falcının dibini tanıyorum. telefonda bakıyor. öyle dandik kahve falı falan da değil. yıldızname bakıyor telefonla. doğum tarihini yanlış bilenlere bakamıyor sadece. görükle de yaşıyor ama telde baktığı için her yerdeki insanlara bakabiliyor. instagram adresi @gercek_fal
Birinin yanındaki kendi halinden. Birinin yanında, kollarında, hAyatında, yatağındaki kendi halini seviyorsa bir kadın o adamı da seviyordur. Birinin sözlerini, yaptıklarını unutursun. Ama hissettirdiklerini asla.
yüzde yüz katılıyorum. ama sözlük kadınlarını da bundan ayrı tutmak saçma olur.
işin doğrusu hayatını burada geçiren günde elli entry giren biri beyinsizdir.
buradaki sözlük bebeleri ne derlerse desinler, aynı berbat, ucuz, komik olmayan, bayat cümleleri kursunlar dursunlar; gerçek kadınlar, gerçek erkekler ve gerçek aşklar varlar ve haddinden fazla gerçekler. ustura kadar keskin, tomurcuk gül kadar hassas, kadın kadar kırılgan, erkek kadar sağlam, aşk kadar büyülüler.
gerçek erkekler aşık olurlar, aşık olunca şapşallaşırlar, çocuklaşırlar, sesleri titrer ama olurlar işte. aşka inanırlar, romantizmi bilirler ama yapış yapış olmaktan uzak dururlar. yumrukları sıkılıdır bazen ama avuçiçlerinde kadınlarının serçe parmağını okşayacak kadar da merhamet taşırlar kaburgalarının altında. gerçek erkekler küfür ederler, rakı içerler, dağ gibi dururlar, mum gibi erirler. güzel kokarlar, güzel kokan kadına taparlar. kavga ederler ama kin tutmazlar. aldatmazlar ama aldatılmazlar da. güzel bakarlar, güzel konuşurlar, güzel susarlar.. güzel öperler..güzel sevişir, güzel uyuyakalırlar, güzel uyanırlar. gerçek erkeklere bakınca, dokununca, yaşayınca anlarsınız gerçekliğini..benzemezler kimseye.sözcükleri de benzemez, tavırları da. bilirsiniz sadece.
gerçek kadınlara aşık olunmaz. tapılır..ruhlarına karışılır. önce usulca sonra eze eze öpülür aşktan kabaran dudakları. gerçek kadınlar sessizce ağlar, makyajı akar..gerçek kadınlar ateş gibi yanar dokununca, cennet gibi kokar, bambi gibi bakarlar..gerçek kadınlar zor sever, zor unuturlar..terk etmeye zor karar verirler ama karar verince geri dönmezler.sessizce ve dağ gibi giderler..sadece gerçek adamlara aşık olurlar.bilirler gerçek erkeğin bir tarzı vardır, bakışları derindir, sözcükleri kan gibi işler insanın damarına..öpüşü masal gibidir, kesilir ayakların yerden..
gerçek aşklar sihir gibidir. bir anda başlarlar. insandan, aklından, inancından, kuralından, statüsünden, kararlarından güçlüdür gerçek aşk.. kimse karar veremez aşık olacağı zamana. kimse ne zaman biteceğini bilmez kalbini esir eden sarhoşluğun.. gerçek aşklar bir bakışta , bir hecede, bir dokunuşla ya da bir kavgayla başlar.. rüzgar gibi eser, fırtına gibi dağıtır, sel gibi götürür insanı..deprem gibi yıkar bazen de. ama üstadın da dediği gibi ayrılık da sevdaya dahil. çünkü ayrılanlar hala sevgili! sonunda acı var diye, hayalkırıklığı var diye kimse kaçamaz aşktan. kaçarsa da toslar nasılsa en büyüğüne. sonunda ölüm var diye yaşamaktan vazgeçmeyip, üzülürüm diye aşktan kaçacağını sananlara halk dilinde mantık insanı, kalp dilinde budala denir. gerçek aşkları gerçek kadınlar ve gerçek erkekler yaşar..
--spoiler--
yatağı boş bir erkek neye yarar. ya yüreği boş bir kadın?
--spoiler--
http://m.uludagsozluk.com/e/16101922/
Sözlükte üç muhteşem aşk yaşamış bir adam olarak o günleri çok özlüyorum. Yazık ki artık sözlükte sadece çocuklar var. Hiç kadın yok.
bana genelde komik geliyor ama bir tanesi hayatı sorgulamama neden olmuştu. ritmin zirve yaptığı bir anda partnerim birden durdu ve yüzüme bakarak şöyle dedi;
sana bir çok konuda hayranım, yaşayamadığım her şeyi yaşamışsın, çok cesursun, değişmek istesem de değişemiyorum, asla senin gibi olamam. asla senin kadar özgür olamam. ama sen de beni kıskan. asla bir kadın olamayacaksın. asla senin tarafından sikilen bir kadın olamayacaksın. asla şu an aldığım zevke yaklaşamayacaksın. seni ve orgazm olurken yüzünün aldığı şekli çok seviyorum, yine de benim aldığım zevki hayal bile edemezsin.
siz ayar vermeden önce söyleyeyim söyleyeceğimi; çok ama çok aşık kadındır. ve duyabileceğiniz en içten sevgi sözünü söylemiştir. anlayana;
ellerim titreye titreye, kalbim duracakmış gibi, son nefesimi çekercesine, son yutkunuşumu yaparcasına.
"nasıl söyleyim bilmiyorum, tapıyorum sana hastayım"
şöyle süzdü beni, ayaklarımdan başladı usul usul, diz kapaklarıma doğru, yukarı doğru, göğsüme doğru
çıkarttı o mahven gözlerini, suratımda durdu, gözlerime çaktı gözlerini.
kaşları yay gibiydi yay
gözleri zümrüt elması gibi,
yanaklarına iki elma koymuşlar gibiydi,
dişleri pırlanta gibiydi, zakürt-ü sefa gibi
bir kılıç gibi gözlerimi kesiyordu küçümser gülüşüyle beni.
alnımdan akan terleri gördü, bir nefeslik kalan sigarından çekti derin bir nefes, üfürdü alnımdan dudağıma
"aşığım, çok aşığım sana, zinaya girer bundan sonra seninle oluşlarımız"
güldü, aldı o nasır tutmuş ellerimi bastırdı o göğsüne,
"izle dante gibi hayal ettiğin o cennetini, korkma hıncını alamamış bir katil gibi sık, parçala göğüslerimi..."
duraksadı...
"bu kadar mı senin aşkın,
çömel, yadırgayacak mısın bu sevdayı, afrodit ve erosa yakışır şekilde, ihmal etme vücudumda saklı kalmış çiçeği,
tepesine doğru çık, ısır dişinle o hınzır noktayı, dudakların hissetsin o iştah kabartıcı yerdeki yangını,
dökülsün şerbeti-i aleme benzer şehvet sularım, bulansın, ağzına, burnuna, dudaklarının kenarına,
içine çek kokusunu, saç suratıma doğru öc alır gibi, bula suratımı, açamayım göz kapaklarımı, hissedeyim ılık erkeklik tohumlarını, çekeyim bende kokusunu,
söndür içindeki o yedi cihanı yakacak cürümü"
düştük sırt üstü ikimizde yatağa, döndürdü suratını suratıma..
“ kalbimi çaldın çocuk, ölümüne vuruldum sana''
hadi.. durma sik beni.. sik de unutayım bütün acılarımı. sik ki içimden çıksın kaç yıldır kaçtığım ben. beni öyle sik ki bir daha maske takamayayım kendime. beni öyle acımadan sik ki hatırlayayım kadın olduğumu. erkekle kadının bir olduğunu. beni öyle gözümün yaşına bakmadan sik ki aksın kaç yıldır içime akan bütün gözyaşları. geçsin ağzımdaki yüreğimdeki tuzlu su tadı. beni öyle kendinden geçerek sik ki gömülsün mezarlarına bütün hortlaklarım korkularım düşüncelerim. geriye sadece kadın olmanın tadı kalsın..
belli bir yaşın üstündeki birinden bahsediyorsak çok da mutlu bir ilişki içinde olduğunu düşünmek zor. insan bu hayatta her şeyi yaşadıkça öğreniyor. duyduklarıyla, izledikleriyle değil yaşayıp sindirdikleriyle büyüyor. üstadın dediği gibi her aşk bir önceki aşktan yapılıyor.
insanın algıları, hayata bakışı ne kadar özgür ve açık olsa bile hayatımıza giren her kadından/adamdan öğrendiğimiz bir şey var. hepsi çimentomuza bir şeyler katıyor mutlaka. o çimentoyu doğru karmak, doğru kullanmak elbette kalitemizle ilgili ama malzeme de, içine başkalarının kattıkları da çok değerli.
duyguların, tutkunun, aşık olmanın ustalığı olmaz , onu söylemiyorum. aşık olunca acemileşir, eli ayağına karışır insanın. ama mutlu olmak, bir ilişkiyi yürütmek ya da güzel bitirmek öğrenilebilen bir şey. on yıl önceki gibi bakmıyorum ilişkilere hala aynı adam olsam bile. on yıl önce önemsediğim şeyler bugün gereksiz gelebiliyor.
eskiden ilişkilerimde karşımdaki insanı beğenip hoşlanmam, onu istemem ve karşılık bulmam yeterliydi. damak zevkim gelişmemişti sanırım. bugün konuşabildiğim birini, beğendiğim birinden daha çok önemsiyorum. on yıl önceki gibi değil bir sohbetten beklediklerim. on yıl önceki gibi değil kadınlarımı öpüşüm. on yıl önceki gibi dokunmuyorum kadınların ruhlarına, tenlerine. daha kuytuya, daha derine, daha fazla mutluluk ve haz verene odaklıyım. beklentilerim de aynı değil. güzellik yetmiyor artık bana. doyurucu başka şeyler de istiyorum. yapaylığa, klişe kaprislere tahammülüm yok artık. doğuştan şımarık değil yanımda şımarabilen kadınları arıyor ruhum. bana muhtaç değil , kendi başına bir dünya olan ama her şeyiyle sorunlarını bana teslim edebilecek kadınlara tutkun yüreğim.
yazarlık serüvenimin başlamasına neden olan alıntıdır. murathan mungan' ın yaz geçer kitabından eşsiz bir hikaye;
aynı terasa açılıyordu, yanyanaydı kapılarımız kaldığımız pansiyonda. sabahları ya da akşam üzerleri karşılaşıyorduk. ortak duş, ortak mutfak, çekingen bir selamlaşma. aynı terasta yanyana kuruyordu çamaşırlarımız. bu ürpertiyordu beni. acemi, tutuk bir kaç sözcük eşliğinde beyaz şarap içerek aynı terasta seyrediyorduk günbatımını. bu da ürpertiyordu beni.
ışığın azalan şiddetinde yanyanaydı terasa vuran gölgelerimiz ve karışıyordu birbirine. elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında. sahildeydik ve aynı kitabı okuyorduk ilk karşılaşmamızda da. sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülümsüyordu. pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen dirimi, günbatımıyla gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda. ikimiz de yalnızdık ve birbirimize ilişmemeye çalışıyorduk adını kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında... oysa güneşin batışını izlemek gibi kendiliğinden bir birlikteliğe dönüştü paylaştığımız şeyler. birbirinden kamaşmaya başlamıştı. tenlerimiz, dokunmasan da, yanındaki gövdeyi duymanın şiddetine dönüşmüştü. aramızdaki çekim tenin çağrısı hazırdı kendine kurulan bütün tuzaklara. o akşam terastaydık gene. gün çoktan batmıştı. çamaşırlar asılıydı, uzaktan şarkılar geliyordu ve kekik kokuları... nedense herzamankinden başka bakıyordun bana. sonra usulca dedin ki: "ilk kez birinin tenine dokunma isteği duyuyorum içimde." benim için yaz başlamıştı. "dokun öyleyse" dedim. sustun. uzun uzun baktık birbirimize. kendine nasıl karşı koyduğun okunuyordu yüzünün derinliklerinde...
sonra hiçbir şey söylemeden usulca kalktın, odana gittin, yavaşça örttün kapını. saatlerce orada, gecede ve terasta kaldım. sabah uyandığımda, odanın kapısı açıktı, eşyalarını toplayıp gitmiştin, baktım... yalnızca terasta unuttuğun havlu çırpınıyordu rüzgarda.
bir daha hiç rastlamadım sana. hiçbir yerde, hiçbir yazda. düşünüyorum aradan onüç yıl geçmiş. onüç yıl içinde uyanan o isteğin anısı saklı duruyor mu sende?
birden adını hatırlamadığımı farkettim bunu yazarken. ama terasta çırpınan havlunun rengi hala gözlerimin önünde...
onüç yıl sonra şimdi sevgilimden ayrıldığım bu derin, bu kavurucu günlerde, neden ansızın aklıma düştüğümü sordum kendime.
sonra anladım: "bir aşk birçok aşktan yapılıyor ve ayrılınmıyor hiç bir seferinde!"...
bir sesi vardır dinlemesini bilene. mantığıyla yürüyeceği yolları bulan kadınlar için sadece kapakçıkları olan bir et parçasıdır. o sesi duyanlar içinse insana doğruları söyleyen tek dosttur.
"ben seni, çok yanılmış kalplerin sağlamlığıyla sevdim."
ah nerede o soluğundan öpülecek kadınlar artık. ah nerede artık dişiliğini asaletiyle harmanlayan, kulağına en arsız sözcükleri fısıldarken de, dizlerine yatırıp saçlarını okşarken de aynı şiddette ruhunu sana geçirecek kadınlar. ah nerede maskesiz yaşamayı bilen, savunma mekanizmalarını her şeyin önüne geçirmeyi komik bulan, işinde kaplan gibi, erkeğinin yanında kedi gibi olan kadınlar.
kimsenin önünde eğilmeyen ama erkeğinin gömlek düğmelerini elleriyle iliklerken, göğsüne yaslanıveren. ah nerede o kadınlar..
--spoiler--
ellerim titreye titreye, kalbim duracakmış gibi, son nefesimi çekercesine, son yutkunuşumu yaparcasına.
"nasıl söyleyim bilmiyorum, tapıyorum sana hastayım"
şöyle süzdü beni, ayaklarımdan başladı usul usul, diz kapaklarıma doğru, yukarı doğru, göğsüme doğru
çıkarttı o mahven gözlerini, suratımda durdu, gözlerime çaktı gözlerini.
kaşları yay gibiydi yay
gözleri zümrüt elması gibi,
yanaklarına iki elma koymuşlar gibiydi,
dişleri pırlanta gibiydi, zakürt-ü sefa gibi
bir kılıç gibi gözlerimi kesiyordu küçümser gülüşüyle beni.
alnımdan akan terleri gördü, bir nefeslik kalan sigarından çekti derin bir nefes, üfürdü alnımdan dudağıma
"aşığım, çok aşığım sana, zinaya girer bundan sonra seninle oluşlarımız"
--spoiler--
neden bir dans kursuna yazıldığımın farkında bile değildim. dans hocası o tuhaf deneyi yapana kadar. farklı, derin, algıları tersten işleyen bir eğitmendi. dans etmeye bizim bildiğimizden farklı anlamlar yüklüyordu; duyduğunda abartılı gelen, deneyimledikçe hocadan bile fazla inanıp savunduğun.
gözlerimiz bağlı olarak erkek ve kadın kursiyerleri karşılıklı olarak dizdi. herkesin içgüdüleriyle karşısındaki değil herhangi bir partneri seçmesini istedi. insanın danstaki eşini de, hayatındaki eşini de, yataktaki eşini de gördükleriyle değil hissettikleriyle seçmesinin daha doğru ve heyecan verici sonuçlar verdiğini söyledi. işte dedim hocam; ben buna senden daha önce inanmıştım. kalbinde nasılsa öyledir. gördüklerin sadece gördüklerinden ibarettir.bir insanın yüzü, kilosu, boyu, giyim tarzı sana bişey gösterir ama bişey yaşatmaz. kokusu, tadı, dokunuşu, öpüşü ise sana çok şey yaşattırır. dans edişi..
gözlerimiz bağlı olarak bizi serbest bıraktı. ürkek adımlarla, birilerine çarpmaktan korkarak herkes sağa sola hamle yaptı. önce durumu gülünç bulduğunu gizlemeyen kursiyerlerin kahkahaları, sonra daha o gün tanıştığı biriyle üstelik kimle olduğunu bilmeden gözleri kapalı olarak dans edecek olmanın verdiği gizemli heyecanın sessizliği sardı ortamı.
sonunda ellerim bir kadının karnı olduğunu sandığım yumuşaklığa çarpınca durdum. karşımdaki insanın kalbinin gümbürtüsünü duyunca kendi kalbimin de ne kadar hızlı attığını fark ettim. çıkan seslerden diğer kursiyerlerin de partnerlerini bulduğu sonucuna varınca; bir elimi beline koyarken onun da diğer eli elimi buldu. belini tutan elimin altı ateş gibi yanıyordu. o ateşte utanma vardı, korku vardı, heyecan vardı, arzu vardı. ama en çok bilinmeyenin, gizli olanın, yasak olanın yarattığı ateş vardı.
o gece onunla aynı yatakta uyumasını izlerken dansın ne kadar muhteşem bir şey olduğuna bir kez daha inandım.
başka sözlüklerde de yayınlanmış bir yazımdan alıntılamadır.
bir kadının beni sevmeye, yanımdaki kendi halinden başlamasını isterim. yanımda huzurluysa, kendi olabiliyorsa, en yakınlarına itiraf edemeyeceği zaaflarını, duygularını, korkularını, açlıklarını, arzularını ifade edebiliyorsa, yargılanmayacağını, pişman edilmeyeceğini hissediyorsa bana yeter.
erkek ya da çocuk gibi davranmayı bir elbise gibi üstüne geçirmiş kadınları itici buluyorum. işinde erkek gibi olabilir, çocuklaştığı anlat olabilir ama kadın gibi kadınları çekici buluyorum.
konuşurken sıkılmadığım her kadını çekici buluyorum.
cinsellikle ilgisi olmayan bir şeye karşı olan ilgisini bile tutkuyla ifade eden kadınları çekici buluyorum.
sokakta kaplan yanımda kedi gibi olan kadınları çekici buluyorum.
ses tonundaki nefes alışındaki küçük iniş çıkışları ruh haline göre farkında olmadan ayarlayan kadınları çok çekici buluyorum.
herkesten farklı olduğu halde diğer mıymıy kadınların klişeleriyle iletişim kuran kadınlar çok itici geliyor bana. bakış açısı, kafası, felsefesi farklı olduğu halde uygulaması herkesle bir olan kadınlardan çabucak sıkılıyorum. kendine güveni oluşmadan başkalarında öncelikle güven isteyen biri kadın değil olsa olsa çocuktur. ismini sorduğumda ikiletmeden söyleyebilmesi kulağa ne kadar normal geliyorsa bu basit tanışma şeklini bile olay haline getirebilen kadınları komik buluyorum. insanın alnına alnına kendi özgüveniyle konuşabilen kadınları çok ama çok çekici buluyorum.
başka sözlüklerde de yayınlanmış bir yazımdan alıntılamadır.
hayatta en büyük başarı mutlu olmaktır' a inanan bir adam olarak başka hiçbir şeyi başarı kriteri olarak kabul etmediğimden, buradaki yorumların çoğuna muhtelif organlarımla gülüyorum.
kim evlenir kim evlenmez herkesin kendi bileceği iş ama ben sadece şunu biliyorum ki; evli ya da bekar , mutlu olan kadın çok az. çünkü ne istediklerini biliyorlar ve bunun yeterli olduğuna inanıyorlar. oysa ne istediğin değil istediğin şeyin sana uyup uymadığı önemlidir.
sen birinin hayatını kurtarmak için beynine matkapla delik açacak özgüvene sahip değilsen beyin cerrahı olmayı istemenin bir manası yok. sen icraya gittiğin ilk evde oturup ağlayacaksan sırf cübbe sana yakışıyor ve baban seni erkek gibi yetiştirdi diye avukat olmanın manası yok. sen iki aylık flörtünün bile altından kalkamıyorken, hala ilişkide en önemli şey güven sevgi saygı zırvalıklarına inanıyorken evlenmenin manası yok. dokunduğunda ürpermediğin, konuşurken sıkıldığın adamla sırf üç yıl çıktın ve herkes sizi birbirine yakıştırıyor diye evleniyorsan, evlendiğinde ayda bir kez rol icabı sevişmek de, birinizin eve geç gelmek için bahane üretmesi de, diğeriniz de bilmem hangi londra üniversitesinde master yaparsa yapsın muhteşem yüzyıl izleyerek gecelerinizi doldurmanız da gayet normal ve müstehak.
evlen ya da evlenme, kadın ruhuna sahip değilsen, sana heyecan duyan birine kızacağın yerde ruhunun okşanmasına izin veremiyorsan, ten uyumunun, biriyle konuşacak şeylerinin olmasının, konuşmadan bile anlaşabilmenin büyüsünün ne anlama geldiğinden habersizsen, tanıdığın her adama herkesmiş gibi davranıp ay ben kimseye güvenmiyorum eikiki demeyi vazife sayıp herkesten kendisini kanıtlamasını bekliyorsan, cinselliği erkeğe verilen bir mücadele sonu armağanı olarak görüyorsan, güçlü olmayı mutlu olmaktan daha önemli sayıyorsan, yenilgilerinle, geçmişinle, zaaflarınla, hissettiklerinle barışık değilsen, yani kadınlıkla alakan yoksa , makineleşmişsen, maskeler öğretilmişlikler ruhunu ele geçirmişse ister harem kur kendine ister örümcek ağıyla kaplat hem kalbini hem rahmini sana kimsenin bir şey anlatması mümkün olmaz.
başka sözlüklerde de yayınlanmış bir yazımdan alıntılamadır.
bazı anları, bazı insanları, bazı duyguları, bazı işaretleri, bazı tanışmaları diğerlerinden ayırdetmeyi öğrenin. o nasıl olacak dersen hiçbir şey bilmiyorsan içgüdülerine sor. kadınca sezgilerin çoğu zaman aklından da, mantık sandığın korkaklığından da, karşındaki insanın kendisiyle ilgili söylediklerinden de daha doğru ipuçları verir. herkese daha tanıştığın anda 0 puan verip kendini kanıtlamasını beklerken, kendinden emin hiç kimsenin kendini kanıtlama zahmetine girmeyeceğini görün. sen önce kendine güven, hislerine, kararlarına, yanlış bir şey sezdiğinde kendini kandırmayıp çekip gidebileceğine güven. hadi yirmi yaşında ürkektin kimseye güvenmedin otuzlara kadar harcadın gençliğini. ki insan yirmisinde cesur olamazsa ne zaman olur o da ayrı bir ironi. otuzlarında bari kadın ol artık. bırak çocukluğu. yetişkince davran. ne istediğini bilmenden daha önemli olan, istediğin şeyin sana uygunluğu. hissetmeye çalış. kokusunu almaya çalış tehlikenin de güzelliğin de, karşına çıkan mucizenin de. ama daha baştan her şeye herkese tehlikeli yaftası yapıştırıp hadi bakalım kanıtla kendini sonra duruma bakarız deme. bir bakmışsın karşındaki ben sana sen kendini kanıtlamadan güvendim , sen neden güvenemiyorsun demiş ve gitmiş. giderse gitsin deme. mucizeler, doğru insanlar, doğru fırsatlar kaç yılda bir çıkıyor karşına bir dön bak geriye. egona, korkularına, öğretilenlere, mantığına kaç defa boyun eğdin. dört dörtlük mutlu olabildin mi hiç? ya da mutlu olmayı garantileyebildin mi? kimseye güvenmedin diye bütün kötü insanlar seni üzmekten vazgeçtiler mi? ya da asıl önemlisi kaç güzel insanı, kaç büyüleyici aşkı, kaç sapasağlam dostluğu harcadın üzerinde bir dakika bile düşünmeden haberin var mı?
--spoiler--
"biz binde bir karşımıza çıkan dostluk,arkadaşlık ,sevgililik fırsatlarını ne yapıyoruz?
akşamüstünün bir saatinde yorgun gövdemizi yaslayıp mırıl mırıl konuşabileceğimiz ,
omzumuza dolanan bir kolun , başımızı yaslayabileceğimiz bir omuzun ,
belimizi kavrayan bir elin ,uzun yollara dayanıklı aşkların sahibi karşımıza çıktığında
tanıyabiliyor muyuz onu,değerini biliyor biricikliğini,benzersizliğini anlayabiliyor muyuz?
yoksa hayatı sonsuz ,fırsatları sayısız sanıp kendimizi hep ileride karşılaşacağımızı
sandığımız bir başkasına ,bir yenisine ertelerken hayat yanımızdan geçip gidiyor mu?
karşımıza zamansız çıkmış insanları yolumuzun dışına sürerken bir gün geri dönüp
onu deliler gibi arayacağımızı hiç hesaba katıyor muyuz?
hayat her zaman cömert davranmaz bize,tersine çoğu kez zalimdir,
her zaman aynı fırsatları sunmaz ,toyluk zamanlarını ödetir.
hoyratça kullandığımız arkadaşların ,eskitmeden yıprattığımız dostlukların,
savurganca harcadığımız aşkların hazin hatırasıyla yapayalnız kalırız bir gün..
bir akşamüstü yanımızda kimse olmaz ,yada olanlar olması gerekenler değildir.
yıldızların bizim için parladığını göremeyen gözlerimiz ,gün gelir
hayatımızdan kayan yıldızların gömüldüğü maziye kilitlenir..
kedilerin özel bir anını yakalamak gibidir kendi hayatımızdaki olağanüstü anlar ve
olağanüstü kişileri yakalamak..
bazılarının gelecekte sandıkları"bir gün" geçmişte kalmıştır.
--spoiler--
başka sözlüklerde de yayınlanmış yazılarımdan alıntılamadır.
Kendisini reelden de tanıyorum. O da benim gibi genelde cinsellik ve aşkla ilgili yazıyor. Beni abaza sananlar onu da orospu sanıyor. Oysa biz sadece eğleniyor ve bu tarzda yazmaktan hoşlanıyoruz. Kolay kadına orospu denir. Orospu olsaydı ki öyle orospular tanırım en sert erkekten merttir; evet orospu olsaydı kolaylıkla buradaki herkesi parmağında oynatırdı. Çünkü hayatında kadın eline dokunmamış amsalak dolu burası. O kadar da çekici ve güzel bir kadın ki erkek elde etmek için sözlüğe de ihtiyacı yok. Ama sadece bu tarzda yazan, eğlenen ve tahminimce böyle basit olaylara poposuyla gülen zeki kadındır. Yaşı henüz yirmi üç ve tek kusuru kendi çapında olmayanlara laf yetiştirmenin kalitesine zarar vereceğidir. Bunu da biraz daha olgunlaşınca anlayacaktır. O zaman da zaten uludağ sözlükle işi olmayacaktır.
Cennetten kovulan, stevemcqueen, angutyus, zargana, alwaysleepy, vaudeville for vendetta, deep.
Onlar da kim diyorsunuz değil mi? Sizin gibi moronların pislikleri yüzünden sözlüğe küsüp giden sözlüğü sözlük yapan yazarlar. Kimi şimdi filmini çekiyor, kimi kitabını yazıyor. Siz de burada aynı sikik mevzulardaki beş bin kere tekrar ettiğiniz boktan laflarınızı yarıştırın.
Sözlük kızlarını bilemem ama sözlük kadınları çok çekici, çok kaliteli ve çok hoşsohbetler. Yazık ki sayıları çok az ve birbirine rastlamak zor. Yine de rastlandığında bu kadar ergenin arasında çölde su kadar kıymetli oluyorlar.
Erkekliğimden utanıyorum böyle mayası bozukların yazdıklarını okurken. Biz erkeklerin ucuzluğu olmasa orospuluk diye bir şey olmazdı. Kadınlara saygınız yoksa kendinize saygınız olsun.