zorunlu tanım: yandaş medyanın ülkemiz porno sektöründe neden bu kadar geri kalıyor sorusu üzerine, memleketçe porno sektörünü ihya etmek için başlattığı çılgın projedir.
yeni türkiyenin yeni demokrasi biçimidir. oy verip meclise yolladığımız adamların, işçiler ve köylüler gibi dayak yediği yeni bir türkiyeden bahsediyoruz. meydanlarda milli irade diye bağıranların, milli iradenin başına çekiçle vurduğu bir memlekette hala güçlü bir demokrasinin inşasından, 2023 hedeflerinden bahsedilmesi akıl hastalığıdır.
AKP Gaziantep milletvekili Ali Şahin'in mecliste başından çekiçle yaralanan ertuğrul kürkçü hakkında attığı tweettir, çok çirkindir, yuh mına koyim dedirtir.
fetocu polislerin delilleri yok ettiğinin kanıtıdır. demek ki neymiş akepeliler bile elde delil olmayınca insanları suçlayamıyormuş ama f tipi yapılanma kendisinden olmayanlara yıllarca en ağır şerefsizlikleri hiç çekinmeden isnat edebildi.
akhun imparatorluğunun emevi ordularına karşı direnişiyle ünlenmiş son büyük hükümdarlarından. 700 yılından itibaren maveraünnehir'e yönelen arap saldırılarının hepsini kırmış, sasani hanedanının sistan eyaletinde tekrar kurulmasına yardımcı olmuş ama sonunda hileyle alt edilip idam edilmiştir.
(#25749716) burjuva yaşantısının ruh halinden doğan, toplumun asıl meseleleri üzerinden kaynaklanmayan gelip geçici ve yararsız meseleler ve meşgaleler üzerinden oluşan hoşnutsuzluk halidir.
alevilik ve orta çağ islam tarihi üzerine büyük araştırmalar yapmış bir bilim adamıdır kendisi. mevlana'nın moğollarla işbirliğinden tutunda şems-i tebrizinin hasan sabbah'ın dailerinden(davetçi halife) biri olduğuna kadar çok ilginç tarihi gerçeklikleri ortaya çıkartmıştır.
ismail kaygusuzun araştıma-inceleme kitapları:
onar dede mezarlığı ve şeyh hasan oner , arkeoloji ve sanat yayınları, istanbul-1983
musahiblik, alev yayınları, istanbul-1991(genişletilmiş 2.baskı, alev yay.istanbul, 2004)
alevilikte dar ve pirleri, alev yayınları, istanbul-1993
alevilik inanç kültür ve siyaset tarihi i, alev yayınları, istanbul-1995
görmediğim tanrıya tapmam, 2.baskı, su yayınları, istanbul, 2009
hünkar hacı bektaş veli, alev yayınları, istanbul-1998
alevilik, diyanet siyaset, alev yayınları, istanbul- 2004
hasan sabbah ve alamut (öğretisi,tarihi, felsefesi), su yayınları, istanbul-2004
anadolu bilgeleri (anadoluyu aydınlatan düşün ve eylem adamları), su yayınları, istanbul-2005
islam imparatorluklarında iktidar mücadeleleri ve aleviliğin doğuşu, su yayınları, istanbul-2005
müslümanlık ve hristiyanlığın inanç öğretilerinde öteki gerçekler, su yayınları, istanbul-2006
abdal musa sultan velâyetnamesi, karacaahmet sultan derneği yayınları, istanbul, 2008
makalat-ı şeyh safi, alevi akademisi yayınları, ankara, 2009
ummül kitab, demos yayınları, istanbul, 2009
romanları:
son görgü cemi (roman), alev yayınları, istanbul- 1991
kentin kızı plankia magna (roman), alev yayınları, istanbul-1997
pergenin kızı plancia magna (tarihsel roman), 2.baskı, arkeoloji ve sanat yayınları, 2008
savaşli yillar 1-2, son görgü cemi/çileli günler (roman), alev yayınları, istanbul, 2006
tiyatro oyunları:
silvanlı kadınlar, alev yayınları, istanbul-1999
satılık (evlilik oyunu),alev yayınları, istanbul-1999
kısır, alev yayınları, istanbul-1999
pascal ile stephanie (pariste bir kafe tiyatronun doğuşuna katkı), alev yayınları, istanbul-1999
plankia magna, alev yayınları, istanbul-1999
oğlan şeyh maşuki duruşması, alev yayınları, istanbul-1999
baba erenler, alev yayınları, istanbul-1999
dünya mülkü halkındırdedi baba resul, alev yayınları, istanbul-2001
arkeolog (baskıya hazır)
insanoğlu çifttir/july ile jale (baskıya hazır)
anı-öyküler:
darbe günleri (üniversite ve bilim-araştırma çevresinden yaşanmış öyküler ve anılar), alev yayınları, istanbul-2001
dünden bugüne alevi olmanın bedeli (yaşanmış öyküler), alev yayınları, istanbul-2004
şarabi öyküler, su yayınları, istanbul, 2008
Bizce önemli bir belge olarak ortaya çıkan şiirin, Türk tarihçileri tarafından görülmediği, görülmüşse de önemsenmediği anlaşılıyor. Osmanlı tarihyazıcıları kadar, çağdaş Türk tarihçileri için de doğru olan,Yavuz'un çevresinde seferin günlüğünü (Ruzname) tutan Haydar Çelebi ve Şah ismail'den kaçıp onun hizmetine girmiş iranlı ulema takımından Hasan Can'dan nakleden oğlu Hoca Sadeddin'in anlattıklarıdır. Şah ismail Hatayi bu 16 dörtlükte, kendisinin de hücum hattı içerisinde göğüs göğüse çarpıştığı Çaldıran savaşından önemli bir kesiti vermektedir. Uğruna canını vermiş, "musahibim" dediği
Sultan Ali Mirza'nin yakalanışı ve Osmanlı Padişahı Yavuz Selim'in huzurunda sorgulanıp, cellatlara nasıl parçalatıldığını çok duygulu ve etkileyici biçimde, yedi heceli dizelerle destanlaştırmıştır.
Sultan unvanını taşıyan ve sadece bir Afşar Türkmeni olduğu bilinen Ali Mirza, öyle görünüyorki Gilan'dan beri onun çok yakınında bir kimseydi. i. Hakki Uzunçarşı'lının tanımladığı gibi sadece, "Şah'ın maiyetindeki zabitlerden biri" değildir. Şah ismail Hatayi, Muhammed-Ali'den, Ehlibeyt, Oniki imamlar ve Hacı Bektaş'dan başka hiçkimseyi nefeslerine, şiirlerine konu edinmemiştir. Büyük mutasavvıfların adlarını elbette zaman zaman yadetmiştir, ama içlerinden hiçbirine bir şiiri ya da destanını ayırmış olduğuna biz rastlamadık. Onu çok sevdiği ve yitirdiğine çok fazla üzüldüğü için bu şiiri yazdığı anlaşılıyor.
Şiirin Açıklaması Ve Verdiği Farklı Bilgiler:
Şiirde olaylar "ben" ile birlikte, daha çok "o" şahıs zamiri kullanılarak, yani üçüncü kişinin, ağzından anlatılmıştır. Çaldıran savaşının irdelenmesine geçmeden önce şiirde anlatılanların daha iyi anlaşıkabilmesi bakımınından, onu düzyazı biçiminde vermeyi deneyelim:
"Alay alay gelen Osmanlı askerleri, koşaraktan sıraya girdiler. ikinci topun patlatılmasından(tüm savaş topları) sonra ona (Şah'ın kendisine) saldırdılar. Askerler taşlarla örülü bir duvar gibi sıralanmış tüfeklerinin çakmaklarını kurarken, o kâfir Melhuçoğlu (Malkoçoğlu Tur Ali Bey,i.K.) Şah'ın üstüne doğrulayıp, hücuma geçti. Her taraf kızıl kan çalkalanıyordu.
Melhuçoğlu'nun kılıç vuruşunu, Şah kalkanla karşıladı. Zaten anında atına binince yezitler (Sünni Osmanli askerleri i.K.) şaşkına dönmüştü. Ardından düşmanının kellesine öyle bir vurdu ki, kılıcı vücudunu ikiye bölüp ata ulaştı." "Melhuçoğlu attan düşünce Şah atını çevirip geriye kaçtı. Bunun üzerine beşyüz elli tüfekçi, bağıra çağıra Şah'ın ardından koştular. Ulaştıklarında onun yerine, Sultan Ali Mirza'yı kavganın ortasında yakaladılar." "Dört yanını çevirip onu aralarına alınca, ciğerim yandı, çok üzüldüm. Sultan Ali imirzam'ın ellerini bağlayıp ata bindirdi ve inkar'in (Alevi inancına düşman Yavuz Selim kastediliyor i. K.) katına çıkardılar. Yavuz Selim, Sultan Ali Mirza'nin yüzüne bakarak onu sorgulamaya başladı:
"YAVUZ: 'Ciğerimi yerinden söken, beni bu kadar öfkelendiren adam, sen hala sağ ve esen
misin? Kahrolası koca arslan, sen misin Şah dedikleri? (Koca Haydar, diye Şah'ın babasının adıyla hitap etmiş gibi görünüyorsa da, izleyen konuşmalar; haydar'ı arslan anlamında kullandığını gösteriyor. i.K.)"
"ALi MiRZA: 'Elif gibi doğru ve uzun boyum ve iskender'inki gibi bir yüzüm var. Yani Şah'a benziyorum, ama ben haddimi bilirim; Şah değilim, Şah'ın kurbanıyım, ona kurban olurum ben."
"YAVUZ: 'Seni atından indirip, eziyet ederek gül benzini soldurmuyayım. Gel inat etme. Şah'a şek getir; yani o olduğunu farzet, onu yadsı ve Şah olduğunu söyle. O zaman boynunu vurdurtmam, seni bağışlarım."
" ALi MiRZA: 'işte yanındayım. Ama, sana değil ben Tanrıma sığınırım. Senin canına lanet olsun; ben ne Pir'imi yadsır ve ne de kendimi onun yerine korum."
" Bunun üzerine Yavuz öfkeyle: 'Neredesiniz cellatlarım? Şunu atından indirip, önce eziyet ve işkenceyle soldurun yüzünü. Sonra vurun boynunu öldürün' diyerek Sultan Ali Mirza'yı cellatlara teslim etti.""Cellatlar oradan, Sultan Ali Mirzam'ı alarak ayrıldılar. Onu parça parça ederek, sevdiklerinin de ciğerini dağladı, onları acılara boğdular."
"O, Mervan işi işlemedi; kendi başını kurtarmak için, başındaki Şah'ına ihanet etmedi, hakkında
bilgi vermedi. Gönlümüzde bir cennet kuşuydu o, uçtu gitti. Bütün bu bilgiler, bizzat olayı
işitenlerden çıkıp, yayılmıştır."
"Ah! Çaldıran olmaz olsaydın; toprakların çatlayıp kurusun, çöle dönüşesin. Kendisine altın
kadehle şarap dolduran musahibi Sultan Ali Mirza'yı, senin toprağın üzerinde düşmana kaptıran
Hatayi artık ağlar gezer oldu."
Cami ve Cemevinin kökeni aynı, ama içinde yapılan tapınma ritüelleri farklıdır:
Muhammed peygamber 622 yılında Medineye göçedince, tapınmalarını yapmak ve her türlü toplumsal ve güvenlik sorunlarını konuşmak için geniş bir avlu yaptırdı. Tapınma sırasında, yani dua ederken yüzler Kudüs yönüne çevriliyordu. Muhammed Mekkeden gelen müslümanlarla (muhacir), bir yıl önce Kırklar arasından nakip olarak gönderdiği 12 kişinin
Medinede islama çevirdiği yerlileri (ensar) burada kardeşleştirdi. Tapınma törenlerinin bir parçası olarak, ortak çalışıp, kazancı ortaklaşa kullanmak ve bölüşümcülük temelinde ömür boyu ailecek sürdürülen yol ve inanç kardeşliğiydi bu. Ortodoks tarihçilerin Muahat Akdi (Kardeşlik Anlaşması) adını verdikleri bu tören, Alevi toplu tapınması Görgü Ceminin en önemli kurumu Müsahipliğin temelidir ve kesintisiz aynı ilkeler bağlamında ikrar verme, yola girme, yol kardeşi olma ritüelleriyle günümüze değin sürmüştür. Bu ilk toplanma, cemolma yerinin adı cami değil, mescid (secde edilen, ibadet yapılan yer) idi. Alevilerin tapınma yeri olan Cemevi/Meydanevi, bu ilk Kuba mescidinin işlevlerini sürdürmektedir. ibn isak vb. gibi 9.yy. Siyar yazarlarının geniş hayal güçleriyle yarattıkları ve Arap dilinin ilk edebiyat örneklerinden olan Miraç öykülerinde anlatılan Beş Vakit namazın öyküsü varyantlarının bir gerçekliği yoktur; sözde elli vakitmiş de Musa Peygamberin uyarısı üzerine Muhammed Tanrıya yalvararak 5e indirmesini sağlamış. Üstelik 13.yy. Latinceye çevrilmiş bir Miraç kitabında Musanın delaletiyle 500den 50 ve sonra 5 vakite indirildiği yazılıdır.
Billindiği gibi Görgü Cemi ya da Cemlerinin bir diğer adı da Kırklar Cemidir. Alevi inanç geleneği, talibin Muhammed-Aliyoluna girmesi olan ikrar verme, kardaşlık/musahip tutma ve görülme sorulma törenlerini yapıldığı Görgü Ceminin Muhammedin Miraçtan döndüğünde Kırklar Cemine kabul edilişine bağlamaktadır.
Abdülbaki Gölpınarlı şu saptamayı yapar:
Bektaşilerde nasip alan, yani ikrar veren kişinin girdiği törene, bu törenle manevi aleme ağmak amacıyla Miraç derler. Nasip alan kişiyi tören bittiğinde Miracın kutlu ya da mübarek olsun diye kutlarlar. Alevilerin musahib kavline girişlerinde de Miraçlama dedikleri nefes okunur.
Sünni ve Şii geleneğinde Mirac olayı , biçimi ve sayısı üzerinde çok sayıda rivayet vardır. BiriMekke, diğeri Medinede olmak üzere en az iki kez Muhammedin Miraca çıktığından tutunuz da, Peygamberin, ikisi Mekkede, 118i Medinede olmak üzere tam 120 kez Mirac yaşadığına dair bir hadisten bile söz edilmektedir.
Kuranın XVII. ve LIII. surelerinin sadece iki ayetinde geçen Miraç (yukarı çıkılacak araç, merdiven anlamında) olayının Alevi-Bektaşiler tarafından yapılan yorumu Sünni ve Şiilerinkinden çok farklıdır. Cebrail tanrının kendisine görünmek istediği haberini getirir. Yıldırım gibi hızlı uçan kanatlı at, Buraka binerek göğe yükselir. Muhammed kendini Kudüsde Süleyman Peygamberin tapınağı (Kuranda Mescid-ül Aksa adı geçmektedir) üzerinde uçarken bulur ve nurdan bir merdiven görür. Ve merdivene tırmanarak tanrıyla buluşmaya çıkar. Yedinci kata çıktığında, Tanrı katına varmadan önüne heybetli bir arslan çıkar, bu Alidir. Kükrer bırakmaz onu. (imamlardan rivayet edilen Şii Mirac anlatılarında da Peygamberin çeşitli biçimlerde Ali ile karşılaşması vardır; ama sadece Anadolu Alevi geleneğinde Aliyi arslan donunda gördüğü alatılır) Peygamber arslandan çekinir; mühür yüzüğünü (hatem) ağzına vermesini fısıldar kulağına Cebrail. https://galeri.uludagsozluk.com/r/676380/+
imam Cafer-i Sadık Buyruğunda, yüzüğünü ağzına verdi, onda nişan kaldı. Andan (arslan) sakin oldu. Seyyidi (Muhammed) Sidret-ül Müntehaya erişti. Dost dosta kavuştu. Doksan bin kelam söylendi... denilmektedir.
Hatayi, Muhammedin genç ve mahbub bir delikanlı donunda göreceği tanrısına kavuşmasına izin veren, hatta rehberlik eden arslanı şöyle tanımlar:
Yedinci felekde Arslan görünen
Hatemin ağzına verip sır eden
Gelip Kırklar ile Cemde bulunan
Cümlesine serdar olan Alidir
Başka bir versiyonda ise, Sidret-ül Müntehada perdenin arkasından yeşil benli elini uzatıp
gel habibim, ben bu evreni senin yüzsuyu hürmetine ve senin sevginden dolayı yarattım
diyen tanrıyı Alinin donunda gördüğü anlatılır. Muhammed Miraç dönüşünde Kırklar sohbetteyken kapılarını çalar. Burada geçtiği anlatılan konuşmaları ve olayları dinlememiş ve bilmeyen Alevi can yoktur. Ali çıkarıp yüzüğünü (hatem) geri verince, onun büyüklüğünü tasdik edip:
Ey ashaplar gerçek Alidedir; Aliye varın, ondan isteyin dileklerinizi der. http://1.bp.blogspot.com/...1600/allahn_aslan_ali.jpg
Kırklar ikrar verip ikişer ikişer musahib tutarak, Aliye talip olurlar. Muhammed de Cebrailin rehberliğiyle Ali ile musahib olur. Yer gökle, Cebrail Adem peygamberle, Muhammed Ali ile musahiptir artık. Alevi inanç söylenceleri arasında çok önemli bir yeri olan bu göksel Kırklar Meclisi olgusu, Peygamberin islamı yaymaya ve yaşatmaya çalıştığı 12-13 yıllık Mekke dönemindeki kendisine bağlı inananlarla yaptığı gizli toplantıların, toplum bilincinde kutsanıp mitoslaştırılmasıdır.
Bunun ilk örneğini 8.yüzyılın ortalarında imamların bilginlerinden Muhammed Bakır döneminde yazılmış Ummul Kitabda Adem yaratılmadan onbinlerce yıl önce (yaratılış ötesinde) nurdan insan biçimliTanrının organlarını oluşturan yaratılmamış Ehlibeyt beşlisi dışında onlara bağlı ve 12 nakib, 28 necib tanımlamasıyla (kırklar) 1000 renkli Beyazlık denizinde yaşayan, farklı renklerde nurdan ruhsal varlıklar olarak olarak anlatılır.
Tanrı hepsinde de görünüm alanına çıkar; ancak Ehlibeyt Beşlisi dışında sadece Salmana tanrısallık bağışlamış ve onu kendine vekil yapıp Şeytanı altetmiştir. Bu kırk nurdan ruhsal varlıklar Salman, Mikdad, Abu Zer, Ammar vb. verilen adlar göstermektedir ki bunlar, Peygambere ilk inanan gerçek Kırklardan başkası değildir. Mekkede ilk islam topluluğunun tapınma yeri yoktu. ibn Hişamın (ö.828) Siyar-ı Nebisine (s. 159, 190) göre, islam Peygamberi yaklaşık 13 yıllık Mekke döneminde, ancak yarısında tamamladığı kadınlı erkekli kırk kişilik inananlarıyla kendi evinde, Mekkenin en dar ve gizli sokaklarında bulabildiği uygun bir mekanda ya da bir mağarada tapınma düzenlemeye başlamıştı.
Akşam, gece ve sabah olarak bildirilen Tanrıya dua etmeyi/tapınmayı, anlaşılıyor ki, putperest Mekkelilerin ağır baskıları yüzünden, kendilerini güvencede hissettikleri ya da güvenceye aldıkları zamanlarda akşamdan başlayarak sabaha kadar toplu tapınma biçiminde yerine getiriyorlardı. ibn Hişamın verdiği bilgiler, 9.yüzyılın ortalarında yazılmış ikhvan-as Safa Risaleleri tarafından desteklenmektedir.
Bilginler Miraç olgusu ya da mucizesinin tarihi olarak, Muhammedin peygamberliğinin 6.yılı yada Hicretten 4 yıl önce, yani 618 olması gerektiği ki 620 diyenler de bulunmaktadır- üzerinde anlaşırlar. Birincisi, 616 yılı Kırkların, yani ilk islamların sayısının kırka tamamlandığı tarihtir. Artık Kırklar Meclisi kurulmuştur. Yukarıda söylendiği gizli yerlerde geceleri cem olup, hem gizlice ibadetlerini yapıyor hem de gündüz bulabildikleri, çeşitli biçimlerde sağlayabildikleri günlük yiyecek ve içeceklerini paylaşıyor.(Simgeleşen bir üzüm danesinin bölüşümünü düşünelim.) Kuşkusuz yarınki yaşamları ve islamı yayma hizmetlerinin planları da konuşulup tartışılıyordu.
Ayrıca bu tarihten itibaren islam peygamberi ve ilk islam inananları üç yıl boyunca Mekke aristokratlarının sürgün ettiği Şeb-i Abi Talib adıyla anılan bir vadide ekonomik ambargo altında açlık sıkıntısı çekerek ve her an ölümcül bir saldırı bekleyerek yaşamaktaydılar. Muhammedin Mekke yılları, kendisini ve kabilesinin, islama ilk inananların, en sıkıntılı ve baskı gördüğü yıllardır; büyük yoksulluk ve açlık çekiyorlardı. Çünkü, 620 yılı başlarında varlıklı karısı Hatice ve hemen arkasından, Müslüman olmamasına rağmen, kabile yasalarına göre, kendisini koruma altına almış olan amcası Ebu Talip de ölmüş bulunuyordu. Yine kabile geleneklerine göre talep ettiği aman hakkını Mekkede hiçbir aileden alamayınca, Taife göç etme girişiminde bulunmuş; ama taş ve sopalarla karşılanmıştı. Muhammed Şeb-i Abi Talip sürgününden, ölen karısı Haticenin akrabalarının verdiği aman hakkı ile Mekkeye geri dönebilmişti.
Bu tarihte sayıyı tamamlayıcı olarak Kırklara karışan kişinin adını merak etmektesiniz ya, duyunca da Aleviler olarak şaşıracak, inanmıyacaksınız. Onu, inanç geleneğimizdeki Kırklara karıştırmak değil, kapısına bile koymazsınız; çünkü hemen Ebubekirin halife seçimi sırasında Aliye ve özellikle Fatimaya yaptıklarını anımsayacaksınız. Oysa bu sahabi, Ortodoks islamın en adaletli halifesi olarak büyük saygınlık sahibidir. Bu kişi Khattab oğlu Ömer idi. Bildiğiniz gibi Muhammedi öldürmek niyetiyle evinden çıkan ve Mekke ticaret aristokrat aileleri arasın gücü ve savaşçılığıyla tanınmış 27/28 yaşlarındaki Hattab oğlu Ömer, kızkadeşinin direnişinden etkilenerek Peygamberin yanına müslüman olmak için gelir. Ancak Ömerin kırkıncı kişi olarak islama girmiş olması, Muhammedi ve kabilesinin üç yıllık sosyal ve ekonomik ambargo altına alınmasını engellemez.
ikhvan as-Safa (IV.Risale 16.kısım) bir küçük paragraf içinde şöyle söylemektedir:
Muhammed ilk kez misyonuna, yani peygamberliği yayma eylemine Hatice ile başladı, sonra vasisi Ali, dostu Ebubekir, Malik, Abuzer, Şuayp, Bilal, Salman, Cubeyr, Basir ve diğerleriyle, bir kadın 39 erkekten oluşan bir topluluk oluncaya kadar sürdürdü. Peygamber, ya Abu Cehilin ya da Ömerin din değiştirerek islamın güçlendirilmesi için Tanrıya yalvardı ve kırk kişi oldular; o zaman yüce davayı açığa vurdular (izharu d-dava)...(Yves Marquet, La Philosophie Des Ikhwan al-Safa, etudes et documents, Alger, 1973, s.373)
ilk Kırklar arasında adı geçensahabilerden Ebubekir ile Ömerin Ummul Kitabta 12 Nakib ve 28 Necib arasındabulunmamaktadır. Ayrıca Kolayni Al Kâfisinde, imam Bakırın Salman, Mikdad, Abu Zer, Ammar Yesari vb. bazı isimler vererek, diğer sahabilerin din kurucusu Dedesine ihanet ettiklerini söylediğini yazmaktadır. Dahası Ömer bin Khattab, Medinede ilk Cemde, yani ilk toplu tapınmada ikrar verip Ensardan biriyle yol kardeşi (musahip) olmuştu. Peygamberin dünyadan göçmesiyle, cenazesini bile kaldırmadan ikrarlarından döndü herikisi de. ikhvan as-Safa Kırklar Meclisini, Ummul Kitap gibi yaratılış ötesine götürmüyor, onu tarihsel nesnelliği içinde ve çok gerçekçi değerlendirmektedir.
Bu Meclisin kuruluş amacı, Mekke ve Medinedeki inançsal, sosyal, ekonomik ve siyasa işlevler ve ilişkilerin temelinde tüm insanlığı kapsayan evrensel devlet-toplum tasarımı geliştirmiş bulunuyordu. imam Cafer Sadık Buyruğuna sınıfsız bir toplumun yaşadığı Rıza Kenti olarak yansımış bu tasarım, Fransızcaya Cité Spirituelle (Ruhsal yada manevi kent ya da devlet) olarak çevrilmiş; dinsel inançlardaki ruhsal yaşamın, cennette ölümsüzleşen sonsuzluk hedefi üzerine kurulmuş mükemmelliğe-olgunluğa ulaşması için tüm özellikleriyle cennetin nesnelleşmesi, dünyaya taşınmasıdır bu tasarım.
Dünyayı ve insanlığı bozulmaktan ve bozan kötü nesillerden (baş hedef Abbasiler olmak üzere tüm baskıcı yönemtimlerden) kurtarmak için din ve inançlar konuşunda biliçli ve gerçek bilimleri özümsemiş bu alanlarda yetişmiş eğitimli, deneyim sahibi kardeşlere (ikhvan) gereksinim vardır ve dinler, ancak karşılıklı konuşup tartışmak ve yardımlaşmakla yüceltilebilir (Risale I,100, 140; Risale IV, 126)
Bu devlet tasarımının başında zamanın imamı vardır diğer hiyerarşik organlarından dört Abdal dört meleği temsil eder ve Hüccet ya da baş Dai makamındaki kişinin başkanlık ettiği en önemli organ kırklar meclisidir. Sonra dört yüzler ve onları eğitip yetiştirdiği dört binler gelir... Yesribli (Medine) hacılar aracılığıyla, Üç Akabe Biatı anlaşma ve konuşmaları sonunda, 622 yılında Medineye göç etti Muhammed. Kırklar Meclisi, bu baskı ve sıkıntılı çok gizli çalışmalar gerektiren yıllarda oluşturulmuş ve görev yapmıştır.
Başlarında 2022 yaşlarındaki Alinin bulunduğu, hem Peygamberi koruyan (Alinin, Peygamberin evini basarak öldürmeye gelenlere, onun yatağında yatıp, hayatını ortaya koyarak karşı durduğunu anımsayalım), hem çeşitli yollarla abluka altındaki Müslümanlara yiyecek içecek sağlayan ve Yesriblilerle ilişkileri geliştiren; etkinliklerini ve toplantılarını gizli yürüten bir örgüttü. Muhammedin miraç dönüşünde ilk kez bu meclise uğrayıp, yaşamış olduğu göksel visionu onlara anlatması ve onlardan Tanrıyı gördüğünü herkese yaymalarını istemesi de misyonun bir parçasıdır. Bunların arasından oniki kişinin tebliğci olarak Hicret olayından önce Medineye gönderilip, onlara islamı öğrettikleri, orada bir Müslümanlar kolonisi kurdukları biliniyor.
Kırklar Meclisi, etkinliklerini ve toplantılarını gizli yürüterek Yesriblilerle ilişkileri geliştirmişti. Mekke gibi zengin ticaret toplumunun, kutsal inançları ve tüm değerler sistemini altüst eden islam dininin ilk mensupları, elbetteki gizli bir örgüt gibi çalışacaktı. Bu bağlamda araştırmacı ve tarihçilerin, olayın bu yönünü görmek istemeyip, Kırklar Meclisini ya toptan yadsımaları, ya da hayali göksel meclis gibi değerlendirmelerini doğrusu yadırgıyoruz. Bu gizli meclis, özellikle Mekke ticaret aristokrasisi dışındaki yoksul kabile mensuplarını, Bedevileri ve yerli-yabancı emekçi köleleri islama çekebilmeleri için, yeni ve eşitlikçi, paylaşımcı bir sistemi öngören inanç ve toplu tapınma kuralları yaratmışlardır. Bu bir avuç insan, din kurucusunun önderliği ve kendilerini güvencede tutacak bir hizmet dağılımında, gizlice toplanıp, tapınıyor; konuşup, tartışıyor ve kendi kendilerini eğitiyorlardı. Öbür yandan Hicret (göç) etmeye karar verdikleri, Yesrib (Medine) tarımla uğraşan bir kabileler konfederasyonuydu ve toprağı ortak kullanıyorlardı.
Ayrıca bazı kabileler Musevi olduğu gibi aralarında yaşayan Hırıstiyanlar da bulunuyordu. Bu nedenlerden dolayı, sığınma durumunda kalacakları bu topluma uygun değerler de geliştirmeliydiler. Böylece Kırklar söylencelerinde günümüze kadar ulaşan (simgesel) bir üzüm tanesini kırka bölmek ya da ezip şerbet yaparak, kırk kişinin tatmasını sağlayacak bir bölüşümcülük ve birine neşter vurulunca hepsinde aynı acıyı duyuracak, kan çıkartacak kardeşlik ortamı oluştu bu mecliste.
içlerinde ZerdüştlüğüMazdekizmi, Maniheizmi, Musevilik ve Hıristiyanlığı çok iyi bilen, bu dinlerin bir kısmına girip çıkmış Selman-ı Farisi gibi bir bilge öğretmen ve annesi Bizanslı bir köle olan Musab b. Umeyr gibi bir başka tebliğci öğretmen de vardı. Bu sonuncusu, Peygamberden önce Medineye gidip, orada bir islam cemaatı kurarak ortamı hazırlayanların başında geliyordu. Demek ki, ancak Kırklar Meclisini gökten yere indirip, tarihsel nesnelliğe kavuşturduğumuzda, görgü cemi ve musahiplikle köken ilişkisi, akılcı bir taban bulur.
Bu dönem karanlık içinde bırakılmış, aydınlatılmış değildir; Alinin ve Salmanın Kuran yorum ve çeviri çalışmaları ortalarda yoktur. Her inen ayeti ilk okuyup öğrettiği kişilerden olan Ali ile Salmanın ki onun bazı ayetlerin anlaşılır kılınmasında Peygambere yardım ettiği de bilinir, bunun için kendisine yersel Cebrail adı verilmiştir- onları yazıp kitaplaştırmadığı düşünülebilir mi?
Yukarıda adını verdiğimiz imam Bakır döneminde kaleme alınmış Ummul Kitabda imam
Aliye atfedilen Kitabul-ikhbarat (Haberler/Hadisler Kitabı) (f. 162) yazarı verilmeyen Kitabi ma Ahli Beyt (Bizim Ehlibeyt Kitabımız) (f. 7) Ve yine yazarı belirsiz Kitabhayi nihani (Gizli Kitablar) (f. 206) isimli kitap adları geçmektedir.
Aleviliğin toplumsallaştırılmış tapınma kurumlarının tümünü içinde barındıran Cemin değerlendirilmesine geçmeden önce tapınma, yani ibadetin ne olduğu üzerinde birkaç söz etmek gerekir. Tapınma sosyo-psiklojik anlamda, toplumun üst yapısını oluşturan değerler ve kültür kat(man)larından din ve dinsel inançların temel ögesidir; bireyin, dinsel inancının Tanrısına yaranması, yani kendisini iyi bir kul olarak kabul ettirebilmesi için açığa vurduğu davranış ve eylem biçimlerinin tamamı olarak tanımlanabilir. Bir başka söylemle, inanan ve kendisini ona kul gören bireyle, Tanrısı arasında bir anlaşma-uzlaşma sağlamak, bir bağ kurmak için eyleme sokulan davranış biçimlenmelerinin tümüdür tapınma. Birey bunları uygularken, Tanrıya kendini daha yakın duyumsayarak, kazandığını düşündüğü yücelikle içsel ya da ruhsal dünyasını doyurduğu gibi, yaşadığı toplumda bir üstkişilik belirlemesi yapar. islam bilginlerine göre de, yani dinsel anlamda ibadet, ruhun temizlenmesi için araçtır. Tapınmanın Arapçası ibada/çoğ.ibadat ile abd/çoğ.ibad ( yani kul-köle) sözcüklerin türdeş
olmasıyla da tapınılan tapınan ilişkisi kurulur.
Böylece ibadet, ibad (yani, kullar, yaratılmışlar) tarafından yapılan ritüellerin genel adı oluyor; bu etkinliklerin en açık belirleyicsi de dua etme/niyaz etme, yalvarma/yakarma,çağrı anlamlarına gelen salat (Ancak bunun yerine, Arapçanın konuşulmadığı ülkeler dışında dışında Farsça karşılığı namaz, Afganistanda nmuz kullanılır; W. Montgomery Watt, Muhammed in Medina, London, 1956, s.304) deyimidir. Salât sözcüğü Kuranda tam 85 kez geçtiği halde, beş vakiti belirleyen hiç bir açıklama yoktur. Sadece fecr (sabah), maghrib (günbatımı, akşam) ve isha (yatsı) vakitleri için bazı dolaylı göndermeler ya da söylemler vardır. Peygamberin dünyadan göçüşünden 150-160 yıl sonra zuhr (öğle) ve asr ikindi) vakitleri eklenerek Abbasi yönetimi (fıkıhçıları) tarafından beş vakit resmileştirilmiştir.
Bu dönemde Abbasi din bilginleri hadisler ürettikleri ve şeriat yasaları (fıkıh) külliyatı çıkardıkları dönemde üç vakit duaya öğle ve ikindi eklenerek beş vakit salat olarak son biçim verildi. ibn Hajar Hadis Külliyatında (4.Vol. s. 238) anlattığına göre, Abu Darda bir misyoner görev üstlenerek Bağdaddan, üç vakit olarak bilinip uygulandığı Medineye geldi; beş vaktin nasıl düzenlenerek oluşturulduğunu Medinelilere gösterdi ve Bagdada döndü. Gerekçesi de Peygamberden iki vakit daha eklenmesini rivayet etmesiydi. Oysa Abu Davut ve Nissai, Ammara bin Ruvebanın Muhammed peygamberin sabah ve akşam Tanrıya salat eda eden müminin cehenneme gitmeyeceğini söylediği rivayetinden sözederler. Büyük Hadis toplayıcılarından Buhari ve al_Müslimde salat ve vakitlerine ilişkin birbirinden farklı yorumlar bulunmaktadır. (Aktaranlar Richard Bell, The Origin of islam, London, 1968, s.142; Mümtaz Ali Taceddin S. Ali, Three Times Salat or Dua, http://www.ismaili.net )
islam şeriatının tapınması bireyseldir; korkulan bir Tanrının zulmünden korunmak, yalvarıp yakararak bağışlanmak ve ödüllendirilmek ister inananlar. Öyle bir Tanrıdır ki, iyiliği de kötülüğü de o verir; insana hem kötülük yaptırır, günah işletir ve hem de işlediği günahtan ötürü cehennem ateşinde yakar!
Ancak kulları, kendisi için vakit namazları, oruç, hac vb. bazı biçimsel davranış ve hareketler olan ibadetleri yerine getirdiği zaman onu bağışlayacaktır. Kul her türlü ahlaksızlık, yalancılık, dolandırıcılık yapacak, yoksulu sömürecek, öksüzün-yetimin hakkını yiyecek ve sonra tövbe edip ibadete başlayınca, hatta iki rekat nafile (yani fazladan) namaz kılınca Tanrı onun bağışlayıp ödüllendirecektir. Ne kolaylık değil mi? Günümüz emperyalist ve küresel kapitalist sistemleri hiç kuşkusuz böylesi Tanrının varlığına-Birliğin sahip çıkacak ve sonuna kadar savunacaktır. Alevilik tapınmayı bireysellikten çıkarmış, anlamını değiştirmiştir. Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız ibadet anlayışı ve bu türden tapınmalar bekleyen bir Tanrı inancıyla, Aleviliğin, yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur. Alevi canın Kuranı da Rahmanı da insandır, tapınması onadır; gördüğüne tapar, hayale değil. Bunu biz değil
aşıklarımız-ozanlarımız söylüyor:
Mülk yaratıp dünya düzen ol bahçevan heman benem
Halk içinde dirlik düzen dört kitabı doğru yazan
Ağ üstüne kara düzen ol yazılan Kuran benem
...
Kafirdürür inanmayan evvel ahir heman benem (Yunus Emre);
Her ne yerde gökte var ademde var
Her ne ki yılda ayda var ademde var
Ne ki elde yüzde var kademde var
Bu sözü fehmetmeyen adem davar (imadeddin Nesimi);
Minareye çıkıp bize bağırma
Haberimiz vardır sağır değiliz
Sen kendini düşün bizi kayırma
Allahla biz ayrı gayrı degiliz (ibreti).
Doğrudur, ama bu fiziksel ya da biyolojik birliktelik değil; tanrısal özün insanda saklı oluşudur. Bu öz imam Alide, Ehlibeyt beşlisinde, imamlarda büyük velilerde tecelli ettiği gibi, insan-i Kâmilde, insanlığa hizmet eden her gerçek insanda görünüm alanına çıkar... Kaygusuz Abdalın dediği gibi, Eşya-yı mahlûk Halikten ayrı degüldir (yani yaratılmış nesneler-maddeler, yaratıcısıyla birdir; ayrı olamaz....
Alevilikte görünmez Tanrıyı memnun ederek onunla anlaşmak ve öte dünyada cehennem ateşinden kurtulma kaygısı ya da cennetten güzel bir yer kapacak olmanın sevinci yoktur.
iŞTE BUNU SÖYLEDiĞiMiZ iÇiN SALDIRIYOR KÜRT MiLLiYETÇiLERi HALK CEPHESiNE
GERÇEKLERi SiZE YiNE YENiDEN ANLATACAĞIZ!
Kürt Milliyetçileri günlerdir Halk Cephesine saldırıyor
Emperyalizme saldırmadığı kadar saldırıyor üstelik!
Derneklerimizi molotoflayacak, şehitlerimizin adını verdiğimiz parklarımızı yakacak kadar pervasız, kan dökecek kadar devrimcilere düşmanlar.
Bu düşmanlık neden?
Bize neden düşman olduklarını biliyoruz: Kendilerinin Barış diyerek süsleyerek sundukları emperyalistlerle ve uşaklarıyla uzlaşma politikalarının önünde engel olarak görüyorlar bizi. Silahları bırakıp düzene dönmelerini eleştirdiğimiz için bize tahammül edemiyorlar.
Bu eleştirimiz karşısında söyleyecekleri bir şey olmadığı için, YALAN gerekçelerle bizi suçlu duruma düşürmek istiyorlar. Saldırı gerekçesi yaratmak için bizi siyaset yasağı koymakla suçluyorlar.
Hangi siyaset yasağından bahsediyorsunuz?
Selahattin Demirtaşı MAKUL olmakla eleştirdiğimiz için derneklerimizin kapısına dayandınız
PKKnın emperyalizmle uzlaştığını bıkmadan usanmadan yazdığımız, emperyalizme teslim olmak yerine savaşma çağrısında bulunduğumuz için molotoflar attınız, ses bombaları patlattınız, insanlarımızın kafasını gözünü yardınız
Siyaset yasağı koyan biz miyiz, siz mi?
BiZ SiYASET YASAĞI KOYMADIK! BU KOCA BiR YALAN!
Çayan Mahallesinde açtığınız standa konuşmak için gittiğimizde, sakladığınız sopaları çıkartıp siz saldırdınız.
Eleştiri özeleştiri gibi bir mekanizma varken, siyasi olarak savunma yapıp, tartışabilecekken neden saldırmayı tercih ettiniz?
Siyasetler arası hukuk komisyonuna başvurabilecekken neden saldırdınız?
Dergilerinizde, gazetelerinizde, televizyonlarınızda eleştirebilecekken neden saldırdınız?
Siyaset yasağını koyan biz değil, sizsiniz, kimseyi kandıramazsınız.
Biz biliyoruz sizin saldırma nedeninizi.
Ve anlatacağız. Tüm halkımıza anlatacağız. Gece gündüz, dur durak bilmeden anlatacağız.
Yeni, gizli saklı, sır bir şey yoktur Bize daha önce de defalarca saldırdınız. Ve her saldırınızda söylediğiniz gerekçeler hep aynı oldu. Yeni bir şey bile üretemediniz. Söyledikleriniz neydi?
- Abdullah Öcalanı eleştirdiniz.
- Bizi, bayrağımızdan orak çekici çıkardık diye eleştirdiniz.
- "Kesinlikle şimdiye kadar direk bir ABD kurumuna ve kişilerine yönelik eylemlerimiz olmamıştır ve hedef seçilmemişlerdir" (A. Öcalan,15 Ağustos 1995, Özgür Halk) itirafını ibret-i alem için döne döne yazmamıza tahammül edemediniz.
- Yeni Dünya Düzeni Hakimdir, güçlüdür, boyun eğmek gerek! diyerek, Kosovaya, Yugoslavyaya müdahale eden NATO, Türkiyedeki Kürt sorununa da müdahale etmelidir. Batı eğer isteseydi sorunu çözerdi. Nasıl ki, Kosovada çözüyorsa, Kürdistanda da çözer. ... Batı, çözümü istemediği için bugünkü sorunlar ortaya çıkmıştır. (Cemil Bayık, 20 Haziran 99) sözleriyle NATOyu göreve davet ettiğinizi eleştirdiğimiz için tahammülünüz yok.
- Ateşkes, barış, diyalog diyerek Kürt halkının direnişini kendi çıkarlarınıza kurban ettiğinizi söylediğimiz için tahammülsüzsünüz.
- Saldırılarınızın arkasında yatan gerçek Abdullah Öcalanın imralı Savunmasındaki şu itirafı mıdır: Türkiye burada büyük tehlikelerden korunma kadar, tersine yani güç kaynağına dönüştürme şansına sahip olacaktır. içte ve dışta PKKnin askeri savaş olanakları çözümle birlikte Türkiyenin hizmetine girecektir.
- işte çarpıcı bir alıntı daha: Onları (Dev-Sol kastediliyor) Türkiye nasıl ıslah edecek şaşıyorum. Biz belki anlaşırız da. Fakat çok çatapatlar yani. Bir tanesini hizaya getirmek çok zor. (Abdullah Öcalan, 7 Aralık 1991 tarihli Sabah gazetesi)
işte bakış açısı budur, kendilerini ispatlamak için devrimciler konusunda akıl veriyorlar devlete. Yani bu eski bir alışkanlıklarıdır.
Emperyalizme ve ülkemizdeki yerli işbirlikçilerine karşı, uzlaşma konusundaki rüştünüzü ispat etmek için mi bize saldırıyorsunuz?
Biz kimseye siyaset yasağı koymadık Bunun kompetanı sizsiniz. Siyaset yasağı, eleştiriye dahi engel olmaktır.
Hadi, Çayanda stant açmıştınız, oraya saldırmıştık diyelim. Gazide, Okmeydanında, Sancaktepede de mi stant açtınız? Hayır. Oralarda neden derneklerimizin kapısına dayandınız, derneklerimizi molotofladınız, yaktınız söyler misiniz?
Yalan söylüyorsunuz, asıl siyaset yasakçısı sizsiniz.
Siyaset yasağı, Kürdistanda Türkiye sol örgütlerine misafir statüsü dayatarak, örgütlenme faaliyeti yürütenlere saldırmaktır.
Milliyetçi çizgisinden dolayı Türkiye Kürdistanı'nda kendini ev sahibi, devrimci örgütleri ise misafir statüsünde değerlendirip, solu tasfiye etmeye yönelen PKK, devrimci kanı akıtmıştır. 1993'te 4 TDKP'li, PKK tarafından öldürülmüştür.
PKK devrimcilerin gelişmesinden hep rahatsızlık duymuş, karşısında olmuştur. Sola karşı küçümseme tavrıyla yaklaşmışlardır. Kendi dışında gelişen hiçbir güce tahammülleri yoktur.
Çünkü PKK, milliyetçidir. Milliyetçilik benmerkezcidir, Benden sonrası tufan demektedir.
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇiMLERi ÖNCESiNDEKi BU SALDIRILARINIZIN SEBEBi NEDiR?
AKPye iktidarı altın tepside sunduk demişti Abdullah Öcalan, şimdi de Tayyip Erdoğana cumhurbaşkanlığını mı altın tepside sunmak istiyorsunuz?
AKP ile başkanlık ittifakı kurmanın hayallerini mi kuruyorsunuz?
Devrimcileri, kendi çıkarlarınız için malzeme yapmanıza izin vermeyeceğiz. istediğiniz provokasyonu yaratamayacaksınız.
işte mahallelerimizde halkımızın devrimcileri sahiplenmesiyle bir kez daha gördünüz bunu yapamayacağınızı. Tüm halkımızla birlikte çıkacağınız karşınıza ve yalanlarınızı teşhir edeceğiz.
Yalanlarınızla, karalamalarınızla bizi yok edemezsiniz, bitiremezsiniz.
Biz sizin gibi emperyalizme bizi kurtarması için asla el açmayacağız.
Asla ağzımızdan halk düşmanlarını öven tek söz çıkmayacak.
Milliyetçiliğin gericiliğine değil, sosyalizmin ilericiliğine sarılacağız.
ÖNCE SALDIRININ HESABINI VERiN!
Herşey tartışılabilir Mahallelerimizde neden düzenin seçim aldatmacasına ortak olmadığımızı tartışabiliriz.
Siyaset yasağı yoktur, biz ilke ve değerlerimizi koruyoruz.
Kürt milliyetçileri düzeniçi çözümlerin, teslimiyetin propagandasını yaparken; biz emperyalizme ve faşizme karşı savaşmanın onurunu taşıyoruz.
Düzenin karşısında devrimci değerlere sahip çıkıyoruz.
Emperyalizme tek taş dahi atmayan Kürt milliyetçilerine ait oldukları sınıfı hatırlatıyoruz.
Aramızdaki temel fark da budur, biz iktidarı yıkmayı, siz ise o iktidarı yaşatmayı, güçlendirmeyi esas alıyorsunuz. AKP iktidarına koltuk değnekliği yapıyorsunuz.
Selahattin Demirtaş, hangi devletin cumhurbaşkanı olacak? Eli kanlı bir devleti nasıl yönetecek?
Biz BAĞIMSIZ TÜRKiYE diyerek milyonları birleştiriyoruz, siz emperyalizmi göreve çağırıyorsunuz. işte sizin gerçeğiniz budur.
Ama biz bıkmayacağız, yine yeniden, tekrar tekrar gerçekleri yazmaya devam edeceğiz. Yine yeniden sizi eleştireceğiz.
Şehitler vererek kurduğumuz, örgütlü olan mahallelerimizde insanlarımızı düzen sınırlarına hapsolmasına izin vermeyeceğiz.
ÖNCE SALDIRILARI DURDURUN!
Heyet kuralım, konuşalım, tartışalım önerileri artık hükmünü yitirmiştir.
Onlarca insanımızı yaraladınız, derneklerimizi yaktınız Saldırılarınız hala devam ediyor. Önce saldırıları durduracaksınız. Heyetleri çok gördük biz Bir heyet gider öteki gelir ama Kürt milliyetçileri kendisinden başkasını görmez, duymaz
Önce devrimcilere kurşun sıkmaktan vazgeçin, devrimcilerin evlerine, bürolarına, derneklerine saldırıyı derhal durdurun, sonra yaşananları konuşabiliriz.
Sözlerinizi çok dinledik, heyetlerinizi çok gördük.
SOLUN TELAŞININ NEDENi NEDiR?
Bir olay yaşandığında önce olay nedir o öğrenilir. Soru sorulur, cevap alınır ve ona göre değerlendirilir. Usulen de olsa iki taraf da dinlenir, soru sorulur Başta Atılım ve Evrensel olmak üzere ülkemiz Solu ise, bize tek bir soru dahi sormadan manşetlerinden provokasyon ve özür dilememiz çağrısında bulundular? Özellikle Provokasyonda son nokta manşetini atan Evrensele sesleniyoruz: Provokatörlükte sizin üstünüze yoktur, 77 1 Mayısındaki sorumluluğunuz ve provokatörlüğünüz unutulmadı daha. Tarih kaydetmiştir bunu, silemezsiniz.
Neden bu kadar telaş?
Bize tek bir soru bile soramayacak kadar sizi panikleten nedir?
Ermiş misiniz? Nasıl biliyorsunuz? Dünyanın ermişleri yoktur.
Nasıl biliyorsunuz tüm soruların cevaplarını? Kendiniz sorup kendiniz cevaplıyorsunuz, Kürt milliyetçileri ne diyorsa satır satır dergilerinize yazıyorsunuz.
işte bu yüzden kuyrukçusunuz Kürt milliyetçilerinin kuyruğuna takılmış, tek bir politika bile üretemeyen, meydanın size kalması için fırsat kollayan fırsatçılara dönüştünüz.
Kürt milliyetçilerinin devrimcilere saldırısında attığınız manşetlerle, devrimci düşmanlığıyla Türkiye devrim tarihine kara puntolarla yazıldınız. Bu kara lekeyi tarihinizden asla silemeyeceksiniz. En büyük utancınız olarak taşıyacaksınız.
BiR YANDA BAĞIMSIZLIK DiYEN DEVRiMCiLER, DiĞER YANDA EMPERYALiZME ÖVGÜLER DÜZEN KÜRT MiLLiYETÇiLERi VAR!
BiR YANDA BAŞINA ÖDÜL KONULAN DEVRiMCiLER, DiĞER YANDA EMPERYALiZME BOYUN EĞEN KÜRT MiLLiYETÇiLERi VAR!
HALKIMIZ GERÇEKLERi GÖRÜYOR, YAŞIYOR.
DEVRiMCiLERE SALDIRMAKLA KAZANACAK HiÇBiR ŞEY YOKTUR.
SAFINIZ EMPERYALiZMiN YANI DEĞiL, DEVRiMCiLERiN YANIDIR!
UNUTMAYIN, iKi KOLTUK ARASINA OTURULMAZ!
SAFINIZI UNUTMAYIN, DERHAL SALDIRILARINIZA SON VERiN!
Polis, işçilerin mücadelesine karışıyor. işçileri yakalıyor, hapsediyor, yargılamaksızın doğdukları yerlere, hatta Sibirya'ya sürgün ediyor. Hükümet yasalar koyarak grevleri ve işçi toplantılarını yasaklıyor. Ama bu kez, işçiler, polise ve hükümete karşı mücadeleye girişiyorlar. Diyorlar ki: Biz, milyonlarca "emekçi, yeterince boyuneğdik! Bizi soymalarına yeterince izin verdik! Birlikler kurmak, tüm işçileri tek ve büyük bir birlik içinde (işçi partisinde) toplamak ve beraberce daha iyi bir yaşam için mücadele etmek istiyoruz. Toplumun yeniden ve daha iyi bir biçimde örgütlenmesini istiyoruz: bu yeni ve daha iyi toplumda zengin-yoksul olmamalı, herkes çalışmalıdır. Sadece bir avuç parababası değil, tüm emekçiler kendi ortak çalışmalarının ürünlerinden yararlanmalıdırlar. Makineler ve diğer teknik gelişmeler, milyonlarca, on milyonlarca insanın sırtından birkaç kişiyi zenginleştirmeye değil herkesin işini kolaylaştırmaya yaramalıdır. Bu yeni, bu daha iyi toplumun adı, sosyalist toplumdur. Öğretisinin adı sosyalizmdir. Toplumun daha iyi örgütlenmesi için mücadele eden işçi birliklerinin adı sosyal-demokrat partilerdir. Bu partiler (Rusya ve Türkiye dışında) hemen hemen bütün ülkelerde açık olarak vardır, ve bizim işçilerimiz de, aydın kişiler içinden gelen sosyalistlerle birlikte böyle bir parti kurmuşlardır: bu parti, Rus Sosyal-Demokrat işçi Partisidir.
{Lenin - işçi Sınıfı ve Köylülük, Kent işçilerinin Mücadelesi, 1903}
en kısa ve en iyi özeti lenin'in yaptığı tanımdır. acaba lenin'in bu yazısını okuyanlar hala ''yeaa ama herkeş eşit maaş alırmıymış aklın yetiyor mu hiç?'' diye aptal aptal sorular sormaya devam edecekler mi çok merak ediyorum.
katolik fransisken rahiplerinin bir koludur. 1587 yılında Aziz Joseph de Leonessa adlı bir kapusen rahip Topkapı Sarayı'na giderek Sultan III. Murad'a Hıristiyan olma çağrısında bulunmuş. tabi sonra devletlü hazretlerinin hışmına uğramışlar ancak din adamı oldukları için öldürülmeyip sınırdışı edilmişler.
coca cola içmemeyi marifet sananlar sözüm size denildiği halde neden ''cola içmeyi marifet sanan yok çok saçma bir yazı, bu kadar uzamasına gerek yokmuş aslında'' diye neden tepki verildiğini anlayamadığım haklı önermem.
göt kadar israil müslümanların kalbinde yapmadığı zulmü bırakmasın bu duruma isyan eden bizler terörist, ateist, darbeci ilan edilelim ne güzel dünya helal olsun.
türkiyedeki sol çevreler geçmişte filistin direnişine destek amacıyla sadece demokratik eylemlerde bulunup mazlum halkların yanında olduklarını söylemekle yetinmiyor, üniversite eğitimini yeni tamamlamış gençleri filistindeki devrimci örgütlerin askeri kamplarına göndererek emperyalizme karşı savaşmalarını sağlıyordu.
(bkz: nahr el bared kampının bombalanması olayı)
bu idealle deniz gezmiş ve hüseyin inan'ın da aralarında bulunduğu 68 gençlik kuşağının bir çok önder ismi filistine giderek arap köylerinde kalmış, silahlı eğitim almış hatta çatışmalara katılıp yaralanmışlardı. 12 eylül sonrası türk solunun çok ağır darbeler yiyerek silahlı hareket kabiliyetini neredeyse tamamen kaybetmesi üzerine bir çok solcu avrupaya kaçmış bir kısmı yeni kurulan güçlü marksist pkk'ya katılmış silahlı eylemlerde daha radikal olanlar ise doğrudan ortadoğu sahasına inerek bölgedeki sovyet destekli gerilla örgütlerine katılmıştı.
1975 yılında başlayan lübnan iç savaşının etkisiyle suriye, ürdün ve lübnan'a dünyanın her yanından marksist gerillalar gelmişti. amaç batı emperyalizmine ve siyonist saldırılara karşı orta doğuda filistin kurtuluş örgütü çatısı altında enternasyonalist birlikler oluşturup direnişi örgütlemekti. pkk marksist-leninist parti olarak oluşumunu ilan ettikten sonra özellikle kuzey suriyede ki kürtlerin desteğiyle orta doğu coğrafyasına hızlıca yerleşmiş, parti ideolojisinin de doğal sonucu olarak filistin meselesinde israile karşı fhkc, demokratik cephe, filistin komünist partisi ve filistin kurtuluş örgütü'yle işbirliğine geçmiş ve bu örgütler tarafından desteklenmişti.
1982 yılında israil filistin direnişini çökertmek ve marksist örgütlerin yuvası haline gelmiş olan orta doğuyu komünist tehditten temizlemek amacıyla iç savaşla boğuşan ve bu yüzden çok karmaşık bir halde olan lübnan'a ani bir saldırı başlattı. tankları topları hatta uzun menzilli gelişmiş sovyet balistik füzeleri bile bulunan direnişçi gruplar pkk yürütme konseyi lideri abdullah öcalan'ın tüm uyarılarına rağmen önlem almadıkları için hazırlıksız yakalandılar ve 4 gün gibi kısa bir süre içerisinde dağıldılar.
israil sınırına yakın amon kalesi çevresinde çatışan pkk'lı gruplar tüm direniş örgütleri mevzilerini terkedip kaçarken direnmeyi tercih ettiler ve israil tarafından imha edildiler. pkk 14 temmuz 1982 itibariyle 9 şehit 14 esir verdiğini açıkladı. güney lübnanda tüm direnişçi gruplar ellerindeki silahlı güce rağmen bozguna uğrayıp kaçarken, kendileriyle irtibat kurulamadığı için kalıp direnmeyi seçen bir çok pkk'lı gerilla grubu israil kuşatması altında kalmıştı. cemil bayık ve beraberindeki 27 kişi bu grupları kurtarmak için bir operasyon düzenlemiş ancak onlarda beyrutta israil kuvvetleri tarafından kuşatılmışlar, savunma hatlarının en önünde filistin halk kurtuluş cephesi saflarında george habashkomutasında ağustos 1982 sonlarına kadar direnmişlerdi.
filistin kurtuluş örgütü'nün gemilerle tunus'a gitmeye razı olması üzerine kuşatma kaldırılmış ve cemil bayık önderliğinde 100 kadar pkk'lı bekaa vadisine geri dönebilmişti.
1982 israil-lübnan savaşının ardından israil'e karşı doğrudan mücadelenin sonunun tasfiye olacağını iyi anlayan pkk israil karşıtı direnişçi gruplara tarihsel ve ideolojik sorumluluğu gereği destek olmayı sürdürürken bu tarihlerden sonra bir daha asla israille doğrudan sıcak çatışmaya girmemiş hatta akılcı oportünist siyasetiyle saddam, esad ve türkiyeye karşı mossad'ın desteğini bile sağlamıştı.
israil'in lübnan'ı işgalinin bizim açımızdan en önemli sonucu pkk'nın bölgede tanınarak prestij kazanması ve israile karşı beyrutta aynı pkk gibi kararlı bir şekilde direnmesi sonucu asala'nın tasfiye olması, asala merkez politbüro üyelerinin mossad tarafından temizlenerek örgütün varlığına son verilmesiydi.
960-1025 yılları arası 55 yıl dünyanın tek ve gerçek imparatoru olarak bizans tahtına oturmuş büyük kumandan ve devlet adamı, köylü sınıfının babası doğu roma imparatorluğunun mao'sudur kendisi.
rusların ortodoks hristiyan olmasını sağlamış bizansın kaybettiği toprakların büyük kısmını geri almış ve ülkesini o dönemin en güçlü devleti haline getirmiştir.
Basileios 1025'te öldüğünde Bizans devletinin yıllık geliri 7 milyon Bizans altını (nomismata) idi. impartorluk hazinesinde birikmiş 14,4 milyon Bizans altını (nomismata) veya yaklaşık 100 ton saf altın bulunuyordu. 1550 yılı enflasyon rakamlarıyla karşılaştırıldığına 14,4 milyon bizans altınının 1 milyar osmanlı akçesine karşılık geldiğini bilmek bizans'ın ultra zengin bir hazineye sahip olduğunu anlamamızı sağlayacaktır. Hemen söylemek gerekmektedir ki Basileios sadece iyi bir siyasetçi, iyi bir asker değil, ayni zamanda çok iyi bir malî ve iktisadî idareciydi.
yönetimi sırasında bizans vatandaşlarının sayısının 18 ila 25 milyon olduğu, istanbulun 500 bin nüfuslu mega bir kent görünümünde olduğu düşünülüyor. çin ve hindistan gibi aşırı kalabalık bölgeleri hariç tutarsak 11.yüzyıl başlarında dünyanın en kalabalık ve nüfusunun demografik özellikleri en yüksek, tarımsal üretim ve verimliliği en ileri seviyeye varmış devleti bizanstı.
kendisinden sonra gelenler devletin içine edecekler ama onun anadolu ve güney balkanlarda tam olarak oturttuğu rum köylü nüfusu sayesinde türkmen atlıları bizans surlarına dayandığında bile bizans imparatorları 200 bin kişilik, tepeden tırnağa silahlı, altın kaplama savaş çadırlarıyla süslenmiş muazzam ordular kurabileceklerdi.
başarısız olduğu tek askeri seferi tam olarak bozgun sayılamayacak tunus çıkartmasıdır. balkanlarda bulgar, doğuda arap, güney italyada germen ve slav devletlerinin aynı anda yaptıkları saldırılara rağmen tunusu ele geçirmek için 1000 gemi ve 200 bin piyade yollayabilmiş ve bu ordular tamamen imha olduktan sonra bile hemen yenisini kurup yine yollayabilmiş olduğundan ii basileios dönemidoğu roma imparatorluğu'nun nasıl bir zenginliğe ve güce sahip olduğunu anlayabilirsiniz.
öldüğünde(1025) bizans sınırları: https://galeri.uludagsozluk.com/r/663448/+
imparator olduğunda araplar kayseride, bulgarlar tüm balkanlarda ve almanlar güney italyada bizans topraklarını ele geçirmiş her yandan başkente doğru taarruz ediyorlardı. bu haritaya baktığımızda ıı.basileios'un imparatorluk sınırlarını 3 kat genişlettiğini söyleyebiliriz.
21 sene evvel sivas\'ta masum insanları gözlerini kırpmadan diri diri yakanlar aradan geçen onca yıla rağmen yüreğimizde yanmaya devam ediyorlar! http://galeri.uludagsozluk.com/r/200075/
gel ey vaiz alinin vasfın evvel hüdadan sor
ali ta ibn adem olmadan ta iptidadan sor
ali kimdir veli kimdir bilem dersen bu esrarı
anı hiç kimseden sorma, muhammed mustafadan sor
ki yer gök su iken cebraile rehber ali oldur
cihan halkolmadan evvel kevneynin temeli oldur
ol dem musa ile binbir kelam eden veli oldur
dile tur-i sinadan sor dilersen lenterandan sor
kör müsün sen ey vaizi aliden söyle bir tebdi
alinin aslına gökten yere yüzdört kitab indi
kuranda metheyleyip vechinde, dedi hak kendi
dile yasin tahadan sor, dilersen hel etadan sor
gel ey vaiz har u çüş ne zannettin aliyi sen
anın evladına kasteyleyen kişilerde mi müslüman
neler çekti ol mazlumu el zalim-i darb yezidinden
dile arş-ı semâdan sor dilersen kerbeladan sor
alidir damad-ı ahmed, alidir mustafaya yar
odur evladını hak yoluna kurban eden haydar
ali gibi etmemiştir cihanda hiçbir peygamber
dile gel evliyadan sor dilersen enbiyadan sor
agâhûyam alevi mezhebim şia kızılbaşım
kerbelanın firgatındandır gözümden akan yaşım
hüseynin derdini hiç kimseden sorma karındaşım
dile zeynel abadan sor dile zeyneb anadan sor
şuan için varlığı tam olarak kanıtlanamamış yapı. *
24.05.2014 itibariyle kurulduğu ve okmeydanında dhkc milisleriyle birlikte polise karşı çatıştığı bile söyleniyor. ha açılımını bilen var mı? daha tgb/ml'nin tam açılımını bulabilen yok.
türkiye gençlik birliği milisleri diyende var türkiye gençlik birliği/marksist-leninist diyende var.
facebook halk cephesi sayfasından 25.05.2014 saat 22:30 itibariyle şöyle bir anonsla varlığı teyit edilen örgüt:
Hüseyin Vaiz Kaşifi'nin imam hüseyin'in şehadetini anlattığı eseridir. fuzuli en önemli eseri sayılan hadikatü's süeda'yı kaşifi'nin ravzatüş şüheda'sını tercüme ederek yazmıştır. ama fuzuli eserde kendi yorumunu ve üstün dil anlayışını konuşturarak çok daha önemli bir yapıt ortaya çıkartmıştır.
Hadikatüs-süeda(ermişlerin bahçesi) fuzuli'nin hz.imam hüseyin'in şehedatini anlattığı en ünlü eseridir. bu eser osmanlı döneminde 10 muharremde içinde okuma yazma bilen birinin olduğu her hanede okunurmuş. bilimsel olarak yapılan kıyaslama Hadikatüs-süedadaki şiirlerin bütünlükle Fuzûlîye mahsusluğunu gösteren araştırıcıların düşüncelerinin yanlış olduğunu kanıtlıyor. Yapılan karşılaştırma ve mukayeseden belli olur ki, Fuzûlînin Hadikatüs-süedada istifade ettiği şiirlerin büyük bir kısmı onun orijinal şiirleri, kalan bir kısmı ise Ravzatüş-şühedadaki şiirlerin aynen tekrarı, tercümesi ve benzerinden ibarettir.
--spoiler--
F. Gülenin Çevik Bire Gönderdiği Mektup (1998in başı)
Genel Kurmayımızın çok değerli ikinci Başkanı
Sayın Komutanım
Son günlerde medyamızda yeniden gündeme gelen ve yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullarla ilgili olarak, şu birkaç satırla huzurlarınızı işgal edeceğim için yüksek af ve hoşgörünüze sığınıyorum.
Yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullar ifadesini kullandım. Bir defa, bizzat Atatürk gibi, bir enkazın üzerinde büyük bir devlet kurmuş askerî, siyasî ve idarî bir dâhî bile, Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhûriyeti, ilelebed pâyidâr kalacaktır derken, vatan, millet ve ülkeye hizmet aşkı tıpkı istiklâl Harbimiz yıllarında olduğu gibi şahlanan insanımızın ortaya koyduğu bir hizmetin, benim gibi, ne askerî, ne idarî, ne siyasî hiçbir dehası bulunmayan ve nâçiz vücudu toprak olup gidecek aciz bir insana mal edilmesi, o insanların hizmet, aşk ve şevklerinin ve gayretlerinin mahsûlünü gasp etmek manâsına geleceği için, yanlışlıkla ismimle birlikte anılan okullar dedim. Mutlaka mâlum-u âlîleriniz olduğu, âcizâne her zeminde fedalarca tekrarladığım ve bizzat okulları yapan ve işletenlerin de itiraf edecekleri üzere, bu okullarla alâkam, sadece bir teşvik, bir çağrı ve bazılarının yanlışlıkla hakkımda taşıdıkları hüsn-ü zannı ülkeme ve devletime hizmet adına bir kredi kartı gibi kullanmaktan ibarettir.
Değerli Komutanım. Kahraman ordumuzun şerefli bir mensubu ve en yüksek rütbede bir komutanı olarak takdir buyuracağınız üzere, bilhassa Kars, Erzurum, Ardahan gibi serhat şehirleri sık sık düşman işgaline uğradığı için, bu şehirler halkında milliyetçilik duyguları çok ileridir. Birinci Dünya Harbinden çıkmış, Kurtuluş Savaşını vermiş bir ülkede, ikinci Dünya Harbinin hemen arkasında Sovyetler Birliği tarafından tehdit altında tutulan bir doğu vilâyetimizde çocukluğu geçmiş ve büyük acılar içinde büyümüş bir insan olarak, çocukluğumdan beri içimde uyanan milliyetçilik ve ülkeme hizmet duygularımı, resmî bir Diyanet görevlisi olarak görev yaptığım hemen her yerde ve cami kürsülerinde dile getirmeğe çalıştım. Fırsat bulduğum her defasında, insanımızın ruhunda taşıdığı kabiliyetleri, vatan ve millet sevgisini ateşlemeğe ve onları, dünyada, hattâ Ahirette bile hiçbir karşılık beklemeden devletimize ve milletimize hizmete davet ettim. Batı, Rönesansını ilme ve sanata açılarak yaptığı ve dünya devletleri arasında geri planda kalışımızın en büyük üç sebebi cehalet, fakirlik ve tefrika olduğu için, cemaati her defasında çocuklarını okutmaya, bilhassa müsbet ilimlerle zihinlerini aydınlatıp, bağnazlıktan ve hurafelerden kurtulmaya, çalışıp kazanmaya ve devletimize ve kanunlara bağlılık içinde iç bütünlüğümüzü korumaya çağırdım.
Bu şekilde teşvik ettiğim insanlardan bazıları, devletimiz özel okullar açılmasına izin verince, değişik yerlerde bir araya gelip, birbirleriyle yarış içinde malûm-u âlîleriniz olan okulları kurdular. Verdikleri eğitim ve gerçekleştirdikleri başarılarla kendilerini Türkiyemizde ispat eden bu okulların benzerlerini, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkî Cumhuriyetlerde ve ardından, küçülen bir dünyada, ülkemizin önünü açmak ve dünyanın her tarafında ülkemiz adına lobiler oluşturmak, her yerde Türkiye dostluğunu mayalamak için gidebildikleri her yerde açmaya çalıştılar.
Tamamen Türk eğitim sistemine bağlı olarak faaliyet gösteren bu okullarda eğer, Türkiye Cumhuriyetinin lâik, bağımsız ve sosyal bir hukuk devleti özelliğinin aksine bir faaliyet varsa, devletimizden önce ben, bu okulların açılmasını teşvik etmiş biri olarak kapatılmalarını teşvik ederim. Eğer, bazılarının iddia ettiği gibi, bu okullarda herhangi bir dış ülkeden veya ülkemize düşman kuruluşlardan alınmış tek kuruşluk destek varsa, zaten hastalıklarla sonuna gelmiş hayatımı bizzat kendi ellerimle noktalarım. Bununla birlikte, devletimiz, zaten kendisinin olan bu okulları dilediği zaman devralabilir. Kaldı ki, bu okullar zaten devletimizin olduğu için, böyle bir devirden söz etmek bile abestir. Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama vazifesini deruhte etmiş şanlı ve kahraman ordumuzun seçkin ve şerefli bir mensubu ve Genel Kurmayımızın ikinci Başkanı olarak, ne zaman, nerede ve ne şekilde arzu buyurursanız bu okulları şereflendirebilir ve her türlü teftişi yapabilirsiniz.
Böyle bir mektupla kıymetli vakitlerinizi işgal etme sû-i edebinde bulunduğum için tekrar özür diler, yeni yılda sıhhat ve afiyet dileklerimle birlikte, en derin saygılarımın kabûlünü arzederim efendim. Fethullah GÜLEN
--spoiler--
bugün darbecidir, aşşağılık şerefsizin tekidir dedikleri o komutanlar için hoca efendileri nasılda methiyeler düzüyormuş değil mi? allah böyle yalancıların belasını versin!