vasıf öngören'in uygarlık tarihini ve üretim biçimlerini anlattığı çocuk romanı. evrensel basım'dan iki cilt olarak çıkan kitap büyüklerinde zevkle okuyabileceği güzel bir kitaptır.
(bkz: zıkkımın kökü)
kadınlar özne olmak ister. başkaları tarafından kaleme alınmış bir hayatı yaşamak yerine kendi hayatının senaristi olmak ister.
edit: bir kadın olarak istediğim bu. başlıkla da gayet uyumludur.
...
öğütler ancak öğüt verene yararlıdır. o da, vicdanındaki yükü hafiflettiği için. sen de eninde sonunda kaderinde yazılı olanları ve yetiştirilişinin seni sürüklediği hareketleri yapacaksın. öğütlerimin senin hayatının üzerinde yaratacağı etki, suya düşen kiraz çiçeğinin nehrin akışı üzerinde yaptığı etkiden daha fazla olmayacak.
... trevanıan - şibumi kitabından.
4. uluslararası istanbul tango festivalinde sahne almış kendine has stili olan orkestra. bizdeki melodik ve ritmik benzerlikleri kaynaştırarak (melodik yapıyı desteklemek için ney i ritmik yapıyı desteklemesi için bendir i dahil edip) ortaya bi harman çıkarmışlardır. bu doğrultuda dünyada bir ilk olduğu söylenebilir. elektronik tango yapan orkestra türkiyede pek tanınmasa bile italyada bir plak şirketinin çıkardığı, dünya çapındaki tango orkestralarının içinde bulunduğu karışık bir tango cd sinde yer almakta.
o değil de işittiğim ney sesinden çok kemal sunal replikleri hayli şaşkınlığa uğratmıştır. sonrasında aşık veysel başta olmak üzere michael jackson melodileri gayet normal gelmeye başlamıştır. ilginç grup vesselam. bi dinleyin derim.
film fragmanın baya bir uzun halidir. * filmin repliklerinin tamamı yine bu fragmandaki kadardır. içinde beş vakit filminden unsurlara rastlanıyor. görüntüler kadrajlar yine çok güzeldi. hiç bir filmden sıkılıp uyumadığım için bu filmde de sıkılıp uyumadım. oyunculuk güzeldi. reha erdem'in filmleri herkesin anlayıp sevebileceği tarzda değildir. beni de genelde kararsız bırakmıştır ama kötü demek çok haksızlık olur. yanlız filmden çıkınca etkisi pek kalmıyor. hindi, oyuncak ve kızın çıkardığı o rahatsız seslerin tekrarlı sahnelerinin dışında.
itiraf etmeliyim ki bu entryi çaylaklıktan kurtulmak için yazmam gereken 10 entry kotasını doldurmak için yazıyorum. tabi ki şaka. asıl itirafım şu; sözlüğe geri dönmemi ben değil modlar istedi ve bu girdiyi kendilerine ithaf ediyorum. *
telefonu kapattıktan sonra şöyle bi düşünün farkedeceksiniz ki sürekli soru cevaplamışsınızdır. o yüzden uyuz oluyosunuz işte. hani diyoruz ya lan bişeye gıcık oluyom ama neye. işte ona. öyle profesyoneller ki anlayamıyosunuz başta. dikkat edin hepsi soru.
ne elbiseler gördüm içinde insan yok, nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok... *
bu doğru.
ama şöyle de bi gerçek var ki, çok eğlenceli olmasa da hoş sohbet, her zaman olmasa da ara sıra dağıtacak, şımarıp, şımartacak, güldürürken düşündürmeye kasmayacak efendi bir erkeğe rastlamak zor. kaldı ki her efendi erkeğin evlenilecek erkek olduğu da doğru değil. ve her efendi erkeğin evlenmek istediği de. yani efendilik bunlarla belirlenebilecek bir şey değil. piç derken de tam olarak ne kastediliyor anlamadım. kadınları kandıran, kullanan, aldatan ya da bak ben piçimdir ona göre güzelim diyerek dürüstlüğe yeltenenler mi? hangi kadın bilerek böyle bir şeyi kabul eder ki. acı çekmeyi istemek bence sadece rahatsız insanların işi.
hem eğlenceli, hem olgun, hem ahlaklı, hem yakışıklı, hem dürüst, aldığı sorumluluğu başarı ile yerine getirebilen, çevresiyle iyi geçinen, güvenilir ve çalışkan, sevgi dolu adam vardı da biz mi iç ettik?
ben bi insanın kendini iyi tanıyabileceği fikrine pek katılmıyorum. çünkü zaman geçiyor ve sürekli değişiyoruz tüm çevremizle birlikte. sürekli yeni fikirler ediniyoruz, yeni alışkanlıklar ediniyoruz. demeyin öyle, evet sürekli değişiyor gelişiyoruz, ancak ben yine aynı benim, kendi inancımla kendi karakterimle yaşıyorum. öyle olsa hiç bi adaptasyonumuz olmaz, yapayalnız kalır, kendimizi sorgulardık 'ben nerde hata yaptım' diye. hem insan diyoruz bir nesne değil ki! geçmişimize bakıp 'a nolmuşuz biz hacı' demiyo muyuz? bazen. elbette öz diye bir şey var. hani emin olduğumuz şeyler; 'ben katil olamam' 'merhametsiz olamam' 'ben sabırlıyımdır' vs. öyle anlar gelir tanıyamazsınız kendinizi. o halde durumlar hiç bir koşulda değiştirmemeli tavrımızı asla. bu ne kadar mümkündür? ama kötü bir şey değil bu kanımca. gayet olağan. böyle söylerken radikal değişimleri kastetmiyorum. sadece hayatta her şey olabilir diyorum. kötü olan şu bence; insanın kendini mutlak bir inançla tanımlaması, tereddüt etmeden inanması. ne dürüsttür ne de akıllıdır bu çeşitleri. bu yüzden kimse kendini tanıma ve tanımlama mecburiyeti ve gayreti içinde olmamalı. bu beyhude bir çabadır. üstelik önemli ve gerekli değil. kendini tanımlayamayanlar olarak hiç bir eksiğimiz yok. hani o erdem dedikleri belki de budur. bir de götünden haberi olmayan tipler vardır. ama o konuya şimdilik hiç girmiyorum. had bilmek ise tamamen farklı bi konudur.
daha güzel bir dünyada yaşamak mümkün, bunlar bizim kaderimiz değil demek varken, o halimize şükrettiren psikopat mailleri bile birer ibret, ibadet yada teselli olarak görmekle yetinmeyip başkalarının mail kutularına koyup rahatlamak da bu düzenin devamlılığını sağlama amacına uygun ve etkili bir yöntem.