"av mevsimi" filminde söylemiş cem yılmaz. filmi izlemedim henüz ama bu parçanın söylediği sahneyi televizyondan izledim bende. evet çok güzeldi, çok keyifle söylenmiş, çok eğlenceli bir sahneydi. herkes öyle coşkuyla eşlik ederken ben gözlerim dolu dolu ağlayarak izledim kulaklarımda kazım'ın sesi ile. "sevdaluk eyi şeydur, ben da yeni başladum" diyordu ya hani...
böyle kadere tüküreyim!
adam aşmış. alenen dini ticarete döküyor. hani tamam her şeyine alıştık da bu kadarına da yuha. "haydi çocuklar namaza" diye bir kampanya falan da başlatırlar artık.
aleviliğin erdemine erişmeyen ve asla erişemeyecek olan zavallı insanlar bir türlü yediremezler kendilerine alevilerin iyi olmalarını, ondandır böyle saçma başlıkları.
nerde alevilere küfreden duyduysam (özellikle gençlerden) arkasında muhakkak karşılık bulamadıkları aşk acısını gördüm. ya alevi bir kız ya da alevi bir erkek tarafından reddedilmiştir bu kişiler. kuyruk acılarıdır onları bağırtan, hemen inançlara boklarını atarlar.
ha demiyorum ki alevilerin hepsi mükemmel insanlardır. değil elbet. alevi olmayanda ne kadar kötü varsa onun yarısı kadardır alevide kötü olan.
aylardır bilgisayarımda kayıtlıydı bu film. çok istedim izlemeyi, binbir hevesle yükledim bilgisayarıma da zaten. ama bazen insanda olur ya hani hazır hissetmez kendini. bende uzun sürdü bu. filmi izlemeye hiç hazır hissetmiyordum kendimi. garip şekilde cesaretim de yoktu. filmleri izlemeden önce konularını da okumam dinlemem pek. sevmiyorum. keyfi kaçıyor, filmi izlemiş gibi oluyorum. bu filmin fragmanını izleyince bile kalbimde bi acı oldu. böyle cız etti resmen kalbim.
neyse gel gelelim bugün izlemek kısmet oldu*. te en başından o simo yu gözüm tutmamıştı. bi halt yiyeceği belliydi. hazımsız hayvanat! bacısını bahane etti vurdu garibimi. o da safım "arkadaşım o. vurmaz sırtımdan beni" diye düşünüp yürümeye devam etti silahı görmesine rağmen. veysoo arkadaş ulan bu! arkadaş adamı sırtından vurur!
filmin müzikleri de çok güzeldi.
"...sen ne cüretle bu kızı istersin anlamıyomki ben. değişmiyor oğlum bu memlet bu işler. yok aleviydi yok sünniydi. yok kürt tü türk tü. çerkezdi araptı bok var..."
son yayınlanan bölümüyle tabiri caizse ağzıma sıçmıştır.
3 gün önce babasını kaybetmiş olan arkadaşın evinden gelmiştim. günün pazartesi olduğunu unutmuşum. hoş aklımda hiçbir şey yoktu zaten... tam dizi başlamış, özeti bitmiş eve girmişim. babacığım yorgun, uyumaya gitmiş. annem salonda, beni beklerken ezel'e bakıyormuş arada. oturdum izlemeye başladım bende. kafam dağılsın biraz dedim. ezel bu dağılır mı kafa... öyle bir bölüm yapmışlarki bu sefer hep "baba- evlat" ilişkisi üzerine... aklımda babasını kaybeden arkadaş, gözlerim dolu dolu. ağlamamak için zor tutuyorum kendimi. bir damlası kaçsa gözümden arkası kesilmez biliyorum. yalnız olsam hıçkıra hıçkıra ağlar, rahatlardım belki de. ama annem yanımda. üzülmesin ağladığımı görünce diye gıkımı çıkarmadan oturdum boğazımdaki düğümle.
hani son sahnelerinde dayı dedi ya "o benim kanım değil, o benim canım. o benim son oğlum." diye orda nefesim kesildi iyice. babasını kaybeden bu arkadaş için zamanında "o benim kanım değil ama o benim canım, o benim tek kardeşim" derdim. ama benim "kardeşim" dediğim de zamanında "ömer" gibi mal olduğu için benim için "arkadaş" kaldı sadece.
neyse. eyşan'ın babası ile kardeşi arasında çaresizliği, bahar'ın vicdan mı dersin görünmeyen sevgisi mi dersin dayanamayıp babasının peşinden gitmesi, ömer ve mert'in ameliyata girecek olan babası için telaşı, hele ki mümtaz amcasının ezel'e "senin baban hayatta mı evladım?" sorusundan sonra geçen diyalog da babası mümtaz amcanın *"baba diyeceksin. baba! ne kadar sevdiğini söyleyeceksin ona. söz ver bana" demesi, ezel'in söz vermesi ve birkaç saniye sonra "baba!" demesi, haykırması resmen...
her bölümü çok acayip de bu bölümü beni mahvetti be sözlük!
diziyi izlerken bile içimden hep o arkadaş ve onun kardeşi için "inşallah bir gün bu bölümün tekrarına falan denk gelmezler" diye geçirdim. inşallah...
sakin sakin oturmuş, dalmış gitmişken öyle hayko nun resmen anırmasıyla kalbimi yerinden fırlatacak gibi olan, ödümü koparan, hatta korkudan ağlatacak gibi olan program.
ellerim titredi korkudan, kumandayı alıp sesini zor kıstım ve hala kalbim güm güm atmaktadır. o nasıl anırmaktır! bu da sanat mıdır ya yuhhhh!
izleyince yazasım geldi: tamam adam sevimli, muhabbeti hoş falan ama anırınca bütün sevimliliğini kaybediyor. olmuyor be hayko keşke sadece şarkı söylesen. öyle anırmadan, öğürmeden...
bir bayram arifesi, yaprak sarmaya yardıma gittiğim teyzemlerde akşam gelen telefonla cin atına binip, yağlı ellerimle, kafamda tülbent, ayağımda eşofman paçalarının içine sıkıştırılmış, dize kadar çekilmiş çorap üstüne açık terlikle bir hışım fırladım evden. hemen yan taraftaki marketten alışveriş yapan anneme manavdaki hayvanat zorla 3 tane kıvırcık satmaya çalışmış. annem "yok istemem çok o. bir tane ver" dedikçe "abla al bak üçü 1 milyona geliyor" demiş. annem de kalabalığında telaşı ile "e var bari, tamam" demiş. sonra bakmış ki ne kadar sarı, porsuk,pis kıvırcık varsa annemin poşette.
annem- oğlum bu çürükler için mi al dedin. istemiyorum al bunları
hayvanat, "köpeğin kemiği kaptığı gibi" bir tabir var ya hani hıhh işte aynen o biçimde poşeti almış elinden annemin.
annem- (şaşkın) sakin ol ne yapıyorsun
haynavat- (bağırarak) e almazsan alma be
annem-terbiyesizlik yapma, diyince bu hayvanat birden kudurmuş annemin üzerine yürümeye başlamış "ya bi git işine" diyerek bi el de havada. vuracakmış nerdeyse araya diğer elemanlar girmiş, müşteriler hayvanata kızmış falan. hayvanatı müdür almış içeri götürmüş. annem çıkmış eve gitmiş. evden teyzemleri arıyor, büyük olan kuzenimle konuşuyor, kuzen "ya hı tamam.sen dur arayacağım ben seni" diyip kapattı telefonu. rengi attı, "abla n'oldu?" diyoruz dudaklarını yiyor "yok bir şey". "yav n'oldu çıldırtma insanı abla söyle" özellikle benim korkumdan, sakin olmaya çalışarak, anlatıyor "x marketteki manavcı teyzemle tartışmış, el kaldırmış teyzeme. marketin numarasını istedi, şikayet edecekmiş" çok üzülmüş, çok dertlenmiş kurban olduğum anacığım.
allaaaaaaahh diye bir haykırışla ,bir hışımla çıktım gittim markete. önce sakin gibi görünmeye çalışıyorum. en yakınımda olan kasiyerin yanına gittim.
ben- az önce burda ne olay oldu
kız şaşkın. olmaması mümkün mü... karşısında kafada tülbent,elleri yağlı, dize kadar çekilmiş çoraplı, deli gibi biri var .
kasiyer- yok bir şey
ben- var bir şey vaaarr. elemanlarınızdan birisi bir kadınla tartışmış, el kaldırmış bi de vuracakmış ha?
kasiyer- ya teyze kızmış "çürük mal mı veriyorsun" diye elemanda yok falan demiş, öyle ufak tartışma"
ben- ufak ha. ufak tartışma da el mi kalkar? çürük mal istememiş kadın. istemiyor! zorla satamazsınız! elinden köpek gibi poşeti kapmak da nedir! elbette kızar kadın. haklı kardeşim. müşteriye böyle mi davranıyorsunuz! müşteri her zaman haklıdır!
canım yanıyor resmen. saçmaladım bir ara. millet bakıyor şaşkın. teyzem, kuzenler peşimde kimseye fırsat vermiyorum konuşmakta
kasiyer-size ne ki ?
ağzının ortasına yapıştırmamak için zor tutarak kendimi "annem lan o kadın benim. annem! nerde o hayvanat gelsin bana el kaldırsın.ufak ufak tartışalım. nerde lan o it" diye bağırıyorum.
"yok gitti" diyorlar. "müdürünüzü çağırın o gelsin"diyorum genç biri "müdür yok" diyor. *
koştum manav tarafına. ahanda eşgali bildirilmiş manavcı karşımda.
ben- sen misin o?
hayvanat- ne var be sen kimsin?
ben- az önce el kaldırdığın, annen yaşındaki kadının kızıyım.
hayvanat- ben değildim o.
utanmıyor da inkar etmeye, erkek olacak bir de...
ben- senin o kaldırdığın ellerinin parmaklarını teker teker kırarım. kimsin lan sen benim anama el kaldırıyorsun şerefsiz. öldürürüm lan seni...
sövüyorum,alev topuyum resmen. deli gücü mü dersin ayı gücü mü dersin öyle bir güç geldi. yakasına yapışıyordum ki teyzem girdi araya. hayvanatla aramızda... kollarını açmış, bir lokmacık, minnacık teyzem..."dur kızım, etme kızım. kurban olim dur"
3-5 müşteri, personeller şaşkın şaşkın bize bakıyor, birkaç kişi araya giriyor, müşteriler hayvanata tepki gösteriyor, beni sakinleştirmeye çalışıyor falan...
kuzenler bir yandan hayvanata sövüyor bir yandan beni tutuyorlar. öldürseler kanım akmayacak. zangır zangır titriyorum, bayılacam sinirden. teyzem aldı devri, o başladı sövmeye. götürmüşler o ara hayvanatı saklıyorlar benden. ben nefesimi toparladım sayıyorum. "nerde o it? ulan yıkacam bu marketi başınıza. başınıza gelecek var. benden bilin ne geliyorsa başınıza. allah belanızı versin."
sonra evde buldum kendimi. nasıl götürdüler hatırlamıyorum. herkes korkmuş, sinirli... sakin olalım, sakin ol" diyorlar."kimse duymasın. abimlere söylemeyelim başlarına iş açmayalım" mantıklı düşünmeye çalışıyorum, haklılar. bir duysalar hayrı yok bu işin sonunun.
birkaç gün sonra bir sakinlik var merkette. o hayvanatta yok ortalıkta. daha ertesi gün daha sakin. bir hafta geçmedi marketteki toparlanıyor. uğradım bir ara. "n'oldunuz"dedim. market kapanıyormuş. günlerce dua ettim ettiklerini bulsunlar diye.
"ahım yerini buldu. benden bilin"dedim az da olsa içimin yağları erimiş şekilde.
yani ben haklı bir müşteri olarak terör estirdim orda he? evet. bir kadına -anneme- el kaldıran, üstüne yürüyen bir hayvanata, onu savunan personellere sövdüğüm için terör estirmiş oldum...
nasıl dolmuşum be. tam şu an,şimdi, birden saçma geldi silmeyi düşünüyorum ama silmeyeceğim, silmiyorum.. boşuna mı yazdım ya bu kadar. ellerim ağrıdı. o anı bir daha yaşadım resmen.
günün konuklarından levent üzümcü telefonla katılan izleyicinin kendisine yönelttiği "kenan imirzalıoğlu'nun oynadığı kabadayı rolü teklifi size gelseydi oynar mıydınız?" gibi gayet masum bir sorunun karşılığında levent üzümcü çok şaşırdığım, acayip triplere girip, son derece agresif şekilde "bir şeyin çok talep görmesi doğru olduğunu göstermez" gibi bir cevap verip, kendini savunmak adına kenan imirzalıoğlu'na bok atmıştır. o ne gerginliktir öyle. sanki ne olmuş. "o rolü oynamam ama raconu da böyle keserim" der gibiydi manyak mıdır nedir.
marka giymekle kalmayıp, malı görür görmez hangi marka olduğunu bilenler var bir de. ne yaptın abi, abla, bacı, kardeş...oturup şekil şemal mi ezberledin de markaların isimsiz, amblemsiz yanını görmeden bildin.
yaş 14-15. metro ankara ile tanışalı henüz birkaç yıl olmuş, fakat benimle tanışması işte o meşum gün olmuştu...
kuzenimle batıkentten kızılaya gidecektik. dedi "metroyla gidelim" ki dediği andan itibaren benim içim kıpır kıpır, anam nasıl bir heyecan nasıılll... indik batıkent metrosuna, bir kalabalık bir kalabalık. kuzenimin metroyla ilk macerası değil* ama biz bir araya gelince her şeyi ilk defa yaşar gibi olduğu için, benimle beraber köyden indim şehre moduna geçmişti bile. birbirimizi kaybetme korkusuyla ellerimiz kenetlenmiş, heyecanla bakıyoruz sağa sola. o kalabılığı görünce sanıyoruz ki metro dolmuş gibi bir şey, kızılaya gideni başka x yere gideni başka metro. birisine soracağız artık "hangisi kızılaya gidiyor" diye. bi amcanın yanına gittik "pardon amca. kızılaya gitmek için bu tarafta mı bekleyeceğiz?" amca olağanca kayıtsızlığıyla bize sırtını döndü gitti. biz şaşkın "anlamadı galiba" diyoruz. yanımızdan geçen başka birisine sorduk hiç dinlemedi bile geçti gitti. bir başkasına sorduk o da diğerlerinden farksız, sırtını döndü gitti o da... biz öylece kalakaldık n'oluyordu bu insanlara yahu böyle. aynı şarkıdaki gibi bu şehri periler sarmıştı galiba. yaşlıca bir teyzenin yanına gittik ona soracağız bir de. şevkatle bize cevap verecek diye beklerken oturduğu yerden kalktı gitti o da. ağlayacağız nerdeyse. kimse bizi duymuyor, görmüyor bile. yeminle yarım saat bekledik orda. bize cevap verecek yardımsever birini bulabilmek umuduyla... yok! kimsecikler yok!.. "öldük mü biz yoksa" diye düşünüyoruz ağlamaklı. kılığımız kıyafetimiz de gayet yerinde hani cepçi falan sanmaları da bize göre mümkün değil. en az 10 kişiye sormuşuzdur ama cevap yok. biz soruyoruz, millet bizi duymadan yanımızdan geçiyor. hızlıca bi ötekine soruyoruz o da olmadı diğerine. benim halim içler acısıydı özellikle. 360 derece kendi etrafımda dönerek gözümün her iliştiği insana art arda "kızıya gider miiii kızılaya gider mii" diyorum. yok sözlük kimse duymadı çığlıklarımı. sanki herkes sağırdı. kafayı yiyeceğiz. heyecanımızın yerini korku aldı bu sefer. kaybolma korkusu falan da değil "bu insanlar niye bizi duymuyor, neler oluyor" korkusu. ümidimizi yitirdik her şeyden. gelen metro ne ise bineceğiz artık nereye giderse... gittiğimiz yer neresiyse belki orda bizi duyan birileri olur diyoruz boynumuz bükük. metro geldi, biz bindik nihayetinde. bir amcanın yanı boştu, gittik oturduk. ağlayacağız az kaldı. bir ümitle, ürkekçe amcaya soruyoruz ağlamaklı gözler, büzük dudaklarla "amca bu kızılaya gidiyor mu?" "evet evladım" dedi. allahım sana şükürler olsun yaşıyoruz! amca bizi duydu ve cevap verdi "evet evladım". çok şükür yaşıyormuşuz! "çok sağol amca çok çok teşekkürler" diyoruz bin minnetle. elini öpeceğiz nerdeyse. sıkıca elele tutuştuk kuzenimle. ağlamakla karışık gülmeye başladık. çok acayipti sözlük çok...
kuzenimle yaşadığım metro anılarımı yazsam*roman olur sözlük. diğerlerini başka zamana yazarım artık.
edit: sözlük ben bunu hangi başlığa yazacağımı bilemedim. yaşadığım an yazabilseydim eğer (bkz: hayata dair iç burkan detaylar)a yazardım. şimdi gülümseten detay oldu bizim için...