pozitivizimin kurucusu auguste comte'nin düşünce sisteminde dünya tarihi 3 evreye ayrılır. cahillik çağı, dinler çağı ve bilim çağı. ibni haldun'un aksine sürekli kendini tekrar eden bi tarih tezi öngörmez comte. ona göre tarih sürekli ilerlemekte, her saniye kendinden önceki saniyenin nitelik olarak önüne geçmektedir. tarihin geleceği nihai nokta ise bilim çağıdır. bilim çağı bizi dini doğmalardan ayıracak, safi modern bilimler ile bize gerçek doğruları söyleyecektir. artık dinlere inanma gereği kalmamıştır pozitivizme göre, nitekim nietchze kısa süre sonra tanrının öldüğünü söyleyip bi fikriyatı destekleyecektir.
cumhuriyetin fikir adamları comte'nin yolundan giderler. atatürk pozitivizme gönül verdiğini ilan etmez ama etrafına çıtlatır. lakin bi sorun vardır, osmanlı gelenekselci bi toplumdur. geleneğin temeli dindir. dinin temeli yazıdır, yazı ise arapçadır. geleneklerin geleceğe engel olacağı pozitivizme göre mutlak gerçektir. tartışılır, düşünülür ve hüküm kararı okunur, gelenek sürgüne gönderilmelidir. yani kısacası eğer biz bir uçan balonsak din bizim yükselmemizi engelleyen marazi ağırlıktır vesselam. filmlerde düşmanından kaçarken hızlanmak için ağır bavulları atan karakter gibi dini atmamız gerektiğini düşünür cumhuriyetin kurucuları.peki nasıl olacaktır? din açısından yazının söze oranla daha etkili olduğunu görür cumhuriyetçi ekip. hem ayrıca osmanlı riyazi(matematiksel) ilimlerde gelişmemiş doğu ilimlerine kelama, fıkığa bel bağlamıştır, evet bu alanlarda yetkin isimler çıkarmaktadır ama olmaz, bu ilimlerden kurtulup sırtımızı batı ilimlerine dayarsak yükseliriz diye düşünürlerı. nitekim öyle yaparız osmanlıca ilme manidir, değişmelidir ve değişir.
alfabe devriminden yaklaşık 90 sene sonra yani günümüzde bakıyorum ilmi yeteneğimize. osmanlı en azından kendi sahasında dünya çapında şahsiyetler yetiştirirdi peki ya biz? islami ilimlere sırt döndük?? karşılığında ne edindik? etrafımız matematiği,felsefeyi çok iyi bilen düşünürlerle mi doldu taştı acaba?? cumhuriyette hala aşılamamış felsefeci hilmi ziya ülken 1901 doğumlu şehbenderzade ise 1865? en büyük sosyoloğumuz denen ziya gökalp 1876, cemil meriç 1916(öğrenimini cumhuriyet okullarında değil fransız okullarında gördü), mümtaz turhan ise 1908? en büyük edebiyatçımız ahmet hamdi tanpınar 1901 doğumlu, gelmiş geçmiş en büyük bilim adamımız denen fuat köprülü 1890? peki ya tarihçilerde durum farklı mı? batıdaki saygın hocalarımızdan osman turan 1914, ilber ortaylının hocası halll inalcık(geç doğmasına karşın osmanlı yetişmesidir bütün hayatı boyunca osmanlıca not almıştır) 1916 doğumlu? neden sosyal meselelerde osmanlının hasta adam denildiği sürecinde bile osmanlının yetiştirdiği aydınları aşamadık. hani osmanlı ilmi konuda zayıftı? peki ya riyazi ilimler mi? efendim matematik mi?? 5 tlnn arkasında resmi bulunan ünlü matematikçimiz aydın sayılı 1913 doğumlu 10 tl arkasında ki cahit arf 1910 20 tl arkasında mimarımız kemalettin ise 1870 doğumlu??
nerde cumhuriyetin asrı yıla sığdırdığını izah eden düşünürler?hani osmanlıca ilme aykırıydı? hiç yüzünü dönmedi dediğimiz batı ilimlerinde bile osmanlı nasıl bu kadar çok aydın çıkardı? biz 100 senede modern!! alfabemizle bütün terimlerimizi batılılaştırdığımız halde erol güngör(mümtaz turhan öğrencsi) dışında çok yetkin bi fikir adamımız neden yok? kelam fıkığı filan zaten geçtim ama matematiksel ilimlerde felsefi ilimlerde osmanlının en kötü döneminde bile cumhuriyetin 100 senesinden daha etkin ve yetkin olması düşündürücü değil mi?
inan, cuhmuriyet bi insan olsan ''bi git işine'' derdim peh, modern alfabe ile ilim yüzyılı yaşayacakmışız. alfabe engel olsa japonlara, çinlilere engel olurdu. bi çok ülke gibi çift alfabe kullabilirdik. dil ve alfabe devrimi ile düşünce dünyamız sığlaştığı gibi ilmi açıdan bizi geriletti. yeni ilimlerde yer edinemediğimiz gibi eskilerini de unuttuk. eskiden batının düşmanıydık artık maymunuyuz. yok yok olur mu bize batı hayran aslında, çekemiyorlar bizi, asrı yıla sığdırdık, 15 milyon genç filan ürettik.
kierkegaard çok sevdiği nişanlısı regine olsen’i ‘’benim evlilikten daha önemli amaçlarım var’’ diyerek terk eder. 42 yaşında ölür, yalnızlıktan mı ölür kimse bilmez. emin ol direkt ölüm sebebi olsa yalnızlık bi çok kişinin ipini çekerdi dostum. örneğin hastayken bile kendin pişir kendin ye tarzı takılmak sıkıcı, sanırım yalnızlığın kötü yanı seni düşünen kimsenin olmaması.
ali şeriati evlenmek istediğini açıkladığında ablası ‘’sen evlenecek kişi değilsin’’ der ‘’kitapların dünyasından çıkmaması gereken birisin…’’ ‘’ama yinede insanım’’ der şeriati akabinde evlenir. karısının sürekli şikayet halinde olduğu bi evlilik hayatı, benle ilgilenmiyor, evi önemsemiyor öne çıkan söylemleri kadıncağızın. kendini anlayan insan olmadığından bahseder sürekli şeriati ve 43 yaşında ölür zihni yalnızlıktan mı ölür kimse bilmez.
spinoza panteizm düşüncesini savunduğu için yahudikten dışlanır. bi dağ evine yerleşir kimseyi görmeden geçen bi ömür. anılarında bazen günlerce hiç bi insanı görmediğinden kimse ile konuşmadığından bahseder ve 44 yaşında ölür. muhtemelen yalnızlıktan ölür. hapşurunca çok yaşa demedi diye bozulacağın bi insan olması lüks çünkü, kalktığında birisine günaydın diyebilmek artıdır pek kimse bilmez ama, ıssız evde buzdolabı sesi dinlersin akşamları, gerçi spinoza 350 sene önce dinleyemezdi ama ben dinlerim, soğan ve salça olmayan bi mutfağa sahip olmak neyse…
***
beni tanıyan 2 insandan birisi bana kız bulacağını iddia ediyor dostum. ‘’sen takma kafaya o iş ben de, hallediyorum ben’’ bu kadar çok kişinin araması hoş bi durum diye düşünüyor insan. nihayetinde sevenim çokmuş??! lakin bi yandan da hayallerimi kırıyor bu durum. nerdeyse bi tabur kız arıyor ama hiç kimse birisini bulamıyor, düşün. hani bi yere gideceksindir ama sürekli bi şeyler engel olur gidemezsin yaa, didinir herşeyi ayarlarsın son anda işin çıkar, gideceğin otobüs bozulur vs. bu kadar çok aksilik olunca insan şüphe eder ‘’belki de gitmemem gerekiyor, belkide kader bilerek önümü bu kadar tıkıyor??’’ diye. resmen evlilik için benzer fikirler beslemeye başladım. belkide evlenmemeliyim, belkide kütüphanemde huzurlu yaşar 40’ında ölürüm. belkide evlenmemesi gereken bi insanım kim bilir?? her horoz kendi çiftliğinde ötmeli belki, belki kierkegaard haklı. belki??!! kütüphanem bana yeterlidir?! ‘’düşünce dünyasına bi ıslık çalsam yanıma gelir onla oynarım, konferanslara giderim’’ diye düşünüyorum lakin şeriatinin dediği gibi ‘’ne kadar kitaplarla aram iyi olsa da ben de insanım’’
Her hafta iddia oynayıp kaybeden adam hüznü,kazanacağına inandırılmış olması en büyük bahtsızlığı
**
Kız olsam senle evlenirdim diyen arkadaşıma cinsiyet ameliyatlarının ne derece başarılı olduğundan bahsetmek, ‘’tıp sandığından daha iyi yerlere geldi dostum!!’’ Yalnızlığımın derecesi olmalı sanırım bu durum. Hayat yalnız kalmam için fazla çaba sarf etti. Bu kadar yalnız kalmamalı hiç bi insan diye bağırdım ona. Film dünyasının deyimiyle şarad verdi bana, yüzüme bakmadan dönüp gitti. Sahneden çıkışını izledim bi sinema salonunda, yalnızlıkla oturdum aşıklara has ikili koltukta. Arada kola bile aldı bana biliyor musun?? Sanırım benimsedik birbirimizi, garip.
ilişkiler dünyasına girdiğimde kurallarını bilmediği bi oyunu oynayan çocuk gibi hissediyorum kendimi dostum. Hangi hareket artı puan kazandırır?? hangi tavır onunun dışına iter seni??? Erkekler gözleriyle kadınlar kulaklarıyla aşık olurlar diye bi şeyler duymuştum bi zamanlar, gönülden inandım bu söze. Okumalarıma hız verdim, güzel konuşmalıydım zira. Düşünmemişim hiç ne gerzekçe tavır, iyi konuşmak yada bilgili olmak kar etse edebiyatçılar, şairler, filozoflar neden yalnız olsun ki?? Değil mi!! Gerçi tartışma konusudur bu, kim bilir belki de yalnız oldukları için iyi edebiyatçı oldular ne dersin??! ilişkiler dünyasına dair tek gözlemim de baştan hatalı çıktı velhasıl. ipinden kopmuş uçurtma gibi savruluyorum bu nedenle ilişkilerin gök yüzünde, havalimanında unutulmuş bavul kimsesizliği, metal tezgah üzerinde dönüyorum beni de alan birisi çıkar mı umudu. Yanaştığım insanlar oluyor konuştuğum kişiler. ilişkiler konusunda vasat olsam bile insan ilişkilerinde gayet iyiyim ne garip. Aynı bünyede bulunmaması gereken 2 zıt vasıf. Dediğim gibi konuşuyorum ama kızlarda bi mantık silsilesi oturtamıyorum. Aristoya kızarım kadınları aşağıladığı, ‘’doğada herşeyin kendi içinde bi mantığı vardır kadınlar hariç’’ dediği için. Lakin sanki biraz hak vermeye başladım kendisine şu sıralar.
Görüyorum bi kadını sen terk edersen ‘’benim gibi birisini bulamayacaksın biliyorsun değil mi?? ’’ diyor, halbuki eğer ben onu terk ediyorsam neden onun gibi birisini bulmak isteyeyim ki??? Düşünmüyor. Eğer aynı kadın seni terk ediyorsa ‘’benim gibi binlercesini var unut beni’’ diyor.
Haa şey bide, Kadınları anlamak zor diyorlar yaa hani yalan bence, zor filan değil imkansız.
büyüyünce sümüklü böceklerin hepsine selpak alırım diye düşünürdüm. çocuktum mis, hayata olumlu baktığın zamanlar!! biz büyüdük ve kirlendi dünya diyenler yanılıyor dostum emin ol. hayat her daim kötüydü. hem yeterince iyi olsa neden insanlar ondan uzaklaşmak için oyunlara, uyuşturuculara yönelsin ki değil mi?? veyahut neden uykudan uyanınca mutsuz oluyorlar dersin?? iyi olsa sevinmeleri gerekmez miydi?? biz büyüdük ve kirlendi dünya??!! yanlış insan yaratıldı ve kirlendi dünya, evet makul!!
modern hayat dedikleri bireysel çıkar. çelişkiler yumağı, herkes dürüstlüğü met edip, en kötü huyum iyi kalpli olmak dedikten sonra ilk fırsatta kuyu kazıyor ise hoşgeldin modern zamanlar demek gerekir. herkesin birbirine rakip olduğu bireysel amaçların hedeflendiği hayata bak!! unun var mı var, şekerin var mı var ne duruyorsun depresyona girsene şarkısını mırıldanmaya devam et!! en yakın arkadaşın atanmamalı ki sen atanasın. diğer arkadaşın işe girmemeli ki sen giresin. o düşük not alırsa çan düşer kolay geçersin. tahtaravallide sen yükseldikten sonra gerisi önemsiz dostum varsın diğerleri alçalsın, sürünsün, mübahtır. işte modern dünya ahlaki yapısı, mis.
insan kelimesinin olumlu anlamlar içermesi ne ilginç değil mi sence de?? ''hiç insani değil'' deyince bu yapılan hoş değil demek istiyoruz. halbuki tersi olmalıydı bence. iyi olan bir şeye bakınca ''hiç insani değil'' demeliydik. yada çelişkilerle dolu bi olaya bakıp ''ne kadar insani bi tavır'' filan dememiz gerekirdi. bütün dünya nimetlerini red edip nirvanaya ulaşan, mutluluğu istememekte bulan budha'nın heykelleri obez, nasıl yani??? neden insan bu kadar çelişkili?? efendim toplum iyi mi??!
bakma topluma dostum. iyiliği, dürüstlüğü met eder onlar ama bi çocuğu ilerde çok canlar yakacak diye överler. sertliği kötülüğü eleştirir hepsi lakin içten içe saygı duyarlar.
***
hz isa ve şeytan bi boks maçına çıkar. isa çelimsiz cılızdır şeytan ise heybetli. lakin bütün stad isayı destekler. gonk sesi ile dövüş başlar. isa sağ yapar sol yapar şeytana cılız bi yumruk indirir, şeytan yerde bütün statta sessizlik hüküm sürer bi süre. hakem gelir sayar ona kadar ve isanın eli kalkar havaya. kazanır isa hala sessizdir stad, o sırada şeytan kalkar yerden ''hepiniz isaya destek veriyordunuz ama bahislerde bana oynamıştınız değil mi?? koca statta isaya oynayan tek kişi bendim haha, sayenizde sizin paralarınızı ben kazandım'' der.
insan böyledir işte iyiyi herkes met eder ama gerçek iyi??? çıkarına ters düştüğünde bile iyiden dönmeyecek insan var mı??
***
ve çıkar herşeyi yozlaştırıyor dostum
bak insan dediğini, sen de görüyorsun!!
beşer doğuştan kötü demek değil kastım
yüksek dozda hayat alınca huzura küstü(n)m!
maskelerimi takındım her rolü kestim.
başkalarına yardımcı kendinden kaçkın
mutluymuş gibi gülerken kendine küskün
bi mahluk oldun, kalbi katı beyni keskin!!
bilmek, bilimin ilerlemesi bunlar gerçekten insanı mutluluğa götürüyor mu?? rousseau çok sert laflar eder bu konuda, entellektüel küfreder desek yeridir. benzer konuya erasmus desiderius da değinir. toplum okumadığı için öncelikleri okuyan insandan farklı olur. oturup 2 saat araba motoru yada telefona gelen bi güncelleme ile ilgili konuşabiliyorlar. şaşıyorum kitaplar herkes için varken nasıl bu kadar cahil kalan insan var. neden önemli konuları es geçerken önemsiz şeyler hakkında birbirlerinin sözünü kesecek kadar heyecanla ve hevesle konuşuyorlar. platon kafası önemli işlere basmayan önemsiz şeylerle ömür geçirir diyor??! haklı olabilir mi, ne dersin?? bu yani toplumdan kopmak her entellektüelin kaderi, düşünürlerin hayatını okuyunca bunu seziyorsun çoğu sürgün hayatında, kaçarak geçen bi ömür.
peki diğer soru??acaba bilmek, bilim bunlar ahlaki açıdan bizi doğru yerlere mi götürüyor?? acaba rahat etmesini sağlamak bi insanı mutlu etme yolu mudur yoksa rahatlık fıtratımıza aykırı mı??? marksizm bu konuda yanılır kanaatimce. evet bilim teknolojiyi geliştirdi evet doğru uzaklarda ki abini arıyorsun ne hoş ama çoğu kişi göremiyor teknoloji gelişmese zaten o kadar uzağa gitmeyecekti abin. teknoloji kendi açığını kapatıyor. dostoyevski medeniyet insanın duygusal dünyasını karıştırmaktan ötesine yaramadı der. ne haklı. neyse dediğim gibi teknoloji gelişti üretim arttı ama sonra hırs açığa çıktı. herkes diğerinin üstünde olmayı istediği için toplum birbirinden huylanan insanlarla doldu. beni ilk gördüğünde 40 senelik dostu gibi davranıp 40 sene sonra işim düştüğünde arkasını dönen insanlar var etrafta. ayrıca tatmin sınırımız çok arttı. çoğu şeye sahip olunca insan elinde olan 9 tanesi ile mutlu olmaktansa olmayan 1 ine üzülüyor. bi çok kullandığımız madde varlığı ile mutluluk getirmezken yokluğunda mutsuzluk getiriyor bize.
kısacası hırstan dolayı insanlar karşı tarafa zarar vermek isteyen, onun zararında kar edecekse bunun doğru olup olmadığı ile ilgilenmeyen, bunu hiç umursamayan kişilere döndü. budizmin tam tersi istikamete hareket edip her şeyi elde etmeye uğraş verdi ve bu uzun vadede bize mutsuzluk getirdi. insan ahlaki açıdan yanlış bi alana depar atıyor. dinler nefsine sahip çık derken kapitalizm her şeyi iste diyor. tükettiğin kadar varsın. insanların çoğu bunu göremiyor.
şüpheliyim, ilmin atılım yaptığı 20. yy'a 2 dünya savaşı sığdırdık?!? bi gariplik yok mu burada??? savunamıyorum bilimi. uçaklar-tanklar-uçak savarlar-savunma sistemleri geliştirmekten daha mutlu bi hayat kurabilirdik.
bu konuda daha çok edecek laf var ilaç sektörünü kitapları eleştirsem yeridir. hayatı basitleştirmenin depresyona gittiğinden bahsetsem de olur. schopenhauer desem erich fromm desem olur yada ibni haldun...
türkiye hollanda maçı var televizyonda. maçın son dakikaları ve 2-0 türkiye önde .ben kantin sırasındaydım.bak şampiyon, askeriyede her yer ve her şey sıra demektir bunu bil. bi kola almak için 25 dakika sıra beklenir mi?? düşün bak, bizim kaldığımız binada 500 asker kalıyordu ve hangi cins mimar tasarladıysa sadece 2 tane tuvalet vardı. toplam ayna sayısı 8!! ulan bunlar asker her gün tıraş olacaklar kafan mı iyi, tıraş sırası bile 15 dakika sürerdi aliminyum, bi aynada 5 kişi tıraş olurduk.
neyse dediğim gibi türkiye hollanda maçı skor 2-0 türkiye önde. ben kantin sırasındayım ki içerden bi goooll sesleri bi bağrışmalar kucaklaşanlar falan olmaya başladı. birbirine pandik atanlar, ''kanka bi dal verirsin artık heheh'' diyenler filan ortam bi şenlendi bi panayır havası oluştu görmen lazım. tabi beni bi merak sardı ''kim attı lan golü, acaba nasıl bi gol attık'' vs. diye golü görmek istedim. eee uzaktayım gözlerim bozuk göremiyorum ekranı. dedim sıradan azıcık çıkayım bakıp gelirim. tam ben adımımı içeri atacaktım ki askerlerden birisi de çıkıyordu yemekhaneden. merakla ''hacı'' dedim askere ''kim attı golü??''. içerde hoplayanlar zıplayanlar rio karnavalı falan adam bana ''türkiye'' dedi ya lan.
askerde ilk günüm, hani entelim yaa verdikleri ''askere el kitabı'' mı ne onu okuyorum. ''direklere tırmanmayacağım, arabanın gölgesinde uyumayacağım'' falan yazıyor uyarılarda. ''ulan hangi maymun türü ile askerlik yapacağım'' diye kendi kendime espri yapıp gülüyorum falan. bak, yolda kendi kendine konuşup gülen birisini görürseniz o deli falan değil, yalnızlığın nirvanasıdır muhtemelen. neyse bi çuval gereksiz işten sonra koğuşlara götürdüler bizi. hacı her yerde uyarılar var, uzay istasyonu sanki mübarek. ayna üstünde ''kıyafetini düzelt'' dolap üstünde ''kapağı aç'' lamba butonu üstünde ''bas ışığı yak'' filan yazıyor???
ben ne yaptım bunları görünce?? dedim ki ''ulan bu yazıyı okuyacak kadar aydınlıksa ışığı açmaya gerek yok. eğer yazıyı okuyamayacağım kadar karanlıksa yazıya gerek yok. bu durumda bu yazımın hiç bi işlevselliği yok'' gittim bunu direklere tırmanmayın diye uyarılan adamlara anlatmaya çalışıyorum ''bak şimdi hacı karanlıksa, ka-ran-lık-sa anladın, evet...'' falan telef oldum. koğuşta dumandan göz gözü görmüyor amk herkesin beyni yandı. sonra komutan geldi ''s.kt.rin yatın'' falan diye yatağa gönderdi bizi. yatakta bi süre daha yazının gereksizliğini kendi kendime ispat ettim. neyse ilk gün ben hepsini telef ettim kalan 6 ayda onlar beni telef etti. askere giderseniz kalabalığa biraz uyun amk, o uyarıları dikkate alın '''hehehe direğe kim tırmanır'' demeyin, afrika kabilesinden askere gelenler var orada :)
gülümsesin diye bi kıta, feth edeceğim bi kıza, şiir yazmak isterdim.
muhtemelen akabinde, pis bi zorba peşinde, onu koşarken izlerdim.
bu sanatın kötü huyu, hüzünden beslenmesi,
öğrencim olsa inan, düşünmezdim bile bir an
sanatın sözlüsünü, oldukça düşük verirdim.
üstü kalsın hayat sana, yaptığım iyiliklerin.
sana da kırgınım biraz, bilgin olsun istedim.
kızlar vardı güzelliğini, çevirmek istediğim 5 dile,
nedense birini bile, bana layık görmedin?
hayatın ahaliler emrinde, kızları ve kölesi
bana layık gördüğü ise, kalabalıklar içinde,
yalnızlıklar takımının maraton kombinesi??
kapımı çaldı yalnızlık -kapı önünü sohbeti-
bi kaç dakika sonra kibarlığımdan ötürü,
sormak zorunda kaldım,girmez mısın içeri???
şimdi ki aklım olsa söyle derdim efendi, ne istersin yabancı?
tanımazdan gelseydim???gider miydi dersin, o acımasız dilenci??
hayat belki de suçlu, sen değilsin de benim???
bilmem ki kimde suç, suç bende mi bilemedim.
sana da olmuştur, bilirsin; çok güzel bir kızla çıkarsın hani. ilk 2 ay kızın yüzündeki güzelliği ve sanatı incelemekten kendinden geçersin lakin 9-10. aya doğru kızın o kadarda güzel olmadığını fark edersin dostum. gözlerinin altında yağ bezesi vardır örneğin!!! yada ne bileyim yazın bi tatil beldesine gidersin diyelim, ilk 3-4 gün balkonda denizi izlemek ruhunu açar ''burada aylarca yaşayabilirim'' diye düşünür insan. akabinde 1 hafta geçer artık o balkona çıktığında orada deniz olup olmadığını bile fark etmezsin. insan gözü uzun süre gördüğü güzelliği kaybeder. çirkinlikler için aynısı geçerli değil ne yazık ki. ahhh!! leibniz kadar iyimser olmak isterdim !!!
***
fıtrat olarak korkuyu hissederiz ama güvenliği değil. mutsuzluk içimizi kaplar ama mutluyken aynısı geçerli değildir. insan yapı olarak olumsuz vasıflara dair duyarlılık katsayısı yüksek bir canlı. nasıl ki gözün güzel bir manzarayı uzun süre görünce kaybediyorsa gönlünde uzun süre maruz kaldığı iyiliği kaybeder.
bu nedenle hiç bir insana sürekli iyilik yapmamalısın dostum. arada kötülük yapmak ilişkinizi daha canlı tutacaktır. burada kötülükten kasıt iyiliğin yokluğu manasında elbet. yoksa git sevgilini döv, arkadaşını bıçakla, kardeşinin içeceğine uyuşturucu at demiyorum. senin iyiliğin oksijen misali olmaya başlar çünkü. kimse varlığı için şükretmez, olağan karşılanır. ayrıca bide bu iyilik yaptığın kişiye bağlanırsan bittin demektir dostum. çünkü eğer bir insan senin ondan vazgeçemeyeceğini anlarsa kendisini senden üstün görmeye başlar. zamanla ilişkinizde sen değersiz bir parya olmaya başlarken görgü kuralları onun lehine genişler. sana zulmetmeyi ve senden sürekli daha çok şey beklemeyi doğa kanunu sayar. özellikle kız erkek ilişkilerinde olur bu. kız senin gidemeyeceğini fark etti mi seni köle kendisini efendi yerine koyar. nihayetinde sen onun hizmetkarı sındır. her istediğini yapan, onu önemseyen, gidemeyecek bi hizmetkar. akabinde şöyle düşünür kızımız ''ben ondan üstünüm!!! beni hak eden, ondan daha iyi birisini neden bulmuyorum???!?''
bu nedenle kim olursa olsun onun vazgeçilebilir olduğunu hissettirmek hatta az biraz küçümsemek iyidir. arada kötülük yapmak mükemmeldir. karşı tarafın iyiliğin değerini anlamasını sağlar. her düştüğünde çocuğu yerden kaldırırsan bi gün kaldıramadığında sana küfrederken bulursun onu. sonra geceleri karanlığa gömülmüş yatağının içinde ona yeterince yardım edemediğin için kendini suçlarken uyuyakalırsın.
beni dinle, sürekli gaza basan araba kaza yapar arada frene basmak yarış için zarurettir.
harezmi bilim dünyasına 0'ı ekledi. islam medeniyetinin dünyaya kattığı önemli değerlerden birisi olarak bu bu sıfır gösterilir. ''islam dünyası o kadar boş ki ekleye ekleye sıfır eklemiş'' diyenleri medeniyet tarihi okumaya sevk ediyor ve yazıma devam ediyorum.
etrafım ''eşsiz birisi o hehe'' gibi cümleler kurardı, ben küçüktüm, sevinirdim. ergenlik zamanı bilirsin o zamanlar doğru yada yanlış olmaktan öte farklı olmak en önemli olandır. isterse olumsuzluk olsun bu durum, fark etmez. kimse düşünmez o yaşta ''bostandan ayrı kabak'' deyimi neden var diye?? eğer farklı olmak doğru bi şey olsa bu deyim olumlu anlamlar için kullanılırdı. neyse o zamanlar sevinirdim bu cümleler için ama şimdi eşsiz değil eş'siz olduğumu idrak ediyorum. eş'siz olmam, eşim olmadığını fark etmek üzüyor beni. hani söylemde herkesin sevdiği ama uygulamada kimsenin önemsemediği kurallar vardır. mesela öyle her şeye karışmamak, efendice oturmak lafta herkes sever bunu, böyle adamdan zarar gelmeyeceğini düşünür vs. ama onu sıkıcı diye pek bi yere çağırmaz, ilk fırsatta ona yüz çevirir. işte bu fuzuli kuralları önemseyen birisiyim ben, haa bu efendice otururum demek değil şahsen ben de sevmem pasif insanları. lakin kastım evlenmek için istenen erkek profiline uygun olmak. dürüst, güzel iş, espri, entellektüel bilgi lakin geldiğim nokta duygusal dünyaya nasıl sıfır ekleneceğini düşünmek??? bu mu okuduğum kitapların, işimin neticesi???
karma eğitimde yetişen kişilerle konuşuyorum, evlilik konusu açılıyor ''nasıl ya kimse yok mu etrafında'' diyor bir ses. ''yok'' diyorum ''pek kimse yok işte''. onların dünyasında bu yok ''var ama çok az var'' yada ''vardı ama şimdi konuştuğum yok'' manasına geliyor malum karma eğitim. eğitim zaiyatı olan bi meslek liseli olarak anlatamıyorum hiç olmadığını. duygusal dünyamıza bi sıfır lazım, anlıyorum. Kim bilir belkide bu sıfırı da ben eklerim ve benim gibilerin dünyasına kattığım önemli değer olur??? ''f628 duygusal dünyaya 0'ı ekledi''
cemil meriç kendinden 11 yaş büyük bi kadınla evlenirken ''genç kızlar mühendis istiyordu'' diye yazar. ilk aşık olduğu kadın bi fahişe olan bi adamdır, kadını baba evine çağıracak kadar da fantastik bir tip. bi kadınla nasıl konuşulacağı hakkında bi fikri olmadığı için eşine evlenme teklif ettiğinden bahseder. 38'inde gözleri kör olduktan sonra ''okumak istediğim pek az kitabı okuyabildim, görmek istediğim şehirlerden sadece istanbulu görebildim, tanışmak istediğim hiç bi kadını tanıyamadım'' diye ekler.
entellektüelin makus kaderi duygusal dünyada sıfırın manasını keşfetmek, kadınlar olumsuz vasıflara göz kırparken dürüst olmayı met eden çelişkili canlı, evlenmek pek zor. ''etrafına dikkatli bak!!'' uyarısı karşımda. eğer erkek kılığına girmiş bi kız yoksa etrafımda dikkatli bakmamın bi işe yarayacağını sanmıyorum, vahim.
günlerdir harezminin kapattığı boşluğun işlevini düşünüyor, duygusal dünyaya sıfırı ekliyorum. harezmiye bu konuyu es geçtiği için kızgınım.
''çok mu dertsiz duruyorum uzaktan bakınca
çok mu kalender sandınız dert anlatmayınca...''
diyor candan erçetin, aynı beni anlatıyor lan. şu sıralar farkına vardım insanlar için psikolog görevi görüyorum. tamam güzel, dinlemeyi severim, dinler tavsiye veririm. bunda samimi ve sıcak mizacımın ve kitaplarla içli dışlı olmanın etkisi var sanırım. dediğim gibi güzel bunda bi sıkıntı yok ama sorun ben insanlara sıkıntılarımdan bahsetmek isteyince ortaya çıkıyor. mesela birisine ''çok canım sıkkın birazdan camdan atlayacağım'' desem ''yaa bende sabah cam sildim, belim kırıldı'' gibi cevaplar geliyor. sonra ben sabahtan bu yana belinin nasıl ağrıdığını dinlerken buluyorum kendimi.
lan tamam etrafımda ne sorun olursa olsun ''hallederim bu işi gençler sakin...'' havası veririm etrafıma ama bu ne kayıtsızlık lan?? adama sorunumdan bahsediyorum konuyu çekiyor kendine. robot muyum ben?? sonra kızınca ''ama bende kendini yalnız hissetme diye kendi sorunumdan bahsettim'' oluyor.
hani bu duruma alışığım aslında, bizim milletin hastalığıdır bu zaten. sen bi olay anlatırken ne bileyim ''geçen arabayla gidiyoruz, çok da hızlı değiliz 100 km hızla gidiyoruz'' de ''ben geçen 110'la gittim'' der. ''hacı hız yapmak yanlış, o yüzden ben 60'la gittim'' de. ''bende geçen 50le gittim der. ''akşam maç izledim 3-2 bitti'' de ''ben izledim 3-3 bitti'' der. dediğim gibi alışığım yani olağan konularda böyle zaten ama bari sıkıntımdan bahsederken yapmayın amk. ''bak benim de şöyle bi anım var kanka!!''
***
s.kecem yapacağınız sohbeti şeyi ya, anına sokarım yav,hayvan gibi sohbet ediyosunuz yaa. dinime imanıma cümlelerinize bi tekip vursam var yaa yuvarlarım, atarım haa. ayı gibi sohbete giriyorsunuz lan. kimi telefondan giriyı kimi karıdan, kızdan giriyı... s.kecem alacanız şeyinden, telefonun da yav...
aklın yolu birdir gibi temelsiz bi sözümüz mevcut. kimse düşünmez ulan aklın yolu bir olsa bu filozoflar dünyası neden sürekli birbiriyle çarpışıyor diye. bu fikri savunanlar avam kısmını temsil ederler toplumda. avam bir olayın en yüzeysel yönü hakkında konuşurken kendini orjinal bi tespit yapıyor zanneder de daha derine inen insanları sapkınlıkla suçlar.
adamın biri çalışır da ortaya bi pasta koyar akabinde insanlar o pastayı yerken fırına teşekkürlerini sunarlar. arabayı üreten mühendisi es geçip tanıtımda ki mankenin elini sıkmak ahmakların tavrı. bilmiyorum, sanırım çalışmakla hata ediyorum. çünkü farkına vardım; çalışıp ortaya bi şeyler koymama karşın sonunda elimde ki pasta dilimi diğerlerinin elindekinden fazla olmuyor ama az olma ihtimali her zaman mevcut!!! insan bu durumda o pasta için çalıştığına yada pastanın tamamını çöpe atmadığına pişman oluyor.
belki de ibn-i arabi gibi bireye yönelmeliyim. toplum olumsuz işini görünce seni hor görür zira eğer iyi bi iş çıkarırsan işi sahiplenmekten daha hızlı bi şey yapmayacaklardır. anlıyorum artık filozofların, mucitlerin neden insanlardan kaçtığını. çünkü iş bölümü diyor üretim dünyası. bu sistem fazlasıyla üretmek için geçerli bi kanun ama çalışmayanların gönlünü hoş tutarken çalışana haksızlık etmek gibi kötü bi huyu var.
örneğin;6 film çekersin de 1 tanesinde geçen kötü bi sahne için yuhalarlar seni, 3 film dereceye girince ise kimse teşekkür sunmaz, öyle bi cafeye çay içmeye gidersin. aklın yolu bir mi??? çalışan hakkını mı alır?? sanmıyorum. doğrusu, çalışmayan çalışanın hakkını yer ve bu gerçeği bilip susan insanlar varsa mesuliyet onların omuzlarındadır.
***
herkes pastadan dilim alma uğraşındayken ben '' bana da herhalde dilim bırakırlar?! bu kadar düşüncesiz değillerdir!!!'' diye geride duruyorum. halbuki o pastanın yapımında en çok ben çalıştım ve bana dilim kalmıyor. adalet mi bu sence??
modern dünya yeni olanın daha güzel olduğu savı üzerine kurulu. ömür dediğin, en yeniye sahip olup sırada ki malı tüketeceği anı beklemekten ibaret. içi boş bir yaşam tarzı, insan dediğin benim elbisem daha cici diye karşı tarafı rencide eden çocuktan farksız. modern dünyada sadece fabrikalar madde üretmiyor emin ol, toplumun ürettiği mallar da mevcut. mal yani madde, maddenin temel vasfı felsefeye göre yer kaplamak. descartese göre ruhtan farkı ise düşünmemek.
boyalı kuşdan nefret eder herkes, insanlar kendi gibi olana yaradılıştan meyilli. düşüneni sevmez toplum, düşünen farklıdır, farklı yani yabancı, yabancı yani düşman. emerson düşünenin zırhıdır egoizm diyor. yoksa toplum bi böcek gibi ezer seni, annen ezer, kardeşin ezer...'' diğerlerinin elinden tutarken yükselemez insan bu nedenle yalnızlığa çekilmeli, malum düşünce kıldan köprü üzerinden ahali geçemez.
alimlerin hayatlarını oku. kaçmakla geçen bi ömür görürsün. insanlık icraat aynasına küskün. mukaddimeyi yazan ibni haldun imparatorların şerrinden kaçar meçhul bi gemi ambarında. zira sistem için düşünmemek gerekir bilhassa günümüz sistemi için. düşünen tüketmez, tüketim durursa üretim tökezler, üretim tökezlerse işsizlik başlar ve akabinde ekonomik kriz, batının değimiyle buhran. bu nedenle ekonomik sisteminden ötürü yeniyi met etmek zorundadır 21 yy. dünyası. yeniyi met geçmişi silmeyi gerektirir. geleneklere değil belki ama geleneğe düşman yetişmelidir insan, kozasını yırtmalıdır. halbuki uçmayı bilmez ama farkında olmaması kafidir. salakça yarışmalar icat edilmeli, gereksiz filmler çekilmelidir. insan vakitten tasarruf etmek için teknolojiyi geliştirmeli akabinde nasıl vakit öldüreceği üzerine kafa yormalıdır. fuzuli yarışmalar izlemeli, kendini bilgili sanmalıdır. doğaya çok önem verdiğini iddia etmeli ama doğa ile tek ilişkisi onunla götünü silmek olmalıdır.
bi çoğu için düşünmek bi lüks, topluma katılmak için düşünmemek ön koşul.
Sıcak bi yüzeye temas edince elini refleksle çekermiş gibi insanların sohbetlerinden beynimi çekiyorum. insanlar bi çoğu yarım bilgiler edinen tembeller topluluğu, bi şey bilmez ama yarım bilgisiyle ömrünü ilme adamış insanlara kafa tutmaya kalkarlar, yazık. Kendi için çözülmez olan meseleleri diğerleri için de kördüğüm zannederde yarım aklından düşüncenin antitezini yazar kendince.
insanlar ellerine aldıkları çekiç ile yonttukları heykelin karşısında böbürlenen adi mahluk. O heykelin hammaddesi ''manasızlık'' farkında değiller, önem verdikleri heykelin kendinden başka hayranı yok farkında değiller. 50 lirasını boşa harcasa kahrolurlar halbuki tüm ömrünü boşa harcarken üzülmez çoğunluğu çünkü farkında değiller.
Dostoyevski'nin dediği gibi; keşke ben de diğerleri gibi alelade bi konuda, ne bileyim mesela cep telefonu konusunda bilgili olsaydım. O zaman kendime saygı duymaktan başka bi iş yapmazdım. Girdiğim ortamlarda cep telefonlarının mühim özelliklerinden bahseder, bunların yaşam için ne kadar önemli vasıflar olduğuna dem vururdum. Bana saygı duymayan insanların yakasına yapışır, diğerlerine bu bilgileri vererek önemli bi görevi yerine getirdiğime inandığım huzurlu bi yaşam sürerdim. Gerzekçe sohbetimi dinleyenler bana bakıp ''bak sen şu adama ne bilgili, ne özgüvenli birisi'' diye beni met ederlerdi. Lakin şimdi geldiğim nokta ne? Entelektüel bilgi edinmek?? Felsefe, sosyoloji, edebiyat bunları okuduktan sonra diğerlerinin gerzek esprileri beni bunaltıyor. Onların vakit cinayetlerine tanık olmaktan yıldım artık. Sex, futbol ve madde muhabbetleri sıktı beni tamam mı? Etrafımda materyalist insan istemiyorum.
Nasıl onlar basit esprilere bu kadar gülebiliyor? Neden sığ konuları konuşmaktan bu derece zevk alıyorlar? Kitaplar sadece benim için mi var? Kitapların herkese açık olduğu dünyada bu kadar boş kalmak nasıl mümkün olabilir? insanlar neden çok mutlu olduğunu, çok gezdiğini, herkesten çok yaşadığını diğerlerine ispat etme derdinde? Bunları düşünmek bana mı has?
Bilmiyorum, bilmiyorum. Sadece bana gelip gerzek anılarını anlatan, her muhabbeti kendine ve ne kadar üstün birisi olduğu konusuna çeken, boş teneke gibi çok ses çıkardığı halde üniversite okuduğu için kendini bilgili sayan, Eksik, mantıksız, yarım olmasına karşın kendini mükemmel ve üstün insan zanneden insanlara acıyorum o kadar?
geçenlerde tek başıma göz damlası damlatmayı öğrendim. küçükken annem damlatırdı halbuki, yazık!! dünyanın bana empoze ettiği herşeyi yaptım. üniversite oku dedi okudum. sınav dedi kazanıp işe girdim ama geldiğim nokta tek başına göz damlası damlatmaya çalışmak ve hatayla kirliğime düşen damlanın göz yaşına ne kadar benzediği hakkında akıl yürütmek...
karamsar bi yapım var. belki doğuştan, bilmiyorum. lakin o kadar karamsarım ki çoğunlukla varoluşçuluğa yakın hissediyorum kendimi. sarthe gibi ateist kesiminden değil tabi, daha ziyade pascal gibi fideist tarafında yer aldığımı düşünüyorum.
dünyada dejenere edilmiş bi sistemde yaşıyoruz. insanların çoğu bi şey yaptıktan sonra varolacağını düşünüyor. şu işi başarırsam yada şu arabaya binersem kendimi ispat etmiş olurum. halbuki var olmak başarmaktan önce gelir ama fark etmiyor insanlar. reklamlar fakirler için kendilerinin ulaşamayacağı güzel bir dünya olduğu sanısı oluşturuyor. çok zenginlerin ise hayattan anladığı yok. kitap okumazlar vakitleri yoktur zira, herhangi bi sanat eserinden anlamazlar ilgileri yoktur. milyarlar vererek tablo almalarının nedeni sanatın değerini bilmek veya sanatttan anlamaktan ziyade başkasının almasına engel olmanın verdiği hazdan ibaret. kendini değerli hissetmek için kendinden daha değerli bi telefon yada arabaya binmek zorunda olan insanlara acıyorum!!
evet sistem, insanlara reklamlar vasıtasıyla önemli insan olmanın ilk kuralının güzel eşyalar kullanmak olduğu söyleniyor. güzel bi saat, araba falan. çoğu insan şüphe etmekteksizin kabul ediyor bu tezi. herkes benzer saatler, telefonları alarak farklı olduğunu diğer insanlara ispat edeceğini düşünüyor. geldiğimiz nokta ise herkesin birbirinin aynısı olmak için yarıştığı ve farkını bu şekilde göstereceğini sandığı bi ironi. iphone de ekran simgelerini arkadaşlarınınkinden farklı yapmak için 1-2 saat uğraşan gerzek bi nesil yetiştirdik. doğru, belkide devlet görüşü bu, 68'de dünya üzerinde etkili olan siyasi hareketler devletler açısından çok can yaktı ve devletler gençlerin düşünce dünyasından çekilmesi gerektiğini düşündü. belki de haklıydı??
kafam karışık biraz ve sanırım yazım bunu belli ediyor. birbirinden alakasız 3 paragraf, kardeşine selam vermeyen bi aile topluluğu misali. lakin beni açıyor yazmak, pek okuyanım olmasa da güzel. baksana, kendimi içinde değerli eşyalar olmasına karşın havalimanında unutulan bavul gibi hissettiğimi başka kime anlatabilirdim ki sence???
arada insanların okuduğu kitaplara yorum yaptıkları sitelerde takılıyorum. milletin profiline göz atıyorum vs. bilirsin işte kim neyi beğenmiş merak, eğer bilmediğim bi kitapsa okuma hevesi.
arkadaş ben bu sitelere takılınca hiç okumadığımı düşünüyorum, özgüvenim falan düşüyor. bak, şu ana kadar okuduğum kitap sayısı 300-350 civarı ama o sitelerde kimin profiline baksam 500-600 kitap okumuş!! vay arkadaş favorilerine bakayım diyorum, sağlam okumuş biri sonuçta belki feyz alırım?? bi bakıyorum alacakaranlık, peter pan, tutunamayanlar(bu şart, olmayınca dövüyorlar) falan. amk ne okudun 500 tane cin ali mi okudun?? nasıl bunlar favori olur. sonrada profiline ''popüler kitaplar dışında her tarz okurum yazmış! peh. ulan nasıl alacakaranlık serisine metih diziyorsun o zaman!!
''yaa kanka ben çok acayip okurum yaa. her oturuşta en az bi büyük ansiklopedi deviririm'' falan?? ne ayaksınız oğlum. tek vasfınız şekil amk. kitaplar konusunda bile sallamasınız.
geçende birisi ''aristoyu falan çok iyi bilirim'' dedi. bak sen! falan?? aristoyu farabi 30 sene şerh etmiş ibn rüşt'e göre o bile anlamamış. bizim kahraman ise aristoyu falan bilirim diyor. beynine, cesaretine, cahilliğine kurban senin. aslanım yürü.
inanmayan varsa gitsin bi forum sitesine ''kaç kitap okumuşsunuzdur'' diye konu açsın. ''çoooooook okumuşumdur'', ''hiç saymadım ama 500 falan vardır'' diye cevaplar gelmezse bi şey bilmiyorum.
enerjik bir duruşun yanında ''dün gece uyuyamadım'' sözü, kendi içinde bi dünya ki kapalı gökyüzü... f628, içinde ah'lar vah'lar yankılanan uzaktan şaşalı bir panayır. hayata bakış açısı kısmen karamsar, biraz pesimist. gözünde gördüğü her şeyi eksi ile çarpan bir gözlük var. optik biliminin çözüm bulamadığı bozukluktur bu, garip. gerçi karamsar, pesimist vs. bunlar kendi tabirleri değil. aslına bakarsan ona göre realite bu yani gerçeklik. hayat, hakkında düşünülmeyecek kadar ağır, kafana takmadan yaşanamayacak kadar mantıksız.
--
kadınlar, erkeklerin üzerinde yarattığım etkinin beşte birini yaratamadığı bir tür. bana karşı duvarları örülü bir tecessüs. ''berlin duvarı bile yıkıldı'' diye düşünme!! bazı duvarlar yıkılmaz. kapılar açılmak için değil kimilerini dışarıda tutmak için yapılır.
--
dış görünüş?? para?? bunları önemsemez pek. belki de kaybı buradan kaynaklanır?? güzel giyindiği için kendini saygın bir insan olarak nitelendirecek kişilerin aslında elbiseye saygı duyduğunu düşünür zira. platon ''büyük şeylere kafası basmayanlar gereksiz şeylerle ömür geçirir'' der. haklı olabilir mi?? ne dersin???
f628, başka bi amaç bulamadığım için kendini yetiştirmeyi gaye edinmiş bir insan. tıpkı tesla gibi modern dünyayı anlayamamış bir düşünce. kaliteli olunca fark edileceğini düşünür içten içe. aslında bu eskide doğrudur, kitap ''elmas yerde kalmaz'' der. lakin dönemimizde önemli vasıf kalite değil, reklamdır bunu anlamaz işte. söylesene kaç kişi tezgahta satılan ürünün kaliteli olduğunu fark eder ki sence??
--
şu günlerde entellektüel birikim edinmekle hata ettiğimi düşünüyorum dostum. kimsenin olmadığı parkurda koşan adam misaliyim. insanlar kitap okuyan kişinin sıkıcılığı temsil ettiğini düşünür, seziyorum bunu. biraz sohbetin akabinde ''sen çok komik biriymişsin yahu!!'' tabirleri. önyargı!!
insanlar yanılır dostum, yalnızlığı fiziksel olarak algılar bi çoğu, ruhani bi kavramdır aslında. tek olmak ile yalnız olmak farklı şeyler, bu ince çizgiyi gözetebilen insan sayısı pek nadir. hülasa, etrafında birilerinin olması yalnız olmadığın manasına gelmez dostum bilakis en çok kalabalıklarda yalnızlık basar beni. neden mi?? insanlar rasyonel sayılar gibidir çünkü paydaları eşit olmadığı sürece işleme giremezler.
yalnız olduğum için okumaya başlamıştım, şimdi ise okuduğum için yalnız kalıyorum.
telefonda konuştum onunla. bir saat kadar belki?? insan heyecanlanınca zaman ölçüsünü şaşırıyor. telefon 1 saat diyordu ama!! garip. sanırım zamanın bükülmesi için kalbin ışık hızında atması da yeterli...
dedim ya konuştum onunla, evlilik konusu açıldı yine. ''yok mu kimse sorusu'' karşımda dikildi. dik dik baktı yüzüme, ben ise gözlerimi kaçırdım. anlattım ona, aslında sevdiğim birisinin olduğunu ama şimdilik pek gelecek vaad etmediğini söyledim. ''nasıl birisi'' dedi. ''müthiş bir gülümsemesi olan, esprilerime hakkından fazla kahkaha atan, oval yanaklı birisi'' olduğundan bahsettim. kendisini anlattığımı anlamasın diye içine bi kaç yalan da serpiştirdim. telefonun öteki ucundan kikirdeyerek ''biraz bana benziyormuş'' dedi. akabinde anlatma sırası ona geldi, kendisinin sevdiği kişiyi anlattı bana. düşündüm, uzun uzun düşündüm de bulamadım, bana benzeyen hiç bir yanı yoktu.
modern bilim ''tümevarım'' der. felsefede mantığın bu ilmini tenkit eden bir çok filozof var. bi zarın 100 kere atıldığında da 5 gelmesi 101. atılışında 6 gelmeyeceği manasına gelmez bu sebeple bazı gözlemler neticesinde tam manasıyla doğru bi kanuna ulaşılamaz derler. lakin ne olursa olsun günümüzde bilimi yönlendiren temel kıstastır tümevarım.
***
geçmişime bakıyorum. kızlar, çeşitli gözlemlerim ve deneyimlerim bana onların sevgiye değer vermediğini söylüyor. belki yirmi beşinden sonra verirler?? olabilir ama ne yazık ki genç kızların gönül borsasında olumsuz vasıflar her geçen gün değer kazanan hisse senetleri. schopenhauer ''bi erkek kendini diğer erkeklerden üstün görüyorsa bunun temel nedeni zekası, bilgisi veya cesaretidir'' der ve ''bi kadının kendini diğer kadınlardan üstün görüyorsa bunun temel nedeni ya daha iyi giyinmesi, ya daha güzel takılarının olması yada saçının daha güzel olmasıdır'' diye ekleyerek ilginç bir tespit yapar. schopenhauer'un da değindiği**gibi; kadınların çoğu ne yazık ki görünüşe fazlasıyla takılır, şaşalı kapaklara sahip kitaplara meyil ederken kaliteli kitapları kapaklarına bakarak red ederler. belkide bu takıntıdan ötürü nerede züppe tip varsa onun peşinde koşar kadın. senelerce onlarla gezip evlenmeye vakit gelince efendi adam aramanın derdine düşer. tabi efendi adam kişilik olarak iyidir, okulunu, işini halletmiş bi yerlere gelmiştir. lakin o kızı istemez. sonuçta arada aşk yoksa evlilik denklik işi. kızın geçmişi rahatsız eder adamı. sonra kız der ki ''erkekler çok geri kafalı. namusu bacak arasında arıyorlar...''
kızlar, huysuz evladını ciğerine basan bir anne. uysal çocuğunu ise sümsük diye hor görmekten öteye gitmiyorlar. ileride yaşlanınca o iyi huylu evladına muhtaç olacağı günleri düşünmemek, muhtaç olduğunda utanmadan yanına gitmek??? acep bu tavrın doğru olduğunu kabul edecek birisi var mıdır???
***
muhtemelen bunu okuyan kızlar itirazlarını dile getirecekler ''bi kere bütün kızlar aynı değildir!!'' doğru, bütün kızlar böyle değil. lakin dediğim gibi tümevarım dünyamızı oluşturan temel kıstas. ayrıca bütün sosyal tespitlerde bi kaç fire olur, olacaktır. toplumun tamamını içine alan bi sosyal gözlem yapmak kabil mi sence??? eğer bi kaç istisna var diye sosyal tespitlere karşı çıkacaksak sosyoloji bilimini ve bütün sosyal tespitleri kütüphanelerden silip atmamız gerekir.
Hayat kırılmış umutlarımı biriktirdiğim bir eskici sepeti. Alçı ile kırık umutlar kaynatılabilir mi sence??
Geçmişin paragrafları senin hayatında da keşke ile mi başlar??? yoksa sadece benimki mi öyle?? insan dediğin oynadığı hiçbir oyundan memnun olmayan mızmız bir çocuk. alır topumu giderim lakırdısı, yaşadığı şehirden muzdarip olmak her insanın kaderi...
sana bir soru sorayım mı dostum?? aklıma takılan garip bir soru. insan sıkıntı çektiği eylemleri terk eder değil mi?? yani örneğin bir yerden atladığını düşünelim. ayağın ağrırsa bi daha atlamayız, yada bi sohbete girdin ve memnun olmadıysan bi daha girmezsin. mantıkla olan budur zaten. peki, senin hayat dediğin nedir???;çocuklukta ağlamakla geçer ömrün, orta yaş iş, evlilik geçim derdi. yaşlılıkta sağlık sorunları baş gösterir. kısacası çektiğin sıkıntılar toplamına hayat denir. peki dostum mantıklı olan sıkıntılı fiilleri terk etmek ise sıkıntılar toplamı olan hayata neden bu kadar bağlıdır insan??? nedir bizi hayata çeken?? herkesin oynamaktan muzdarip olup çıkmaya yanaşmadığı herhangi bir oyun var mıdır??? sanmam. her paragrafı keşke ile başlayan hayatta gelecek cümlelerin ''iyi ki'' diye başlayacağını düşünmek hangi hayalperestin düşüncesi?? modern bilim tümevarım der değil mi???
peki, geç kalmış olmak neden hep içimi kemiriyor dostum??? öğrenmek için geç kalmak, evlenmek için geç kalmak. sence diğer insanların mutlu olmasını gerçekten ister mi insan??? mesela kendisi işe girmediyse içten içe herkesin işe girip kendisi gibi sıkıntı çekmemesini diler mi dersin??? doğrusu sanmam. bence insanların çoğu kendi seviyesinde ki yani, AYNI MASADA YEMEK YEDiĞi insanlara onlardan daha üstün olduğunu ispat etme gayesi içinde yaşar. ''yaa o zamanında yüz vermedin, ondan bi şey olmaz dediğin kişi benim'' demek için. işin kötü yanı ise genelde kendimizi ispat etmek istediğimiz insanlar çocukluğumuzdan bu yana bizi tanıyan kişilerdir. derviş olmak isteyenler için verilen ilk tavsiye insanların seni tanımadığı bi yere gidip orada yaşamandır dostum çünkü yargılar kırılmaz, yeni bir algı oluşturmak daha kolaydır. yinede bi umut işte seninkisi...
''umut etmek en büyük kötülüktür'' diyor nietzsche ''çünkü işkenceyi uzatır'', ''umut yaşamın temelidir'' diyor adler.
bence ise bir çöplüktür umut, etrafı kirletir ama insanın yaşamak için çöp de çıkarması gerekir bi değil mi?? sepetime bakıyorum umutlarla dolu, ortasından kırılmış umutlarla. atmak gelmiyor içimden. ''belki bi ara yapıştırırım diye düşünüyorum, kim bilir belki kemik misali kaynarlar.''
''hadi starbucks'a gidelim'' dedi kadim dostum. gözlerim büyüdü, starbucks mı??? sosyal medyada gördüğüm kadarıyla pek haz edeceğim bir ortama benzemiyordu orası. fiş ile tuvalete gitmeler, yarım metrekarelik bir alanda yan masada ki artist kızın dışarı verdiği nefesi oksijen diye içine alacak kadar dipdibe oturmak ve manasız kahve isimleri. oldum olası sevmezdim çakma entel ortamları. ''hakan günday çok iyi yazar vs.'' bilirsin işte. neyse gitme isteğim yoktu ama arkadaşımı da kırmak istemedim. ''peki dedim dostum gidelim bari...''
ortama girdiğimiz vakit tahmin edeceğiniz üzere arkadaş check-in yaptı. ailesi ''nereye gidiyorsun'' dediğinde verdiği tek cevap kapıyı çarpmak olan insanların gittiği her yeri birilerine bildirmeye yeltenmesi de her zaman garip gelmiştir bana neyse dediğim gibi ortama girdik beni bi sıkıntı bastı. herkeste bi sonradan görme elit tavırlar ''chicken santa fe panini sosu pek olmamış sanki'' gibi ifadeler ortamdan soğumama yetiyordu ama yinede gelmiştik işte. oturduk bi masaya arkadaş siparişlerini verdi ben ise ''bana da aynısından'' seviyesinde takılıyordum ki sağ çaprazda oturan beyaz teni ve pürüzsüz yüzüyle slav ırkına benzeyen sarışın kız ilgimi çekmeye başladı. arkadaş mal mal telefonuyla ilgilenirken ben her geçen saniye kıza aşık olmaya bir adım daha yaklaşıyordum. okuduğum kitaplar falan yalandı o an bana göre. karşımda tanrının sanat eseri vardı sonuçta. tanışmak isterdim ama ne yazık ki ortamda kendimi ezik hissediyordum, malum aşina değildim böyle ortamlara. garsona bile seslenirken sesim titriyor, çatallaşıyordu 'garrsun bi kola' zordu ama bi yandan da içimden bi iyimserlik mevcuttu tanışırdım ne olacaktı ki??? 2-3 espriydi en nihayetinde. belki felsefeye falan da ilgisi vardı belli mi olur??? açardım bi konu hayran olurdu bana??? diye düşünüyordum ki kızın arkadaşı saatini gösterdi slav kıza ve ikisi de bi anda masadan kalkıp kasaya doğru ilerlemeye başladılar.
nasıl yani diye düşünüyordum. hayallerim hızlı şişirdiğim için mi bu kadar ivedi patlamıştı??? belki telefon numarasını falan bırakmıştır diye masayı kontrol ediyordum ki aradım fırsat karşıma çıktı. masada bir şeyini unutmuştu!! hemen uyarmalıydım onu. aman nede mutlu olurdu?? bi teşekkür ederdi herhalde. belki sohbet bile ederdik??? belli mi olur ileride çocuklarımıza ''ya anneniz masada eşyasını unutunca ben arkasından kahramanlar gibi yetiştim akabinde bi sohbet kahve derken'' falan diye hikayeler anlatırdım belki??? aklımdan eski türk filmlerinde mendilini yere atan cariyenin görüntüsü ve mendili getiren erkeğe yaptığı cilveler geçiyordu. fakat nasıl olacaktı?? nasıl seslenecektim??? ne yazık ki bedava halk plajı gibiydi ortalık 1 götlük boşluk yoktu. seslendiğim anda herkes telefonlarından(!) başını kaldırıp bana bakacaktı. nasıl olacaktı??? hayatımın aşkı gidiyordu?? derken uyarmaya karar verdim;
cafede abartısız 20 sene sessizlik hüküm sürdü. akabinde küçümseyici bir ifade takılarak döndü slav ''o cafenin şalı bi kere taam mı'' dediği anda cafenin bütün sandalyelerinden sarkan hatta benim de sırtıma hafif dokunan şalların farkına vardım, hepsi bana gülüyordu sanki. oturanlar durumumu twitter da paylaşmıştı bile. 2-3 masa terk etti ortamı. kafamı eğdim yere doğru, yaklaşık olarak 50 sene masanın altında ayakkabılarımı izledikten sonra gözlerimi arkadaşıma doğru kaldırdım, hala telefona bakıyordu. ''abi dedim gidelim hadi'' anlamsız gözlerle saliselik bi bakış attı bana ''neden ki abi'' derken gözleri telefonun ekranına çoktan inmişti. o belli ki sadece fiziksel olarak buradaydı. ben ise tamamen buhar olmuştum.
edit: ulan hala geçmiş olsun diye mesaj geliyor :) tamamen kurgusaldır gençler.
ben üniversitedeyken 3 sene bulaşık yıkadım'' diyor biri!! ''yani??'' diye düşünüyorum içimden ''bundan bana ne ki??''
alakasız bi şekilde lafa girerek ''geçen starbucks'a gittim'' diyor bir başkası. fuzuli bilgiler silsilesinde ıslanıyorum her gün. bu gidişle beynim ıslak gezmekten zatüre olacak diye korkuyorum. diyaloglar ve modern insan, neden ve nasıl???
***
günümüzde insanlar, insanlarımız diyaloğa girmeyi şahsi geçmişini karşı tarafa bildirmek zannediyor. bir çoğu sıkıcı hayatlarına bi gözlemci arama derdinde. bak bu cümleler ''ulan geçen bulaşık yıkadım belim kırıldı'' cümlesine ''ben de 3 sene yıkadım'' diye verilen bir cevap değil. bu cümle alakasız şekilde ortaya atılan, ne bileyim kafasını gömdüğü telefonundan bulaşıkla ilgili bi resim vs. görüp etrafına ''ben 3 sene bulaşık yıkadım üniversitede, iyi ki yemek işine girmedim o zor'' demekten ibaret. tamam güzel kardeşim yıkamış olabilirsin ama bundan bana ne yahu??? bunu bilmek zorunda mıyım??? hayır yani büyük petro(yada osmanlının andığı gibi deli petro) gibi tarihi bir şahsiyet olsan ve teknik bilgi edinmek için avrupada amele gibi çalışsan tamam ama senin bulaşık yıkamış olmandan bana ne be???
dediğim gibi insanlar kendi gereksiz bilgilerini karşı tarafa sunmayı diyalog zannediyor. bilakis diyalog ise kendinden ziyade karşı tarafla ilgilenirsen olur. eğer sen sürekli kendinden bahsediyorsan bu zaten monologdur.
-ben alaturka tuvalet severim.
-soğuk havalarda hemen hasta olurum.
sizin diyaloğun ben amk. bak buna benzer bi akım sözlükte de var. örneğin giriyorum cafe latte başlığına şöyle yazılarla karşılaşıyorum.
amk mal mısınız lan??? burası sözlük o başlığa ya o kahve ile ilgili komik bi anı yazarsın ya kahvenin yapımı hakkında bilgi verirsin yada kahvenin yetiştiği ülke ile ilgili bilgi verirsin vs. herkes birilerine bi şeyleri ispat etme derdine girmiş. tamam lan her şeyden yemişsin, içmişsin aferin. çok kralsın, eskiden seni mal, vasıfsız bi şey sanardık ama haşa(!)sen latte bile içmişsin!! bilemedik.
yazı yazmayı sevdiğimi dile getiririm ve yazmayı öğrenmenin ilk kuralı ise yalnız olmaktır, bunu da kabul ederim. insanlar buradan yola çıkarak yalnızlığı sevdiğimi düşünüyor. peki, uzun atlamayı öğretiyor diye bataklığı seven var mıdır??
yalnızlık güneş misali benim için, bu sebeple tamamen elimden alırsan güç kaybediyorum. güllerim soluyor, cümlelerime gübre belkide?? onun sayesinde oluşmuyorlar ama güçlenmelerini sağlıyor. lakin güneş fazla yakıcı olur, yüzüme vurursa huylanıyorum ondan. şapka arıyorum, gölgeden yürüyorum.
söylesene kim güneşin çatında yürümekten hoşlanır ki?? hayat kaynağı o olmasına karşın??
3 büyük semavi dine göre bu dünya bi sınav dünyasıdır. ve eğer bu dünyada insanlar sınanacaksa zaten allahın varlığına dair delillerin olması mantığa ters düşer. Hatta kant ve gazali ''eğer tanrıya dair bi kanıt olsa ben inanmazdım zira o benim inandığım tanrı olmazdı'' derler. bunun dışında allahın kanıtının olsaydı bu, dinin akla dayanması manasına gelirdi ki eğer din imana değilde akla dayansaydı herkes inanırdı, peki bu durumda sınavın geçerliliği düşmez mi sence de???
kısacası bi şeye inanmak için onu görmemen gerekir zira görsen inanmış değil bilmiş olurdun.
başlık taşınmış edit: eski başlık ''allah vardır diyenlerin bi kanıt gösterememesi''ydi.
kalıplaşmış cevaplar vardır. en bilineni ''kelime haznemi geliştiriyor'' dilimiz öyle yozlaşmış ki kitap okumanın en büyük avantajı olarak kelime öğrenmeyi gösteriyoruz!! kitap okuyarak kelime öğrenmek yabancı diller için geçerli bir kavram lakin ana dilde kelimeleri kitaptan öğreniyorsan toplumun dil kökeninde bi sıkıntı var demektir.
neden kitap okuyorsun???
''gerçek insanlardan sıkılıyorum'' abes bir cümle. hayatı iyi yansıtanlara iyi edebi eser demiyor muyuz??? dostonun karakterleri bizden ve diğerlerinden bi parça barındırdığı için fenomen değil midir??
neden kitap okuyorum??? öncelikle düşünmeyi öğrenmek için. içime bir ışık tutmak için.
malum içi ne kadar karanlıksa insanın ışığa ihtiyacı o derece fazladır.
cemil meriç, ışık şiddeti yüksek bir fener. düşüncenin ücra köşelerinde raks eden bir beyin, belki deniz yada okyanus kadar derin. şu günlerde fark ediyorum ki ben ise yanımdan geçen arabanın kaldırıma sıçratacağı derinlikteyim. beni kaldırıma sıçratan o araba felsefe, sosyoloji, psikoloji. ben cahil, ben kör. cemil meriç gözleri kapalıyken dünyayı beyninde imgelemiş bir yarasa.
okuyorum, derinliğim artsın diye, okuyorum, farklılıklara yadırgamadan yaklaşmak, öğrenmek için okuyorum, sallanan köprüde dengede durmamı sağlayan tek dayanak noktam olduğu için. belkide biraz dünyamı genişletebilmek için;
''nihayet bütün dünya kelimelerden ibaret. ama sende ne varsa kelimelerde de o var.''
bazıların üslubumun fazla sert olduğunu söylüyor yer yer. peki, sence de kimse seni dinlemiyorsa bağırmak en doğalı değil midir?
gözlerimin önünde su damlaları görüyorum şu sıralar. farkına varıyorum; buhranlarım yaz mevsiminin bunaltıcı sıcağı, ben kavurucu sıcakta eriyen bir buz parçasıyım. günbegün damla damla azalan bi benlik karşısında aciz bi gelenek. kültür mü? defterde izi kalmayan adice silinmiş güzide paragraf. tarih? çoktan sırtımızı döndüğümüz, tanımazlıktan geldiğimiz eski bir dost. aile? azicane bir pansiyonu paylaşan birbirinden muzdarip insanlar topluluğu, tek karşılaştıkları yer yemek masası...
''ne için yaşıyorum'' sorusu ruhumun yüksek basınç bölgesi, buhranlar fırtına. ben ise oluşan fırtınada dayanaksız olduğu için savrulan bir çöp parçası.
seneler seneler önce coğrafya dersi, ben arka sırada lak lak yapan tembel öğrenci. hoca ''ibret-i alem olsun'' diyerek kaldırdı beni tahtaya, ''söyle bakalım dedi 4 tarafı denizlerle çevrili kara parçasına ne denir???'' sınıfta sessizlik hüküm sürdü bi kaç saniye, herkes ağzımdan çıkacak cümleyi bekliyordu. a ile başlıyordu sanki cevap? ikinci harfi d olmalıydı. evet evet, ilk hece tamam 'ad'...
***
koca adam olmuşsun!! popüler bi cümle sanırım. pek sık duyuyorum zira. ''koca adam mı???'' diye düşünüyorum çoğunlukla. halbuki ben kendimi suyun üzerinde sektirmek için kıyıda yassı taş arayan çocuk gibi hissediyorum hala. koca adam olmak? her şeyin para ile ölçüldüğü devirde belli bi getirim olduğu için mi koca adam diye adlandırılıyorum acaba? yada okuduğum kitaplar mı bu tabiri insanların bana yakıştırmasına sebep? mümkün ama yeterli değil hiç biri. hem insan hayatının kaçıncı saniyesinden sonra koca adam olur ki? hayat geçiyor, koca adamlıktan kocamış olmaya yol alıyorum. geç kalıyorum hayata. yinede düşünüyorum koca adam olmak! ne zaman ve nasıl.
***
a ile başlıyordu sanki? ikinci harfi d olmalı. evet evet, ilk hece tamam 'ad'... üçüncü harf 'a'ydı sanırım. 'ada' ve son harfi 'm' olmalı, 'adam' evet, cevap 'adam.' kafamda cümleyi tam toparlıyorum ve öğretmene sorusunun karşılığını veriyorum.
''dört tarafı yalnızlıkla çevirili insan parçasına adam denir. hemde koca adam...''
düşünüyorum, etrafında kimsesi olmayan adaları düşünüyor, ada ile empati kuruyorum âdeta. acaba adam ve ada cümlesi aynı kökten mi geliyor' sorusu aklıma takılıyor. malum ikisi de yalnız, ikisi de kimsesiz.
kızıyor öğretmen sözlerime. 'otur' diyor 'sıfır verdim.'
ibret-i alem oluyorum cümle aleme. herkesin kıta olduğu yerde ada olduğum için parmakla gösteriliyorum. o an yalnız olmayan insanların bana bakarak tebessüm ettiklerini görüyorum. üzülüyorum, farkına varmadıkları için üzülüyorum. bütün kıtalar da birer adadır aslında. ne kadar uzaktan baktığına bağlı sonuçta, yalnızlık kadere tükenmezle düşülmüş bir not. şuan itibariyle okunmuyorsa o sayfaya gelmemişsin demektir, ölüm misali yalnızlık herkesin tatmak zorunda olduğu kezzap, her otobüsün ulaştığı durak. elbet bir gün herkes yalnız kalacak.
***
yinede herkesin kıta olduğu yerde ada olmanın hüznünü yaşıyorum şu sıralar. 'acaba' diye düşünüyorum sık sık 'şu dünyayı bir günlüğüne terk etsem kimse fark eder mi yokluğumu?'
-cevap e şıkkı hocam, hiçbiri.
-otur koca adam, sıfır.
buhranlı bi sohbetten geldim şimdi. çoğunlukla benim konuştuğum bir sohbet, hani konuşmak insanı açardı??? yalan...
insan dediğin oksijen israfından ibaret. dostoyevski yada cemil meriçle aynı gezegende yaşadığımıza inanmak zor. bilmiyorum, yaşamak için mi geldim dünyaya öğrenmek için mi??? bir şeyleri yaşamadığımı, eksik kaldığımı hissetmeme karşın onların ne olduğuna dair fikrim yok. eğlenmek mi???? aptalların inandığı bir hayal. çoğunun eğlence dedikleri başkasını taklitten ibaret. kalabalık boşluk demek. boş kalabalıklara şehir diyoruz. düşünmeden yaşayana insan. hani hayvandan en büyük farkımız düşünmemizdi lan???? yalan....
arada insanlardan nefret ediyorum ama bi yandan onlara ihtiyacım olduğu fikri düşündürüyor beni. neden yaşıyorum??? üzerinde numaralar bulunmayan bir çarkıfelek oyunu mu hayat??? neden oynadığını ve sonucunu bilmeden sadece oynadığın için eğlendiğin basit bir oyun???? peki öyleyse diğerleri nasıl eğleniyor, benim bilmediğim bi formülü keşfetmiş gibi???? yanından geçerken kaldırımda bekleyen masum yüzlü kadın ''100 lira'' diyor saatine ''pazarlık yok...'' yüzündeki ifadeye bakıyorum, hala masum. insanlık benzer bir masumiyet ardına sığınıyor. okumak için mi geldim??? yaşamak için mi???
görüyorum ki değer levhası 10 senede bi değişen toplumda doğruyu aramak abes. diğer insanlara bakmak mide bulantısı. bugün otobüste yanımda oturan saçları dik kırmızı parlak gözlükleri olan çocuk salak lakin doğrusu salak olmak mı?, bilmiyorum.
kendi varlığımdan muzdarip bir şekilde diğerlerinden utanarak ömür sürüyorum.