Darbe çağrısı yaptıktan sonra kendisine pişman mısınız diye sorulduğunda 'Hayır değilim, söylemek istediğim ortada. Geri adım atmam söz konusu değil. Kimse bana geri adım attıramaz' diyen Chp genel başkan yardımcısı.
aşağıdaki postların yer aldığı insana bu adamlar nerede yaşıyor ve yaşatılıyor dedirten efsane başlık:
1- birkaç veya bazı insanların yaptığı ırkçılığı bütün türkiye ye yüklemek yanlış olur.
bizim milletimiz yabancılara daima biraz daha fazla sempati duyar.yabancılar ilgimizi biraz daha fazla çeker ve çabuk sevebiliriz.türkiye insanının yapısı budur genel olarak.
2- Türkiyede ırkçılık falan yok.
ermenilere yunanlara yahudilere ırkçılık yapılyor demek de moda oldu. kişiye nasıl bir prim sağlıyor bu tür söylemler bilemiyorum ama külliyen yalan, hümanist pozlar vermek için kasmaktan başka birşey değil.
Meseleyi dönüp dolaşıp hıranta bağlayanlara soruyorum türkiyede yaşayan tek ermeni hırantmıydı ? şuanda binlerce ermeni bu ülkede yaşamıyormu ? Onlara kim ne demiş bugune kadar ?
işlerini tıkır tıkır yürütüyorlar, eşek yüküyle para kazanıyorlar, devletin her türlü nimetinde en az normal bir türk vatandaşı kadar yararlanıyorlar. kazansınlar, yararlansınlar.
Olur ki Türkler toplanır bu insanların yoğun yaşadıkları yerleri basar keser biçer o zaman denir ki türkler ırkçılık yapiyor. ama öyle birşey yok.
Neyse Türkiyede ırkçılık yapılıyorsa Türklere yapılıyor görebilene, anlayabilene.
3- bu dediğin farklı bir şey ve kesinlikle ekstern bir örnek. evet bu ülkede 6-7 eylülde rum kökenli vatandaşlara karşı bir saldırı oldu ama bunun sebebine de bakmak lazım. selanik'te Ata'nın evinin bombalandığı haberi üzerine olan bir olaydı o. yani etkiye tepki meselesi.
durduk yerde, ortada hiç bir sebep yokken hiç kimse bir diğerine sırf "rum, ermeni, kürt, laz, çerkez" diye saldırmadı bu ülkede.
ben bu ülkede ırkçılık olduğunu düşünmüyorum. çünkü bu ülke içerisinde yaşayan tüm etnik kökenlerin eşit haklar altında varolduğunu ve yaşadığını düşünüyorum. misal kürt kökenli bir insan( turgut özal) bu ülkede başbakan ve cumhurbaşkanı olabiliyor.
bir müptezel tarafından hrant dink kurşunlandığında, milyonlar bir olup buna tepki verebiliyor.
musevi kökenli vatandaşlar, ülkenin en önemli holdinglerini kurup türk kökenli vatandaşlarla eşit şartlar altında rekabet edebiliyor.
örnekleri çoğaltmak mümkün.
ha karşı tez olarak da "ermeni köpekler ......" sloganları gündeme getirilebilir. ama siz gerçekten o insanların bunu "ırkçılık" olarak mı yaptığını düşünüyosunuz? dahası o şekilde slogan atanlardan kaç tanesinin ırkçılığın ne olduğu hakkında fikrinin olduğunu düşünüyorsunuz ki?
sözün özü... bu ülkede "ırkçılık" kesinlikle yoktur. çünkü bu topraklarda yetişmiş anadolu insanının hamurunda "yaratılanı severim yaratandan ötürü" kültürü vardır.
bu ülkede olsa olsa cehalet vardır. eğitim seviyesi arttıkça da bu durum kendiliğinden düzelecektir.
4- Türkiye'de ırkçılığın zerresi yok,Türkiye'de sürekli ırkçılık kötüdür diye bunu kamuoyunun gözüne bıkmadan usanmadan sokup ırkçılık hortlasın diye mücadele edenler ve bu amaca istemeden yada isteyerek destek verenler var...Irkçlık mesala G.Afrika'da var,gidipte görmenizi tavsiye ederim,belkide ozaman ırkçılığın ne anlama geldiğini anlarsınız...'
şu postun atıldığı başlık:
irkcilik diye bisey yoktur Turk futbolunda.
ircilik nerde cok oluyor italyada, Ispanyada, bazi balkan ulkelerinde bide rusya tarafi.
Tribündergi forumunda açılan, okudukça insanı dehşete düşüren başlık. Başlıktan bir entry:
Maraş, sivas ve çorum olaylarını ırkçılık olarak tanımlamak sanırım bir kavram kargaşasından ileri geliyor.
Irkçılık farklı bir ırktan olana karşı yapılır. Bu olaylarda ölenler Türk, öldürenler de Türk. Bunlar mezhep farklılığından dolayı vuku bulmuş olaylardır. ırkçılıkla ne ilgisi var ? mezhep yobazlığı daha doğru bir tanımlama olmazmı ?
6-7 eylül olayları denmiş. o zaman bende hocalı diyorum, enosis diyorum noldu ? 3-5 rumun camının penceresinin indirilmesiyle eş tutulacak olaylarmı bunlar ?
Tekrar söylüyorum yeryüzünde en çok ırkçılığa soykırıma maruz bırakılmış ulus Türk ulusudur.
Ben Türkçü ya da ülkücü değilim, sosyalistim. Yani bütün ideolojik değerlerden arındırılmış bir durum tespitidir bu.
1. Kârımız 1.1 milyar TL civarı. (Eski: 1.100.000.000.000 TL).
2. Nema oranını yüzde 12, enflasyonun iki katı bekliyoruz.
3. Toplam varlığımız yüzde 12 artıp 12 milyar TL'yi aştı.
4. Yumartalık'taki santralde hissemiz yüzde 100'e çıkıyor.
5. Demir çelik satışımız yüzde 30 artıp 4.7 milyar TL'yi buldu.
6. Demir çelikte 9 aylık kâr 654 milyon TL oldu.
7. 20.7 milyon Amerikan Doları bedelle "Fortune Express' gemisini satın aldık.
8. Bir milyon ton kapasiteli yeni cüruf-çimento tesisi testte.
9. Otomobil fabrikamızda elektrikli versiyon üretimi başladı.
10. Konut için TOKi'den Buca'da arazi satın alındı.
11. Ankara'da 'konut ve ticaret imarlı' arazimizde Migros yapıldı.
12. Kıbrıs mağazamız yenilendi, manav ilave edildi.
13. Grup şirketleri 4 milyar 424 milyon ABD doları ihracat yaptı.
14. Yönetim Kurulu olarak bu neticelerden memnuniyet duymaktayız.
15. Neticelerin ne kadar iyi olduğunu yabancı kuruluşlardan aldığımız reyting notları ile de anlıyoruz.
16. Yine de inanmayıp iyi neticeleri takdir edemeyen bir kısım üye hayret duygumuzu abartısız şekilde çoğaltıyor. Bir kısım kendini bilmez, ileriyi göremeyen, kıskanç, büyük gayeyi göremeyip küçük çıkar peşinde koşan aymaz ve yönlendirilmiş kimselerin çıkardığı kasıtlı dedikodulara inanan olmasına üzülüyoruz. Bazı art niyetli kişilerin burayı bir güç kanıtlama platformu görmek için çabalaması, bireysel eşitlik prensibine sıkı sıkıya bağlı varlığımızı yıkmaya gayret göstermesi, bunun böyle algılanmasına rağmen vakur çizgi izlememizden cesaret alarak terbiyesizliğe varan beyanları yaymaya çalışanları ibretle izliyoruz.
17. Bu faydalı, üretken ve örnek VARLIK ana sütü gibi helal tasarruflarınızla meydana geldi!
E. Korgeneral Yıldırım Türker. OYAK, yani "Ordu Yardımlaşma" Yönetim Kurulu Başkanı.
Gay padişah olur da belediye başkanı olmaz mı Geçen haftanın gündeme damgasını vuran olayı, aralarında Murathan Mungan’ın da bulunduğu Barış Meclisi üyelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde DTP’ye destek ziyareti sırasında geçen ’gay belediye başkanı’ muhabbetiydi.
Bu diyalog cuma günü Hürriyet’in manşetiydi. Kısaca hatırlatayım.
Avrupa Parlamentosu’nda Yeşiller Grubu Eşbaşkanı Daniel Cohn-Bendit, Ufuk Uras, Murathan Mungan ve Sırrı Sakık arasında geçen konuşmada, Bendit’in "AB’ye girerseniz gay belediye başkanına hazır olun" sözü üzerine Mungan "Ben adayım" demiş. Bunun üzerine Uras’ın "Sol destekler, ya DTP" sorusuna da Sakık "Ölümüne destekleriz" cevabını vermişti.
Bu olay bana Hilmi Yavuz’un Roxy tarafından çıkartılan Gaste’nin son sayısındaki Edebiyat ve Eşcinsellik başlıklı yazısını hatırlattı
Hilmi Yavuz yazısına "Türkiye’de eşcinsellik, Cumhuriyet’in bir tabusu olarak görünür" diye başlıyor ve şöyle devam ediyor: "Osmanlı’nın eşcinselliği neredeyse tarihsel ve cinsel bir norma dönüştürmesine karşılık, Cumhuriyet etiği’nin, eşcinselliği kamusal söylemin dışına çıkardığını söyleyebiliriz sanıyorum. Cumhuriyetin ilk elli yılında, örneğin, bir eşcinsel edebiyattan söz etmek şöyle dursun, yazarların eşcinsel kimliklerinin örtbas edildiklerine tanık olunmuştur. Bugün artık hepimiz biliyoruz: Hüseyin Rahmi Gürpınar eşcinseldi; Nahid Sırrı Örik de öyle! Abdülhak Şinasi Hisar da! Hatta, Sait Faik de! Oysa ne Hüseyin Rahmi’nin, ne Nahid Sırrı’nın, ne de Abdülhak Şinasi’nin yapıtlarında en ufak bir eşcinsel ima bulmak mümkündür. Belki Sait Faik’te, biraz! Özel yaşamlarında da, eşcinselliklerini titiz bir mahremiyetle korumaktan yana olduklarını biliyoruz onların. Bir marjinallik olarak eşcinselliğin, çoğulcu yaşamın bir segmenti konumuyla, kamusal alanda ’görünür’ ve ’konuşulur’ olması 1970’lerden sonradır. Bugün artık, cinsel tercihlerini gizleme gereği duymayan eşcinsel yazarlarımız, şairlerimiz var. Adlarını hepimiz biliyoruz!"
FATiH DE EŞCiNSELDi
Hilmi Yavuz yazısının bundan sonraki bölümünde ise sözü asıl Osmanlı eşcinselliğine getiriyor ve orada da Fatih Sultan Mehmed’in Avni mahlasıyla yazdığı divan şiirlerinde bunun net bir şekilde ortaya konduğunu, hatta bir vezirini sevgilisine ilgi gösterdi diye hapse attırdığını yazıyor:
"Hatırlayanınız var mıdır, bilmiyorum. Ama bundan tam on yıl önce Fatih Sultan Mehmed’in eşcinsel olduğu konusunda bazı tartışmalar olmuştu. Fatih’in ünlü iki gazeli vardır: Birincisinde, ’Veyis’ adında bir güzel oğlanı över, gazelin sonunda da ’Ey Avni! Taliin iyi gitti ve o sevgili (Veyis) misafirin oldu. Fırsatı kaçırma; zira Veyis bin cana bedeldir’ der. Malum, ’Avni’ Fatih Sultan Mehmed’in mahlasıdır; yani, şiirde kullandığı adı! ikinci gazelde, Galata’da bir kilisede görevli genç bir papazı öve öve bitiremez Fatih.
.....
Fatih Sultan Mehmed’in eşcinselliğinden Osmanlı rahatsızlık duymamış ki! Rahatsızlığı, bugünün etik kriterleriyle geçmişi ’aklamaya’(!) çalışanlar hissediyor... Osmanlı’nın bu konuda gizlisi saklısı yok! Veziri Ahmed Paşa’nın, gözdesi olan oğlanlardan birine gönül vermesi üzerine, gazaba gelip onu ’Kapıcılar Odası’na hapseden de Fatih Sultan Mehmed’den başkası değildir."
Yazıdan çıkan sonuca ve Meclis’te yaşanan diyaloğa dönersek, Murathan Mungan neden belediye başkanı olmasın ki? Tarih tekerrürden ibaret değil miydi? http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=312628
imtiyazlı eşitlik! / Mehmet Baransu
Son yıllarda birbiri ardına ortaya çıkan darbe planlarıyla kamuoyu tekrar askerî vesayet kavramını tartışmaya başladı. Vesayetle mücadele, darbenin suç olduğu, hemen hemen herkesin ortak fikri. Buna rağmen, askerin darbe yapma potansiyeli, gücü, arayışı ortadan kalkmış değil. Neden mi?
Anayasa Madde 10: “Herkes kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”
Kendi yaptıkları anayasaya rağmen onlar, Cumhuriyet’in en imtiyazlı zümresi. Lojmanları, lokalleri, orduevleri, tatil köyleri, özel hastaneleri ve yargıları ile hayatın her alanında ayrıcalıklılar. Bazı kanunlarda normal vatandaştan üstünler. Emlak Kanunu’ndan Adlî Sicil Kanunu’na, personel tayini ile ilgili kanundan Vergi Kanunu’na, Damga Vergisi Kanunu’ndan nüfus hizmetleri ile ilgili kanuna kadar 80’e yakın kanunda askerî personel ve askerî kurumlar için özel hükümler var.
il idaresi Kanunu’na göre il ve ilçelerde kamu kurumları vali ve kaymakama bağlı. Askerler ve yargı personeli ise bunun dışında tutulmuş. Anayasa’nın kuvvetler ayrılığı ilkesi ve yargı bağımsızlığı açısından hâkim ve savcıların valinin emri dışında tutulması normal. Ancak, askerler, askerî birlikte çalışan sivil memurlar, askerî fabrikalarda çalışan işçiler dahi kamunun başı olan vali ve kaymakamın emri dışında bırakılmış.
Benzer bir durumu “Devlet Memurlarının Şikâyet ve Müracaatları Hakkındaki Yönetmelik”te de görmek mümkün. TSK’ya bağlı askerî ve sivil personel burada da kapsam dışı tutulmuş. Bunun anlamı şu: Asker, yasama, yürütme, yargının yanında uygulamada ayrı bir güç olarak konumlandırılmış.
Askerî personelin eşinin tayini, kendisinin gittiği yere, kadro bulunup bulunmamasına bakılmaksızın yapılıyor. Siviller için ise bu sözkonusu değil. Harcırah Kanunu’nda da imtiyazlılar. Yurtdışına giden askerî öğrencilere, teğmen rütbesindeki subay kadar harcırah ödeniyor.
Sosyal Sigortalar Kanunu’nda da rütbelilerle eşit değiliz. Kadrosuzluk nedeniyle emekli edilen askerlere yaş şartı aranmaksızın emekli maaşı bağlanıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun denetleme ve kontrol yetkisi de askerî işyerlerinde geçerli değil. Buralardaki sigorta işlemlerinin denetim ve kontrolü, askerî iş müfettişleri tarafından yapılıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, bütün eğitim kurumlarının müfredat ve eğitim esaslarını belirlemek zorunda. Askerî okullar da bakanlığa bağlı. Ancak bu yasa askerî okullarda işlemiyor. Kanunda program, yönetmelik ve öğrenim denklik derecelerinin belirlenmesinde TSK ile işbirliği zorunlu kılınıyor. Uygulamada ise müfredatı fiili olarak asker belirliyor.
Askerin en dikkat çeken imtiyazlarında biri de 5352 sayılı Adlî Sicil Kanunu’nda. Bu kanuna göre mahkemeler tarafından verilmiş olsa bile “disiplin suçları ve sırf askerî suçlara ilişkin mahkûmiyet hükümleri” adli sicil kaydında yer almıyor.
2886 sayılı ihale Kanunu’nda da askerlere imtiyaz unutulmamış. ihale dışında tutulan ve pazarlık usulüyle yapılabilecek alım satım işlerinde Genelkurmay Başkanlığı ve içişleri Bakanlığı’na “özel durumlardaki her türlü ihtiyaçları ve taşıma işleri” kavramıyla geniş imtiyazlar sağlanmış. Bu ifadeyle “özel durum” kavramına sokulabilecek her türlü alım satım işlemi, ihale kanuna tabi olmadan pazarlık usulüyle yapılabiliyor.
Emlak Vergisi Kanunu’nda da askerlere imtiyazlar verilmiş. Askerî fabrika, tersane ve atölyelerin yaptıkları teslim ve hizmetler de Katma Değer Kanunu’ndan muaf tutuluyor. Ayrıca orduevleri ve askerî gazinolar da Devlet ihale Kanunu ve Sayıştay’ın denetimine tabi değil.
Son günlerde çok tartışılan, erlerin subayların hizmetinde kullanılması da aslında kanunlarla tanınmış bir “hak”. 182 sayılı Hizmet ve Seyis Erleri Hakkındaki Kanun’a göre; teğmenden mareşale kadar her subaya barışta ve savaşta birer hizmet eri veriliyor. Hizmet eri almak hakkına sahip olan subaylardan, hizmet eri kullanılmayacak bölgelerde bulunanlara, bu haklarına karşılık her ay peşin olarak 200 lira hizmet eri tazminatı ödeniyor. Ödenen bu para vergiye tabi değil ve bu paraya haciz de konamıyor. 1960 yılında çıkartılan bu kanuna göre, erler subayların “hizmetlerinde” bazen eşlerin köpeğini taşıyor, bazen de komutanın çayına şeker atıp karıştırıyor! Hizmet erinin nasıl kullanılacağı tamamen subayın inisiyatifine kalmış.
1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu ile her türlü özel veya resmî konaklama yerlerinde oturanların ya da konaklayanların kimliklerinin Emniyet birimlerine bildirmesi zorunlu. Askerî konaklama, dinlenme ve kamp tesisleri ile orduevleri ise bu kanunun kapsamı dışında.
TSK iç Hizmetler Kanunu, Sayıştay ve yargılama usulleri dâhil onlarca kanundaki imtiyazlar ortadayken, kimse bana Anayasa önünde eşit olduğumuzu, vesayetle mücadele ettiğimizi söylemesin. Vesayetin kökleri de başka yerde aranmasın. Asker neden mi darbe yapmak istiyor? Cevabı çok açık değil mi?
Mersin'de ikamet eden Veteriner Hekim Tandan Emek, 2001 senesinde köpeğinin havlaması yüzünden mahkemeye verildiği halde davayı kazanmıştır. Bu veteriner hekimle yapılan kişisel görüşme sonucu, evdeki hayvandan şikayetçi birisi tarafından mahkemeye verilme durumunda uygulanabilecek savunma metotları ile ilgili bilgiler aşağıdadır:
Adana 2. idare mahkemesi
Dosya no: 2001/761 E.
Kurgu: Şikayetçi apartman sakini köpeğinin çok havladığını bahane ederek köpek sahibini Cevre il Müdürlüğü'ne şikayet eder. Köpek sahibine köpeği uzaklaştırması için uyarı gelir. Köpek uzaklaştırılmazsa para cezası gelir. Ancak eğer ses ölçümü yapılmamışsa bu cezanın hiçbir geçerliliği yoktur, sakın ÖDEMEYiN.
**Öncelikle apartman yönetim planı iyi okunmalı. "Apartman yönetim planı" apartmanın inşası bittikten sonra yapılan ilk toplantıda yapılır. Yani apartman kaç yıl önce inşa edildiyse, o ilk toplantıda "evcil hayvan beslenemez" diye bir karar yönetim planına konulmuş ve kat sahipleri tarafından imzalanmışsa yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Sonradan konulan kararların (şikayet öncesi-sonrası) hükmü yoktur.
**Ancak bu karar şikayetçi olunduktan sonra kondu ise şikayetin hiçbir geçerliliği yoktur, dava ilk celsede usul aykırılığı sebebiyle ret olunur. Bu durumda şikayetçi olanın yeniden dava açması gerekir (eğer yeniden para ödemeyi göze alıyorsa).
Aşağıda sıralananlar, apartman yönetim planında böyle yazılı bir madde olmaması halinde yapılacaklardır. Buradaki en önemli nokta, şikayet sahibinin şikayetinin tamamen SÜBJEKTiF olduğunun ispatına çalışmaktır:
(1) Temel itaat eğitimi aldığına dair rapor alınır (veterinerler verebilir belki). Köpeğin temel komutlara uyduğunu ve başına buyruk hareket etmediğini ispat etme amaçlı.
(2) Köpekten rahatsız olmayan apartman sakinlerinin beyanları alınır. Örnek:
Su apartmanın su no'lu dairesinde oturan Falanca Dedik'in köpeğinin bu apartmanda oturması bizi hiçbir şekilde rahatsız etmemektedir. Şikayetçi değiliz.
Toplu imza Muhtardan imza sahiplerinin o apartmanda oturduklarına dair onay.
(3) Mahkemede Savunma: Eğer o apartmanda köpekle beraber eskiden beri oturuluyor ve şikayet son zamanlarda yapılıyorsa, o zaman niye simdi şikayet ediyor? Şikayet sahibinin köpeği bir şekilde taciz ederek havlamasına sebep olduğu söylenebilir. Mesela o dairenin önünden geçerken kapıya vurma, veya üst kattan ayağını yere vurarak gurultu yapma yoluyla köpeğin havlamasını sağlama. Bunların elle tutulur bir kanıtla belgelenmesi gerekmiyor, "ben şahidim" demek bile savunma sayılıyor.
(4) Cevre il Müdürlüğü’nden gurultu seviyesinin tespiti (fiyatı 20-25 milyon civarı). Yani kendi evindeki köpeğin çıkardığı sesin kamuyu rahatsız edip etmediğinin tespiti. Ses tespiti "desibel" olarak yapılıyor. Bumda birkaç önemli nokta var:
a) Ses tespiti mikrofonu köpeğin ağzına dayayarak yapılmaz. Şikayetçi olan kişinin evinden, yani başka bir daireden yapılır. Ayrıca tek bir kere köpeğin yüksek sesle "hav" demesi, ölçüm için yeterli değildir. Bu isin usulü, MÜHÜRLÜ bir teyp kullanılarak şikayetçi kişinin evinden en az bir gün boyunca sürekli ölçüm yapılmasıdır. Çünkü gurultu kirliliği, "SÜREKLi ve belli bir düzeyin üzerinde olduğunun tespiti" demektir. Bu konuda ısrar etme
hakkına sahipsiniz.
b) Genel çevrenin ses düzeyini de muhakkak ölçtürüyorsunuz.Eğer genel çevrenin ses düzeyi köpeğinkine çok yakınsa köpeği savunma hakkınız doğuyor. Örneğin genel çevrenin sesi 70 desibel çıktı, köpeğinki 75 çıktıysa şu şekilde bir savunma yapılabilir: 'Arada çok az fark var, veya hiç yok, nasıl oluyor da köpeğin sesi bu genel ses düzeyi içinde rahatsız edici boyutlara ulaşabiliyor?' isin asli, hemen hemen hiçbir köpek gün boyunca yüksek sesle havlamaz, dolayısıyla hayvanin sesi çoğunlukla cevre ses düzeyinin altında kalır. Rahatsız edici ses siniri, kanunlara göre 120 desibelden baslar, bu da yaklaşık 3-4 otomatik yer kazma aletinin ayni anda çıkardığı sese denk gelir ki hiçbir köpek bu sesi çıkaramaz. Yani kanunlar gereği, gurultu sebebiyle hiçbir köpek evden atılamaz.
c) Diğer bir savunma yöntemi: Eğer apartmanda başka havlayan köpek varsa haliyle köpekler haberleşmek için havlayacaklardır. Bundan doğal birsek yoktur, bu köpeğin içgüdüsel bir davranışıdır. Bu durumda neden benim köpeğim şikayet konusu oluyor da diğeri olmuyor? (Bu savunma tamamen şikayet sahibinin taraflı davrandığının ispatına yönelik kullanılabilir).
d) Köpeğin sesi ciddi boyutlardaysa, ama ses tespiti yapılmamışsa eğer, şikayet sahibinin elinde hiçbir delil yok demektir. O zaman savunmada "Neden ses tespiti yapılmadan şikayet ediyor? Gürültülü olduğu nereden belli?" denilebilir.
(5) Köpek sahibinin kusuru olmadığının ispati da gerekli. Yani köpek sahibi olarak ben köpeğimi balkona mi kıtlıyorum? Ya da aç mi bırakıyorum? Köpeğimin havlaması için herhangi bir neden yaratmadığımı ispat edersem eğer, bu durumda tek ihtimal (köpek temel itaat eğitimi de aldığına göre) bir başkasının köpeğin havlamasına sebep olduğudur. Mesela kapıya vurup taciz ederek (3), veya apartmanda başka köpek varsa (4c). Bu beyanı da veteriner hekim ya da yakın bir komşu rahatlıkla verebilir.
Tandan beyin ısrarla üzerinde durduğu üç nokta:
**Şikayet sahibinin SÜBJEKTiF olduğunun ispatına yönelik her turlu savunma ise yarar.
**Yasal belge olmadan (mahkeme emri) hiç kimsenin eve gelip hayvanin sesini ölçemez. Bunun için de sık ayet sahibinin dava açmış olması gerekir.
**Eğer bilimsel bir ses olcumu yapılmamışsa verilen para cezasının hiçbir anlamı yoktur, tamamen geçersizdir.
Simdi bir de veteriner hekimin (Tandan bey) başından gecen olayı tam olarak anlatalım:
Köpeği çok havladığı için şikayet edilmiş. Ses ölçümcüler gelmiş, hayvanin sesini ağzına mikrofonu dayayarak ölçmüşler (ki bu tamamen yasa dışı, mahkeme emri olmadan kimse evinize girme hakkına sahip değildir, bunu kesinlikle unutmayın!). Hayvan da havlamış tabii garip alete. Tandan Bey hiç sesini çıkarmamış. Ama tutanağa hayvanin sesinin ölçüldüğü mesafeyi (10-20 cm gibi) isletmiş!.. Ayrıca cevre ses düzeyini de oracıkta ölçtürerek tutanağa isletmiş. Daha sonra mahkemede gerektiği gibi olcum yapılmadığını
kolayca ispat edebilmiş.
Tekrar ölçmeye geldiklerinde ise şikayet sahibinin evine mühürlü teyp koydurup gün boyunca hayvanin sesini ölçtürmüş. Ayrıca yukarıdaki maddelerin de çoğunu yapmış. Ve sonuçta hayvanin gurultu kirliliği yaratmadığı ortaya çıkmış. Davayı kazanmış. Simdi havlayan, ama yeterince yüksek havlamayan, uslu köpeğini istediği gibi apartmanda besleyebilecek.. Apartmandaki herkes köpeği sevdiğinden ve "şikayetçi değilim" dilekçesi verdiğinden asla yönetim planında "köpek beslenemez" diye bir maddeyi imzalamayacaklar.
----ALINTI---
Her Türk gencinin mutlaka okumaıs gereken bir kitap.
Kitaptan bir alıntı: "Milli Mücadele yıllarında nizami ve gayri nizami Türk kuvvetleri, Fransa, Ermenistan ve Yunanistan'a karşı savaşmıştır. Bunlardan Fransa dışındaki ikisini , "dünyanın en güçlü devletleri ve orduları" arasında saymak mümkün değildir.
Yükledikten sonra şarkı dinlemenin gitar çalmak kadar zor olduğunu düşündüren, şarkı dinleyeceğim derken monitoru kırma refkeksi uyandıran linux tabanlı media player.