliğin ve romancılığın derinliklerinden örnekler sunarak yazmaya yeni başlayanlara ufuk açmakta. Ayrıca bir sonraki okuyacağınız kitaba karar vermenize vesile olacağı da muhakkak.
geçimini virüse rağmen sağlamak zorunda olanların, halihazırda emeğini satarak gerçekleştirdikleri faaliyettir. ilk defa işe gelirken insanların gözlerinde korkuyu okudum, bir yerde evde oturup paranoyaya bağlamaktan iyi ama adil mi orası tartışılır. tüm çalışan emekçi arkadaşlara selam olsun.
maliye bakanlığı mülakatlarına girecek olanların mutlaka okumuş olduğu, kendime yazılar isimli blogta iktisadi makaleler yayınlayan eski hazine müsteşarı beyefendi.
senaryosunu Hakan Günday'ın yazdığı, başrollerinde Haluk Bilginer ve Cansu Dere'nin yer aldığı dram ve polisiye ögeler içeren on iki bölümlük yerli yapım dizidir. Ayrıca dizide yeraltı edebiyatından esinlenmeler de mevcuttur.
"Vicdan denen şey bağırsak gibidir. Sen uyurken de çalışır. Köreltsen de insaniyetini işlediğin o korkunç cinayet, çıktığın idam sehpasıdır. Sımsıkı düğüm olur boynunda, kurbanının yağlı urgan gibi elleri. Kimse katil olduğunu bilmese de, her gece kendin asarsın kabuslarında kendini. Bağırsak vicdan gibidir. Derdin boşaltmaksa içini, kendin çekersin ipini. insan dener ve yanılır."
(bkz: şahsiyet dizisi)
lise yıllarında rubailerini okuduğum, bir tanesi hala ezberimde olan şair, filozof, astronom ve aynı zamanda Nizamül-mülk ile Hasan Sabbah'ın okul arkadaşı olan şahsiyet.
"insanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez. Ne anlamlı bir söz değil mi? Yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. Ve düşünmek istememeleri doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! Evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur."
Yıllar evvel elime geçen bir kitap ayracı vasıtasıyla ismini öğrendiğim ve nihayet dün akşam saatlerinde okumayı tamamladığım kitaptır.
Kitap daha ilk sayfasında sizi çarpıcı bir şekilde karşılıyor "tanrı vernon little- ölüm huzurunda yazılmış bir 21. yüzyıl komedisi". ilerleyen sayfalarında ise tüketim kültürünün amerikan toplumunda yarattığı çarpık ilişkileri kah gülerek kah üzülerek ama hayretler içerisinde okuyorsunuz.
Kitap içerisinde altını çizdiğim bir diyalog ise şöyle:
"Ama Lasalle, yani hayatın sırrı bu mu?
iç geçiriyor ve adamlar onu kapıya götürürken kafasını iki yana sallıyor.
Yani pratikte...?
Elini kaldırıp gardiyanlara işaret ediyor. Duruyorlar. Yani bunu nasıl yapacağını mı soruyorsun? Kendini büyüt. ipucu bulmak için her bir hayvanı izle. Biz insan içinse... bak şimdi. Cebinden bir çakmağı bir kez hafifçe çakıyor, sonra da diğer mahkumun hala görünmeden oturduğu tuvalet kabinine kulak kesiliyor. Bir an sonra kabinde bir hışırtı oluyor. Ardından içeride bir çakmak çakılıyor. Mahkum istediğini bile bilmediği sigaradan bir nefes çekerken, dumanın yükselişini izliyoruz. Önerinin gücü. Lasalle yüzünde bir gülümsemeyle bana dönüyor ve çakmağını çakıyor. ihtiyaçlarını öğrenirsen, onları istediğin müzikle dans ettirirsin."
anlaşılması ve katlanılması zahmetli olan insandır. esasen kimse kendinin zor ya da kolay olduğunu fark etmez. bunu en iyi etrafındakiler anlar ve yaşar. tabi ilişkileri yürütemiyorsanız, insanlarla sürekli çatışma içerisindeyseniz ve özellikle yalnızlığa alışıp oradan ayrılmak istemiyorsanız zor bir insan olma ihtimaliniz yüksektir.
aslında namussuz olmanın çok daha iyi olacağını anlatan durumdur. toplumun kara kutusu olan namus kavramını herkesin farklı yorumlayıp, pratiğe geldiğinde ise yorumlarıyla çelişkili davranmasını anlatır. bu kavram nazarında şunu da hemen belirteyim, bugün insanlık bu derece pisliğe batmışsa biliniz ki sebebi hep yarım yaptığı işlerle ahkam kesmesindedir. sonuna kadar git ve dibe vurmadan dönme. zirveye çıkmadan manzara seyretmeye kalkma insanoğlu.
uzun zamandır görüşmediğiniz eski arkadaşınızla rastlaşınca yaşanabilecek bir hadisedir. ayaküstü yapılan sohbette, hayat nasıl gidiyor ve neler yapıyorsun türünden gelen sorulara düşünmeden verilen onlarca cevaptan sonra vedalaşıp, herkes kendi yoluna giderken şimdi neden bu kadar şey anlattım, ne gereği vardı diye insan kendini sorgulamaya başlar.
Caner Yaman'ın güzel kaybettik kitabında yer alan bir cümledir. Gerçekte insanın, toplum tarafından öğretilmiş değerlere ve bilhassa doğrulara ne derecede tutsak edildiğini ifade etmeyi amaçlayan, absürt duruşunun yanında içinde gizli bir mesaj taşıyan anlatım. Ailelerimizin bizlere öğrettiği ama onlar da dahil kimsenin varlığını sorgulamayı aklından geçirmediği sayısız "doğru" ile kuşatılmış durumumuza, belki öyle olmayabilir ya da olmak zorunda değil demenin bir yolu.
artık hiçbir şeye inanmıyorum şeklinde devam edebilecek bir sözdür. evet insanın kendini aldatması pekala mümkün olabiliyor. mesela bir şeylerin düzeleceğine inanmamıza rağmen kendimize bu yönde verdiğimiz telkinler. ya da bile isteye yaptığımız hataların sorumluluklarını başkalarına yıkma gayretlerimiz. tükenmeyen mesnetsiz avuntular. velhasılıkelam insan bir defa başladıysa yalanlara, artık kaçışı yok her şeyden şüphe duyacaktır.
plan ve program dahilinde yaşayan ve kendi kurdukları sistemin içinde daima güvencede olacaklarına inanan, kısmen obsesif insanlara özgü bir eylemdir. bütün değişkenleri kontrol etmek insanın elinde olmadığı için bu kontrol çabasının bazı durumlarda insanı hüsrana uğratması muhtemeldir. her şeyi kontrol etmekten vazgeçip olacağına bırakmak ise ayrı bir sorunsaldır. ama belli ölçülerde yapılan kontrol insanı akıntıya kapılmaktan koruyacağı için elzemdir.