getirmebenioraya
1181 (öncelikli)
üçüncü nesil yazar 1 takipçi 77.60 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    klavyede v harfinin bozulması

    1.
  1. çok siniv bozucu biv duvumduv. Yevine başka havf kullanmak zorunda kalıvsınız.
    edit: r harfi bozulup yerine v nin kullanılması gibi bir espri idi. anlamayanlara gelsin....
    2 ...
  2. oylama yapmayı unutmak

    1.
  3. sık sık yapılan hatadır. kendimden biliyorum. çok beğendiğim bir çok entry i oylamayı unutuyorum. art niyetten değil de sanki sağlam entry ler beni benden alıyor. *
    1 ...
  4. ekmeği yemeden önce koklamak

    1.
  5. Uzunca bir diyetin ardından yapılan hareket.
    0 ...
  6. inleyen direk

    1.
  7. Hz. `Mevlânâ nın bir rubâisinde bahsi geçen direk; hurma kütüğüdür.

    Bişnev tu zî ney çehâ çehâ migû»yed
    Esrâr-ı nühüft-ü Kibriya migû»yed
    Rû»h zerd ü derû»n tehî vü ser dâdebedâd
    Bî nutk u zebân Hudâ Hudâ mîgû»yed

    Dinle şu neyi. Bak neler neler söylüyor
    O, yüceler yücesinin sırlarını anlatıyor.
    Yüzü sarı, içi boş, başını havaya vermiş de
    Dilsiz dudaksız, Hüdâ Hüdâ diyor.

    Bir kamış parçasından Hüdâ sesini duyabilmek. Hz. Mevlânâ bir başka yerde kudümü tarif ederken, Bakır bir tas, bunun üzerine kuru bir deri gerilmiş, kuru iki değnekle vuruluyor. Öyleyse bu Allah sada sı nerden geliyor? diyor. Bakırdan, deriden ve değnekten Allah sada sını duyabilmek. işte kendi varlığından geçip Hakk ile Hakk olan bu nimete eren kullar için Hakk sada sı, her zerreden dudaksız ve kulaksız olarak işitilebilir. Ve bu işitme sadece insanlar için de değildir.

    Fehm kerde ân nidâ bi gû»ş u leb
    Fehm kerde ân nidâ râ çû»b u seng

    O nidâ yı kulaksız ve dudaksız olarak ağaç da anlar, taş da.

    Her zerreden gelen Allah sadâ sını ağaçlar, taşlar nasıl anlar? diye soracak olanlara yine Hz. Mevlânâ cevap veriyor:

    Zançi goftem men zî fehm-i seng û» çû»b
    Der beyâneş kıssa-i hoş dâr-ı hû»b

    veya

    Zançi goftem âgehî-i çû»b u seng
    Der beyâneş kıssa bişnev bî dereng

    Taşın ve çubuğun yani kuru dallarında anlayış sahibi olduğunu söylemiştim ya, bunun izahı için anlatacağım kıssayı can kulağı ile dinle ve ezberle. Dedikten sonra şu kıssayı anlatmaya başlıyor Mesnevî-i Şerif.

    Üstün-ü hannâne ez hecr-i Rasû»l
    Nâle mized hemçu erbâb-ı ukû»l

    inleyen sütun -direk- Resulün ayrılığı ile akıl sahipleri gibi -yani insanlar gibi- ağladı, inledi.

    Der meyân-ı meclis-i vâ z ân çû»n ân
    Keyvez âgehgeşt hem pir u cevân

    Vaaz meclisinin ortasında öyle bir inledi ki o iniltiyi orada bulunanların, ihtiyarından gencine, hepsi duydu.

    Goft Peyâmber çi hâhî ey sütün
    Goft, cânem ez fîrâkat geşt hû»n

    Peygamber (S.A.V.) sordular: Ey direk niçin inliyorsun? Ne istiyorsun?
    Direk dedi ki: Senin ayrılığından dolayı canım öyle bir yandı ki içim kan doldu.

    Mesnedet men budem ez men tahtî
    Ber ser-i minberu mesned sahtî

    Direk diyordu ki: Ben senin dayanağındım, bana dayanıyordun. Beni bıraktın da yeni bir dayanak yaptın ve ona dayanıyorsun. Yani işte bu ayrılıktan dolayı inliyorum.

    Resulullah Aleyhisselâtu Vesselam, Medine ye hicret buyurduktan sonra Hâlid bin Zeyd Ebâ Eyyû»b el-Ensârî yani Eyüb Sultan Hazretlerinin (R.A.) evinde misafir olarak ikamete başladılar. Hicretin yedinci ayında Eyüb Sultan Hazretlerinin evinin batı istikametinde boş bir arazi vardı, bu boş arsa Sehl ve Sehîl isminde iki yetim kardeşe aitti. Efendimiz (S.A.V.) orada bir mescid ve kendisi için de bir hücre - odacık yapılmasını arzu buyurunca o iki kardeş bu arsayı bağışlamak istediler ise de Efendimiz (S.A.V.) yetim hakkı yememek örneği göstermiş olmak için, o arsayı para ile satın aldı. Paranın da alındığı kaynak Hz. Ebubekir (R.A.) idi. Arz ettiğim gibi Hicretin yedinci ayında o arsa üzerinde inşaata başlandı. Taş temeller üzerine kerpiç duvarlar örülerek inşaat bitirildi ve üzeri hurma dalları ile kapatıldı. Bu ilk Mescidde mihrab ve minber yoktu. Tavanı tutmaya yarayan sekiz adet direk vardı. Bu direklerin, daha sonra o direkler isimlendirilmiştir, bir tanesine tövbe direği veya Ebû» Lubâbe direği, bir tanesine de Şerir Direği denir idi.

    Resulullah (S.A.V.) en çok tövbe direğine yakın bir mahalde namazı kılar ve kıldırırlardı. Daha sonraki inşaatlarda o yer tesbit edilmiş olduğundan ilk mihrab sonra oraya yapıldı. Yani Halife Velid bin Abdülmelik zamanında, daha sonra halife olacak olan Ömer ibn-i Abdülaziz in valiliği sırasında o yer mihrap olarak tespit edildi ve mescidin genişleme inşaatı yapıldı. işte ilk mihrap o zaman yapılmıştı. Gerçi Hz. Osman (R.A.) ın hilâfeti zamanında da bir mihrap yapıldığı rivayeti var ise de çok kuvvetli bir rivayet değildir. ilk minber ise bizzat Resul-ü Ekrem Efendimizin (S.A.V.) emirleriyle yaptırılmıştır, işte Mesnevî-i Şerifte anlatılan olay, bu minber ile ilgili.

    Hz. Peygamberimiz (S.A.V.), Mescid-i Şerifte Cuma Hutbesi gibi, vaaz gibi sebeplerle konuşacağı zaman ayağa kalkar, mübarek yüzünü ashabına döner ve öyle konuşurdu. Bu mescidin tavanını tutmaya yarayan direklerin dibinde konuşulmaya müsait bir yer yoktu. Onun için Efendimiz (S.A.V.), hiçbir yere dayanmadan, kıble duvarına yakın bir yerde bütün cemaati görebileceği ve cemaatin de onu görebileceği bir yerde durur ve konuşmalarını ayakta, bir yere dayanmadan o tarzda yapardı. Resulullah Aleyhisselâm, peygamberâne nezaketinden ve inceliğinden dolayı hiç kimseye arkasını dönmediğinden, bu konuşmaları yapma sırasında duvara da dayanamadığından -yer müsait değildi çünkü- ayakta durarak konuşması zat-ı seniyyelerini üzeceği endişesi ile ashabtan bazı zevat, kendilerine bir dinlenme yeri temin etmek için Şerir Sütunu diye anılan sütunun yakınına bir hurma direği, daha doğrusu bir hurma kütüğü koydular ve Efendimiz (S.A.V.) konuşurken hiç olmazsa sırtını bu kütüğe dayasın da biraz daha az yorulsun diye düşündüler ve bunu kabul etmesi için kendilerine niyaz ettiler. Yüksek ahlâkı gereği hiçbir rica ve talebi geri çevirmeyen Resul-ü Kibriya, okuyacağı hutbe ve vaazları bundan sonra bu hurma kütüğüne yaslanarak okumaya başladı. Bu hâl beş sene kadar sürdü. Hicretin sekizinci yılı sonlarında Müslümanların çoğalmış olması, cemaatin kalabalıklaşmış olması sebebiyle cemaatin arka tarafında kalanlar Efendimizin (S.A.V.) o güzel yüzünü iyice göremez oldular. Ve tekrar ricacı olarak dediler ki: Ya Resulullah, size bir minber yaptıralım müsaade buyurursanız, bir kürsü yaptıralım oraya çıkın da, arkada kalanlar da cemalinizi görsünler. Efendimiz, tabi bu ricayı da kabul buyurdu. Saîdeoğulları kabilesinden Said bin As ın kölesi Bakum, çok iyi bir marangozdu. Bu marangoz üç ayaklı, üç basamaklı ve sırt dayamaya mahsus yeri olan bir kürsü yaptı. Bu ahşap kürsüden Efendimiz (S.A.V.) vaaz etmeye ve hutbelerini okumaya başladı. işte, Efendimiz (S.A.V.) ilk defa bu kürsüye çıktığında, yani hurma kütüğünden ayrıldığında, biraz evvel Mesnevi lisanından arzetmeye çalıştığım hâdise meydana geldi. O hurma kütüğü herkesin duyabileceği bir şekilde yüksek sesle ağlamaya, inlemeye başladı. Merhamet, şefkat, mürüvvet kaynağı olan Resul-ü Ekrem (S.A.V.) hemen minberden indi ve o ayrılık acısı ile inleyen hurma kütüğüne sarıldı, onu kucakladı, teselli etti. Ashab-ı Kiram ın ileri gelenlerinden Câbir bin Abdullah Hazretleri bu hâdiseyi anlatırlarken Efendimiz hurma direğini kucakladığında direk, tıpkı ağlayıp ağlayıp da anasının kucağına çıktığı zaman susan, ama eski ağlamasının tesiriyle nefesi hıçkırıklı olan bir bebek gibi hıçkırıyordu. buyuruyor. Bu hâdise Enes bin Mâlik, Abdullah ibn-i Abbas, Ebu Saidi-l Hudri, Abdullah ibn-i Ömer gibi ashabın büyükleri tarafından da hep anlatılmıştır. Tabiînin ulularından ve tasavvufun önderlerinden Hasan-ı Basrî Hazretleri (K.S.)de bu hâdiseyi sık sık anar ve Yazıklar olsun bize ki Resulullah ( S.A. V) muhabbetinde bir kütük kadar olamadık, diye ağlardı. O, Hasan-ı Basrî böyle söylerse biz ne söyleyelim?

    isterseniz biz hâdiseye dönelim. Efendim, o ahşap minber çeşitli tarihlerde yedi defa tamir edildi, yenilendi. Nihayet Hicretin 578. yılında tamir kabul etmez derecede çürüdü ve yıkıldı. Kalıntısından teberrüken sakal tarakları yapıldı ve dağıtıldı. Daha sonra Mescid-i Saadet e çeşitli minberler yapıldı. Fakat bugünkü mermer oymalı güzel, zarif minber Sultan III. Murad Hanın, Mescid-i Nebevi ye hediyesidir; projesi, çizimi de Mimar Koca Sinan a aittir. Peki, o hurma kütüğü ne oldu? Biz tekrar Mesnevî-i Şerife kulak verelim.

    Goft hâhî ki turâ nahl-i konend
    Meşrik u garbi zî tû» mîbe çinend
    Yâ daran âlem hâkat servi koned
    Tâ Ter u tâze bîmânî tâ ebed

    Resulullah Aleyhisselâtu Vesselam direği kucaklayarak teselli edip susturduktan sonra sordu: Sen bu kurumuş hâlinden yeniden yemiş, meyve verecek hâle dönmek ve yemişinden doğudakilerin de batıdakilerin de yemelerini mi istersin, yoksa öteki âlemde bir cennet selvisi olarak sonsuza kadar hep terü taze kalmak mı istersin?

    Goft ân hâhem ki dâim şod bekâş
    Bişnev ey gâfıl kem ez çû»bi mebâş

    Direk dedi ki : Dâima bakî olanı isterim. Yani yeniden canlanmayı değil, âhirette canlanmayı isterim. Ve Hz. Mevlânâ burada bir öğüt veriyor : Bişnev ey gafil Ey gafil kişi dinle, dinle de bir kütükten daha değersiz olma. Yani, ebedî nimetleri elinden kaçıracak kabahatler yapma.

    û sütün râ defn kerd ender zemîn
    Tâ çi merdû»n haşr kerdet yevm-iu dîn

    Ve Resul-ü Kibriya, Din Günü nde -yani kıyamette- insanlar gibi dirilsin ve ebedî hayatı yaşasın diye o ağacı gömdürdü. Hem nereye gömüldü o ağaç, bilir misiniz aziz dostlar? Resulullahın (S.A.V.) minberinin altına. Ve hâlâ orada. Birkaç adım ötesinde de Resulullah (S.A.V.).

    Ağaç hiç ağlar mı? Böyle şey olur mu? diyenler varsa eğer isra Suresi nin 44. âyetini inceleyiversinler vesselam.

    Keşkül Dergisi 6. Sayısından alıntıdır.
    0 ...
  8. said bin zeyd

    1.
  9. Hayattayken Cennetle müjdelenen on sahabiden biri. Babasi Zeyd b. Amr olup, nesebi Ka'b da Rasûlüllah (s.a.s) ile birlesmektedir. Künyesi Ebul-A'ver'dir. Ebu Tür olarak da çagrilirdi (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 387). Annesi Fatima binti Ba'ce'dir. Babasi Zeyd, Mekke müsriklerinin dinlerini akil disi bularak cansiz putlara tapinmanin anlamsizligi karsisinda gerçek dine ulasmak için arastirma yapmaya baslamis ve bunun için Suriye taraflarina giderek yahudi ve hristiyan âlimleriyle görüsmelerde bulunmustu. Ancak onlarin verdikleri dini bilgiler Zeyd'i tatmin etmemisti. Zeyd'in bu durumunu gören bir papaz ona, sirkten ve hurâfelerden uzak, Hz. 0brahim (a.s)'in dini olan Haniflige tabi olmasini tavsiye etmisti. Zeyd, Hanifligin ne oldugunu ögrendigi zaman aradigi dini buldugunu anlamis ve Mekke'ye dönmüstü. O, Kâbe'ye yönelerek Ibâd et eder, Mekke'de 0brahim'in dini üzere bulunan tek kimse oldugunu Kureys müsriklerine karsi iftihar ederek söyler ve onlarin putlar adina kurban kesmelerini ayiplardi. Zeyd, Ismail (a.s)'in neslinden bir peygamberin gelecegini ögrenmisti. Arkadasi Amr b. Rabî'a'ya kendisinin bu peygambere kavusamayacagini zannettigini, eger ona ulasirsa kendi selamini ona iletmesini söylemisti (Ibn Sa'd, Tabakâtül-Kübra, Beyrut (t.y), III, 379). Zeyd, Rasûlüllah (s.a.s)'in Peygamberlikle görevlendirIlmesinden önce vefat etti.

    Said, babasi Zeyd'in kendisine telkin ettigi hanif dininin bilincinde olarak yetismisti. Rasûlüllah (s.a.s), Islâm dinini teblige basladigi zaman, onun çagirdigi dinin babasinin söyledigi prensiplerle ayni oldugunu gördü ve ona tabi olmakta gecikmedi. Rivayetlere göre o, Rasûlüllah (s.a.s)'in az sayidaki ashabiyla Erkam'in evinde gizlice toplanmaya baslamasindan önce iman etmistir. Dogum tarihi kaynaklarda zikredIlmemektedir. Ancak, onun Hicri 50 veya 51 yilinda öldügü zaman yetmis yasini asmis oldugu (Ibnül-Esir, Üsdül-Gâbe, II, 389) gözönünde bulundurulursa Hicretten yirmi bes yil önce dogmus olabilecegi söylenebilir. Said (r.a); Hz. Ömer'in kizkardesi Fatima ile evli idi. Hz. Ömer (r.a) da Said'in kizkardesi Atîke ile evli bulunmaktaydi (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 387). Hz. Ömer, onlarin yeni dine girdiklerini ögrendigi zaman son derece kizmis ve yaptiklarinin hesabini sormak için hemen evlerine gitmisti. Ancak olay Ömer (r.a)'in iman etmesi sonucunu doguracak bir sekilde gelismisti (bk. Ömer Ibn et-Hattab mad.).

    Medine'ye hicret edildigi zaman Said, Rifaa b. Abdul-Munzir (r.a)'in evinde mIsafir olmustur. Muâhât olayinda bir rivayete göre Ebu Lübabe baska bir rivayete göre de Rafi' b. Malik ile kardes ilan edIlmisti (Ibn Sad, III, 382). Ibnül-Esîr ise, Ubey b. Ka'b ile kardes ilan edildigini kaydetmektedir (Üsdül-Gabe, II, 387).

    Saîd b. Zeyd, Bedir savasi hariç, Uhud, Hendek ve Rasûlullah (s.a.s)'in diger bütün savaslarina katIlmistir.

    Rasûlüllah (s.a.s), Said ile Talha b. Ubeydullah (r.a)'i, Suriye taraflarina giden Kureys kervaninin dönüsü hakkinda bilgi toplamak ve bu bilgileri hizli bir sekilde Medine'ye ulastirmakla görevlendirdi. Böylece, Ebu Süfyan'in baskanligindaki bu kervan Suriye dönüsünde yakalanabilecekti. Said, Talha ile birlikte el-Havra denilen yere kadar gitmis ve kervanin dönüsünü beklemeye baslamisti. Ancak onlarin bu kervanin dönüsü hakkindaki haberi Medine'ye ulastirmadan önce Rasûlüllah (s.a.s) baska kaynaklardan gerekli bilgileri almis ve Medine'den Ensar ve Muhacirlerden olusan ordusuyla yola çikmisti. Onlar Medine'ye Bedir savasinin vuku buldugu gün ulasabildiler. Rasûlüllah (s.a.s)'in, kervanin yolunu kesmek için Medine'den ayrIlmis oldugunu gören Said ve Talha derhal ona katIlmak için Bedir'e dogru yola çiktilar. Onlar Turban denilen yere geldikleri zaman Bedir'den dönmekte olan Rasûlüllah (s.a.s)'le karsilastilar. Bedir savasina fiilen istirak edememis olmalarina ragmen Rasûlüllah (s.a.s) onlari savasa katIlmis sayarak ganimetten diger mücahitler gibi pay vermisti (Ibn Sa'd, III, 382-383). Said (r.a), Hz. Ömer zamaninda Suriye bölgesinde sürdürülen askerî harekâtlara katIlmis; Dimask muhasarasi ve Yermuk savasinda bulunmustur (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 388; Ibn ül-0mad el-Hanbelî, Sezerâtu'z-Zeheb, Beyrut (t.y), I, 57).

    Said (r.a), ömrünün son günlerini, Medine'nin disinda bulunan Akik vadisindeki çiftliginde geçirdi ve burada yetmis yasini geçmis oldugu halde Hicrî 50 veya 51 yilinda vefat etti. Abdullah Ibn Ömer onun öldügünü ögrendigi zaman dogruca Akik vadisindeki evine gitti ve cenazesiyle ilgilendi. Said (r.a)'in cenazesi Medine'ye tasindi ve Sa'd b. Ebi Vakkas tarafindan yikandi. Medine'de defnedilen Said (r.a)'in cenaze namazini Ibn Ömer kildirdi ve onu mezara Sa'd b. Ebi Vakkas ile birlikte indirdi (Ibn Sa'd, III, 384; Ibnül-Esir, II, 389). Onun Medine'de vefat etmis oldugu kesin olarak bilinmekle beraber, Küfeliler, Muaviye döneminde Kufe'de vefat ettigini ve cenazesinin Küfe valisi olan Mugîre b. Su'be tarafindan kildirildigini iddia etmislerdir (Ibn Sa'd, III, 381).

    Said (r.a), Hz. Osman (r.a)'in sehid edIlmesiyle baslayan fitne olaylarina sahid olmustur. O, ümmetin içine sürüklendigi fitne belasindan ve kendini bIlmez bazi kimselerin ileri gelen ashabdan bazilarina dil uzatmalarimdan asiri derecede izdirap duymustur. Said (r.a), bir gün Küfe camiine gitmis, orada Muaviye'nin Küfe valisi Mugîre b. Su'be'yi, etrafinda Kûfelilerden bir takim Insanlarla otururken görmüstü. Mugîre ona saygi göstererek yanina oturtmustu. O esnada bir adam birilerini kastederek kötü sözler sarfetti. Said, Mugîre'ye; "Bu adam kime küfrediyor" diye sordugu zaman; "Ali b. Ebi Talib'e" cevabini alinca son derece üzüldü ve Mugîre'ye; "Mugîre, Mugîre! Rasûlüllah (s.a.s)'in Ashabi senin önünde sövülüyor ve sen buna susuyor ve bir harekette bulunmuyorsun öyle mi? Ben Rasûlüllah (s.a.s)'i; "Ebu Bekir Cennettedir, Ömer Cennettedir, Ali Cennettedir, Osman Cennettedir, Talha Cennettedir, Zübeyr Cennettedir, Abdurrahman b. Avf Cennettedir. Sa'd b. Ebi Vakkas Cennettedir" derken duydum dedi ve sunu ekledi; "Bunlarin dokuzuncusunu da gerekirse sayarim". Ertesi gün Küfeliler etrafini sarmis ve dokuzuncu kimsenin kim oldugunu söylemesi için çok israr etmislerdi. Bunun üzerine o; "Dokuzuncu benim, onuncu da Rasûlüllah (s.a.s)'dir" dedi ve sonra da etrafindaki Insanlara bakarak sahabilerin Islâm'daki seçkin konumlarini; "Bir kimsenin, Rasûlüllah (s.a.s) ile bir arada bulunarak yüzünün tozlanmasi, sizin herhangi birinizin Hz. Nuh kadar yasasa bile, bu müddet zarfinda amellerinden daha hayirlidir" sözüyle vurgulamistir (Ahmed b. Hanbel, I, 187).

    Onun hakkinda kaynaklar söyle bir olay zikretmektedir: "Erva adindaki bir kadin, Medine valisi Mervan b. Hakem'e giderek Said b. Zeyd'in kendi arazisine tecavüzde bulundugunu sikayet etti. Mervan, memurlarini Akik vadisindeki çiftliginde bulunan Said (r.a)'a göndererek sikayet konusu olayi sorusturdu. Said (r.a) gelenlere; "Ona haksizlik ettigimi zannediyorsunuz degil mi? Rasûlüllah (s.a.s)'in söyle dedigini duydum:

    "Haksiz yere her kim bir karis topragi gasbetse, kiyamet gününde yedi kat yerin dibinde dahi olsa o toprak boynuna dolanir". Sonra söyle ekledi: "Allahim bu kadin yalan söylüyorsa gözleri kör olmadan canini alma ve kuyusunu ona mezar yap". Rivayet edildigine göre bu kadin, daha sonra kör oldu ve evine yürürken kuyuya düserek öldü. Bu olaydan dolayi Medineliler birisine kizdiklari zaman ona, "Allah seni Erva gibi kör etsin" diyerek beddua etmekteydi (Ibn Hacer el-Askalanî, el-Isabe fi Temyizi's-Sahabe, Bagdat (t.y), II, 46; Ibnül-Esîr, Üsdül-Gabe, II, 388; ayrica bk. Ahmed b. Hanbel, I, 188-189).

    Said (r.a)'dan bazi hadisler rivayet edIlmistir. Bunlardan birisi, Cennetle müjdelenen on kisi hakkinda olanidir. Abdullah b. Zalim el-Mazinî, Said b. Zeyd'den söyle rivayet etmektedir:

    "Muaviye Kufe'den ayrildigi zaman, Mugîre b. Su'be'yi vali tayin etmisti. Hatipler minberlere çikarak Ali (r.a)'a hakaretlerde bulunuyordu. Ben Sâid b. Zeyd'in yanindaydim. O, kizdi ve kalkti. Benim de elimden tutmustu. Ben de ona uydum, o bana; "Su nefsine zulmeden adami görüyor musun? Cennet ehlinden olan bir adama lânet edIlmesini emrediyor. Ben sahitlik ederim ki dokuz kisi vardir ki onlar Cennettedirler. Onuncusuna da sahitlik etsem günah islemis olmam" dedi. Ve sormam üzerine söyle devam etti; "Rasûlüllah (s.a.s) (sarsilan Hira dagina); "Hira, yerinde dur! Senin üzerinde nebi, siddik ve sehidden baskasi bulunmuyor" dedi ve arkasindan Cennetle müjdeledigi sahabileri saydi" (Ahmed b. Hanbel, I, 189; Ibnül-Esir, a.g.e., II, 389; Sa'd b. Zeyd'in rivayet ettigi diger hadisler için bk. Ibn Hanbel, I, 187).

    Sa'd b. Habib, Sa'îd b. Zeyd'in de aralarinda bulundugu, Cennetle müjdelenmis kimselerin isimlerini zikrederek söyle demektedir: "Onlar her zaman savasta Rasûlüllah (s.a.s)'in önünde, namazda ise arkasinda durmuslardir" (Ibn Hacer, el-Askalanî, a.g.e., II, 46) demektedir.
    ~
    Ömer TELLIOGLU~
    0 ...
  10. peygamber efendimizin şemali

    ?.
  11. Yaratılış ve ahlâk itibariyle insanların en üstünü idi.
    Bütün Peygamberlerin en güzeli o idi.
    Boynu uzun ve gümüş gibi saf, omuzları ve pazuları kalın, parmakları uzundu.
    Kendisi şişman değildi.
    Uzuna yakın orta boylu, güçlü ve kuvvetli idi.
    Mübarek cildi ipekten yumuşaktı.
    Hz.Peygamber'in Yüzü hafifçe yuvarlak, kaşları hilâl gibi idi. alnı oldukça geniş, kaşları kavisli ve tamdı.Kaşlarının arasında açıklık vardı.Sanki iki kaşın arası gümüş gibiydi.Kirpikleri uzun, gözleri kara, büyük ve son derece güzeldi. Göz bebeği simsiyahtı.iki gözünde de kırmızılık vardı.Kirpikleri oldukça uzun ve çokluğundan neredeyse karışır bir vaziyette idiler.Mubarek burnu dümdüzdü.Burnunun üst kısmında hafif bir çıkıntınında olduğu rivayet edilir.Dişleri hafif aralıklıydı.Ağız yönünden insanların en latifi idi.Yanakları,elmacık kemikleri yüksek olmaksızın çekikti.Yüzü ne uzun, ne de yuvarlaktı.ikisinin arasındaydı.Mubarek sakalı gürdü.Mubarek sakalını uzatırdı.Bıyıklarınıda kısaltırdı.Güneş ve rüzgar gören boyun kısmı sanki gümüşten yapılmış ve altınla süslenmiş gibiydi.Pırıl pırıl parlıyordu.
    Saçları ne pek kıvırcık, ne de pek düz idi.
    Sakalı sık ve tamdı. Uzun değildi.
    Cismi güzel, kokusu hoş idi.
    Sünnetli olarak ve göbeği kesik vaziyette doğmuştu.
    Yüzü gül gibi kırmızıya benzeyen beyaz ve nuranî, berrak ve ışıklı idi.
    Dişleri inciler gibi beyazdı.
    Hz.Peygamber'in göğsü oldukça genişti.Bir kısmının eti diğer ksımı geçmezdi.Göğsün üst kısmı ile göbeği tüyler ile birleşiyor bunlardan başka ne göğsünde nede karnında tüy yoktu.Omuzlaının arası geniş idi.iki omuzunun arasında nübüvvet mührü vardı.Bu mühür sağ omuza daha yakındı.Bu mührün ortasında bir ben vardı ve sarıya çalan bir rengi vadı.(ibni Ebi Hayseme)

    Konuşurken ön dişlerinden nurlar saçılır, gülerken ağzında ışıkların bile aydınlandığı sanılırdı.
    Koku sürünsün veya sürünmesin teni ve teri en güzel kokulardan daha güzel kokardı.
    Mübarek eliyle bir çocuğun başını okşasa, o çocuk diğerleri arasından hemen seçilir, belli olurdu.
    Pek uzaktan işitir, kimsenin göremeyeceği mesafeden görürdü.
    Bir yere giderken sağına soluna bakıp yürümez, vakar ve süratle ilerlerdi.
    Yüzünde nur, sözünde kuvvet, lisanında bir güzellik vardı.
    Herkesin aklına göre söz söyler, herkese güler yüz gösterirdi.
    Kimsenin sözünü yarıda kesmez, haşin davranmaz, mütevazi yaşardı.
    O'nu ansızın görenler heyecan ve sevgiyle ürperir, konuşunca hayran olurdu.
    Bütün insanları hoş tutar, hizmetçilerine şefkatle muamele ederdi.
    Kendisi ne yer, ne giyerse, hizmetçilerine de onları yedirir, onları giydirirdi.
    Çocukları çok sever, saçlarını okşar, onlarla konuşurdu.
    Son derece cömert, sözüne sâdık ve merhametli idi.
    Güzel ahlâk bakımından insanların en üstünü idi.
    Hülasa kâinatın efendisi, Allah'ın sevgilisi, mü'minlerin baş tacı, hasta gönüllerin ilâcı, çaresizlerin yardımcısı, mazlumların koruyucusu, düşünülebilen her türlü üstünlüğün sahibi idi.
    Allah'ın salât ve selamı O'nun ve O'na yakın olanların üzerine olsun.
    1 ...
  12. yavrum necla

    1.
  13. başlıktan bir anlam çıkaramamak

    ?.
  14. defalarca okunmasına rağmen yazarın ne anlatmak istediği çözülemeyen başlıklardır. misal:
    (bkz: devamlı geciken otobüsün geç kalınca erken gelmesi)
    ancak daha sonra konuya dahil olup, açıklama okunur derin bir oh çekilir.
    0 ...
  15. osibisa

    1.
  16. 70 li yıllarda süper şarkılara imza atmış gana lı grup. sunshine day en bilinen parçalarındandır.
    0 ...
  17. parmak çıtlatma ihtiyacı

    1.
  18. Pek sağlıklı olmasa da gün içerisinde defalarca yinelenen ihtiyaç. Karşı koymak imkansız.
    0 ...
  19. nip tuck soundtrack

    ?.
  20. 1. a perfect lie (gabriel and dresden remix) - the engine room
    2. so damn beautiful - poloroid
    3. angels - wax poetic featuring norah jones
    4. fever - daniel ash
    5. all the way to the top - jazzupstarts
    6. the headphonist - kinky
    7.falling- chris coco
    8.cosmopolitans (tri-factor remix) - erin mckeown
    9. price of love - client
    10. just be - kirsty hawkshaw
    11. lonely - bebel gilberto
    12.elvis - alpha
    13. following - chungking
    14. pride - syntax
    15. a perfect lie (original version) - the engine room

    nip tuck dizisinin pek bi güzel şarkılarını barındıran albüm.
    2 ...
  21. cehennemden en son çıkacak kişi

    1.
  22. CEHENNEMDEN en son çıkacak mümin, günahı kadar cezasını çeker.

    Oradan çıkma iznini koparınca kendini hemen dışarı atmak ister. Fakat her yanı yara bere ve yanıklar içindedir. Yürüyüp gidecek gücü yoktur. Emekleye emekleye oradan uzaklaşmak ister. Çünkü cehennem alevi arada bir yüzünü yalamaktadır. Bir çıkış kapısı arar.

    Nihayet cehennemden çıkınca, kendisini oradan kurtardığı için önce Allah a hamd eder. O sırada uzaklarda bir ağaç görür. Cehennemin pis kokusu hâlâ gelmektedir. Oradan bir an önce kurtulmak için Allah-u Teâlâ ya yalvarır:

    - Ya Rabbi! der. Benim şu ağacın yanına gitmeme müsaade et. Faydalanayım, meyvesini yiyeyim. Oradaki sudan içip hararetimi söndüreyim.

    - Allah-ü Teâlâ ona şöyle buyurur:

    - Ey insan! Ben seni iyi bilirim. Şimdi istediğini versem biraz sonra daha başkasını istersin.

    - Hayır, istemem ya Rabbi, diye kesin söz verir.

    Kulun yapısını, dayanamayacağı bir şey karşısında verdiği sözü unutacağını çok iyi bilen Kâinatın Rabbi yine de onu istediği ağacın altına götürür. Bu bahtiyar mümin, yıllarca çektiği bin bir azaptan sonra, en güzel yer sandığı bu ağaçlıkta dinlenip rahatına bakar.

    Fakat bir süre sonra ileride çok daha güzel bir ağaç görür. Dayanamaz ve:

    - Ya Rabbi! diye yalvarır. Ne olur beni o ağacın yanına götür de oradaki güzelliklerden yararlanayım. Allah-ü Teâlâ ona verdiği sözü hatırlatır:

    - Seni oraya götürsem, bir başka şey daha istersin, buyurur ve kulunun huyunu bilmekle beraber yine de onun isteğini yerine getirir. (Kul çok unutkandır, o çok nankördür.)

    Daha sonra o mümin cennet kapısına yakın bir ağaç görür. O ağacın manzarası çok daha güzeldir. Dayanamaz bir daha boyun büker. Oraya giderse bir şey istemeyeceğine söz verir. Yüce Allah lütfeder ve onun oraya götürür. Sonunda isteğine kavuşur.

    O ağacın bulunduğu yer cennetin sınırında bir yerdir. Bir adım ötesi cennettir. içerideki cennet ehlinin keyfi eğlenmeleri dayanılacak gibi değildir.Cehennemden yeni kurtulan adam bir durur iki durur. Rabbine bir daha boyun büker:

    - Ne olur Rabbim! Beni cennete koy, der.

    Bu kişi aynı zamanda cennete giren son kişidir. *
    Kulunun niyazından el açıp kendisine yalvarmasından pek memnun olan Cenab-ı Mevla:

    Ey Âdemoğlu! Acaba senin bu isteklerin nasıl son bulur? Sana cennette dünya büyüklüğünde hatta dünyanın on misli büyüklüğünde bir yer versem razı olur musun?

    Bu söz o zavallıyı adeta perişan eder. Çünkü o cennetin tamamen parsellendiğini herkesin yerini tuttuğunu ona bir evlik bile yer kalmadığını sanmaktadır. Ona göre Allah-ü Teâlâ’nın bu teklifi olacak şey değildir. Hayretle sorar:

    - Ya Rabbi! Sen âlemlerin Rabbi olduğun halde benimle alay mı ediyorsun?

    Allah-ü Teâlâ onun bu sorusuna şu cevabı verir:

    - Ben seninle alay etmiyorum. Fakat ben dilediğim her şeyi yapabilirim.
    6 ...
  23. 3 milyar dolar kaptırmak

    1.
  24. Acı ama ülkemizin içine düştüğü durumdur.
    http://www.haberturk.com/...in-parasini-oduyoruz.aspx

    bu kaynaktaki habere göre geçen sene iran dan taahüt edip almadığımız doğal gaz için 704 milyon dolar ödemişiz. Bu sene de 2 milyar dolar kullanmadığımız gaz için para ödeyecekmişiz. Bu nasıl bir anlaşmadır kafam basmadı. Bu işte ülke menfaati nerede ben göremiyorum. Ajitasyon olmasın ama gözümün önüne tv de düzenlenen yardım programları, Evsiz barksız , sığınacak yer bulamayan insanlarımız felan geliyor.
    1 ...
  25. muhammed nureddin el cerrahi el halveti

    1.
  26. 1671 (H.1082) senesi Rebîülevvel ayının on ikinci gecesi, Cerrah Mehmed Paşa Câmiinin karşısındaki Yağcızâde konağında doğdu. ismi Muhammed olup, babasınınki Abdullah'tır. Babası, Sultan Dördüncü Mehmed Hanın Mîrâhûr ağalığından emekliye ayrılmıştı. Nûreddîn Cerrâhî nin soyu, Ebû Ubeyde bin Cerrâh a ulaştığı için, Cerrâhî denilmiştir. Cerrahpaşalı olduğu için böyle denildiği de söylenmiştir. Çoğunluk birinci rivâyette ittifak etmişlerdir. Nûreddîn Cerrâhî, daha küçük yaşta Kur ân-ı kerîmi, Cerrahpaşa mektebinde öğrendi. Kur ân-ı kerîm hocası Yûsuf Efendidir. Tahsîlini tamamlayan Nûreddîn Cerrâhî, zâhirî ilimleri öğrenmek için medreseye gitti. Medrese tahsîlini tamamladıktan sonra, çok genç yaşta Mısır kâdılığına tâyin edildi.

    Nûreddîn Cerrâhî Mısır a gitmeden önce, vedâ etmek için Üsküdar da bulunan dayısı Hüseyin Efendinin konağına gitti. Hava iyi olmadığı için dayısının konağında bir müddet bekledi.Bir gece dayısı, onu evin karşısında bulunan Selâmi Dergâhına götürdü. Yatsı namazından sonra dergâhta ders veren Ali Efendinin yanına gittiler. Nûreddîn Cerrâhî, Ali Efendinin elini öpünce Ali Efendi;

    Oğlum Nûreddîn!Safâ geldiniz.

    diye ismini söyledi. Bunun üzerine Nûreddîn Cerrâhî yi bir muhabbet ve cezbe hâli kapladı. SonraAllahü teâlâyı zikrederken vecde geldi.Nûreddîn Cerrâhî, Ali Efendiden kendisini talebeliğe kabûl etmesini ricâ etti. Ali Efendi de, onun ricâsını kabûl buyurup;
    Oğlum Nûreddîn! Mâsivâdan sıyrılıp, abdestini tâzele.

    diye uyardı. Bunun üzerine kendisine verilen Mısır kâdılığı vazîfesini kabûl etmeyerek, tâyin fermânını şeyhülislâma geri gönderdi. Nûreddîn Cerrâhî bütün dünyevî işlerini terk edip, hocası Ali Efendiye tam teslim oldu. Bunun üzerine Ali Efendi, Nûreddîn Cerrâhî yi abdest aldıktan sonra halvete koydu. Erbaîni (kırk gün Allahü teâlâya ibâdetini) tamamlayınca, onda büyük bir huzur hâli meydana geldi.Ali Efendi ona icâzet vererek, hırka giydirdi. Sonra Ali Efendi;

    Oğlum Nûreddîn! istanbul'a git, Karagümrük yakınında ve dört yol ağzında, Kethüdâ Canfedâ'nın yaptırdığı câmi-i şerîfin yanında, Bakkal ismâil Efendi isminde bir zât senin için bir oda yaptırdı. O odada ibâdetle meşgûl ol. Umulur ki, senin için o civarda bir dergâh yapılır. O zaman insanlara doğru yolu göstermeye çalış. Süleymân Veliyyüddîn ve Muhammed Hüsâmeddîn efendiler senin yanında kemâle gelecekler.

    buyurdu. Nûreddîn Efendi, hocasının emri ile, Süleymân Veliyyüddîn ve Muhammed Hüsâmeddîn yanında olduğu halde Karagümrük'e gittiler. ismâil Efendi, hocasının bahsettiği odanın anahtarını Nûreddîn Cerrâhî ye teslim etti ve odayı Resûl-i ekremin emri ile yaptığını söyledi. Nûreddîn Cerrâhî, evinin yanındaki Cerrah Mehmed Paşa Câmiinde Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatırdı. Onun sohbetlerinin güzelliği kısa sürede istanbul'a yayıldı. Sultan bile sohbetlerini dinlemeye gelirdi.
    2 ...
  27. abdülmuttalib

    1.
  28. Peygamberler peygamberinin büyükbabası. Öz ismi Şeybe-tül Hamd. Doğuştan ak saçlı. Kendisine, bu manaya gelen Şeybe ismini vermişler.

    Çöle inen nur s 36
    1 ...
  29. müstağni

    1.
  30. muhibban

    1.
  31. BiR TARÎKATIN, TARÎKATTAN OLMADIKLARI HALDE TARAFlısı OLANLAR.
    0 ...
  32. ebu muharrem ruyem

    1.
  33. imam-ı ahdi şeyh Ebu Muhammed Ruyem Kaddesallahu ruhahul aziz, meşayıhın ulularındandı. Cüneyd in sevgili yari olup, fıkıh, tefsir ve kuran içinde yegane idi. Çok kitaplar tasnif eylemişti.
    Nakildir: Hazreti Ruyem söyler : Birgün Bağdad içinde yürüdüm. Gayet susadım. Bir saray kapısına geldim. Su diledim ki içeyim. Bir oğlancık bana su verdi.. Aldım, içtim. Ol oğlancığı sofu gördüm. Bana:
    Gündüzün su içme ( a ! sufi gündüz su içer miymiş? ) dedi. Bu oğlanın sözü benim yüreğime bir ok gibi dokundu. Ben söyledenin kim olduğunu bildim. Ondan sonra hak Teala dan Tevfik diledim ve ölünceye kadar gündüz taam yemedim ve su içmedim.
    Tevhid nedir? diye sordular:
    Varlık eserini terk etmek, tecridi ileri tutmaktır.
    Tasavvuf Hak ka muti ve munkad olma, ne tarafa çekerlerse o tarafa yedilmektir.
    ihlas; kıldığı namazın ve gayri taatların iki cihan içinde de ivazını istememektir.
    Ruyem Hz.leri can-i paki çıkarken gülerdi. Canını teslim eyledi. Şöyle güler gibi yatırdı. Tabib onu diri sandı. Elini nefesine tuttu. Ol hazret Hakka ulaşmış idi.
    2 ...
  34. ebu osman hıri

    1.
  35. Büyük velîlerden. ismi Saîd bin ismâil Hîrî; künyesi Ebû Osman'dır. Aslen Rey şehrinden olup, Nişâbur'a yerleşmiştir. Zamânının en meşhur rehberi ve bir tânesi idi. 910 (H.298) senesinde vefât etti. Horasan'da tasavvufun yayılması için büyük hizmetleri oldu. Zamânın meşhur velîlerinden Cüneyd-i Bağdâdî, Rüveym, Yûsuf bin Hüseyin ve Muhammed bin Fadl gibi büyüklerin sohbetinde bulundu. Üç büyük hocası vardır. Bunlardan ilk hocası Yahyâ bin Muâz, ikincisi Şâh Şücâ Kirmânî, üçüncüsü Ebû Hafs Haddâd'dır. Tasavvuf ehli zâtların sözlerini insanlara anlatması ve açıklaması için Nişâbur'da onun için husûsî bir kürsü kurulmuştur.

    Ebû Osman Hîrî hazretlerinin tasavvuf yoluna girişi, şöyle anlatılır: Henüz küçük yaşta olmasına rağmen, Allahü teâlânın ihsân ettiği bir azimle yükseklikleri arar bir hâli vardı. Bir gün dört kişi ile mektebe gidiyordu. Gâyet güzel bir elbise giymiş, başına da güzel bir sarık sarmıştı. Giderken harâbe bir yerin önünden geçiyorlardı. Bu harâbe içinde sırtı yara olmuş bir eşek duruyordu. Bir karga bu hayvanın yarasını gagalıyordu. Hayvan âciz ve çâresiz bir halde kargayı kovamıyordu. Gâyet ızdıraplı ve perişân bir halde acı içinde kıvranıyordu. Bu hâl Ebû Osman Hîrî'yi çok üzdü, kalbi sızladı. Hemen hayvanın yanına yaklaşıp, başındaki sarığı çıkardı. Hayvanın yarasını sarığı ile sardı. Sırtındaki kıymetli cübbeyi de üzerine örttü. Zavallı hayvanı içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtardı. Bu hareketiyle kalbi rahatlamıştı. O gün daha eve dönmeden içine evliyânın feyzi ve sevgisi doğmuştu. Büyük bir şevkle arayışı artmıştı. Kalbi yanık ve perişan bir halde zamânın meşhur velîlerinden Yahyâ bin Muâz hazretlerinin huzûruna gitti. Bu zâtın dergâhına girip talebesi oldu. Bir müddet sonunda ders ve sohbetlerinde olgunlaşıp, pişti. Ancak arayışı sona ermiş değildi. Bir gün dergâha gelen bir grup misâfir, zamânın meşhur evliyâsından olan hocaları Şâh Şücâ Kirmânî hazretlerinden bahsedip, onun hallerini anlatmışlardı. Anlatılanları dinleyince içine o zâtı görme arzusu düştü. Bu sebeple Kirman'a gitti. Sohbetinde bulunmak için müsâde istedi. Ancak; "Sen recâyı, devamlı ümitli olma hâlini, kendine huy edinmişsin. Ümidi huy hâline getirmişsin. Recâyı taklid etmek benliktendir. Hocan Yahyâ bin Muâz'ın recâsı hakîkî, seninki ise taklîdîdir." diyerek talebeliğe kabûl etmedi. Fakat, dergâhından ayrılmadı. Devamlı yalvardı. Bu yalvarma hâli yirmi gün devâm etti. Sonunda onu sohbetine kabûl edip, talebeleri arasına aldı. Şah Şücâ Kirmânî hazretlerinin ders ve sohbetlerinden çok istifâde edip, feyz aldı.
    2 ...
  36. feridüddin attar

    8.
  37. evliya tezkireleri

    1.
  38. kaza i mübrem

    1.
  39. Allahü teâlânın şarta bağlı olmaksızın yaratılmasını takdîr ettiği, yaratılması muhakkak olan şeyler.
    Kazâ, yâni Allahü teâlânın yarattığı şeyler iki kısımdır: Kaza i muallak, kazâ-i mübrem. Kazâ-i mübrem hiçbir zaman değişmez. Muhakkak yaratılır. Kaf sûresinin "Sözümüz değiştirilmez" meâlindeki yirmi dokuzuncu âyet-i kerîmesi kazâ-i mübremi bildirme ktedir. (imâm-ı Rabbânî)
    Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri, 1221 (H. 618) yılında Harezm'e Cengiz askeri Tatarlar hücum edince, talebelerine; "Memleketinize gidiniz. Şarktan (doğudan) fitne ateşi geliyor. Her tarafı yakacaktır. islâm târihinde bu kadar fitne görülmemiştir" buyurd u. Talebeleri; "Duâ buyurun da bu belâ müslüman memleketlerinden uzaklaşsın" deyince; "Bu, kazâ-i mübremdir. Duâ bunu gidermez" buyurdu. (Molla Câmi)
    2 ...
  40. kaza i muallak

    1.
  41. şarta bağlı olarak, yaratılacak şeyler demektir ki bunların yaratılma şekli değişebilir veya hiç yaratılmaz.

    Yani kişinin değişebilecek olan kaderidir. Değişebilmesinin sebebi, dua veya sadakalar veya olumlu diğer hususlar olabilir. Hadis i şerifte buyurulan "Sadaka 70 çeşit belayı önler. Bunların en hafifi cüzzam ve barastır" buna örnektir.
    1 ...
  42. salih tatlıcı

    2.
  43. 22 Şubat 2009 da kanser tedavisi için gittiği Londra da vefat etmiştir.

    http://www.hurriyet.com.t...nomi/11395341.asp?gid=229
    0 ...
  44. sakıp sabancı

    15.
  45. Zincirlikuyu mezarlığındaki mezarı başından kafanızı kaldırıp, şöyle bir bakınca sabancı center la göz göze geliyorsunuz. Hala bu dünyanın yalan olmadığını iddia edenlere şaşıyorum.
    2 ...
  46. araba ruhsatı

    1.
  47. Aracı tanıtan, bir nevi aracın nüfus cüzdanıdır. devir işlemlerinin aşırı pahalı olmasından dolayı, ikinci el çoğu araç asıl sahibi üzerine kayıtlı değildir.
    1 ...
  48. krediye uygun olmayan evler

    1.
  49. Arsa tapusu olan, hatta arsa tapusu bile olmayan evlerdir. Devlet bu evlerin yapımına neden izin veriyor, izin veriyorsa neden tapu vermiyor bilemiyorum.
    4 ...
  50. üniversitelerin bölünmesi

    1.
  51. YÖK ün düşündüğü, yeni uygulama.

    YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, bazı üniversiteleri, çok büyüdükleri ve idareleri zorlaştığı için yeniden yapılandıracaklarını bildirdi.

    http://www.hurriyet.com.t...ndem/11390009.asp?gid=229

    (bkz: üniversitecik)
    1 ...
  52. ebu hüseyn nuri

    ?.
  53. Bağdât'ın büyük velîlerinden. Onuncu yüzyılda yaşadı. ismi, Ahmed bin Muhammed'dir. Babası Horasan'ın Bağşûr veya Bağ şehrinden olduğu için "ibn-i Bagavî" diye anıldı. Ebü'l-Hüseyin künyesiyle meşhur oldu. Karanlık gecede odasında söz söylese mübârek ağzından nûr çıkar ve oda aydınlanırdı. Dişlerinin arasından nûr çıktığı, firâset nûrunun fazlalığı sebebiyle bâtın hallerinden haberler verdiği için, Nûrî nisbesiyle şöhret buldu. Tasavvufta kurduğu yola da Nûriyye dendi. Sonra gelen âlim ve velîler onun üstünlüğünü kabûl ettikleri için Emîrü'l-Kulûb (kalplerin pâdişâhı) lakabı verildi. Doğum târihi bilinmemektedir. Bağdat'ta doğdu. 908 (H.295) senesinde orada vefât etti. Kabri Bağdât'tadır.

    Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başlayıp zamânının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Birçok zâtlardan hadîs-i şerîf dinledi. Zünnûn-i Mısrî, Ahmed bin Ebi'l-Havârî, Muhammed bin Ali Kassâb gibi velîlerin sohbetlerinde bulundu. Büyük velî Sırrî-yi Sekatî hazretlerinin uzun müddet sohbetlerinde ve hizmetinde yetişip tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuştu. Zâhirî ilimlerde derin bir âlim, tasavvufta yüksek bir velî oldu. ibrâhim-i Havvâs, Hayru'n-Nessâc, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri gibi velîlerle aynı zamanda yaşayıp onlarla sohbette bulundu. Ebû Bekir Kettânî, Vâsıtî, Ebû Saîd bin Arabî gibi zâtlar da onun sohbetinde bulunup ondan ilim öğrenip feyz aldılar.

    Zâhid, dünyâdan tamâmen uzak bir hayat yaşardı. Peygamber efendimizin; "iki yüz yılından sonra sizin en iyiniz hafîfülhâz (zevcesi ve çocuğu olmayan) olandır." hadîs-i şerîfine uyarak hiç evlenmemişti.

    Allahü teâlâya kavuşturan yolda ilerliyebilmek için, nefs engelini aşmak lâzım olduğunu düşünüp, kendi nefsine şöyle derdi: "Ey nefsim! Senelerdir, hevâ ve hevesine uygun olarak yiyip-içtin, yatıp uyudun, gezip-gördün, dilediğin gibi yaşayıp, her arzunu tatmin ettin. Ama bundan sonra hevâ, boş faydasız şeylerin hepsini terkedip, hep ibâdet ile meşgûl olacaksın ve bu zamâna kadar, hevâ ve hevesine uyarak, yaptığın şeylerin ve arzu ettiklerinin hiç birisine kavuşamıyacaksın. Bunları yaparken, sabredip tahammül gösterebilirsen çok büyük saâdete kavuşursun. Eğer tahammül edemeyip helâk olursan hiç değilse bu yolda ölürsün."

    Ebü'l-Hüseyin Nûrî hazretleri Bağdât'ta yaptığı nasihatlarla insanların dünyâ ve âhirette saâdete kavuşmaları için çalıştı. Sonra Mısır'a gitti. Mısır'a varınca, kendisinden nasîhat etmesini istediklerinde; "Kim yaptığı işlerde Allahü teâlânın rızâsını gözetmezse, hallerinde Allahü teâlâyı göremez. Kim Allahü teâlânın kendisini dâimâ bildiğini ve gördüğünü düşünmezse, Allahü teâlâ da ona rahmet nazarıyla bakmaz." buyurdu.

    Kendisi ilmiyle âmil olduğu gibi, ilmiyle amel eden âlimleri çok severdi. Zamânının insanlarına bakarak; "Zamânımızda yok denecek kadar az, fakat değeri fazla olan iki zümre vardır. Birincisi ilmiyle amel eden âlimler ve ikincisi hakîkatı söyleyen âriflerdir." buyurdu.
    0 ...
  54. ebu said harraz

    ?.
  55. Bağdât'ın büyük velîlerinden. Dokuzuncu yüzyılda yaşadı. ismi Ahmed, babasınınki Îsâ'dır. Künyesi Ebû Saîd olup, Harrâz lakabıyla meşhûr olmuştur. Hakîkatten çok bahsettiği için; "Tasavvufun lisanı" ve Kamer-üs-Sôfiyye=Tasavvuf ehlinin ayı diye bilinir. Tasavvufta ona tâbi olanların mensûb olduğu yola Harrâziye denmiştir. Doğum târihi bilinmemektedir. Bağdat'ta doğmuştur. 890 (H. 277) senesinde orada vefât etti. Kabri Bağdât'tadır.

    Zamânında yaşayan evliyânın imâmı sayılan Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri; Zünnûn-i Mısrî, Sırrî-i Sekatî, Cüneyd-i Bağdâdî, Nebâcî, Ebû Ubeyd Busrî gibi büyük velîlerin sohbetinde bulunup tasavvuf yolunda yetişti. Bişr-i Hafî, Ebû Hamza Horasânî ve Yûsuf bin Hüseyin gibi zâtlarla da arkadaşlık yaptı. Amr bin Osman Mekkî, Ebû Bekir Kettânî gibi kimseler de onun sohbetlerinde yetiştiler.

    Tasavvuf yolunda yüksek dereceye kavuşmuş bir velî olan Ebû Saîd-i Harrâz, verâ yâni haram ve şüphelilerden sakınmak ve riyâzette yâni nefsin isteklerini yapmamakta gâyet ileriydi. Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çok çalışırdı. "Allahü tealâya yönelen ve O'ndan başka her şeyi unutan bir kula, sen neredensin, murâdın nedir diye sorulsa, şüphe yok ki, Allah der ve bundan daha güzel vereceği hiçbir cevap yoktur." buyururdu.

    Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri Allahü teâlânın ismini çok anar, O'nun rızâsına kavuşmak için çok zikretmek gerektiğini bildirirdi. Bu hususta; "Kulun bu yolda gıdâsı, Allahü teâlânın zikri, yatağı da toprak olmadıkça şeref sâhibi olamaz." buyururdu.

    Bir defâsında yaptığı ibâdet sebebiyle vecde dalıp, kendinden geçmiş bir arkadaşını görünce; "Sakın ibâdetin verdiği tada kanma, aldanma. Çünkü bu tada dalmakta Rubûbiyet, Rablık vasfını unutmak vardır." "Peki bundan kurtulmak için ne yapmalı?" diye soran birine; "ibâdet eden, yaptığı ibâdeti Hakk'ın yardımıyla yaptığını bilip nefsini bir eliyle itmelidir. Yaratanına yönelip, böyle yaptığı takdirde, ibâdetin habersiz iteceği çukura düşmekten kurtulur."

    Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri bir gün sokağa çıktığında bir kalabalığı gördü. insanlar bir delinin başında toplanmışlardı. Deli kaçıyor, onlar peşinden koşuyorlardı. Deli onlara doğru dönünce kaçıyorlar. Sonra deli peşlerine düşüyordu. Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri; "Dur ey deli!"diye seslendi. Bunu duyan deli dönüp baktı ve; "Deli kime derler biliyor musun?" dedi. Ebû Saîd-i Harrâz hazretleri; "Hayır bilmiyorum." deyince, deli dedi ki: "Deli ona derler ki, attığı her adımda Allahü teâlâyı anmaz ve gâfil gezer."

    Ebû Saîd-i Harrâz tevekkül sâhibiydi. Sebeplere yapıştıktan sonra her şeyi Allahü teâlâdan bekler, O'ndan başkasından bir şey beklemezdi. Tevekkül husûsunda buyurdu ki: "Tevekkül, kalbin Allah'a güvenmesidir"
    1 ...
  56. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük