lityum'un sahnede albümündeki başarılı şarkılarında birisidir.
kirli bedenini temizlemez göz yaşların
ihanetin acısı hem sende hem bende
gecelerce seni beklerken
sen başka tende terlerken
tüm lanetleri saydım
çocuk gibi ağlarken
kırık gururumla yorgun aşkımla
affettim yine bu kez son defa
sus konuşma sarıl sıkıca
inandım yine yalan olsa da
suçlu gözlerini gizlemez yalanların
bu yaraya tuz değil aşk basmalı
gecelerce seni beklerken
sen başka tende terlerken
tüm lanetleri saydım
çocuk gibi ağlarken
kırık gururumla yorgun aşkımla
affettim yine bu kez son defa
sus konuşma sarıl sıkıca
inandım yine yalan olsa da
gerçekleştirebileceğimiz kampanyadır. atın birkaç lira kumbaraya, zaten sözlük yardım kampanyası bahanesiyle satılığa çıkmış, keyfe göre kapatılabiliyor koskoca sözlük, bir de açıklama yapınca masum bir durum olduğu savunuluyor filan.
çok güzel lan. 5-10 bin lira verip 1 gün kapatalım olm. nasılsa yazarların durumu sikleyen yok. kendi kendini sansürleyen sözlük oluruz.
hemen hemen her insanda oluşan garip bir özellik. aslında kar güzeldir, masumiyetin sembolü beyaz rengi gözler önüne seriverir bir anda, şehrin o itici pis çöplerle dolu kaldırımlarını sokaklarını tertemizmmiş gibi gösterir, her ne kadar soğuğu çarpsa da bir çekiciliği vardır hep. çıkıp kara yatmak, kar topu oynamak, kardan adam yapıp hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra uçan tekmelerle paramparça etmek filan da işin daha bir eğlenceli kısmıdır.
fakat;
kar yağarken caddede sokakta alelacele yürüyen insanların yüzlerini görmek; kar sevincini örselemeye yetiyor da artıyor bile. montlarla, berelerle, atkılarla tam techizat hazrılıklı gibi görünenlerin suratlarından psikolojik olarak pek de hazırlıklı olduğu anlaşılmaz çoğunlukla. hani midesi ağrıyan insanın suratı normalde yapamayacağı mimiklere bürünür ya onun gibi oluyor bu ekşimtrak ifade. kaş çatılmış, ağız biraz açık dişler görünüyor, yüzdeki kırışıklıklar daha belirgin, daha derin, sanki "nerden çıktı lan bu kar kış kıyamet" der gibi.
ve iddia ediyorum; kar yağarken, dünyanın en güzel insanını bile çirkin bir cadı gibi görmek mümkündür efendim.
abluka alarm'ın süveyda albümündeki hoş bir şarkısı. şarkı bir çocuğun çarpım tablosunu yanlış bilen bir çocuk sesiyle başlar*:
--spoiler--
5 kere 5 onaltı; 5 kere 7 onsekiz; 5 kere 9 ???; 5 kere 9 onsekiz; 5 kere 9 ondokuz; yirm.. otuz.
--spoiler--
Süratle koştum ayak seslerim kulakta bir tını,
Yağdı yağmur öncesinde üstüm başım biraz yaşlı
Kafamı toplamam gerek ki konuyu çabuk bulmalı
Olayın evvel evvel sonrasında durum farklılaştı.
Çetrefilli bir hayatın ortasından çıkıyorduk
Müslüman mahallesinde salyangoz mu satıyorduk?
Bilmedik ve bilemedik sanatı kıvama sokamadık
En sonunda kısık ateşte yemeğimizi de yaktık.
Nihayetinde vardı gerçeğim bu zamana yorgun
Yorgunluğum der bana ki; senin yolun çokça uzun.
Sevilmez hayadan akan edepsizlik kuzum
Zarar vermemek adına hayatımda yoksun.
Atar zaman benle takla elindeki hakla.
Hatta kırılmamak için duygularını sakla.
Doğrular yanlışı yenecek dev bir farkla.
Vakti gelir bekle can sabırla.
izah et bana şunun durumu ne?
Kaçırmış o aklını deli mi ne?
Bulacak halbuki arasa belki de
Çıkışı yok bunun sonu meçhul yine.
Bedeline ne diye kapalı kapı?
Arala gir içeri sonunu tanı.
Hadi, çözümü zor değil bir yolu yok değil
inan olur birgün o kadar uzak değil.
Kan döker elde batan bu diken,
Sökemedin onu yine kılıcı diken,
Sabrın sonu selamet, başı metanet,
Bundan ibaret hayat kabul et.
Şöyle bir gel yakında bir dur
Aynada yüzündeki iki farkı bul
Riya yok desen, bir fark yok desen
Ne dersen de de inanmam körüm desen.
Ahh kendine gel haddini bil, liyakatin nedir?
Bence bir iç sarraf benim girdiğim kola ait ol.
Hayat değil mi yavrum göster ölümü şovları
Zahmet etme bana bırak işte kapı bu da kol.
Güle güle, hayatı bile bile, umudu yere yere git
Dün, bugün, yarın, ne var ne yok bırakma hiç
Bize reyi al susarsın elbet kim bilir?
Ahım dolu kadehler ister devir ister iç.
Doğru ve yanlışların aynı kefedeler
Fazla-eksik mühim değildi devam et.
Kavuşturur hayat zorda olsa sonlara,
Geriye tek seçim kalır; ya kabul et ya reddet!
bir sigara tablam vardı böyle işlemeli gümüş hatta sigara sarma yeri bile vardı. büyüktü, bir paket sigara sığardı içine tane tane. doluyken açıp açıp bakardım otobüste; tramvayda canım sıkılırsa. sevindirik olurdum lan. ne zaman içeceğimi düşünürdüm. bittiğince hemen yenisini alıp yerine yenilerini koyacağımı da bilirdim..
.mna koyayım ne güzel günlerdi. şimdi tabla bomboş ulan. açınca kendi suratımı görüyorum yansımadan. sarı bir yüz allah belanı versin diyor her seferinde. hüzünlenip kapatıyorum cebe atıyorum en derinlere ki bir daha bulup kendi boktan suratımı görmeyim diye.
ve artık o delikanlı gibi duran dal dal sigaralarımın yerinde yeller esiyor. nikotin ihtiyacı had safhada, sinirler de bir o kadar bozuk. "- sigaran var mı?" diyene dalmamak için kendimi zor tutuyorum.
gidip marketten 2 kilo patlıcan almak insana ne kadar koyuyormuş mesela. sigara reyonunun önünden geçerken aksi yöne bakıyorum elimde ince şeffaf poşetteki patlıcanlarla. sigaraya veda aşaması geldi çattı artık...
şimdi o güzelim tabaka bomboş en gizli çekmecelerde. bense bir elimde bıçak diğerinde patlıcan nikotin sevdamı yad ediyorum.
hemen hemen her insanda oluşan strestir. günler öncesinden yeni kıyafetler alma hayali döner durur beyinde, heyecanla beklenir hatta nerelere gidlebileceği konusunda detaylı planlar bile yapılır. ve o gün gelir çatar, heyecan üst seviyede..
plana göre ilk mağazaya gidersin, önce bi bakarsın vitrine sonra dalarsın içeri biraz ürkek. tişörtlere bakarken mesela zınkk diye dikilir görevli:
+ merhaba efendim hoşgeldiniz. nasıl yardımcı olabilirim?
- ee şey ben tişört bakıyorum da.
+ modellerimiz burda. renkleri ve bedenleri depomuzda var.
-teşekkürler bakayım ben biraz.
bu geyikten sonra bakarsın karıştırırsın ama böyle sevdiğin bir model yoktur. tam çıkmaya niyet etmişken o görevli yine biter yanında.
+ beğendiğinz bir model varsa kabinler şurda efendim.
-yok pek beğenmedim.
+ nasıl bir şey istiyorsunuz?
- baskılı yazılı filan istiyodum.(içses: almıcam siktir git)
+ hemen karşıda var. bu size çok yakışır aslında rengi de güzel.
- hımm ıı ııh sevmedim. neyse kolay gelsin.
dışarı zor atarsın kendini. ilk tokat gelir böylece.
mesela; arkadaşla giysi almaya gitmek bambaşka bir derttir. saatlerce it ayağı yemiş gibi mağaza gezmekten gına gelir artık. çünkü; beğensen bile arkadaşın beğenmez. nasıl bir arkadaştır o.. yok abi beğendiremezsin hiçbir şeyi. hindistan'dan en kaliteli ipek getirtip giysen bir kulp bulur.
+ nası oldu lan bu pantolon. ben çok sevdim alıyım mı?
- bilmem ki güzeeel.
+ olm bişey de alıcam. iyi mi kötü mü?
- sanki kısa durdu sende kanka. rengi de güzel değil sana gitmemiş.
+ hay koyayım tamam almıyorum.
bu arkadaşın bir de göz koyduğu bir giysi olur. illa onu aldıracaktır ya zorla eleştirir bir şeyleri.
+ bu nasıl?
- önceki gittiğimiz yerdeki daha iyiydi.
+ bu nasıl peki?
- olmadı lan. önceki gittiğimiz yerdeki yakıştı sana.
+ tamm amk. gidelim alalım o zaman.
daha anneyle gidip fiyat durumuna göre değerlendirilen giysileri saymıyorum bile.
sonuçta; giysi almak zor iş hocu, boşa sinir boşa stres. en iyisi anneye sipariş vereceksin. o gidecek alacak makul fiyatları bir şeyler de bulur nasılsa hem de annelerin seçtiği giysinin kısa veya bol gelmesi diye bir problem de olmaz (nasıl süper bir ölçüm tekniği varsa çözebilmiş değilim daha) sen de evde rahat rahat kahveni iç, televizyon izle.
küçük dağları ben yarattım havasındaki oyuncudur, kaprislidir. konuşmalarına bakınca sanki büyük bir yetenektir kendisi, sanki işini aşırı derecede ciddiye almaktadır ve hatta sanki dünyanın en büyük aktör/aktristlerinden birisidir. hava atmaktan başka amacı yoktur.
gönülden geçen başlığın aslında "pogo antrenmanı yapmak için iş çıkışı saatlerinde metrobüse binmek " olması idi. olmadı, olamadı, olduramadım. neyse.
iş çıkış saatlerinde aşırı yoğunluktan kaynaklanan ve yüzlerce insanın bir metrobüse binme gayreti ile ortaya çıkan itiş kakış içinde; konserlere sırf idmanlı çıkmak isteyen dinleyicinin günlük hayattaki göreceği biricik fırsattan yararlanmasıdır.
aslında görünüş o ki; metrobüs insanın içinde ta derinlerinde bir pogo kültürü yatıyor. zibilyon tane insan içinden; gelen boş metrobüse binmek ve oturacak yer kapmak için çıldırmışçasına birbirini iten yaşlı başlı kilolu teyzeler; fütursuzca önüne gelene dirsek atan amcalar görünce insan kendini koskoca pogo grubunun içinde buluveriyor birden. geriye kalan bu insanlara ayak uydurup kolu paçayı sıvayarak o grubun bir parçası olmak oluyor.
management information system dersine girmektedir kendisi. genellikle çok geyik olduğundan bahsedilir ama geyikleri genellikle bel altıdır, biraz sapıklık sezilmektedir.* eğer derse geç gelen bir kızsan kesinlikle bir şekilde bahsini açar. "sizi bu tarafa alalım, kızlar da zaten şu tarafta toplanmış, erkekleri(hatta sapları der) sınıfın bir yerine toplayalım" demeye başladıysa günündedir.
sözlük ortamlarını çok takip eder, özellikle kendi başlığında yazılanları okuyup, çalışıp derse gelir üstüne de derste bahseder bunlardan. kim yazdı falan filan diye. *. ayrıca; zamanında body building'e mi gitmiştir nedir, sadece göğüs kısmı çalışmış güzel durmuyor hoca, hele bir de pantolonunu göbeğinin üstüne kadar çekti mi daha berbat duruyor. *
gelelim sınavlarına; defter açıktır, kolay olduğu zannedilmektedir ama fotokopi kabul etmez. sike sike yazılı olacak. defter açık diye okumadan girersen sınava iptal olmuşsundur zaten. çünkü; hayvan gibi konu brikir ve defterde bulup yazana kadar baya bi süre geçer.
tek takdir ettiğim nokta; geyiklerini ders anlatacağı zaman bıçakla keser gibi bitirmesidir. zamanlamayı iyi yapmaktadır. *
saykodelik ep'deki ilk parça.* entrümantal bir parça olmakla beraber oldukça hoştur. özellikle 1.30'dan sonra kemanların dahil olması daha bir çekici yapmıştır. *
tanju okan'ın öldüresiye şakısıdır. meşhur sesiyle, sözler sanki kanlı canlı bir yaratık olarak karşınızda dikilir. otur bir büyüğü sek iç bu şarkıyla.
Aldandım kaç kere yalvardım boş yere
Güzel yok mu insafın senin ?
Yolunu gözledim, seni çok özledim.
Güzel yok mu insafın senin?
Çığrımdan çıktım, bu hayattan bıktım.
Güzel yok mu insafın senin?
Yıllarca ağladım, diz çöküp yalvardım.
Güzel yok mu insafın senin?
Sorma bana bilmem neden
Vazgeçemem asla bu sevginden
Kurtulmak istesem kaçsam bile
Vazgeçmez o benden
Aşkımız bak ne hal oldu.
Eski günler artık hayal oldu.
Elimle diktiğim beyaz çiçek açmadan soldu.
Sözüne kandım sana inandım
Güzel yok mu insafın senin?
Elimi yıktın belimi büktün
Güzel yok mu insafın senin?
Sorma bana bilmem neden
Vazgeçemem asla bu sevginden
Kurtulmak istesem kaçsam bile
Vazgeçmez o benden
Aşkımız bak ne hal oldu
Eski günler artık hayal oldu..
Elimle diktiğim beyaz çiçek açmadan soldu.
genellikle saçmalayan insanlara söylenen dalga geçme maksatlı sözdür. bol keseden atıp tutan insana inanılmaz ve okkalı bir tokat gibi çarpılır bu söz suratına suratına.
az önce zap yaparken birkaç saniyelik de olsa izlediğim ve gerçekten ümit aktan'ın müthiş ötesi zekası*(!) önünde eğilmeme sebep olan spor programı. olay şudur:
italya'da bir maç 0-0 bitmiş ve ümit aktan efendi şöyle buyuruyor:
"genelde 0-0 biten maçların da ilk yarısı 0-0 oluyor." (hadi canım bırak şimdi şakayı)
yorum: puhaha. vay anasını ben hep gol atılınca eksiye düştüğünü sanıyordum. ümit abi aydınlattın beni gaflet uykusundan uyandırdın lan, yedin bitirdin ağzını yidiğim.
buzdolabında durduğu yere hayvan gibi küflenmesiyle sinirleri alt üst eden sos. küflenmesini engellemek için üzerine yağ dökülmesi tavsiyeler arasında olmakla beraber pek fazla işe yaradığı söylenemez. kavanozda kalan ve yağın olmadığı kısımlardaki kalıntıları iğrenç görüntü oluşturuyor. hazır salçaların içine tepeleme tuz basmak da faydalı olmuş değil. sadece küflenme süresini biraz daha uzatıyor.
sonuç olarak; alındığı gibi tüketilmesi gerekendir. kilolarca alıp çöpe atmak insana çok koyuyor be hacı.
kırtasiyede satılan amel defterinin seri üretim olmasından ve gerçekleri yansıtmamasından dolayı farkında olmadan yapılan saflıktır. satın alınan defterin dolu olması da paranın boşa verildiğinin kanıtıdır.
son birkaç yılda insanların gözdesi olan facebook denilen aparata göre yaşama isteğidir. fotoğraf çektiriyorsun tamam bunu facebooka kesin koyalım diyorlar, bilgisayarını açar açmaz facebooka giriyorlar, osursan videoya çekip facebooka koyuyorlar. özel hayatın içine çoktan etmiş olan rezil yaşam şeklidir.
Ah neden yaşar sanki sevgilim illetlerle?
Varlığıyla şenlenir imansızlar bölüğü
Günahın ekmeğine neden yağ sürer böyle
Süsleyip püsleyerek kol gezen kötülüğü?
Niçin sahte boyalar yüzünü taklit eder,
Canlı renginden ölü görüntüler aşırır
Ve zavallı güzellik zar zor peşinden gider
Yapma güllerin - oysa tek gerçek gül ondadır.
Sevgilim niçin yaşar iflâs etmişken Doğa,
Dinmişken yüze kan ve renk veren dinç damarlar?
Doğa kavuşmuyor ki ondan başka kaynağa,
Dün övündüğü kimler vardı, bugün bir o var.
Bu kötü çağda önce çok zengin olduğunu
Göstermek için doğa bağrına basar onu.
sagopa'nın yine kastır diyerek başladığı şarkılardan birisi daha. ceza sadece şarkının başında ve sonunda "canımı verene dek mi savaşacam ben bosphorus" kısmında yer alıyor. izel'in girdiği bölüm ise; alabildiğine dandik olmuş, şarkıya çok fazla arabesk havası katmış.
ama ama ama; sagopa'nın şarkıya bir girişi var ki inanılmaz. şimdiye kadar dinlediğim en etkileyici sagopa sesiyle şarkı başka bir boyuta geçiyor. gerisinde zaten bırakıveriyorsun kendini şarkıya ve güzel sözlere.
buraya gri ekran gelecek uyarısından sonra karşımıza çıkan iyi kötü çirkin filminden bir sahne ile tüm yazarları dumura uğratan durumun zamanla gelenekselleşerek; yazarların her gün farklı film izleyebilmesini sağlayan günlerdir.
rafet el roman'ın belki de en güzel şarkısı. umutsuzluk dizboyu, kavuşamamanın hüznü var, hanımelini arayan bulan ama bir türlü ona yakın olmayan ipek böceği, hanımelini çok çok uzaklardan koklayan seven bir ipek böceği...
ayrıca; şarkıdaki vals ritmi insanın içini kıpır kıpır yapıyor.
zorunlu edit: türkçe karakter sorunu olduğu için başlığı ben açtım gibi görünüyor ama gerçekler acıdır zaten açılmış bir başlık. sonra bu bakınızı verip kimse zahmete girmesin diye:
ders çalışmak için kendini koyveren üniversite öğrencisidir. geceleri ders çalışıp gündüz sınava girip uyuyarak geçiren zaten yarı mutant bir yaşama bürünen bu insan; traş olacak zamanı bulamaz. dolayısıyla da; gözler şiş, sakallar uzun/biçimsiz, saç yataktan kalktığı gibi dağınık bir vaziyette insan içine çıkar.
bunun acısı; final döneminin bitmesinden sonra çıkarılır. mecburen bir süre paspal yaşayan bu bünye zaten farkındadır çok iğrenç görüntüsü olduğunun. sınav bitişi; ilk iş berbere gidip saç ve sakalını bir güzel hizaya sokmak olacaktır.
frozen food olarak da bilinen, yemek yaparken zamandan tasarruf etmek için veya mevsimi geçmiş meyve sebzelerin istenilen zamanda kolaylıkla bulunup tüketilmesini sağlamak amacıyla üretilen gıda türüdür. birçok çeşidi vardır; pizza, bezelye, fasülye, türlü vs.
pratik olmasıyla kullanım alanı yaygınlaşmaktadır. genellikle toplumsal gelişimin göstergesidir. şöyle ki; toplumsal refah yani çalışan insan sayısının artması bu ürünlerin kullanımını yaygınlaştırmaktadır. özellikle de çalışan bayanların bir numaralı tercihi konumuna getirmektedir. zaten eve yorgun argın gelen iş kadını kocasına veya çocuklarına yemek yapacak kadar zinde hissetmiyor kendini, hemen yemeği hazırlayıp uykusuna çekilmek istiyor. bu istek; dondurulmuş yiyeceklerin önemli bir konuma gelmesini sağlıyor. hemen at fırına pizzayı veya koy tencereye bezelyeyi. yıkama derdi yok, hamur açma sıkıntısı yok, bir sürü bulaşık derdi yok dolayısıyla da zaman kaybetmek de yok.
yukardaki durum türk ailesi için çok geçerli bir durumda değil. ebeveynler çalışıyor olsa bile; türk ailesi gelenekleri kolay kolay değişmemektedir. yani; işten gelen bayan dondurulmuş gıda ile yemek hazırlamak yerine; kendisi işe girişir. ne kadar yorgun olsa da. bu durum kültürel farklılığın bir sonucudur. bu sebeple; türkiye'de dondurulmuş gıda sektörünün çok hızlı gelişme kaydedememesinin sebebi; geleneklerimizdir. ancak; yavaş yavaş da olsa gelişecek olan; geleceğin parlak sektörlerinden biridir.
boston consultant group'un bulduğu bcg matrix'indeki bir bölüm. şirketin ürettiği ürünün bulunduğu pazarın gelişme imkanı yoktur*. ancak; üretilen ürünlerin pazar payı büyüktür. adı üstünde para veren inektir. fazla yatırım yapmaya gerek yoktur ve nakit girdisi yüksektir.