ateizme laf atacak müslümanın haklı olma şansı yoktur.
diyaneti faiz alan,
hutbelerinin ve fetvalarının çoğu islamla çelişen,
zümresi hırsızlıkla, terörle, şiddetle iç içe,
dünyaya faydası olan hiçbir sosyal eylemin öncüsü olamamış bir din ve onun mensuplarının bir ateiste laf atması çok enteresan.
şöyle bir düşünün:
ben tanrıya hiç inanmıyorum, sen benden daha az inanmıyorsun diyen bir ateist cinayeti gördünüz mü?
oysa ortaçağdan bugüne tüm dinler milyonlarca insanın katline sebep olmuştur. hala da günümüzde kelleler alınıyor, insanlar tecavüze uğruyor bunun uğruna?
din din diyerek dindirebilir misiniz bunları?
ben ateizm şemsiyesi altında hiçbir hırsızlık ve tecavüz görmedim. ancak hırsızlığı da tecavüzü de islam şemsiyesi altına alan milyonlarca örnek gördüm.
aynı mahluklar kadın gülümsese kendisine aşık sanır.
aşık sandığı kadına yürüyünce yüz alamayınca hırslanır ve nazlanıyor sanır.
kadını bıktırıp olumsuz cevap alınca da şiddete başvurup tecavüz eder.
sadece türbanlı değil, siyasi, ırksal, milletsel, zümresel vs vs herhangi bir şeye aidiyet belli eden şeyler takınan her yargı mensubu benim gözümde hükümsüzdür.
eskiden yargıçlar nasıl bir zümreye veya görüşe ait anlaşılmasın diye peruk vs. takınırdı. cübbe bile bunu simgeler.
ancak gelinen noktada siyasal islam öyle bir bok çukuruna çevirdi ki ülkeyi, at izi it izine karıştı.
sadece yargıda değil, bu sebeple devletin hiçbir kademesinde bu tarz imge, kıyafet, aksesuar vs. izin verilmemeli. bu işlerin şakası yok. zaten mevcut görüşün hükümranlığında geldiğimiz bok çukuru ortada.
sanatçılığını ilk sıraya koyarım ancak insanlığı sonlarda gelir.
sanatçılığı kısmı bile bazı açılardan çok eksiktir. oyuncu ile sanatçıyı ayıran şey muhalif bir duruştur. hayat boyu apolitiktir. bunun dışında kendisini tanıyanlar bilir ki halka karşı sosyal hayatında mesafe koyan kibirli biridir.
topluma mal olmuş diyebileceğimiz bir sosyal aktivitesi yoktur. oysa filmleri ne kadar eleştirel bir senaryo içerse de, sosyal yaşamında bunu yaşatamamış, yaşatmamıştır. o sebeple kendisine hep soğuk kalmışımdır.
bir kemal sunal, müjdat gezen gibi isimler film ve oyunlarındaki muhalif, protest duruşu sosyal hayatlarına da taşıyıp topluma malolmuştur. ama kendisi bunun dışındadır.
ancak öyle mükemmel bir oyuncudur ki, bu sebeple en iyi sanatçılar arasında gösterilir. sanatçı olmak sadece iyi bir oyuncu olmak mıdır diye düşününce maalesef sanatçı kelimesini karşılamamaktadır.
bir şeyler bilmek insanı şahsiyet sahibi yapmaz. söylenmesi gerekeni gereken zamanda söyleyemiyorsan, bildiklerinin hiçbir anlamı yoktur.
asla muhalif olamamıştır, dik duruş sergileyememiştir. bu yaşından sonra bile bu aptal kaygıları gütmesi sebebi ile insani hakları dışında saygımı sıfırlamış bir canlıdır.
ayrıldığım her kadına, ne zaman başın sıkışsa, bir derdin olsa, yardıma ihtiyacın olsa ara, gerekeni yaparım demişimdir.
bu kritere uyan her tür aramalarda ne gerekiyorsa da yapmışımdır.
lakin öp beni fidel, ye beni fidel, tekrar denesek mi fidel, ya arada bir buluşalım fidelli cümlelerin sonunda ise ilk başta verdiğim tüm hakları bende saklı kaldığı için geri almışımdır.
adı üstünde eski sevgili. prensibimdir, denenmişi denemem. sapla samanı da karıştırmam.
hayat bir oyun sahnesidir ve hayatım oyun değildir. kendine saygısı olmayana saygı beklenmesi ahmaklıktır.
iyi niyetler üretmek ne kadar asil bir davranışsa, suistimal teşebbüsü o kadar da kahpecedir. düsturum budur.
yarışmacı sevişgenlere siktirin gidin derim, iyi akşamlar dilerim.
ekşi sözlük'te yer alan; çocuk istismarını, tecavüzü, devletin bu konudaki duruşunu ve sonuçlarını ele alan çarpıcı bir hikaye.
--spoiler--
olayı baştan anlatayım:
adım murat. 35 yaşımdayım. hoşlandığım kızı ilk olarak her gün işe giderken önünden geçtiğim bir ilköğretim okulunun kapısından karşıdan karşıya geçerken gördüm. çok güzel saçları vardı ve ahenkle dans ediyordu. etrafında birçok arkadaşı vardı ama onu ilk anda fark etmemek, bir elmas tanesi gibi diğerlerinden ayırmamak mümkün değildi. vücudu, pırıl pırıl cildi, masmavi gözleri direk albenisi ile aklımı başımdan almıştı. yanında arkadaşları olduğundan ilk başta yanına gitmedim. aracımı kenara çekip n'aptığını izledim. evine kadar takip ettim. ertesi gün de erken saatte evinin yakınına gidip okula gitmesini bekledim. evden çıktı ama yanında birkaç arkadaşı vardı yine. o sebeple yanına yaklaşmak istemedim. okula kadar takip ettim. onu görmek bile beni mutlu ediyordu.
bir süre onu yalnız yakalayamadım. uzaktan çektiğim fotopraflarını bastırıp odamın duvarına astım. masturbasyon yaparken bile hep onu düşünerek mutlu oluyordum. onun fotoğraflarına bakarak tahrik oluyordum. artık fotoğraflar yetmemeye başlamıştı. onu istiyordum. kendimde cesaret toplayıp tekrar gittim okulunun önüne. çıkışta aracımla yanına yanaştım. arkadaşları da vardı yanında. tam da evinin yanındaki bir adresi sordum. anlattı ve anlatırken safça ben de orda oturuyorum abi dedi. abi demesi beni biraz burksa da bozuntuya vermedim. buralara yabancı olduğumu ve arabaya atlamalarını söyledim. beraber gitmeyi teklif ettim. kabul ettiler. ilk başta tedirgin olsalar da takım elbisem ve kravatım onlara güven vermişti. buraya yeni taşınacağımı, ev baktığımı söyledim. işe gidip gelirken saatler uyarsa onları alabileceğimi söyledim. sevindiler. zira her gün yarım saat yürüdüklerini söylediler hem giderken hem gelirken.
birkaç gün böyle devam etti. hiç asıl muhabbete girmedim. bir keresinde yalnız kalmıştık araçta. arkadaşları gelmemişti ev dönüşünde. ben de biraz gezelim mi diye sordum. önce mırın kırın etse de ısrar ettim ve dolaşmaya başladık. durumu çok iyi değildi. lüks kafelere götürdüm. pahalı yiyeceklerden yedirdim. hoşuna gitmişti. ara ara da fırsat bulursak yalnız olduğumuzda, bulamazsak arkadaşları ile de tekrarladık bunu. hepsi beni çok seviyorlardı. varsa yoksa murat abi idi onlar için.
bir gün yine yalnızdık. yine gezelim dedik. ama bu sefer evime götürdüm. bir şey almam gerektiğini, beni içerde 5 dakika beklemesini söyledim. şüphelenmeden geldi. sonra içeride biraz oyalanıp yanına geldim. samimi davrandım. uzunca süre kanımı titreden güzellik karşımda idi. ondan hoşlandığımı söyledim. birlikte yaşayabileceğimizi, onu mutlu edebileceğimizi söyledim. ağladı, istemedi beni. gitmek istiyor ve dinlemiyordu. bir tokat attım. korktu. gözüme bakamıyordu. bense onu istiyordum. öpmeye başladım. bana karşı koymaya çalıştı ama koyamadı. ben de zorla ona sahip oldum. çok ağladı. küçük bedeni kollarımda daha küçülmüştü sanki. çok ağladı, çok acı çekti ama alışacağını, zamanla hoşuna gideceğini söyledim. alışması için ağlamasına dayanmaktan başka çarem yoktu. beni tanısa çok sevecekti.
her şey bittikten sonra giyindik. hala ağlıyordu. ailesine söylerse ona zarar vereceğimi söyledim. iyice korkuttum. onu sevdiğimi söyledim. ertesi gün yine okul çıkışı aldım onu. eve giderken arkadaşlarını bıraktık önce. ama eve götürmedim. bize gittik. ona doyamıyordum. tekrar birlikte olduk. bir süre bu böyle devam etti. ama anlamadığım şekilde yüzündeki güleçlik, ışıltı kayboldu. kimseye söylememişti bir şey. alışmıştı bana. ne desem yapıyordu. itiraz edemiyordu. titriyordu, korkuyordu ama biliyorum ki zamanla geçecekti.
sonra bi hata yaptı. ailesi sıkıştırmış onu. ondaki değişimden anlamışlar bir şeyler. psikoloğa götürmüşler. ailesi öğrenmiş durumu. ilk başta polise gitmediler olay duyulmasın diye. bu işime geldi. babası evimi bastı. kızını sevdiğimi söyledim. baktım anlamıyor aşktan sevgiden, şiddet göstermeye kalkacakken o, silahımı çektim. sonuçta benim evimdi ve haneye tecavüz vardı. bir şey yapamadı. istersen polise git dedim herkes duyar o zaman dedim. bunu istemedi. kızımın etrafında görürsem vururum seni dedi ama bana bir şey yapamazdı.
sonraki gün kızı almadım. uzaktan baktım. bir süre babası getirip götürdü. ben hep uzaktan izledim. babası artık gelmeyi bırakmıştı. gelmeyeceğimi sandılar bir süre sonra. hemen yanına gittim. arabaya bindirdim. eve götürdüm. biraz vurdum görünmeyen yerlerine. korkuttum. onu çok özlemiştim. bir süredir birlikte olamamıştık. zorla birlikte oldum. kimsenin bana bir şey yapamayacağını artık anlaması gerektiğini söyledim. eve gidince bir şey hissettirmemesi için korkuttum iyice. bir süre fark etmediler de. sonra babası tesadüfen bir gün ordan geçerken kızını almak istemiş. kızını alırken karşılaştık. birbirimize girdik. iş uzadı ve karakolluk olduk.
her şey ifşa olmuştu. mahkemeye çıkarıldım. tecavüzden. bu utancı bana yaşatan tüm ailesinden intikam almak istiyordum. böyle bir şey olamazdı. ben onu seviyordum. insan sevdiği birine tecavüz edebilir mi? rızası olduğunu ve bana karşı koymadığını söyledim. onunla evlenmek istediğimi söyledim. babası o daha çocuk diye ağlıyordu. bense ısrarla rızası ile birlikte olduğumuzu söyledim. çocuk da onu sevdiğimi söylediğimi hakime söyledi. ilk seferinde karşı koysa da sonraki seferlerde karşı koymadığını, korktuğunu söyledi. sonuçta beni doğruluyordu. karşı koymamıştı. istese engel olabilirdi. şikayet edebilirdi dedim. zaten istemeseydi ailesine söyleyebilirdi diye de ekledim. ailesi fark ettikten sonra sıkıntı olduğunu söyledim.
sonuçta hakim beni haklı buldu. çocuktu evet ama rızası ile birlikte olmuştuk. karşı koymamıştı. onunla evlenmek istediğim için de hakim onunla evlenebileceğimi, evlenmezsem ceza alacağımı söyledi. zaten istediğim en başından beri buydu. ben onla birlikte olmak istiyorum. yaşı maşı umurumda değil. 5 sene bizi denetleyeceklermiş. eğer ilişkimizde sorun olmazsa cezai yaptırımlardan serbest kalacakmışım. bunun için mahkemeye ne gerek var ki. bana 10 tane de onun gibi çocuk verseler 10'uyla da sevişirim. mesele bu değil. maalesef yasalar sadece 1'i ile evlenmeme izin veriyor. ama şimdilik. ileride belki yasalar birden fazla kadınla evlenmeme de izin verecek inşallah. o zaman eşimi çok sevsem de başkalarını da getirebilirim. sonuçta ben bir erkeğim. sağlıklıyım. allah bana bu gücü vermiş. tek çiçekle yaz da gelmez.
çolukları ile çocukları ile cümle erkeklere mutluluklar diliyorum. kurban olduğum yaradan başka acı vermesin. yasal olarak tecavüz edilen çocuklar, çaresiz aileler, iğrenç dramlar göreceğiz farkında mısınız? bu anlattıklarımdan çok da beterlerini göreceğiz etrafımızda farkında mısınız? çoluk çocuğa hallenmekten başka dertleri olmayanlar bunu yasallaştırmak için gece gündüz çalışıyor farkında mısınız? ülkenin içine ettiler farkında mısınız?
farkında iseniz ve susuyorsanız, sizin de sınanacağınız zaman yakındır. o beklediğiniz iç savaş geldiğinde siz acımadınız, ben de acımayacağım söyleyeyim.
--spoiler--
unutulduğu sanılan hikayer hiç bitmedi,
başladığı sanılan hayatlar hiç olmadı.
birileri, başka başka yerlerde
ve başka başka hayatlara karışırken
aslında hala düşlerini yaşadılar.
her yeni adımda
birbirlerini aldatıyormuşçasına sessiz bir çığlığın senfonisini dinlediler.
uzanmak isterken bazı bazı,
yabancılığı çöktü mesafelerin;
ya da haykırmak isterken amansız,
dizleri çözüldü umarsız.
o ilk heyecan kendini farklı zamanlarla,
farklı gölgelerle maskeledi.
bilmediler,
bilemediler,
bilmelerine izin verilmedi ya da.
unutulmuş köşelerden,
bitirilmiş şişelerden,
doğmayan gecelerden bir isyan faslıdır
arasıra parçalı bulutlu ışıyan...
kangren çiçekleri dudaklara dişiyle kazınmış
bir damla sevgiden yana hüzünlü bir kalp ağrısıdır bu.
geçmiş zamanda kazınmış,
uzun yıllar kanamış...
birlikte yaşadıklarımızın bana acıdan başka şey katmadığı yazar.
anlatacağım ki bu gecenin buğusu en azından bir nebze olsun içimden akıtsın zehrini, boğazımda düğümlenip de daha fazla yormasın beni.
hani olur ya, beş yüz mumluk ampullerin karanlığında bir düş kurarsınız. ışıl ışıl, rengarenk bir cümbüştür gördüğünüz, dünden ziyade ve yarından daha gerçek. Ama elinizde olanlarla geleceğin sisini dağıtmaya çalışırsınız. Çünkü ne geçmişin gölgesi, ne de bugünün işkencesi, geleceğe dair umutlarınızı yok edememiştir daha. işte o anlarda bilmelidir ki insan, farkında bile olmasa dahi umut aslında çok yakınlardadır.
aslında her şey belki de bir otogarda başladı. belki birçoğu sevmez otobüs yolculuklarını ama ben severim. yollar uzadıkça ayaklarıma, dizlerime çöken ağrılar bana hayatın meşakkatini hatırlatır. yol boyunca birbirinin aynı çizgilerse hayatın monoton döngüsünü. yolda giderken gördüğümüz arabalar ise sanki bizim için yaratıldığını düşündüğümüz dünyada bir figüran bellediğimiz ve çoğu hayatımıza asla karışmayan insanları hatırlatır. trafik kazaları ise hüzünlü ayrılıkları. trafik ışıklarına tahammül edemez çoğu, ama ben o ışıklarda hayatımızın kırılma noktalarını görürüm. verdiğimiz kararları. tıpkı kavşaklarda olduğu gibi. ama elimizde olmayan, kadere bağlı kararlar gibidir ışıklar. otobüs yolculuklarında hayal kurmayı severim. çünkü yaşayamadığımız birçok şeyi hayal edebilmek için ve oturduğumuz o sıkıcı koltukta yapacak daha iyi bir şeyimiz olmadığını yüzümüze vurunca zaman, yaşamak istediklerimizi düşünecek yeterince vaktimiz olduğunu anlarız. kendimize yoramadığımız düşüncelerimizi düşlerimize yormaya mecbur kılabildiğimiz yegane zaman dilimlerine sahiptir otobüs yolculukları.
işte öyle bir zamandı. hazirandı. ben çocuktum, evden kaçmıştım. yol bittiğinde değil, daha en başında anladım. ne bana bağışlanmamış kaygılar, ne de umurumdaki sorguların hecesinde yatırmamıştım gözlerimi düşlere. eski bir zamandı. hazirandı. çocuk gözlerle büyüttüğüm bir masalın encamında suda yüzdürdüğüm yazılarım kadar hayal, hissettiklerim kadar gerçekti. şehrin grisinden kurtulunca algılar, yeşilin dünyasında bembeyaz dilekleri gök kubbe kanatları altında daha bir arzular olmuştu sahipsiz adımlar çıkmazında.
geride bir şehir, figüran dediğim binlerce, milyonlarca araba, trajik trafik kazaları, kader diye yuttuğumuz kırmızı ışıklar, hız limitini aştığımız yeşil ışıklar, iyi niyetlerle tükettiğimiz sarı ışıklar ve sızısını ellere bağışlayama niyetlendiğimiz yankılarla bir bilinmezin koynunda uyumaya gidiyorduk.
bin bir rüya gördüm birbirinden zehir, bin bir dilek diledim birbirinden kahır... meğer ne yorulmuşum. ne kadar çok ben sanmışım başkalarını, kendileri sanmışlar aynadaki beni, yalanlarla avutmuşlar bendeki aynayı ve ninnilerle oyalamışlar içimdeki bebeği. uzun, yorgun, acı, güzel, zaman zaman tatlı, zaman zaman ekşi bir lezzetin karmaşasında uyuşturmuşlar tat alma duyumu. ruhlarına uzak ve ruhlarına yabancı kılmışlar ezelden beri. ebed müddet hengamenin ahterşinas istidadında çürümeliymiş ben'im. çürümeliymiş ki biraz daha ben olabileymişim. çürümeliymiş ki ben kalabilmek için biraz daha tutunabilbeli, biraz daha nefes alabilebilmeliymişim.
Sonrası sağır sessizlik. Yol biter, acı diner, yara sağılır dediğin anda ise bir boşluğun yatağında zorbaca kundaklanmış bebek masumiyetinde, şeytana satılmanın acısını çok sonra kavrayacak çaresizliklerle kaderimi beklemişim. Horlanmalar, zorlamalar, yalnızlıklar, aldatılmışlıklar, hevesle başlamalar, başlayıp bitirememeler, bitirip unutamamalar, unutup sünger çekememeler... vicdansız sorgular büyütmüşüm uykularımda. uyandığımda anladım.
Ben küçük bir çocuktum. meleklerce büyütülmüş, tanrıca kovulmuş, şeytana satılmış ve bir elma dilimi için cennetten olmuş. doğuşu birbirimizden kopuşu ruhlarımızın isyanında beslemişim özlemleri. ben büyüdükçe hasret mezarımda biraz daha yer açmışım yokluğa. dirhem dirhem çürümüş, parça parça koparılmışım kendimden. sonra talihsiz adımlar sokağında rasgele nefes alışların akarında yuvarlanmışım. biraz şefkat, biraz ilgi, birkaç küçük şeye tavken cennetimde, bir sinema biletinin hayalinde inletilmişim yerin yedi kat altlarında. otobüsle başlamış, tramvayla bitmişim; cennetten kovulup yerin yedi kat altına inmişim, koca koca pizzalarla değil ama bir peynirli burgerle de doymuşum. alışverişlerle yılmamış, bir sinemaya tavmışım. ne kadar da yanılmışım.**