megalomdanca bir cümle. "gelip gelip bu yazıları sözlüğe yazmana sebep benim. ben olmasaydım ruhunda o hareketlenmeler, kıpraşımlar, debelenmeler olmayacaktı, o ilham seni sittin sene bulamayacaktı. ben olmasaydım bu yazı da olmayacaktı ama sen olmasaydın da ben bunu başka birilerine yazdırırdım." anlamı taşır. bir nevi (ne bir nevisi, resmen) karşıdakini bir hiç mertebesine indirmeye kasteden, can alıcı bir cümle.
sözlük başında vakit öldüren 20-30 yaş arası gençlere hayat tecrübesi büyük ihtimalle daha yüksek olan 30 yaş üstü yazarların verebileceği, faideli olabilecek tavsiye, nasihat, gerekli-gereksiz bilgiler.
normal şartlar altında saygı duyulacak, hayranlık uyandıracak bir haslet. lakin kazın ayağı öyle değil, şartlarımız da hiçbir zaman normal değil.
tanım yapmak gerekirse, ki gerekir, alevilerin iş yaşamlarında, özellikle kamu kurumları ve üniversitelerde gruplaşmaları, birbirlerini tutmaları, birbirlerine kıyak geçmeleri durumudur. mevzubahis gruplaşma, sendikalaşma değil de illegal bir gruplaşma olduğundan ve çoğunlukla hak aramanın yanında hak yemek de bu grubun eylemleri arasında olduğundan saygı değil öfke duyulacak bir haslettir. alevi-sünni meselesi hassas bir mesele olduğundan bu olayın üzerine fazla gidilemez; gözle görülür olmasa da açıkça hissedilebilecek bu durumu kanıtlamak da imkansız olduğundan gitmek isteyenin de faşist, dinci gibi damgalar yeme ihtimali yüksektir.
akademik kariyere genellikle serbest piyasada iş bulamayan, kamu kurumlarına da torpili olmadığı için giremeyen işe yaramaz adamların yönelmesi durumu. vahim bir durumdur ve ülkede yıllardır neden bilim alanında elle tutulur bir gelişmenin yaşanmadığının açıklamasıdır.
büyük ihtimalle ekşi sözlük yazarıdır. "entry"sini paylaşmaktaki amacı ise kişisine göre değişkenlik gösterebilir. örneğin aylarca sıra bekleyip ekşi sözlük yazarı olmayı övünme vesilesi olarak görüyor olabilir. bence de övünülecek bir şey. neticede sabır istiyor. çok güzel yazdığını düşünüyor olabilir, çok güzel yazmış da olabilir.
şu hayatta anlam veremediğim en büyük çelişkilerden biri. pekala makul bir açıklaması olabilir ama benim aklım almıyor kardeşim. belki de mhp'lilerin dünya görüşünü yanlış anladığım için. bilemiyorum.
benim bildiğim bir mhp'li kendini vatanın çıkarlarını her şeyden önde tutan birey olarak tanımlar. tanımlamazsa söylesinler, kendilerini nasıl tanımladıklarını anlatsınlar, doğrusunu bilelim. benim şu hayatta gördüğüm mhp'li profili bunun tam tersi çünkü. sıkıntı var yani. bir tanıdık vesilesiyle işe giren, bir tanıdık vesilesiyle kıyak askerlik yapan, bir tanıdık vesilesiyle ihale alan, bir tanıdığı olmadan iş yapmayan adamlar olarak gördüm ben bunları hep. lafa gelince de akp'nin kadrolaşmasını nurcuların kpss skandallarını dillerinden düşürmezler. enteresan adamlar doğrusu.
işte askerden kaçmaya çalışan mhp'li de benim bu hayatta gördüğüm mhp'lilerin yarısından fazlası. hayır, bir akp'linin askerden kaçmaya çalışmasını anlamaya çalışırım, bir chp'linin askerden kaçmaya çalışmasını anlarım. bdp'lininkini dünden anlarım zaten ama mhp'lininkini anlamakta güçlük çekiyorum beyler. aklım havsalam almıyor.
muhafazakar kafa deyince birilerinin aklına hep islamcılar gelir. bu kısmen haklı bir çağrışım olsa da eksiktir tabi ki. bir dönem muktedir olmayı başarabilmiş ve sonradan yakaladığı çıkışı kaybetmiş, duraklama ve gerileme dönemine girmiş her zihniyetin mutlaka bir muhafazakarı da vardır. başka milletlerde öyle midir bilemem ama bizde öyledir. mesela islamcıların muhafazakarı olduğu gibi atatürkçülerin de muhafazakarları vardır ve biz gücensek de, kızsak da bu böyledir. bu bir toplu savunma mekanizmasıdır ve büyük bir motivasyonla gelinen noktada, gelinebilecek en yüksek noktada, motivasyonun birden bitiverdiği noktada, gerilemenin korkusuyla bir anda oluşuverir. fakat gerileme kaçınılmazdır ve gerilemenin başladığı yer aynı zamanda en salakça kararların alındığı yerdir. örneğin çıkışın yakalandığı dönemle gerileme dönemi karşılaştırılır ve gerileme dönemindeki uygulamalar çok daha makul ve gelişmiş olsa da onlardan vazgeçilir. başlangıçtaki yapının birebir aynısı oluşturulmaya çalışılır. fakat orada önemli olanın yapı değil motivasyon olduğu atlanır ve daha boktan bir yapıya dönüldüğü için düşüş hızlanır. ve olaylar gelişir.
muhafazakarlık denilen işte tam da bu kafadır. iyi hasletlerin değişimine direnç göstermek değildir. zaten muhafazakarlığı seçmiş bir kafa, neyin iyi neyin kötü olduğu konusunda sağlıklı bir karar verebilecek en son kafadır. bu tür bir karar ancak vizyonu geniş kafalardan çıkar. atatürk gibi. vizyonu olmayanlar sadece sonunu göremedikleri her türlü değişime direnç göstermeyi becerebilirler ve bu konuda da oldukça başarılıdırlar.
not: böyle tc halkı filan yazınca işkillenir, bakarsınız diye başlığı özellikle seçtim. kusuruma bakmayın. sonra pkk sempatizanı filan olmayalım. zaten anlatacağım konunun da uzaktan ilgisi yakından alakası yok öyle şeylerle.
ilişkinin intermediate seviyeden advanced seviyeye geçmesine zemin hazırlayan olay. dünya için kavimler göçü, istanbul'un fethi, fransız ihtilali neyse ilişki için de ilk osurulan an odur. mühimce bir andır ve önemli tarihlerin arasına mutlaka not edilmeli, yıldönümleri kutlanmalıdır.
şahsi tespitim. tüm sorumluluğu yine şahsıma aittir. eksi oy vermek isteyen de, itiraz eden de, küfür etmek isteyen de, tebrik etmek isteyen de beni hedef alsın rica ederim.
kızların ilk seviştiği erkeğe benzemesi hadisesi hayatın acımasız gerçeklerinden biridir. kadın erkek eşitliğini savunan feminist arkadaşların da açıklamakta en çok zorlandıkları doğa olayıdır. basitçe, karakteri tam olarak oturmamış kızımızın ilk defa cinsel ilişkiyi yaşadığı günden itibaren, dinamik bir süreç içinde, kendisine bu ilişkiyi yaşatan erkeğin karakterini anladığı kadarıyla almaya başlaması ve sürecin sonunda bu erkeğin karakterinin bir kopyasına sahip olması olarak özetleyebiliriz durumu. örneğin ilk cinsel deneyimini kabaca anarşik olarak tanımlayabileceğimiz bir erkekle yaşayan kızımız, kendisine cinsel anlamda yepyeni -ve eski deneyimlerini unutturacak kadar büyük- bir şeyler yaşatılmadığı sürece, hayatının geri kalanını anarşik olarak devam ettirir. kızımızda gözle görülür bir anarşiklik yoksa bile anarşik insanlara belirgin bir sempatiyle yaklaşmaya başlar.
aslında bu gerçeklik, babalar tarafından da kızının ilk cinsel deneyimini yaşayıp yaşamadığını anlaması için bir yöntem olarak kullanılabilir. kızın karakteri durup dururken ani bir değişim sürecine girdiyse baba bilmelidir ki kızı ilk cinsel deneyimini yaşamış. ama tabi bir babanın bu işlerle fazla uğraşmaması iyi olur. baş ağrıtıcı konular.
dış dediysek, avrupa filan değil. en fazla eskişehir, bursa filan. yozgat dediğin oradan daha uzağa gitmiş olamaz.
dış mihraklarca desteklenen yozgat düşmanları dediğimiz adamlar da zaytung'da olsun, sözlükte olsun yozgatı tiye alan yazılar kaleme alan, kalemini silah olarak kullanan adamlar. mesela bu entrym vasıtasıyla ben de bu kategoriye girmiş bulunuyorum. desteğim de bugün yarın gönderilir herhalde.
"Oysa ki normal bir insanın yılda ortalaa elli kitap bitirmesi gerekmektedir."
bir yıl 365 gün. böl 50'ye. haftada bir kitap eder. ortalama 420 sayfa bir kitap okuyorsan günde 60 sayfa eder. final haftasını, çalışanların iş yoğunluğunu gözardı ederek, herkesin akşam eve 7'de geldiğini ve 12'de yattığını farz ederek söylüyorum. 5 saatte yemek mi yiyceksin, ev işlerini mi halledeceksin yoksa kitap mı okuyacaksın? hadi bir saat ayırdın diyelim. bir saatte 60 sayfa okuduğun kitaptan hayır bekliyorsan, çok beklersin. ancak sıradan bir romanın (örnek: elif şafak romanları) 60 sayfası bir saatte okunabilir.
her beş entryden birinde şikayet konusu olduğunu görünce hakkında bir şeyler de ben yazayım dedim.
tamamen sözlük yazarının insiyatifine kalmış olduğunu söylememize gerek yok sanırım. buraya entry yazıyoruz diye bunu diğerleri okumakla yükümlü değil. bazı şeyleri abartmamak gerek. monitörden yazı okumak gözü hayli yoran bir meşgale. dolayısıyla bilgisayar başındaki kişinin okuyacağı şeyler konusunda seçici olması kadar doğal bir şey yok. yazarın pek mühim olmayan gündelik bir tespitini ya da bir konuyla ilgili fikrini açıklamak için yazdığı koca bir paragraf yığınını okumak yerine birer - ikişer cümlelik kısa ve net entryleri okumak da tamamen okurun tercihdir ve buna saygı duyulmalıdır. okumayanlar için "zahmet edip", "emek yoksunu" gibi suçlayıcı ifadeler kullanmak yerine bilgisayar başında geçirdiği vakti daha verimli kullanmaya çalışan, gözlerinin kıymetini bilen okuru anlamaya çalışmak neden zor gelir bilmem.
nedir bu özgüven abi? hepiniz birer dostoyevskisiniz de değerinizi mi anlayamıyoruz? oylanmıyorsanız, beklentileriniz karşılanmıyorsa fikirlerinizi daha az kelime kullanarak ifade etmeye çalışın. geliştirin kendinizi yahu.
babanın aldığı hediyelerin neredeyse tamamıdır. iyi niyetle alındığı için ses çıkarılmaz, hatta giyilen, takılan bir şeyse bir süre kullanılır. lakin kısa bir süre sonra dolapta kendisine uygun bir yer bulur.
sözlükle ilgili yapacağım ilk -ve muhtemelen son- tespitimdir. istisnalar çıkabilir tabi ki ama ben görmedim. yine de profillerine -biraz elden geçirilmiş de olsa- kendi fotoğraflarını koymalarını takdir ediyorum. kendileriyle barışık ve özgüveni yüksek insanlar.
yıl olmuş 2011, hatta neredeyse o da bitecek, hala bu cümleyi kuran adamlar var. işte o denli gerilerden gelen ve popülaritesini tüm beklentilere rağmen (beklentiye giren bir tek ben olduğumdan olabilir) yitirmeyen bir cümle. ayar cümlesi mi desem ne desem artık. işte öyle bir şey.
e madem günün ilk entrylerine giremedik, devam edelim öyleyse. genellikle "resim çektirmek" kalıbı kullanıldıktan sonra peyda olur. cümleyi kuran arkadaşımız nedense dilin katı kuralları olmasından haz duyar. bu arkadaşımızın halk arasında "ayar vermezse ölecek" olarak bilinen ateşli bir hastalığa tutulduğu rivayetler arasındadır.
fake hesap açan yazarın deneyebileceği bir taktik. iz bırakmaz diyor zall başkan, o bakımdan birçok hesaptan ulu tünel vasıtasıyla giriş yapılabilir diye düşündüm.
bir genelev hayal edin. içindeki fahişeler, pezevenkler, temizlikçiler, bokçular, püsürcüler bu orospuluk olayını hiç tasvip etmiyor, zinadan tiksiniyor olsun. hayal edebildiniz mi? edebildiyseniz eğer hayal gücünüz çok geniş demektir çünkü mümkünatı yok böyle bir şeyin.
bir topluluk içinde bir ayıbın, bir terbiyesizliğin, tasvip edilmeyen bir davranışın yapılıyor olabilmesi için topluluğun büyük bir çoğunluğunun bu eylemi desteklemesi gerekir. aktif olarak destekleyenler olur, pasif olarak destekleyenler olur ama mutlaka destekleyicisi vardır o işlerin. yolcu otobüsü sırf şoför istiyor diye on dakikada bir mola verebilir mi? veremez. mutlaka on dakikada bir mola işinin o yolcular arasında belirli bir çoğunluk tarafından desteklenmesi, bir çoğunluk tarafından da desteklenmesde de kabullenilmesi gerekir. şoför yolculardan birini yolun yarısında, dağın başında otobüsten atmak istese atabilir mesela. çünkü yolcular içinde büyük bir çoğunluk o atılan kişi kendisi olmadığı için eylemi kabullenmiş, yani şoför tarafından otobüsten atılmayan ayrıcalıklı kesime dahil edildiği için bir anlamda şoförü pasif olarak desteklemiştir.
başbakanın bir lafı var. diyor ki "bizim israil halkıyla bir sorunumuz yok. sorun kendi içinde barışık olmayan israil yönetimiyledir.". diyebilir tabi, neticede siyaset dediğin yalan dolan işi. lafı eğme, bükme, sempatik hale getirme sanatı. ama sor bakalım kendisi bu söylediğine inanıyor mu? tabi ki hayır. halkın büyük bir bölümü yahudi milliyetçisi, müslüman kanı dökülmesinden haz duyan şerefsizlerden oluşmamış olsa nasıl olur da israil yönetimi herkesin gözü önünde bu insanlık dışı eylemleri, açıklama ihtiyacı bile hissetmeksizin bu kadar rahatça yapabilir? hayır, idareciler diktatör olmuş olsa hadi biraz daha inandırıcı gelir bu yalan, ama bariz bir şekilde halkın seçtiği kişiler bu insanlıktan nasibini almamış adamlar. hadi ezkaza bir kereliğine seçmiş bulundun? ikinci defa seçer misin bu adamları sende azıcık insanlık olsa? diktatörler bile arkalarında büyük bir halk desteği olmadan hiçbir şey yapamazlar, kaldı ki demokratik seçimlerle iktidara gelmişler yapabilsin.
popülist söylemlerin ortak bir yönü vardır. neresinden tutsan elinde kalır. o yüzden fazla kurcalamamaya gayret edersin. doğa kanunuymuşçasına kabullenirsin. işte halkların kardeşliği de böyle bir kavram.