William Shakespeare, ingiliz edebiyatı denildiği zaman ilk akla gelen kişiler arasında yer alıyor. ingiliz edebiyatını derinden etkileyen yazarın yazdığı yazılarda yer alan terimler ve deyimler hala kullanılıyor. Günümüzde yabancı kişilerin çocuklarına verdiği Olivia, Miranda ve Jessica gibi isimlerin de Shakespeare tarafından keşfedildiği söyleniyor. Shakespeare, Ingilizce diline 1700'ü aşkın kelime katmıştır.
Tüm dünyaya mâl olmuş bazı yazar ve besteciler, hayatlarındaki o şöhreti yakalayana kadar hiç de kolay yollardan geçmemişler.
kadın frengi hastası, 8 çocuğu var. bu çocukların üçü sağır, ikisi kör, birisi de zeka engelli. kadın hamile ve doğan çocuk beethoven
sarhoş baba, hasta anne, yatılı okullarda geçen yalnız bir çocukluk, bitmeyen depresyon ve sara hastalığıyla mücadele eden dahi; dostoyevski
6 çocuktan ilki o, iki erkek kardeşi bebekken ölüyor, üç kızkardeşi nazi zulmünde ölüyor. babası baskıcı, geçimsiz. o ise hep yalnız; onun adı kafka
11 yaşında babasını kaybediyor, dedesi sert kişilik. onu evden gönderiyor. yoksul aile, 11 yaşında tersanelerde çıraklığa başlıyor; gorki
babasından sürekli kemerle dayak yiyen bir çocuk.. çogu geceler sokakta yatıyor. cildi hasta, karaciğerinden muzdarip; bukowski
13 yaşında annesi ölüyor, okula gidemiyor, hayatı boyunca ruhsal hastalığının tekrarlayan ataklarından muzdarip. bir kitap kurdu; virginia woolf
babası borçları yüzünden hapishaneye düşünce çalışarak borçları ödemek, ailesine bakmak zorunda kalan, okula gidemeyen küçük bir çocuk kendini yetiştiriyor; charles dickens
Yunan mitolojisine göre insanlar dört kol, dört bacak ve iki yüzü olan bir kafa ile yaratılmıştır. Güçlerinden korkan Zeus onları ikiye ayırır ve onları hayatları boyunca diğer yarılarını aramaya mahkum eder. Diğer yarını bulduğunda “aşk” sizi birlikte tutar, birbirinizi tamamlarsınız.
Rivayete göre; kötü ve mutsuz geçirdiği çocukluk dönemi, yalnızlığı, sağlık problemleri -özellikle sağır oluşu- Beethoven’ı hayata küstürmüştür. intihara karar verir ve hatta vasiyetini bile hazırlar. Ancak görme engelli küçük bir kız, Beethoven’a yaşama bakışını tamamen değiştirecektir. Gözleri görmeyen genç kızın ayışığını hiç görememiş ve göremeyecek olması Bethooven’ı fazlasıyla derinden etkiler. Ve yaşama yeniden bağlanmasına en büyük sebep olur.
Bir gün Beethoven, bir arkadaşı ile birlikte Viyana sokaklarında dolaşmaya çıkmıştır. Tam o esnada bir apartmandan piyano sesi geldiğini duyar ve kafasını kaldırıp bakar. Apartmanın ikinci katındaki cam açıktır ve Beethoven’ı büyüleyen ses oradan gelmektedir. Arkadaşına, çalan kişinin muhteşem çaldığını ve onu görmesi gerektiğini söyler.
Birlikte ikinci kata çıkıp kapıyı çalarlar. Kapıyı açan kadın, Beethoven’ı hemen tanır ve şok olur. Beethoven, piyano sesine geldiğini, çalan kişiyi çok merak ettiğini ve muhakkak görmek istediğini söyler. Kadın, piyanoyu çalanın kızı olduğunu ve tanışmaktan mutlu olacağını belirterek Beethoven ve arkadaşını içeri alır. Beethoven, piyano çalan kızın olduğu odaya girer. Annesi kıza, Beethoven’ın geldiğini söyler ve küçük kız çok heyecanlanır, hemen ayağa kalkar, fakat kız görme engellidir. Bunu gören Beethoven ise, “Lütfen benden bir şey isteyin.” der, maddi bir şey isteyeceklerini düşünerek. Kızın cevabı şu olur; “Ben hiç ayışığı görmedim, bana ayışığını anlatır mısınız?” Bu durumdan etkilenen Beethoven, bunun üzerine piyanonun başına geçer ve Ayışığı Sonatı’nı(Moonlight Sonata), doğaçlama olarak besteler.
“Bu hikaye tamamen rivayettir. Gerçek olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir.”
Gücümü, içimdeki Güçsüzlükle Boğuşurken Tükettim
yaşadığı dönemde ölüm cezasına çarptırılmıs ve ardından afedilmistir. budala eserinde ölümden ziyade, ölüm bilincinin ve ona doğru ilerlediğimiz süre zarfında yaşadıklarımız olduğunu hissettiriyor
"Bir insanı öldürdüğü için öldürmek, işlenen suçla kıyaslanamayacak kadar büyük bir suçtur. Karar gereğince öldürmek, haydutların öldürmesinden çok daha korkunçtur. Haydutların geceleyin ormanda bıçaklayarak veya başka şekilde öldürdükleri birisi, son ana kadar muhakkak kurtulmayı umut eder. Boğazı kesildiği halde henüz kurtulmayı ümit eden, kaçan yahut yalvaran insanlara rastlandığı görülmüştür. Oysa burada, ölümü on kat daha kolaylaştıracak son umudu yıkıyorlar. Ortada bir karar vardır, kaçma, kurtulma umudu yok olmuştur."
yaşadığı psikolojik travma sorucu bedenen olmasa bile ruhen ölüp yeniden dirilmiş. Doğruları ve yanlışları ile başka bir insana dönüşmüştür. Böylesine derinliğe sahip bir insanın, ölümün nefesini ensesinde hissettikten sonra, aynı insan olarak kalabileceğini zaten düşünmezdim. "belki gercekten acı çekmişsinizdir. Fakat aciniza bile saygıniz yok.
ANADOLU denilen coğrafyada “gönül” sözcüğünü sekiz farklı şekilde telaffuz edebilen tek kişiydi... Hiç kimse “gönül” sözcüğünü onun kadar farklı, onun kadar kalpten, onun kadar tumturaklı, onun kadar dokunaklı bir şekilde telaffuz edemezdi. Öldü ve “gönül” sözcüğü hem öksüz hem yetim kaldı.
iKi: ACEM KIZI
“Uğrun uğrun kaş altından bakınca/Can telef ediyor gül acem kızı” diyerek, bir acem kızının mahcup ve kaçamak bakışlarının nasıl süper yalın, nasıl acayip sinematografik tarif edilebileceğini kanıtladı. Üstelik kızın burnunu fındığa, ağzını kahve fincanına benzettiği halde zerre kadar sakil kaçmamayı başararak...
ÜÇ: SIRLAR
Gösterişli postlara sahip bir mutasavvıf değildi, garip bir halk dervişi idi... Ama tasavvufu yalamış yutmuş gibi çığırdı türkülerini: “Kalpten kalbe giden gizli yol”u o tarif etti, “varıp bir canana ikrar verme”nin önemine o işaret etti, “evvel” ile “ahir”i aşkta o birleştirdi, dünyanın yalan olduğunun altını o çizdi.
DÖRT: RiTMiK KEDER
Gariplik, yetimlik, öksüzlük, dertlilik onun içine öylesine işlemişti ki en oynak, en kıvrak, en ritmik havalarının içine bile derin bir keder, dokunaklı bir hüzün, insanın içine işleyen bir acı sızardı... Ama farkında olmadan... Sıfır kurgusuz... Sıfır hilesiz... Hiç kasmadan... Öylesine...

BEŞ: EŞiTLiK FiKRi
Sosyalizmden falan anlamasa da azılı bir sosyalist gibi “eşitlik fikri”ne adamıştı kendisini... Büyüklenenlere ders verirdi. Kibirlilerden tiksinirdi. Ayrımcılık yapanlardan uzaklaşırdı. Gerçek zenginliğin gönül zenginliği, gerçek yoksulluğun ise gönül yoksulluğu olduğunu söyler dururdu.
ALTI: BiRiCiK
Bağlama çalışı, tavrı, yorumlama biçimi biricikti. Kendi türkülerini bile her defasında farklı çalar ve söylerdi... Kendisinin olmayan türküleri de kendisinin kılarak söylerdi. Onun söylediği “Gesi Bağları”, diğerlerinden değişik olurdu. Herkes “Yozgat Sürmelisi”ni şöyle söylerdi, o böyle söylerdi...
YEDi : BOZKIR
Sabaha karşı bozkırın ortasında seyreden bir uzun yol otobüsündesiniz... Radyodan “Zahidem” türküsü yükseliyor... Çiçekdağı’ndan dökülen gazeller, gurbette gezenler, el kadar hasırlar falan gözlerinizin önünden geçiyor... Tamam, işte Anadolu denilen coğrafyanın kederine inceden vakıf oldunuz. Neşet Ertaş’ın temel işlevi buydu.
SEKiZ: TEVAZU
Konserlerinde ceketini çıkarmak için dinleyicilerinden izin isterdi... Zerre kadar yapmacıklık barındırmayan bir şekilde “Ayağınızın turabı olayım” derdi... En hikmetli sözleri en sıradan sözlermiş gibi söylerdi... Artık eskilerde kalmış çelebiliği, efendiliği en tabii şekilde yaşardı...
DOKUZ: iNiŞLER ÇIKIŞLAR
Avazı çıktığı kadar bağırırken sesini kibar bir şekilde indirebilmekteydi. Ya da sesini kibar bir şekilde inceltmiş ve indirmişken kabaran bir sel gibi en yukarıya çıkarabilmekteydi... Dinlerken şöyle derlerdi olayı bilenler: “Kalmadı artık böyle sesini pervasızca çıkarıp kibarca indirebilenler.”
ON: EFSANE
Başyapıt sayısı bu kadar çok sanatçı var mıdır? “Ahu gözlerini sevdiğim dilber” efsane olmasına yeterken o tutmuş “Niye çattın gözlerini”yi söylemiş. “Evvelim sen oldun” efsane olmasına yeterken o tutmuş “Tane tane benleri var”ı söylemiş. “Mühür gözlüm” efsane olmasına yeterken o tutmuş “Zülüf dökülmüş yüze”yi söylemiş... Neyse... Devam etmeyeyim.
sabah gazetesinde köşe yazarı. Beyaz TV, Pazar akşamı katıldığı "Derin Futbol" programında Boşnaklara yönelik sarf ettiği söz nedeniyle yorumcu Rasim Ozan Kütahyalı'nın görevine son verilmiştir.
Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni…
ahmet arif
Gitmek istiyorum, seni kollarımda bir daha hissetmeden,
Yok olmak istiyorum, varlığım aklına bile düşmeden,
Seni beynimden kazımak istiyorum acım yangına dönüşmeden,
Unutmak, unutulmak ve bir daha hatırlanmamak istiyorum.
Kötü olmam gerekiyorsa, yaparım sevgilim,
Sağlayacaksa benden kurtulmanı, gördüğün en berbat kişi,
Hayal edeileceğin en iğrenç yaratık olurum.
Tek istediğim, unut beni.
Acı çekmem gerekiyorsa o da olur be sevgilim.
Senden uzaklaşacaksam, dünyanın en korkunç,
En kan dondurucu işkenceleri vız gelir
yok olacaksam hatıralarda.
Ve eğer seni unutmak ölümse, ona da amenna...
Ölüm ne ki sevgilim? Her gün cehennem ateşinde
Kalbimin içine işleyen alevlerin yanında
Tek umudum, ben de seni unutayım.
Senin acın, benim acım,
Mutluluğun, benim mutluluğumken ayrılmak...
Ama ben senin için yeterli değilim sevgilim,
Sen tanıdığım en inanılmaz insandın.
Bedeli, ellerini bir daha tutamamak da olsa,
Seni kendimden korumak için aşkım,
Ben senin için,
Aşkımı feda ederim.
ben bu yaziyi cok tanimadigim ama yakin oldugum birisine yaziyorum. okumayacaginin farkindayim. icim de de tutmak istemiyorum. seni taniyali cok olmadi ama uzun zaman sonra evet dedim evet bu olabilir. samimiyetine guvendim. fakat ben artik insanlarin cetelesini tutan bir insanim. yakindigin, yanin da olmak istedigim, sana destek olmak istedigim o konu var ya. iste sen orda battin. eger bir seyi elestiriyorsan yapmayacaksin. sana yapilmis ve anlatirken bile nefret dolusun. baskasina yaparken oyle degil. acimadin. sana yapilan hareketi o kiza yaptigini gordum. velasil tek bir hareketin herseyi sildi. bundan sonra hayatim da yerin yok. yolun acik olsun.
Halla cinsiyetci yaklasimlarin ticari olarak alttan alattan yapiliyor olmasi... neden dogada ki en az bulunan pembe renginin kadinlara, en cok bulunan mavi ve yesil rengini erkekleri simgeledigini dusunmemizi istiyorsunuz?
insanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir. Bu gerçekleştiğinde artık ne yazık ki çok geçtir. insanların “tecrübe” dediği şey budur. Kalbiyle bağlantısını kesmiş bir insana “tecrübeli” denir.
Yalnız başına ölecek olma düşüncesini üzerimden atamıyorum. Öldüğünüzde, bedeninizin günlerce hatta haftalarca bulunmayacağını, ancak bir gün bir yabancının burnuna gelen iğrenç bir kokuyla keşfedileceğini bilmek nasıl bir şey biliyor musunuz?
ihtiyaç için çocuk doğurmak yanlış bir şey, yalnızlığını hafifletmek için çocuğu kullanmak yanlış, insanın kendine benzer bir kopya çıkarmayı amaç edinmesi yanlış. Tohumlarını geleceğe doğru kusarak ölümsüzlüğü araması yanlış ...
Ben de sizin gibi gece korkularıyla boğulurum. Ben de sizin gibi neden korkuların geceleri hüküm sürdüğünü düşünürüm. Bunun üzerine yirmi yıl düşündükten sonra korkuların karanlıktan doğmadığını anladım; korkular da yıldızlar gibi hep oradadırlar, ama gün ışığı onları gizler.Cinsel ilişkilerin diğer ilişkilerden hiçbir farkı olmadığını, bu tür ilişkilerin de diğerleri gibi güç mücadelesi olduğunu yazdım. Cinsel arzu, aslında, karşıdaki insanın zihni ve bedeni üzerinde mutlak hakimiyet kurmak için duyulan arzudan ibarettir. Daha derinlere bakarsanız, bu arzunun da tüm diğer insanlardan daha üstün olma arzusu olduğunu görürsünüz. ‘Aşık’, ‘seven’ kişi değildir; aslında o, soyutlamaktır. Altınları başında nöbet tutan ejderha kadar alçak ruhludur. Uçmak istiyorsunuz, ama uçmaya uçmakla başlayamazsınız. Size önce yürümesini öğretmek zorundayım ve yürümeyi öğrenmenin ilk adımı kendi kuralları olmayan insanın başkaları tarafından yönetilmek zorunda kalacağını anlamaktır. Başkalarının kurallarına uymak, insanın kendisini yönetmesinden çok, hem de çok daha kolaydır.
Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki hiçbir şey engellenemiyormuş gibi görünür, bizi ayıran küçük bir köprü vardır, o kadar. Ama sen tam bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam: Bu köprüyü geçip bana gelir misin? işte o anda artık bunu istemeyiverirsin, sorumu tekrarlasam öylece suskun kalırsın. O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer; bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız. Ama o küçücük köprüyü düşündüğünde, sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın.
bütün kitabi yazmis gibi oldum ama okunmasi gereken kitaplardan.
bi yer de okumustum aynen soyle yaziyordu. naiflik ve o yalnizlik hissi maf ediyor. "tanrım kollarını açar mısın?Sarılacak kimsem kalmadı kollarına geliyorum."
onu son kez gördüğümü bilmiyordum. o yuzden ustu kor 'sonra gorusuruz' diyip yanagindan opmustum. son gorusmemizmis bi daha onu goremeyecegimi bilseydim sımsıkı ona sarilirdim. o yuzden su an kimle vedalasirsam son kezmis gibi sımsıkı sarilip ugurluyorum.
Waldeinsamkeit
Kendini doğada kaybedenlerin hallerini nasıl anlatacaklarını bilemedikleri, canlandırabilememiz için bir sürü kelimeyi harekete geçirdikleri zamanlar için Alman kültüründe bu kelime kullanılıyor imiş. ‘Doğayla baş başa kalma’ dediğimiz huzur içerir hal.