sayıları 70 kişiyi aşmayan, insanların kuzey ırak dağlarını temizlemelerini beklediği timdir efendim. bu adamlar 20-30 tane teröristi öldürmek için eğitilmezler, konvansiyonel savaşta düşman hattının arkasındaki stratejik hedefleri yok etmek için kullanılırlar. hiçbir ordu "hadi gençler dağılın, temizleyin, gelin" diyerek özel kuvvetlerini sahaya sürmez, hani navy seallar'ın taliban temizlemekte kullanılmayıp ladin'i öldürmekte kullanıldığı gibi nokta hedeflere gönderilir bu adamlar. özel harekat timleriyle karıştırmamak gerekir, özel kuvvetlerden beklenen şeyler özel harekat timlerinin işidir.
kız arkadaşına sinirlenen oda arkadaşı kişisinin gecenin bir yarısında klavyeye çotaank şeklinde vurmak suretiyle gercekleştirdigi eylem. ilişkilerinin hala devam etmesini ise kızlar öküzü sever önermesinin gerçekleşmesi olarak yorumluyorum.
placebo'dan, şundan bundan önce deep purple'ın blind'ı vardı huleyn.
I see reflections in the water
Autumn colours, summer's daughter
And as as the year is growing older
I see winter on my shoulder
I stand in the haze
Watching stone-made ripples grow
On my own
Never knew you were needed
Till I found myself standing here alone
And in the water, such a sad face
Slowly drowning, such a sad face
If only I could change the seasons
Like a poet, I've my reasons
It started to snow in the middle of July
Wonder why
Never did understand you
My sorrow is hanging in the grey sky
In the summer days we flew to the sun
On melting wings
But the seasons change so fast
Leave us all behind
Blind
But then the snow fell on the water
Putting end to summer's daughter
And me, I turned away remembering
All the seasons, such a sad thing
It started to rain in the middle of the sun
Winter's begun
Never did understand you
My sorrow is hanging in the grey sky
In the summer days we flew to the sun
On melting wings
But the seasons change so fast
Leave us all behind
Blind
öpüşen çiftler efendim. ahlâk bekçiliğinden değil, eski sevgiliyi hatırlıyor insan, durduk yere morali bozuluyor. rahatsız oldum diye kimsenin beni umursayacağından değil tabi, evine git demiyoruz kimseye.
"seni seviyorum ama bitti" diyen sevgiliyle aynı kafadadır. sonuca odaklanmıştır, açıklama yapmanıza, durumu düzeltmenize izin vermez. ona göre bitmişse yapılacak bir şey de yoktur.
kendi içindeki ezikliği tatmin etmek için yapılacaklardır. hiç öyle "pişman olacak, çok üzülecek" triplerine girmeye gerek yok. umursasa zaten aldatmazdı, o yüzden hayvanlık yapıp fiziksel bir zarar vermedikten ya da itibarını düşürecek bir şey yapmadıktan sonra ne yapıldığının karşı tarafça umursanmayacağı kesindir. en iyisi umursamamak, kabullenmek, devam etmektir.
hareketli, temposu yüksek bir şarkı da olsa arkasında garip bir hüznü barındırır. brandon'ın aldatan eski sevgiliden esinlenerek yazdığı, klibiyle aşırı derecede bütünleşen şarkılardan biridir, klibi izlemeden dinlediğinizde bir şeyler eksik kalıyor nedense. şarkıdaki sevdiğiniz kadının başkasıyla olması karşısında hissedilen çaresizlik hissi klipte olağanüstü güzellikte anlatılır. klibin sonunda brandon'ın hanım kızımızı bırakıp gitmesi de çok sevseniz bile bir kere araya birisi girdiğinde hissettiğiniz hayal kırıklığını unutmanın mümkün olmadığını gösterir.
o değil de, brandon gibi adam da aldatılıyorsa biz ne yapalım hacı?
müdür yardımcısının oğlu olan arkadasımın beş yıl önce gerçekleştirdiği eylemdir kendisi. okul radyosu da değil, bizzat hoparlörlerinden çalınmıştı şarkı. tabi sonra, müzik hocasının müdürü uyarmasıyla birlikte bir daha öğle aralarında müzik çalınmasına izin verilmedi, olan atatürk büstünün etrafında toplaşıp bard's song söyleyen biz ergenlere oldu.
eğer savaşa gönüllüler gidecekse karşısında olmayacak insandır, hatta üstüne destekler ki ülkedeki gerizekalı oranı biraz azalsın. burnunun dibindeki ırak'ta olanlara karşı ülkesini savunamayanların israil'e kafa tutması hiç akıl kârı değil. filistin'deki çocuklar ölüyormuş, güneydoğu'da 20li yaşlarında ölenler bu ülkenin evlâdı değil mi diye sorarlar adama. önce kendi vatandaşını koru, sıra diğerlerine sonra gelsin.
çocukluktan itibaren içinde yaşadığı toplumun getirisidir efendim. savunduğumdan değil, hayvanlık da olsa mantıklı bir açıklama getirmeye çalışıyorum sadece.
erkek insanı henüz 6-7 yaşlarında veletken cinsel bir ayrıma tabi değildir, yalnızca çocuktur. kızlarla sokakta oynar, kafalarına vurur kaçar, yanlarında oturur, kısacası kızlarla birlikte yaşamasına izni vardır. ne zaman ki çocuk değil de "erkek" olarak tanımlanmaya başlar, o zaman veledimiz sınıfta kızların yanında oturmaz, haremlik selamlık düzeni olmasa da kızlarla etkileşimine bir sınır gelir. daha sonra futbol oynarken erkeklerle takılır, bilgisayar oyunu oynarken erkeklerle bir aradadır, yani hafiften kızlar hayatından çıkmaya başlar. aksilik, tam kızlarla etkileşimi sınırlanmaya başladığı sırada cinsellik girer hayatına. 11 - 12 yaşlarındaki velet ya gazetede haydar dümen'i görür, ya star tv'de hülya avşar filmi görür ya da büyüklerin ellerindeki dergi/cdler onun da eline geçer, kısacası cinselliği gayet sakıncalı araçlarla gayet çarpık şekilde öğrenir. karşı cinsle olan tek etkileşimi de bu çarpık araçlarla olduğundan karşı cinsi yalnızca cinsel obje olarak görmeye başlar.
şimdi cinsel obje olarak görme kısmındaki yanlışlık "yalnızca" o gözle bakmaktan kaynaklanıyor. karşı cinsin vücudu o kadar erişimsiz kılınmış ki dizine dokunmak bile cinsel bir aktivite haline geliyor. beden eğitimi dersinde basketbol oynamaya karar veren kızın kendi takımında hiç erkek bulamamasının nedeni de bu tam olarak. ama gerizekalı ergenimiz okul hayatı boyunca kızlarla yan yana otursa, dizine, eline, bacağına değmenin hiç de cinselliği çağrıştıran bir yanı olmadığını, her gün beraber gezdiği, yeri geldiğinde boğuştuğu, sarıldığı erkeklere karşı neden aynı şeyi hissetmediğini sorgulasa sorun çözülecek. ancak bu erişimsizlik ergenlik çağı ve hormonlarla birlikte çarpık cinsel araçlarla birleştiğinde karşımıza karşı cinsi yalnızca cinsel obje olarak gören erkek çıkıyor.
ne zaman ki ergenimiz bir hanım kızımızla sevgili olur, kadın vücuduna dokunmanın öyle çok da önemli olmadığının farkına varır, o zaman bu kafa değişir. "göğüs falan dedik o kadar, öyle çok da farklı bir tarafı yokmuş lan" kafası oluştuğu anda karşı cins yalnızca cinsel obje olmaktan çıkar. tabi çözüm bu değil, saçma sapan bir mantık çıkmasın burdan. çözüm zamanında ergenimize sağlıklı bir cinsel eğitim vermekte.
bir ay boyunca staj nedeniyle istanbul'da kalan bünyenin adımını attığı andan itibaren hayata bakışını değiştiren toplu taşıma aracıdır. şöyle ki, istanbul'un bütün karmaşasını, para kazanmanın tamamen sizin girişkenliğinize bağlı olduğunu bir kez daha gözler önüne serer. gelelim gözlemlere:
minibüsçüler hızlı gider, bunu herkes biliyor. limitlerde yaşamayı sevdiklerinden ya da bekleyen yolcuları ben alayım kafasından mıdır bilinmez, olabilecek en yüksek hızda kullanırlar. 20 metrelik mesafede 60 km hıza çıkıp bir anda durabilirler, ayakta kalan yolcular için bu bilgi hayati önem taşır.
sürekli korna çalarlar, ben buna artık kornayı spamlamak diyorum. çimleri sulayan belediye çalışanı bile potansiyel yolcudur, belki korna çalan minibüsü gördüğünde/duyduğunda bir anda kadıköy'e gidesi gelecektir. ayrıca sokak aralarından gelen insanları görüp umarsızca onların caddeye çıkmasını bekleyen minibüsçüler de vardır, hani 3-4 kişi olsanız gelip evden de alabilirler. ayrıca minibüsçülerin birbirlerini geçerken korna çalmaları da vardır ki heralde "puhaha nasıl geçtim lan düdük" şeklinde bir anlama geliyor o kornalar, bilemiyorum.
minibüste bir iki yolcu kaldıysanız hemen arkadan gelen minibüse aktarılırsınız ki çakal minibüsçümüz durağa girmeden geri dönebilsin, yolcu avına devam edebilsin. kadıköy-kartal hattında 19853642 adet minibüs olduğundan dolayı böyle bir çakallığa başvuruyorlar ama şöyle bir sorun var, kimse girmiyor lan durağa. yani, senin önüne geçeceğin kimse kalmıyor, herkes o hatta çalışır durumda zaten. arka arkaya 5 minibüsün gitmesinin tek avantajı yolcuya, ayakta gitmiyor kimse.
kırmızı ışıkta durmak tamamen şoförün insiyatifindedir. az önce onu geçmiş bir minibüs varsa ışıkta durur ki ara açılsın, yolcu biriksin. eğer kendisi öndeyse kesinlikle durmaz, gerekirse karşı şeride geçip 20 aracın yanından geçer gider. kadıköy-kartal hattında neden bir tane bile trafik polisi bulunmaz, ayrıca merak ediyorum. tamamen kaosa terk edilmiş durumda o cadde, sanırsınız ki minibüsçüler polisle kapışmış ve orayı kurtarılmış bölge ilan etmişler.
camdan cama konuşma olayını herkes görmüştür zaten. ben küçükken apartmanın kadınları evlere gitmek yerine birbirleriyle camdan konuşurlardı, bu da aynı hesap. camdan birbirine tatlı uzatan mı dersiniz, ertesi gün gideceği muayene için adres soran mı dersiniz, önceki günkü maçtan konuşan mı dersiniz, hepsinden var. yolun ortasında durup camdan cama muhabbet etmek gayet normal bir durum onlar için ki ben hiç bir zaman o mesafeden birbirlerini nasıl duyabildiklerini anlayamadım. arada iki metre var, iki tane minibüs ve bu minibüslerin motor sesleri var, trafiğin gürültüsünü saymıyorum bile.
velhasıl, minibüsçüler frp'deki chaotic evil'ın tam karşılığıdır. kural tanımazlar, sizi yalnızca para veren "şeyler" olarak görürler. sen ayaktaymışsın, elindeki çantanla zorlukla tutunurken ani frende bileğini kırmışsın falan hiç önemli değildir. istisna var tabi, serviste uyuduğum bir gün taa acıbadem'e kadar gitmem sonucu oradan minibüse binmek zorunda kalmıştım. şoförün "buyrun efendim", "tabi efendim" şeklindeki hitapları hâlâ kulaklarımda. bir an yıllar boyunca uyuduğu sanmadım diyemem.
bilgisayar mühendislerinin mottosu, the it crowd dizisinden de bildiğimiz, kapatıp açmak her sorunu çözer. bir de format var tabi ama o biraz uzun sürüyor.
odtü, boğaziçi veya itü üçlüsünden elektrik-elektronik ya da bilgisayar mühendisliği kazanıp gitmemişse saygı duyacağım ama neler kaybettiğinin farkında olmayan insan. geri kalanlara gitmese de olur zaten, fazla bir şey kaybetmiş değil.
muhtemelen staja giden öğrenci insanıdır. yıllardır sabahlara kadar dizi izleyen ya da proje yapan vampir gencin bir anda sabah sekiz aksam bes düzenine alısamamasından kaynaklanır.
karen'ın maps klibindeki aglamaklı triplerine asık olmayacak erkek yoktur heralde. duygularını bu kadar iyi aktarabilen baska bir vokal de yoktur sanırım. tick'i söylerken çığlık atmıs olmak için atmaz, zero söylerken zıpladıgında sizin de zıplayasanız gelir. çok ince seslere çıkıp detone olmaması bir yana bunu bir kaç saniye içinde başarıp tekrar alt seslere inmesine diyecek bir şey bulamıyor insan. karen'ın performansından sonra grupta bass olmamasını da yadırgamıyorsunuz, karen'ı takip etmekten digerlerine fırsat kalmıyor zaten. karen'ın cheated hearts sarkısında "sometimes i think i am bigger than the sound" demesi bosuna degil.
bu kadar karen'dan sonra, grup olarak aynı sounda sahip şarkıları bile yoktur neredeyse, bu yüzden her sarkıda farklı seyler tadarsınız, bir iki şarkısı güzel olup onlarla prim yapan gruplardan degildirler.
şarkıların hepsi mükemmel olsa da bir kaç örnekle bitireyim:
kurtarmaya çalışılır sadece. karşınızdakine onu sevdiginizi açıkça belli ettikten sonra geri dönüşü yoktur, isterseniz arkadaşla iddiaya girdik deyin, sarhostum, bosluktaydım deyin. en iyisi kabullenip daha fazla uzatmamaktır, diger türlüsü daha rahatsız edici olur.
ha bir de, zamanında biz yapamayız deyip reddettigim kıza asık olmam ve sonra onun beni reddetmesi vardır ki buna söylenecek söz bulamıyor insan. reddedilen kızdan korkmak lazım.
"hep mi teknik direktör suçlu laan?" diye isyan ettiren önermedir. sanki önceki sene dünya kupasını alıp bu yıl kazakistan'ı zorlukla yenen bir takım olduk. kendisi mi çıkıp oynasın adam?