önce lens bir güzel hohlanır, sonra serçe parmakla silinir. hala heceliyorsa mutfaktan gidip mendil filan alınıp lens kolonyayla silinir. takılan dvd şöyle elle bir iki tur anlamsızca döndürülür ki motor ısınsın. hala okumazsa kaçınılmazdır vurulur. çalıştığı görülür. gülünür. eğlenilir. tekrar bozulması sabırsızlıkla beklenir.
bi marangoza gidip kıytırık bi tahta parçası isteyince marangozun "yok öyle bişey, satmıyoruz ondan" gibi cümleler kurması yerine ilgilenip sizden kitaplık parası isteyecek gibi bakması durumuyla aynıdır. "neyse abi ben almiim" diyip çıkmak gerekir yoksa elde bi tahta paraçası ve ona verilmiş saçma bi paradan başka bişey elde edemezsiniz.
kağıt kalem ne varsa toplanır. kışsa iki saat ceket vesaire giyilir. çanta ön sıradan alınır ve amfinin arkasından rap rap rap diye karizma karizma hocanın bulunduğu yere gelinir.
-daha 30 dakika dolmadı yerinize geçer misiniz?
bütün dünyanın harıl harıl yaptırırken biz evlerimizde komplo teorileri üreterek yaptırmaktan kaçınıyoruz. domuz gribi aşısından korktuğumuz kadar gribin kendisinden korkmuyoruz. kendimizi denek zanettiğimiz anlarda bu aşının dünyada sadece bizim ülkede yapıldığını düşünüyoruz.
-vayy baba naber...
+hoho iyiyim. ne diyorum ben ya. iyilik bilader. kıyma aldım işte bakkalın arkasından dolaşıyorum yine.
-baba gel bak ortak olalım, beni de götür evlere, ben de sen de kurtulalım şu sefaletten, nereye kadar bu dürüstlük, nereye kadar bu idealist oyuncak dağıtıcı modelin? tıfıllar mutlu olsun diye satmadığın kalmadı. biz de alalım onlardan, ödeşelim.
+bizim o işlerle işimiz olmaz olum, hadi eyvallah.
orda burda görmekten gına gelen geleneksel lafına bi standart bağlanması için gelenekçiler tarafından uygun görülmesi gereken süredir. "3. geleneksel zart zurt yarışması" gibi terimleri tarihe gömecektir. *
yağmurlu havalarda çözüldüğünde elleri yamyaş eder. "ulan bu soğukta oldu mu ki be!" hayıflanmalarıyla 20 metre sürekli yolda sarhoş takılan bağcığınızı izleyerek geçirdiğiniz kararsızlık sürecinden sonra " kesicem seni o olacak" denilip bağlanandır da.
kantinciye "bir adet limonlu çay alabilir miyim?" dediğimde bana yanlışlıkla getirdiği çay tipidir *. limondan yapılır ve baya da güzeldir poşet çay olmasına rağmen. bizim kantinci içine ayriyeten bi limon parçası daha atar o da ekistrası.
ne kadar değerli olduğunu bugün itibariyle anladım.
bugünkü sınava kendisini götürmeyi unutmuşum. tam sınav başladığında "oha getirmedim mi lan makineyi!" şeklinde bi iç ses oluştu bende. tabi ki iç ses bu değildi. böyle bi anda içten ama gerçekten içten gelen sesi bi düşünün. sonrasında, okulumuza 50 metre uzakta 3 yıldır alışveriş yaptığım kanki kırtasiyeme gidip yeni bi hesap makinası almama hocam izin verdi. bi koşu kırtasiyedeyim. panik içinde sınav sürem gözlerimin önünde erirken ben 50 metre dünya rekorunu kımışım bile. sonrasında şöyle bi diyalog...
-abi merhaba benim çok acil hesap makinasına ihtiyacım var bi tane casio hesap makinası alabilir miyim?
+cevo ver ordan bi tane...
cevo denilen şahıs kaplumbağa adımlarla hesap makinasının olduğu tarafa ilerlerken
-abi benim acelem var bak lütfen hızlı...
hesap makinasını verir. hiç sevmediğim, hayatım boyunca kullanmadığım, rasyonel sayıları yazamadığımız ve iki saat parantezlarle uğraştıracak olan casio fx-ms modelini çıkarır.
-abi fx-82 es yok mu? buna alışık değilim ben hem o daha iyi.(ki bunu bana 3 yıl önce fx-82es yi satarken kendisi söylemişti.)
+yok abicim ondan kalmadı.
-peki ne kadar bu abi.
+17 lira.
cüzdanıma bakıp sadece 10 lira kaldığını görmemle kredi kartıma sarılırım...
-abi kredi kartıyla alabiliyo muyum?
+yok. şurda bankamatik var istersen ordan çek.
-abi zamanım yok o kadar.
aha işte adamın suratında, daha önce sözlüğe geyiğini yaptığım "biz seneye de burdayız abicim" ifadesi.
neyse cepler kontrol edilir, 5 tl daha çıkar. ulan bunu da kabul etmezse şimdi beklentisi içerisinde adamla 2 tl si daha sonra getirilmek üzere anlaşılır ve sınava koşulur.
normalde yapılabilecek 4 sorudan 3 ü zar zor yetiştirilir, ki sınavın başından sonuna hesap makinasına sövülmüştür. aklımdaysa kankimin ihaneti kalır.
"iyy klişe lan bu" denmeyecek kadar klişe bi sözdür, güldürür beni herseferinde. yani şunu düşündüm. ulan bi adam düşün ki bunu gerçekten söylesin. yoktur heralde. varsa da nasıl biridir ki? hadi var bu adam ve bana bunu söyledi diyelim. sonucunda ne bekler? en son çok güzel hareketler bunlar'da duydum. güldüm yine.
bu iş doğaçlama mı gerçekleşiyordu, nesilden nesile okula gitmeden aile tarafından "aman bak hoca gelince ayağa kalk" mı deniyordu yoksa hocalar ilkokul 1. sınıfta "ben gelince ayağa kalkılır hadi ben geliyim şimdi kalkın bakalım" şeklinde bi eğitimle mi bunu yaptırtıyorlardı hatırlamıyorum.
-abi televizyonda gördüm, sebzeler aşağıya etler yukarıya konuyor o biçim yani...
+vay be olum...
-kağıyı açıyosun abi ışık böyle passparlak.
+vay vay...
-çekip gidicem buralardan abi. gözüm hiç bişeyi görmez oldu bak.
+olum değmez karını çocuklarını bırakmaya. bak iyice saldın kendini ama toparlan biraz haddi bakimm...
otobüse binerken artık maskenin yanında ellere pilastik eldiven ayaklara galoş şartı arayan anlayışın söylemi olabilir. ne yani bunun dışında bi fikri olan var mı o pis yerleri tutmamak için. mendille filan tutsak? ulan bu virüs mendilden geçmesin? yanıma 5 litre su ve anti virüsel bi el yıkama şeysi alıp indikten sonra hemen yıkasam elleri korunabilir miyim acaba? şu ilaçlama yapan adamların kullandığı beyaz giysiler vardı. olmadı onlardan alıyım bi tane. otobüste yanımdakine değmiştim, belki uçucudur bu virüs. hem ondan da korur beni.
kafaya koymaktır bir şeyi. istemektir herşeyden önce, inanmak. denemedim dememektir. yolda kalmaktır, sürekli sollanmak ve güvenlik şeridini sahiplenmektir. tarlalı köylerden geçerken yabancılık çekmemektir. benzine para yetiştirememektir. ve anlamaktır daha yolun başındayken. geriye dönmek gerektir...
ikisinin arasında şöyle de bi fark vardır. bi kafede çayınızın son yudumu garsonlar tarafından götürülme tehlikesiyle karşı karşıyayken sigarada bu durumla karşılaşanını görmüşlüğüm yoktur.