Efenim cümleten iyi, yerine ve kişisine göre bol erotizmli geceler dilerim.
Yine bir "derdini s*keyim" başlığıyla karşınızdayım.
Direkt içimde ne varsa boşaltıyorum. Zira sinirli ve de röhannes modundayım.
Röööaahhhhhhh!!!!
Eyyy Netflix... Nicedir seninle haşır neşir olmaya çalışıyorum ama bir türlü olamıyorum. (Bu arada haşır neşir ayrı mı yazılır yoksa bitişik mi bi ses verin lütfen. Tdk'ya girip bakamayacak kadar sinirli, acuk da alköllüyüm.)
Neyse...
Bu arkadaş zaten yeterince sikko bir kurum ki; kült filmleri, klasikleri veyahut vasat üstü filmleri bulamazsınız. Sürekli "Z kuşağı"na hitap eder.
Ki; kendileriyle bir takım iş mevzularımız da oldu orası ayrı. Anlaşsaydık direkt yalamasyona girerdim o apayrı!
Madem öyle, artık bu sözlükte netflix şirketini bitirme kararı aldım.
Breh breh breh!!!
Sikko filmler arasından beğendiğim, soundtracklarını dinlediğim bir film vardı.
Açtım!
izledim!
Sonlara doğru hacet ihtiyacım gelse de bekledim. Nihayetinde film bitti.
(Evimde tuvaletle salon yakındır, ses oraya da gelir müziğimi dinleyerek şii yaparım rahatlıyla ihtiyacımı giderirken... Aman tanrım didim!)
Yahu sen koskoca 5 dk'lik jenerik geç, birkaç tane Japon veledin para verip reklam yaptığı videoya atla!)
Tabiisii dedim ki: S*KERLER!!!
Yahu filmde dinleyip beğendiğimiz müzikleri tekrar bitiş jeneriğinde dinliyoruz.
iyi geliyor, daha da mutlu ediyor.
Ben tüm film boyunca "pause" yapmayıp çişe gitmediysem, Netflix de bi zahmet o jeneriği yayınlasın.
Ayrıca bir filme yüzbilyarca kişi emek veriyor. Belki okuyan var. Belki manitası, evladı o filmde çalışmış insanlar var.
Sen bunu hiç düşündün mü netflix?
3 takipçimle bu olayı boykot etme kararı aldım. (bakarsın yıllık üyelik hediye ederler)
Sosyolojik ya da felsefi bir yazı bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Zira saatin geç olması, öpüjem plus seviyesinde alkole maruz kalmam buna müsaade etmiyor.
Şöyle ki:
Ne zaman bir boğaziçili arkadaşımla bir araya gelsem en az 5 10 kere seküler kelimesine maruz kalıyorum. Boğaziçi'de 1. Sınıfta sanıyorum seküler101 dersi filan var.
Tamam güzel kelime, janti duruyor ama yeter artık dememe de sebep oldu. Yahu buluşuyorsun seküler, yemeğe oturuyorsun seküler. Sekülerlik bizden sorulur diyen boğaziçili bi arkadaşım bile var. O sırada derdini s*kiyim butonunu aradığım için tam muhabbete vakıf olamadım.
Ha siz de diyeceksiniz ki biz de senin derdini s*kelim gece vakti.
Birden içlendim bu duruma.
Olur da küfür ederseniz sizi sekülerliğe emanet ediyorum.
efenim cümleten hayırlı, yerine ve kişisine göre bol erotizmli geceler dilerim.
80'lerde doğan bebelerin 90'larda ergenliğe girmesiyle muhteşem bir ergenlik yaşaması durumudur. (tanımsız olmaz)
yahu 2 saattir 90lar şarkıları dinliyor, yazlıkta aşık olduğumuz komşu kızına hissettiğimiz duyguları yaşıyorum. ne de temiz ve güzel duygularmış.
hemen bir anım gelsin mi? evet dediğinizi duyar gibiyim. tabisi küfür ediyorsunuz orası ayrı.
şöyle ki:
milenyuma girmişiz aynı yaz ben ortaokulu bitirmişim. bir de deprem travmaları filan derken ailem beni ören'e teyzemin yazlığına göndermiş. benden 6 yaş büyük kuzenim her kulübe girebiliyorken; benim henüz yaşım tutmadığı için yakınlarda bulunan dandik bir diskoya girebiliyorum. libidom tavan, burnumdan testosteron fışkırıyor.
diskoya gittim, ilk gördüğüm kıza aşık oldum. tabisi bu aşk tamamiyle hormonal ve güdüseldi. salak salak ne yapacağımı bilmeden bir süre dolaştım. kızı seksi bakışlarımla kestiğimi sanıyor, muhtemelen ibrahim tatlıses'in kameraya anlamlı baktığını zannettiği kadar çekici olabiliyordum.
bir şekilde masalarına yaklaştım. bu arada böyle mekanlarda en büyük düşman almanya ya da fransa'dan gelen tatilci çocuklarıdır. onlar zengindir ve kerşenkürşen'de şöyle yaparız, şanzelize şokiyi, böyle yaparız şöyle gezeriz diye anlatırlar. ben gölcük'te ne yapabilirim ki!!! okuldan eve, evden okula...
masaya yaklaştım. saçma sapan 1 ton jöleyle taranmış saçlarımla ona merhaba dedim. kız da kezban çıkmasın mı? o kadar gurbetçi veledin arasından beni seçti. yahu nasıl mutluyum anlatamam. içki yok tabii kola içiyoruz. modjo filan çalıyor, saçma dans figürlerimizle ortalığı inletiyoruz!
kızın adı betül'dü, hala hatırlarım. disko çıkışı oturuken kıza sünnet anılarımı anlatıp güldürmüştüm. şimdi tekrar hatırlayınca kafama göktaşı düşsün diye umuyorum.
ama olsun çok temiz, çok doğaldı... o döneme ait şarkılar da halen aynı kıvamda hissettiyor.
o yüzden halen çok şanslıyız...
sincerely...
murat övüç'le gelen edit:
başlığa şanslı yerine şanşlı yazmam beni murat övüç yapmaz umarım!
ricky gervais'i yıllardır sever, takip ederim. gösterileri olsun yazdığı diziler, filmler olsun...
şahsi problemler bir yana; pamdemi mevzularından dolayı da evde zaman geçirir oldum. çok dışarı çıkmıyor, kalabalıklardan uzak duruyor yahut kaçıyorum.
şu sıralar insanlarla iletişimimin de pek iyi olduğu söylenemez. düşünün ki; kaç yıl sonra sözlüğe girip bir şeyler karalayayım dedim.
kız kardeşim netflix hesabını bana mesaj ile gönderdi. öncesinde böyle bir hesabım yoktu. sinemacıyımdır ama popüler kültüre karşı durmamız gerekiyor:) bir de eski medyacı olarak bu yeni medya tabirine ayak uydurmayı hazmedemiyorum.
şaka şaka... tamamen vakitsizlikten!
neyse... açtım netflix'i bi ona bi öbürüne geçiyorum. bir de gördüm ki after life diye ricky abimizin dizisi varmış.
uzun süren hastalık ve hastane maratonundan takip edemedim. ne konusunu biliyorum ne de dizi hakkında bir intibaya sahibim.
ricky gervais offansive mizah yapar, bazen rahatsız edicidir ama olsundur.
komik olacağını düşünerek izlemeye başladım.
bu arada şarap ve hindi füme kombinim de hazır bekliyor.
daha ilk bölümden başımdan vurulmuşa döndüm. kanserden eşini kaybeden bir adamın yaşantısını anlatıyor.
hikayesini anlatıyor demedim, yaşantısını anlatıyor. bunun sebebi de bire bir aynı şeylerden muzdarip olduğumuz gerçeğidir. dizide anlatılanlar bir hikaye değil yaşanmış gerçekliklerdir. bir insanın çok sevdiği yakınını kaybettikten sonra hissettiği şeyin üzüntü değil özlem olduğu; diğer kişilerin şefkatle yaklaşmasının ne denli tahammül edilmez olduğu, güzelliklerin biriyle paylaşmadıktan sonra güzel olmadığı, her şeyin anlamsızlaştığı bir süreç...
yaşamayanın tahayyül edip yazabileceği duygular değildir. muhtemelen bir kez başımıza gelecek olan hislerdir. hayatın erken yada geç safhasında...
hem kahkaha hem de gözyaşı dolu bir gece geçirip 2 sezon diziyi bitirdim.
ricky diyorum çünkü kendisiye ufak bir diyaloğumuz oldu instagramdan. artık pampi sayılırız.
dizi; bir de yaşanmış gözüyle izlerseniz çok daha farklı gözle izleyeceğiniz bir dizi. tanımı da sona bırakmış olayım.
Az evvel içip, uykumu getirip mışıl mışıl uyumamı sağlayacağını düşündüğüm, fakat hiçbir boka yaramayan çay.
Çayı içtikten sonra ne zaman uykum gelecek acaba? diye heyecanlanmaktan iyice beter bir duruma düştüm. 23 nisanda kürsüye çıkacak çocuğun heyecanı var üzerimde kahretsin.
Çayın içindekilere gelecek olursak... papatya, melisa, ginseng vs... ankara yıllarında kaldırımda gördüğüm kartvizitteki isimlerden adamlar çay yapmış. Gözüm epey bir sarı tutku'yu aradı ama göremedim. içinde yok galiba, neyse...
Normalde bu gibi durumlarda en iyi arkadaşım jack'tir. Malum kısıtlamadan dolayı kendisinden 2 gündür haber alamıyorum.
Son çare olarak sarıgül'ü düşündüm ama budaklı meşe odunuyla kendime de vurabilirim bakacağım artık!
Yazıyı yazarken kahve içiyor olmam da başka bir ironi. Tamam tamam mallık haklısınız.
salam değil aradaki fark önemli! bu arada selamlar...
hazır ramazan da bitti, alkol tüketiminde oluşacak artış için vatana millete hayırlı bir yazı yazmak istedim.
bu arada iyi bayramlar... küçüklerin ellerinden, büyüklerin gözlerinden... yahut tam tersi! ya da hangisini seviyorsanız farketmez. (boş yaptım direkt mevzuya dalıyorum)
efenim alkol alırken yanında tüketilen yiyeceklerin standardı genelde orta hallidir.
çok uzun zaman olmayan geçmiş bir dönemde migrosa girdim. raflarda kendimi kaybetmiş her şeyi alıp tüketmek istiyorum. şişko değilim ama yemeyi severim. neyse...
şarküteriye geldim hindi fümeyi gördüm. normalde de sevdiğim bir tattır ama hiç meze yapmamıştım. 5 küsur tl'lik fiyatı olan bu arkadaşı alıp akşam masaya koydum. bir yandan şarabımı içiyor bir yandan üzüm, füme ve cevizden oluşan tabağımdan tırtıklıyordum.
fümeden her lokma aldığımda ağzımda bıraktığı hafif isli tadı, şarabın kekremsi aromasıyla birleşince üzerimde birden röpdeşambr oluştu. oluşmadı ama öyle bir hissiyat geldi. kalkıp john coltrane'nin blue train plağını taktım. kendimi inanılmaz zengin hissediyordum.
halbuki, yalnızca 5 küsur tl'lik hindi füme yemiştim. fümeden her tadışımda bu hissiyat daha da artıyor, zengiliğime zengilik katıyordum.
hatta bir ara gaza gelip devet planlama teşkilatı sayfasından yol, köprü vs. ihalelerine girmeye kalkıştım ama hepsi verilmişti. olsun!
son hindi füme lokmamı son yuduma denk getirerek inanılmaz zengin bir akşam geçirdim. yatağa girdiğimde yine aynı statüme dönmüş, muhtemelen sığır gibi uyumuştum.
eğer sizde arada kendinizi şımartmak istiyorsanız kendinize hindi füme alın.
efenim... bir gün sevgili eşim, ben çalışırken beni aradı. hayatım başım çok ağrıyor dedi. (eşimde beyin tümörü vardı) merhume dünyalar güzeli, çok sıkışmadığı zaman şikayet etmez, yardım istemeyi sevmezdi. haliyle fırladım kolkuktan, direkt eve gittim. o yıllar bostancı'da oturuyorduk. eşimi aldım direkt hastanteye gittik. belli tetkikler ve tedavi sonucu sapasağlam hasteneden çıktık. e tabii işe geri dönmeyeceğim için ikea'a gidelim mi? sorusunu yönelttim kendisine.
(dip not: evli arkadaşlar... hanımla aranız mı kötü? bir problem mi var? direkt ikea'ya sürün! çünkü maydonoz saklama kabı filan alıp mutlu oluyorlar. inanın buna değer:)
neyse...
ikea'ya girdik. mesai saatlerinde boş olacağını düşündüğüm için açık otoparkta yer arıyoruz. birkaç tur aynı yerde dolandık ve arabayı her döndürdüğümde yaya olarak ilerleyen bir çifte rastladık. son turda adam yanlarından geçerken 'bammmm' diye arabanın üzerine vurdu.
hemen durdum!
eşime, sen arabada bekle diyerek indim.
adam çok iri abartmıyorum. ben 1.85 boyunda 90 kilo bir adamım. benden daha iri öyle düşünün. herif jason mamua mı ne boksa onun gibi...
ilk diyaloğum şudur: bak hanımlar yanımızda kavga etmeyelim.
bunu duyan goril, suratımı tutup sıkarak o zaman gidin dedi ve o sığıra sağlam bir asıldım.
yıkılmadı...
daha da sinirlenen sığır üzerime atladı ve boğuşmaya başladık.
ben sığırla boğuşurken az sonra havada uçan bir kişi görecekim.
sevgili eşim arabadan inmiş sen benim sevgilime... diyerek adama uçmuş, adamı itmeye çalışmış ancak kendisi geri sekmişti.
eşimi oradan uzaklaştıran ben artık ayıyla boğuşmaktan yorulmuş şu kavga bitse de sehpa ayağı kaydırmazı alsak derdine düşmüştüm.
ha bu arada karşımdaki şahıs o kadar kavga bilmezdi ki, yalnızca sıkızlama yöntemiyle bana saldırarak her yerimde çizikler bırakmıştı.
bunun kanıtını da ekte foto olarak koyuyorum.
neyse! çok uzatmadan...
her şey bitti biz ikea kapısına yöneldik. inanılmaz bir kahkaha sardı bizi. rahatlamış, stres atmış ve mutluyduk.
hiçbir şey almayarak 416 tl ödeyip oradan çıktık. hala o kapı üstü tutamacı ve taharet musluğu bilmemnecini kullanırım.
sonuç olarak; baş ağrısı ile gittiğimiz hasteden, kavga ederek çıktığımız ikea günlerini özlerim ve hiçbir şeye değişmem. siz de öyle yapın. güzel anılar biriktirin sonra çok lazım oluyor.
sincerely...
foto finish ile gelen edit:
fotoyu yükleyemiyorum hata veriyor. illa isteyen olursa direkt atar ya da aynı kavgayı ederim!
"ooooo nerelerdeydin, ne zamandır böyle yazmıyordun özlettin kendini" dediğinizi duyar gibiyim. yok la baya "siktir amk" diyorsunuz şaka yaptım. neyse...
bu arada patatesin fiyatı düşmüş 2 tl dün gördüm.
mevzuya gelirsek;
bundan yıllar yıllar önce üniversitede okurken "medeniyetler tarihi" diye iğrenç bir dersimiz vardı. iğrenç olması dersin ingilizce olmasından geliyor. ayıptır söylemesi üniversiteyi ingilizce okudum.(acayip iyi ingilizce konuşurum. yes of course i dont know please)
bu lanet dersi 3 dönemde ancak verebildim. 2. denememde final sınavına girdiğim vakit, sığır gibi çalışmamış olmamdan kaynaklı kağıda hiçbir şey yazamadım. mal mal etrafıma bakıyorum, kızların bacaklarını kesiyorum filan... e haliyle boş kağıdı verip çıktım. sonra moral bozukluğuyla eve gidip biraz uzandım. dalmışım. rüyamda 1500'lü yıllardayım. baya haçlı ordusu gibi bir orduya sahibim binlerce kişilik. karşımda bir ordu daha var o ordunun komutanı da derse giren hoca.
ben kale gibi bir yerin balkonundan zırhımı filan giyiyorum. kılıcım mılıcım her şeyim tastamam. tam savaşa girecekken annem odaya geliyor ve
- ben: anne ben savaşa gidiyorum.
- annem: oğlum nereye gidiyorsun dur yengenler gelecek.
diyor ve bende tamam diyip oturuyorum.
yazıyı bitiriken kendimi "fıkrasına gülünmeyen adam" gibi hissettim. bari yalandan bi ehe filan diyin.
Yıllar sonra yurtiçi kargoyla gelen edit: bu entryi 2015'te taslakta bırakmışım. Niye girmemişim bilmiyorum. Muhtemelen bok gibi olduğu içindir ama olsundur yazmışımdır girilsindir.
aslında tam öyle değildir. hemen açıklayayım efenim... Allah'ın söylemine eşit bir söylem var mıdır diye Kuran'a sorarsanız var der. o da bilimdir. Allah şunu söyler: "Biz hakikatin 2 başlı tanıklarıyız". kendi söylemine denk payeyi bir tek bilime vermiştir. Mesela imana bu paye verilmemiştir. Çünkü iman subjektiftir ama bilim objektiftir. Buradan şuraya varalım: aslında tüm fizik ve metafizik olayların sonuçları aşağı yukarı bellidir. önemli olan bu sonuca ulaşabilmektir. bir hekimin size "6 ay ömrün kaldı" demesiyle; "ne zaman öleceğimi Allah bilir" söylemi aynı kapıya çıkar. hekim de Allah da bilimin ışığında bir sonuca varır. yoksa alnıma yazılmış kader var filan hikayedir. yazıyı bitirirken tolstoy'un şu güzel sözünü bırakayım. "her insanın içinde tanrı'dan bir parça vardır o da vicdandır".
Yazıya Atanın askeri lisedeyken not defterine yazdığı bu şahane sözle başlamak istedim.
30 Ağustos kutlamaları iptal edilmiş. Gerekçe? Şehit haberleri ve terör olaylarıymış. Ya tamam bunlara inanan enayiler vardır ama içine sindiremeyenler çok daha fazladır. En azından öyle olduğuna inanmak istiyorum.
Kurtuluş Savaşı'nın baş tacı büyük taarruz sonunda binlerce şehit ve gazi vererek kazandığımız 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı, terör olaylarını gerekçe göstererek iptal etmek, devletin resmi gazetede yayımladığı acizliğidir, basiretsizliğidir. Biz o zafer bayramını o kadar şehit verdiğimiz için kutlayabiliyoruz. 1919'dan bugüne kadar olan bütün şehitlerimizi anmak için saygı duruşunda bulunuyoruz. Onlara olan minnetimizi göstermek, biz bugün özgür bir ülkede isek sizin sayenizdedir demek için meydanlarda toplanıyoruz.
Cumhuriyet heykellerde, taşlarda, saraylarda yazan somut bir şey değildir. Cumhuriyet fikirlerde ve vicdanlarda yaşayan hak edilmesi çok zor bir düşüncedir. Bugüne kadar verdiğimiz tüm şehitlerimiz bunu korumak için canlarını feda etti.
Şimdi soruyorum: Binlerce şehit vererek kazandığımız bu haklı zafer kutlamalarını iptal etmekle bizim ondan uzaklaşacağımızı mı düşünüyorlar yoksa korkudan kendilerini mi kandırıyorlar çok merak ediyorum.
Sabahtan beri bu haberi bekliyordum. gelirken ufak bir tehlike atlatmışlar biraz korkup fındık kadar donlarına sıçmışlar ama olsun, sağ sağlim geldiler ya önemli olan bu.
dün akşamdan beri haber siteleri, kanalları ortak yayınla survivor'u an be an bize aktardılar.
sağolsunlar.
kim kime ne dedi, kim kime parmak attı, turabi finalden sonra ne yedi, hazımsızlık yaptı mı? azzzzz sonraaaaa!!!!
tüm detayları ahalimiz satır satır biliyor artık.
suriye ile savaşacak mıyız haberlerinin altında "survivor hakan'dan bomba açıklamalar" gibi haberler hala mevcut.
seviliyordur, beğeniliyordur orasına karışmam! sonuçta bir kuşak reklamdan 1.3 milyon tl civarında para cukkalayan kanalın yaptığı program illa ki çok ses getirecek eyvallah.
Ama dün balyoz yalanının bir kurbanını daha toprağa verdik. subay olduğu için devlet töreni ile defnedildi. bir nevi iadeyi itibar sanırım.
maalesef gerçek kahramanlar çok fazla reyting alamadığı için böyle oluyor bu ülkede.
dün kaybettiğimiz cem aziz çakmak değildir sadece! vicdanlardır, onurdur, haysiyettir, şereftir bana kalırsa.