görüp sezince, geleceğe dair hissedilen umuttanmı nedir, insanın içini huzur kaplamasına neden olan, dünyada hala karşılıksız bir şeyler olduğunu gösteren durumdur.
hiçbir zaman okumayacağını bilerek bir şeyler yazmaktır..
ben bu yazıyı sana yazdım, tıpkı sana yazdığım yüzlerce not, onlarca mektup , yollanmamış ve asla yollanmayacak tüm mesajlar gibi. ta ilk günden beri söylemek isteyip sustuğum her şey gibi;sana yazılan her şey gibi. yazdığıma görsen bile inanmayacağın şeyler gibi.. keşke bilsen senin için yazdıklarımı, sana söylemek istediğim her şeyi bir çırpıda anlatıp kurtulabilsem tüm geçmişten. evet, artık geçmiş, çünkü tüm bunlar bana yıllardır yalnızca acı veriyor.. benim için sen hiç okunmamış kitaplar gibisin mesela. kapağını hafifçe araladığım, içindekileri hiç bir zaman öğrenemediğim.. aynı zamanda bir sürü şeyin ilk ve anlaşılmazısın. doğumgünün mesela, yıllarca hatırlayamadığım doğumgünün, oysa laf arasında söylemiştin, eylüldü sanki, yazdan kalma günler olarak kalmış aklımda,ama bilmiyorum.. en sevdiğin renk mesela..giydiğin, sevdiğin her eşyayı izleyip de yine yıllardır keşfedemediğim rengin.. önemsiz bunlar, tıpkı önemsemediğim seninle ilgili bir çok ayrıntı gibi, hatırlamayı hep çok istediğim fakat zihnimin oyunları arasında yitirdiğim ayrıntılar..bir parkta fal baktırmıştık, bakla falı hatırlarmısın bilmiyorum. sen istememiştin, falcı abla da sevmemişti seni, aşk demişti bana..keşke inansaydım fallara. çok sonra anladım, seninle ilgili şeylerden kurtulmaya çalışırken.. sevgililer gününde çantama tıkıştırdığım bir gülün kurusundan, giyip beğendiğim ve bana zorla aldığın bir kıyafet parçasından, bir kitabın son sayfasından, birlikte içtiğimiz ve benim nedense sakladığım bir gazoz şişesinden,her öpüşte dudaklarına bulaşan kırmızı rujumdan kurtulmaya çalışırken..kısacık birkaç aydan ne çok şey kalmıştı oysa aklımda,beni ne çok yoruyordu seni düşünmek, hak etmediğini bilerek her gün üzülmek...tek bir şeyi saklıyorum seninle ilgili. son görüşmemizde bana verdiğin bir şey.. "bir gün, artık beni sevmediğinde geri verirsin" demiştin, yıllarca denedim, yanına gelmek onu sana vermek istedim hep ve uzakta düşünürken kolaydı inan.yanına gelecektim, al diyecektim..kurtulacaktım içimdeki senden.olmadı, yapamadım... bir gün bile seni görmediğimde gözlerim heryerde seni ararken nasıl verebilirdimki onu sana. üstelik inanması zordu, sana göre çoktan unutmuştum tüm bunları, daha ilk günden yanımda bir başkası vardı ne de olsa..zaten hiç inanmamıştınki bana, hiçbir zaman benim gibi hissetmemiştinki..
son bir şey daha var, yıllar geçtikçe seni daha iyi anladım. önceleri günbegün benden nefret edişini görmek yakıyordu canımı, nasıl anlamaz hatasını diyordum, nasıl hiçbir şey yapmaz, nasılda değersizmişim ben..sonra anladım,sana başka çare bırakmamıştım.. iyi planlanmış bir oyun gibiydi, yapabileceğin her şeyi düşünmüş, birbirimizden uzak olmamızı sağlayacak her şeyi yapmış, benimle konuşmanı hatta bana bakmanı bile, bile isteye engellemiştim zaten. gözlerimde yaşlarla seni sevdiğimi söylemiş sonra da çekip gitmiştim, üstelik bir başkasına sığınmıştım kendimi senden uzak tutmak için ve sen nedenini hiçbir zaman anlayamamıştın..sen acı çekerken ben dışarıdan bakıldığında muhteşem olan bir aşka sığınmıştım.. oysa sen bilmiyordun..senden çok acıyordu canım, söylemiştim aslında: bir tek sen önemliydin benim için o şehirde, bir tek sen değerliydin ve ben seni kaybetmiştim..arkadaşım, aşkım,ne olduğunu hiç bilmediğim sen, sessizce onaylamıştın aramızdakilerin yalnızca benim hayallerim olduğunu, senin için ne olduğumun bir cevabı olmadığını..belki de acı çektiğini düşünmem bile hataydı.. hiçbir zaman yerini tam olarak öğrenemeyeceğim evine yakın olduğunu sandığım parkta kaç gün ve kaç gece geçirmiştim o günlerde, komik ama çocukluğunu bile düşünmüştüm o parkta,acaba bu salıncakta mı sallanmıştın küçükken. hissettiklerimin ne olduğunu bilmeden aylarca aşk ve öfke arasında geçirmiştim günlerimi orada..işte geçen zamanla bunları ve tüm nedenlerimizi daha iyi anladım, anlamadığın için sana kızdığım hislerimin beni o parkta günlerce sabahlatabileceğini ben anlamışmıydım acaba.. birlikte içemediğimiz şarabın her kadehinde, kesintisiz 5 sene seni düşüneceğimi tahmin edebilir miydim.. bir başkasının yanında ve üstelik mutluyken yine de gecelerce seni düşüneceğimi bilebilir miydim..sana gerçekten ve ilk kez belki de umutsuzca aşık olduğumu bilebilir miydim.. bir anlık öfke ile kapıldığım gururumun beni yıllarca esir alabileceğini tahmin edebilir miydim.. her gün sana gelmek isteyip de bir gün bile gururumu yenemeyeceğimi bilebilir miydim..
şimdi biliyorum, simdi artık sana karşı hissettiğim ne varsa böyle kendi kendime susuyorum,hani derlerya çığlık çığlığa bir suskunluk,benimki de öyle bir şey.. senin sessizliğine gelince, tüm bunların sebebi zaten senin susman, senin onaylar sessizliğin değilmiydi..işte ben bu yazıyı sana yazdım..
birilerinin bu ülkenin asıl sahiplerini unuttuğunu son derece açık biçimde gösteren cahil cühela söylemi. ülke ne zamandır tayyibin ki onun olan bu ülkede sevmeyenleri de ekmek yiyor dedirten saçmalık. kendinibilmezliğin de bu kadarı olmaz durumuna örnek önerme.
tadı çok da beter olmayan, kedi milleti ağzının tadını bilir kardeşim dedirten fakat siz yine de denemeyin bir sürü çeşidi markası var ona göre diye hakkında uyarıda bulunulan yiyecek maddesi.
basit meseleler ve kıyaslamalarla uğraşmayı bırakın üstünde düşüneceğinden bile şüphe duyacağım, şimdilerde torunuyla mutlu aile tablosunda görmeye alıştığım sevgili hocam, kendisi alanında öyle lafla sözle, isminin önündeki kısaltmalarla değil gerçekten uzman olan, her yönüyle dolu dolu bir insandır.
insan olan için gayet normal bir durumun sözlüğe gece vakti yansımış halidir.ne olmuştur yani,abazanlar saçmalayınca, şarkı sözünü , kitabı, içinde bulunulan ruh halini, siyasilerin saçmalıklarını, felsefik meseleleri, şunu bunu, işi gücü, eşi dostu anınca oluyor da eski sevgilileri anınca mı anormal oluyordur geceleri sözlükte.
araya mesafeler gireli çok oluyorsa, bir de taraflar için bu mesafeler ilişkinin ilklerindense gerçekleşebilecek, gerçekleştiği fark edildiğinde paniğe neden olabilecek durumdur. yüz parçalar halinde hatırlanmaya çalışılmak suretiyle hafızaya geri döndürme sağlanabilir(test edilmiştir) önce burun, sonra gözler, sonra çene, sonra dudak vs derken bunlar birleşir, bütün ortaya çıkar.yerigelmişken gestaltçı yaklaşıma gönderme yapmadan entrye son vermek içime sinmeyeceğinden: bütün, kendisini oluşturan parçalardan daha anlamlıdır,daha farklı ve fazladır, bütüne odaklanmak lazımdır. bahsettiğimiz yöntem literatürde tümevarım olarak karşılaşılabilecek, sevgilini yüzünü unutma durumlarında başvurulması önerilen bir yöntemdir.
karşı karşıya dururken konuşamamak, gözlerine bakamamak, kimseye bir şey anlatamamak, bir kere gururun galip geldikten sonra geri dönememek,sırf tükürdüğünü yalamamak için her günün işkence olmasına göz yummak, onun için katlandıklarını bilmeden günbegün senden nefret edişini izlemek, ve gün gelip de unutulmak "zor".
ilk kez aşık olduğunuzu hissedip, aşktan meşkten hatta hayatın kendinden bile korktuğunuz bir anda kendiliğinden gelişen olaylar sonucu aynı evde kaldığınız aşık olunan kişiyle yan yana yatmak suretiyle gerçekleşebilecek eylemdir. ilk kez bir erkekle aynı yatağı paylaşıyor olmanın verdiği gerginlikle karşı tarafta asabiyet izlenimi yaratılması muhtemeldir.karşı taraf için anlamını hiç öğrenememişsinizdir belki ama sizin için öyle özeldirki bu eylem, kalbiniz ilk kez böyle güm güm atıyordur, ilk kez uyumadan önce birisinin nefes alıp verişini duyuyorsunuzdur..
O, hiçbir şeyin değerini bilmeyen, neyin değerini bilmiştir ki bununkini bilecektir, gün gelecek sizin onu hiç sevmediğinizi bile söyleyebilecektir, kendisine verilen değeri hiçbir zaman anlayamamıştır ne de olsa..birlikte uyumak, Orhan Pamuk'un masumiyet müzesi'nin ilk cümleleri ile:
"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?"
bir zamanlar (henüz her yanı inşaatlar, binalar kaplamadan hemen önce) yerleşime çıkarken girişte sağda ayçiçeği tarlası olduğunu görüp, bir bira alıp uçsuz bucaksızmış gibi (ama deniz eksik hissiyatıyla) balkondan bu manzarayı izlediğim yerleşke.
nihilizme yazarının bakış açısıyla yani bir nevi özgün bir biçimde yaklaştığını okurken farkedebileceğiniz bir eser. kuşak çatışması, aile içindeki kimi zaman farklı boyutlarıyla gösterilen ilişkiler, içinden çıkılamayan ve kişinin kendince bile kabul etmekte zorlandığı bir aşkın hazin dışavurumu, yine klasikler için alışılagelmiş ölümlü son ile özetlenebilecek bir kitap.madam Bovary'nin hazin sonunu getirmişti aklıma bu kitap ilk okuduğumda. bovary gibi burada da Bazarov,kendi kurguladığı dünyası içinde kendine ve yaşayışına aykırı bir duruma düşen (aşık olan, kendi kurallarını yıkan, kendi ihtirasına yenik düşen) bir karakterin örneğiydi.nacizane, kişisel bir çıkarım olmakla birlikte farklı ve benzer yönleriyle "klasikler zaten genel bir bakış açısına sahiptir" görüşünü destekler nitelikteki eserlerden biri olduğunu düşündüğüm turgenyev romanı.
Arno Gruen'in "kayıtsızlık politikası üzerine" sözleriyle giriş yaptığı,örnek vakalar üzerinden yapılan psikolojik incelemeler ve çıkarımlarla göz dolduran, entellektüel olarak tatmin, insan olarak çaresizlik ve farkındalık, eğitimci olarak bilinçlilik hislerini veren kitap.Öyle ki,bir bölümünde, edebi açıdan çok kereler inceleme fırsatı bulduğunuz Hamlet'e dahi değişik bir gözle bakmayı sağlayacaktır.Kitaptan alıntılar...
şiddetin doğuşuna dair: "insan kendi acısını, başa çıkması olanaksız olduğu için yaşamından tamamen çıkartır, görmezden gelirse, o zaman başkalarının yaşamını elinde tutma duygusu, iç boşluğu dolduracak bir ikame olur. Böylece şiddet yaşamın amacı haline gelir, canlılık duygusu yaratan bir şey haline gelir."
"intikamları, kendi ellerinden alınmış olan bireyselliğe yönelikti, bu yüzden de yok etme hakkını kendilerinde görüyorlardı"
"insan, kendisinin kurban durumunda olduğunu görmek zorunda kalmamak için kendisine kurbanlar arar."
"çocuklar her şeye sahip, çocukluklarına sahip değiller. anne ve babalar çocukları aracılığıyla zayıflamış kendiliklerini yükseltmek isterler. çocukları kullanırlar.."
"şiddeti görmezden gelmekle onu destekliyoruz.Gerçek acı karşısında kayıtsızlık ve korku, acıyı giderek daha az algılamamıza yol açıyor.Algılayacak olsak bir şey yapmamız gerekir. Ama sorumluluk üstlenmek korku vericidir, biz de kayıtsız kalmayı tercih ederiz."
Gruen'in Normalliğin Deliliği, Kendine ihanet gibi eserlerinden sonra, okunması gereken, konuyla ilgilenenler kadar ilgilenmeyip sırf meraktan okuyanları dahi tatmin edecek faydalı bir eseri.
"yankılanan cümlenin öznesi çoğuldu.görünürde adem'le havva'ya hitap ediliyordu.ama belli ki bu çoğulluk adem ve havva'dan çoktu. böylece adem ve havva'dan çıktı iki özneli hikaye.bütün insanların hikayesi oldu."
Nazan Bekiroğlu'nun baş ucu kitabı vasfı kazanmış eserlerindendir. anlatımının yalınlığı deyim yerindeyse bıçak gibi keser, bundandır okunuşunun güzelliği sanırım. sonsuzluk hecesinin kurguda eritilerek hissettirildiği en vasıflı anlatıma sahip eserdir.
teoman'ın, sözlerini en iyi "birlikte ama yalnız" bir ilişkiden geçmiş olanların anlayıp hissedebileceği, böyle insanların gözlerinden yaşlar getirebilecek parçası.
duymuşsunuzdur biryerlerden, önce inanamazsınız belki biraz da inanmak istemezsiniz.onlar arkadaştı ama diye düşünürsünüz inatla..ne zaman aşka dönüşmüştür bu arkadaşlık kimbilir.. aklınıza geldikçe düşünmemeye çalışırsınız. gün gelir ayaklarınız sizi onun yaşadığı şeyre götürür, bir çok plan yapmışsınızdır görünürde ama aslında o şehre geri dönmenizin tek amacı "gözümle görmeden inanamıyorum" durumudur. gidersiniz, hiç bir yerde rastlamazsınız onlara,zaten bilmiyorsunuzdur nerede o şimdi.. bir arkadaşınız arar, çalıştığı kafeye gidersiniz görüşmeye. masanızda muhabbete dalmış otururken gözünüz bir an ilerideki bir masada yalnız başına oturan, birini beklediği çok belli olan yeni kız arkadaşa takılır.şaşırırsınız gördüğünüze, ne kadar da zayıflamıştır,aşk insanı değiştiriyor demekki diye düşünceler geçer aklınızdan. beklediği o'dur muhtemelen diye düşünürsünüz, bir yanınız bu şehre gelme amacınız gerçekleşmek üzere olduğundan beklenti içindedir onu yeni sevgilisiyle görme konusunda, bir yanınız ise "keşke gelmese, görmesem.." der. çok geçmez karşıdan görünür eski sevgili.. gelip masaya oturur. belli etmeden varlığınızı her hareketlerini izlersiniz, pek samimi bulmazsınız karşılaşma anlarını, eski sevgili her zamanki gibi biraz sıkılmış,biraz alaycı gibidir, sanırım çalışıyor dersiniz elindeki çanta ve klasik giyimi dolayısıyla.. yine bir yerler kırılır içinizde, yine bir şeyler kopup gider ona bakarken..yine "keşke"dersiniz, "keşke daha cesur olsaydın" ... dayanamazsınız daha fazla izlemeye. onu yıllardır ilk defa biriyle görüyorsunuzdur kimbilir.. mutlu olmasını dilersiniz içinizden her şeye rağmen ve yıllar önceki gidişiniz gibi masadan sessizce kalkıp, hiçbir şey söyleyemeden uzaklaşırsınız oradan...
bugün bir ıvır zıvır mağazasında karşılaşılan duruma binaen yarın olduğunun idrakine varılan gündür. birkaç küçük çocuk ve tabii yanlarında veli namındaki anneleri, alışveriş mekanında gezinirken çocuklar kendi aralarında öğretmenlerine duydukları sevgiyi yarıştırmaktadırlar, biri dayanamayıp ağlar en çok ben seviyorum diye. diğeri patlatır bir dedikodu "filanca bana öğretmenimizi sevmediğini söyledi", itirazlar, kınamalar...saygıyla yoğrulmuş derin bir öğretmen sevgisi küçücük çocuklarda... bunlara neden dikkat ettiğime gelince, atanamayan bir öğretmenin belki de ilk öğretmenler günü olabilecek 2010 24 kasımına 1 gün kala içinde bulunduğu ruh halinin vehametini göstermek niyetim.özetle 24 kasım,türkliye cumhuriyeti devletinin her köşesinde öğretmenlerin bu sevgi yumağıyla sarmalandığı, hak ettiği değeri bir günlüğüne doya doya hissettiği gündür.
sevgiliyle aranızda yaşanan anlaşmazlıklar anlamak istememekten kaynaklanır ki bu iletişimin en büyük engelidir. ne kabul ettirebilirsiniz yanlışını ne o size empoze edebilir doğru da olsa bir fikri. bir de işin içinde kadın-erkek yani sevgili durumları olduğu için iyice içinden çıkılmaz hal alır durum. başkası olsa neler neler diyeceğiniz durumlarda kırmamak adına, aşkınızdan mı artık her nedense, deveye hendek atlatır gibi laf anlatmaya çalışırsınız. altından girer üstünden çıkar yine bir yere varamazsınız. taraflar açısından aile problemlerinden bile daha vahim, daha aşılmaz olarak algılanan problem durumları yaratabilecek durumdur, fena halde zordur.
1. sınıfta elinden çok çektiğim, üstüne bir de yaz okuluyla samimiyet dozajını artırdığım, osmanlıca dersinin birzamanlarki vazgeçilmezi, mezun olduktan sonra en sık andığım hocam.
bir kere yetmez diyip bir daha okumaya kalksanız(yalnızca müfredata bağlı kaldığınız sürece) yine her şeyin üstünden kuşbakışı geçip gittiğiniz hissini vereceğini düşündüren, yeni türk edebiyatı, eski türk edebiyatı, halk edebiyatı... diye ayrılmadıkça tam randıman sağlanamayacağı aşikar olan bölüm. daldandala atlayarak, bir yarıyılda her alandan birkaç ders görerek olacak iş değil yani. uzmanlaşmanın ancak yükseklisansta (o da bir nebze) mümkün olacağını düşündüğüm, tam anlamıyla edebiyat karması bölüm.
hakkında "orhan pamuk denince akla aşk teması gelmezdi, kitap okunduktan sonra da pek gelmiyor. gerçek aşktan ziyade saplantıların elinde çırpınan birinin güncesi olmuşsa da kabul etmek gerekir ki enfes ve de uzun betimlemelerle anlatılan mekana ve zamana dahil olunduğu hissini veriyor. yazarın başarısı da zaten konudan ziyade bu anlatımdan kaynaklanıyor,sürükleyici bir eser, kusursuz bir kurgu" diye düşündüğüm eser.