"bab-ı esrar...yaşamı, aşkı ve inancı yeniden düşünmek için; yedi yüz yıldır çözülemeyen sır; şems-i tebrizi cinayeti...
yedi yüz yıldır süren bir sevda; şems-i tebrizi ile mevlânâ
bab-ı esrar sadece bir gerilim romanı değil, aynı zamanda bir sırlar kitabı. fantastik öğeleri kullanarak çok katmanlı bir dil yaratan ahmet ümit bu yapıtında mevlevilik temelinde din ve inanç üzerine ilginç sorular soruyor. din ile aşk arasında, inanç ile sevda arasındaki ilişkiyi bambaşka bir açıdan gözlerimizin önüne seriyor.
dünyayı, yaşamı, inancı ve aşkı, yeniden düşünmemiz, yeniden araştırmamız, yeniden okumamız için..."
ey dalga dalga omza kadar uzanan yele!
ey bukleler! ihmalle yüklü güzel kokular!
bu akşam loş odamı bu saçlarda uyuyan
hatıralarla -ne haz! ne gaşy!- doldurmak için
onları havada bir mendil gibi sallasam!
gevşeklik veren asya ve yakıcı afrika,
bütün bir uzak alem, kayıp, nerdeyse ölmüş,
ey kokular ormanı, yaşar derinliğinde!
müzik üstünde başka ruhlar yüzdüğü gibi
benim ruhum da yüzer senin kokun üstünde.
gideceğim öz dolu ağacın ve insanın
iklim sıcaklığıyla baygın yattığı yere;
beni alıp götüren dalga olun, ey saçlar!
ey abanoz denizi,sende göz kamaştıran
bir yelken, kürek, alev ve direk rüyası var:
ses dolu bir liman ki orda durmadan içer
ruhum bol bol kokuyu,güneşi ve renkleri;
yaldız,hare içinde kayıp giden gemiler
ebedi sıcaklıkla pırıldayan bir göğü
kucaklamaya geniş kollarını açarlar.
sarhoşluğun aşıkı başımı daldırayım
bu siyah ummana ki öbür ummandan derin;
ve benim sallatıyla okşanan ince ruhum
yeniden bulsun sizi, ey verimli tembellik,
sonsuz sallanışları gül kokan işsizliğin!
sümbül saçlar, gerilmiş karanlıklar bayrağı,
bana veriyorsunuz çepçevre mavi göğü;
boğumlu örgünüzün tüylü kıyılarında
sıcakça mest olurum birbirine karışık
hindistan cevizi, mis, katarn kokulariyle
uzun zaman! boyuna! elim senin o ağır
yelene, yakut, inci, safir ekecek;
ta ki arzuma asla duygusuz kalmayasın
sen,rüyaya daldığım bir vaha,hatıranın
şarabını içtiğim bir testi değil misin?
--spoiler--
don't let them fool you
or even try to school you, oh! no
we've got a mind of our own
so go to hell if what you're thinkin' isn't right
love would never leave us alone
in the darkness there must come out to light
could you be loved and be loved?
could you be loved and be loved
--spoiler--
bölümü ile bir şey anlatmaya çalışan bob marley şarkısı.
hayat garip be sözlük.valla bak. son günlerde ağzımla kulaklarım arasındaki mesafenin yakınlığına neden engel olamadığımı bilemesem de bundan rahatsız değilim. aksine bu kez ilk defa sorgulamıyorum. çünkü sorgulayamıyorum. bakışları ve gülüşü buna engel. kafamın içinde her yönüyle dönüyor sözlük. peki sözlük, gülüşündeki yumuşaklık neden gözlerindeki kederi gizleyemiyor. çok düşünüyorum henüz bulamadım ama her neyse onun derinliğinde sezinlediğim bu gölgeyi silmeye hazırım.
paul'un meşhur sözlerinin ingilizcesi aşağıdaki şekilde olan güzel kitap.
''i have tastes, but no appetites. i laugh, but seldom smile. i have expectations, but no hopes. i have wit, but no humor. i cultivate intelligence, but abjure profundity. i am remarkably bold, but totally without courage. i am frank, but never sincere. i prefer the charming to the beautiful; the convenient to the useful; the well phrased to the meaningful.''
şefik can'ı yetiştirmiş üstaddır. şefik can askeri mektebde öğrenciyken danışman hocalığını yapan tahir efendi'den bir kitabını ister. tahir efendi kitabı ödünç vermez, istersen evimde inceleyebilirsin der. buna çok bozulan şefik can yıllar sonra kendisiyle bir araya geldiğinde hocaya bu durumu sorar. tahir efendi, kitaplığının üzerindeki arapça beyiti gösterir. beyitin anlamı: kitaplar benim sevgilimdir, hangi insan sevgilisini bir başkasına ödünç verebilir? olaydan sonra şefik can ile baba oğul gibi olurlar.
başka bir anekdot:
sadık isimli bir arkadaşı bir gün hocaya nef'i'nin "tahir efendi bana kelp demiş, iltifatı bu sözde zâhirdir. malikî mezhebim benim, zira itikadımca kelp tahirdir." şiirini okuyup,
-hocam kelp tahir midir? diye sorar. hoca ise şu cevabı vererek ağzının cevabını verir.
-kelpin mezheplere göre tahir olup olmadığı değişir ancak sadık olduğu kesindir.
belli ortamlarda, belli insanların zorundaymış gibi hissetikleri davranış biçimi.
ne var yani? niye izlememiş ayağına yatıyorsun? izlememiş gibi davranınca bir bok mu olacağını sanıyorsun? ya da izleyenle izlemeyen arasındaki fark ne? izlemeyen daha kültürlü imajı mı çiziyor?
izlediğini cümle alem biliyor. genellemelerden kaçınmama rağmen bu konuyu genelliyorum, iddia ediyorum fetocu gençlik içerisindeki en sofu geçinen türk evladı bile bir dönem porno izlemiştir. izlenilsin bu sektör gelişsin demiyorum ama izleniliyor yani bu da yadsınamaz.
karacaahmet mezarlığı' ndaki kabrinde mezar taşı bulunmayan hatta adının yazılı olduğu bir levha olmayan şairimiz. belediyenin, bakanlığın gerçek sanatçılarla nasıl ilgilendiğinin örneği.
bir keresinde birinin bana söylediklerini aktarmak istiyorum. eleman 130 kilo falanmış sonra bu beyin gücüyle '' ben kilo vercem ulan '' falan gibi telkinlerle iskender - künefe - lahmacun - pide vesaire yiyerek 90 kiloya düştüğünü anlatmıştı.hassiktir lan dedim içimden.sonra vay be eleman the secret' ın temasını kavramış bravodiyerek beni yiyiyor diye düşündüm ama herif fotoğraflarını gösterince ve başkalarından da duyunca inanır gibi oldum. demek beyin gücü, telkinler, komiklikler falan yarıyormuş bu işe. aynı herif 2 numara olan gözlük numarasınıda aynı yolla düşürmeyi yeni hedef olarak seçmişti kendine. buna ise diyecek bir şeyim yoktu, dilim tutulmuştu ama açılsaydı küfrederdim buna eminim.
cormac mccarthy kitabı. roman uyarlaması bir filmi izlemek için önce kitabını okuma gibi bir hastalığa sahip olanların, filmini indirip aylarca beklettiren bir eserdir. kanat kitap tarafından mart 2008' de türkçe' ye çevrilen kitabın film vizyona girdikten sonra çıkmış olması biraz saçmalık da olsa - kitap kapağı da film afişidir - hiç yoktan iyidir. kitapta konuşma çizgisi olmaması da çevirenlerin bir işiyse gariptir; ama orjinal metinde de yoksa sadık kalalım orjinaline diye yapmış olabilirler.
uyuşturucu.
bu boku okul çocuklarına satıyorlar.
o kadarla kalsa gene iyi.
nasıl yani?
okul çocukları bu boku satın alıyor.
radyasyonu birazda ağızdan almak isteyenlerin tercihidir. bir de cep telefonları klozetten pis deniyordu bir ara öyleyse, klozet kapağını da ağızla kaldırmak daha az zararlı olabilir.
roman bittiğinde cinayeti işleyenlere kızamazsınız. onların davranışları, hayatın onlara davranışları, okuyucunun gözünde masumluk katar onlara.
hele ki kafasına sıkmak için bodruma götürdükleri adamı yere yatırmadan önce altına karton sermeleri ruhu olmayanın bile ruhu olduğunu ispatlar niteliktedir. az sonra öldürecekleri adam beton zeminde üşümesin diye altına karton sererler.
az sonra da kafasına tüfekle ateş ederler. bocalar durursunuz adamları yargılamaya çalışırken.
muharrem ayında kapı kapı dolaşarak ve ilahiler okuyarak dilenen kimse. boşu boşuna, bilgisiz olarak, gereksiz yere çok konuşan kimse.(tdk)
m. selim gökçe türk edebiyatı dergisinin 411. sayısında '' ya, hoy goygoy canım '' başlıklı yazısında aşure geleneğini, gelişimini ve zamanla dini bir ritüel haline gelişini anlatıyor. yazar istanbul' da tespit edemediğimiz bir tarihte aşurelik malzeme toplayan derviş- dilenci karışımı bir grubun ortaya çıktığını ve zamanla bu grubun muharrem ayının ilk on günü istanbul hayatının vazgeçilmez bir parçası haline geldiğini anlatıyor. muharrem hilali görünür görünmez altı kişilik gruplar oluşturan bu hırpani kıyafetli derviş takımı tek sıra halinde birbirlerinin omuz başını tutarak:
'' hasan, hüseyin' e olan işlere
gökte melek, yerde her can ağladı.
görün görün yezidlerin halini,
bağladılar hep suların yolunu,
soldurdular fatma ana gülünü,
ya hoy goygoy canım ''
diyerek mahalle mahalle dolaştıklarını, her kapıyı çalıp aşurelik malzeme topladıklarını anlatıyor. okudukları mersiyenin sonunda tekrarladıkları'' ya hoy goygoy canım '' sözleri yüzünden goygoycular olarak anılan bu insanların daha sonra sırra kadem bastıklarını, cumhuriyetten sonra ise dilimize '' goygoycu '' tabirini armağan ederek ortadan kaybolduklarını ekliyor.