nicki altındaki entrylerin 3'de 1'i kendisine aittir. cevap vermeden duramaz. belli ki sindirim sorunu var. açtığı başlıklar ilgi görmezse daha sonra 2. entryi kendi girer. ister ki bana saldırsınlar ben de onların foyalarını(kendince) ortaya çıkartayım falan. bu arkadaşa göre her şeyin sebebi islamdır. misal ismail güldüren başlığına girdiği entrye bak anlarsın ne demek istediğimi. küçümsemek için söylemiyorum ama çok dikkate alınacak biri değil bence. tutarsız da tabii. bi taraftan düşmanı olduğu kişileri kan dökmekle suçlar ama diğer taraftan istiklal mahkemeleri kurulsun çığırtkanlığı yapar, üstüne de insanlıktan bahseder. tuhaf.
hee unutmadan; bir de her şeyi bildiğini zannetmesi var ya, tadından yenmez.
yapılan bu tür uygulamaların lütuf değil de hizmet olduğunu düşünen, bu hizmetlerin zaten kendisinden oluk gibi kesilen vergilerle yapıldığını bilen, şehir içi ulaşımın bir lüks değil insani bir hak olarak gören ve ayrıca bu uygulamaları yapan belediye vb. kurumların kar amacı gütmemesi gerektiğini farzeden zihniyetle aynı olması kuvvetle muhtemel.
allah resulü'ne ait olup olmadığı bile emin olunmayan bir takım şeyler kutsallaştırılırsa putlaşması bonus olarak yanında kaçınılmazdır. ki kendisine ait olsa bile bir hırka, bir kıl tanesi kutsal mıdır? bence asıl soru bu.
yazık verdiğiniz onca paraya. iki kişi gecelik oda fiyatı hafta içi 250 tl ve hafta sonu 300 tl.
ayrıca en az iki gün ayırtmak zorundasın odayı.
kış sezonu bi de, kim bilir yazın nasıl bir fiyat geçiriliyordur .
oda pislik içinde yatarken bile iğreniyorsunuz.
elini attığın her eşya elinde kalıyor.
hamam diye gösterilen banyo tam bir kazık, iki kurna koyunca hamam olmuyor.
kahvaltı desen 5 çeşit zeytinle sofrayı kalabalık göstererek eksikleri saklayamazsın.
personelin denyoluklarına hiç girmiyorum bile...
soğuktan donmuşuz odalar esintiden uçacak neredeyse
odun istiyorsun, saçma, yalandan bahane.
neymiş odunluk çökmüş de odunları çıkaramıyorlarmış o yüzden idareli kullanmamız gerekiyormuş.
odunları çalmak zorunda kaldık en sonunda.
ne kötü bir yalandır...
ben sana parayı öderken bahane sunuyormuyum.
tamı tamına alıyorsan paranı, karşlığında vaad ettiğin hizmeti sunmak zorundasın.
4 yıldızlı otel fiyatına 2 yıldızlı otel hizmeti (o iki yıldızı da manzara ve şöminesine verilir ancak)
yaşadığımız son şok ise ödemeyi yaparken gerçekleşti.
odaya istediğimiz iki tabak salata ve biraz peynir için ekstra 120tl fiyat çıkarmışlar.
kelimelerin bittiği andır artık...
bu güzel filmin bu kadar muhteşem müziği her saçma habercik kanallarından böyle fütursuzca tüketildiğindendirki, çocuklarda da korkuya sebebiyet verebilir.
...
biz
herhangi bir vakitte
dört kişiydik.
o zamanlar her zaman daha haziran
tümü gece oluyordu olan
alnımızdaki leke simsiyahtı,
kazıdıkça altından başka renkler çıkan.
biz tek gayesi olan dört anlamdık
korkmazdık ve sapmıyorduk yolumuzdan
en istekli halimizdi düşlerimizdeki yaşam.
bazen bir anahtar oluyordu hayatımız
bilmeden bir kapı arayan
bazen kilitli bir hal alıyorduk
yanlış anahtarlarla acıyan.
aşk bizde su gibiydi
neyse o oluyorduk.
akıyorsak ırmak deniliyordu bize,
durgunsak deniz, bir ağaca can,
bir avuçtaysak sahibine hayat da verebilirdik
kiminin gözyaşına karışır
onda ağlanmak isterdik.
biz su gibiydik
bulutlar bizi yüklenince gri olurdu,
yağmur bizi yağardı
yaprakta yeşil, bir çiçekte kırmızı olurduk
biz anlam veriyorduk her şeye,
bizimle renk buluyordu her mekan
oysa unuttuğumuz bir şey vardı
eksiliyorduk almadığımız zaman
biz nereye gidersek gidelim
sızıları da götürüyorduk yanımızda
sözlerimiz kapılmıyordu ama hayata
gerçek bellemiştik çünkü bulunduğumuz yolu
paçalarımızı gündüze bulaştırmadan yürüdüğümüz
o günlerde pek belli olmuyordu akşamın sağı solu.
geceyi ağustos böceklerinden dinliyorduk
bir sabah bir kumru anlattı çünkü bize,
ağustos böceğinin bir yıldıza olan aşkını
ama biz ona söylemedik
yıldızın bir kırmızı düşü kandırdığını
anlatamadık bize bile, bizden neyi aldığını.
biz
herhangi bir vakitte
dört renktik.
biz
herhangi bir cümlede
tek nedendik.
biz
herhangi bir nedenle
bizdik.
zaman, hala daha haziran.*
..
akılda kalıyor kuzey rüzgarları
çeperlerindeki savurgan kuşları gergin.
asi yaprakları şimdi çayırların efendisi
bulutları küf yağıyor iki kıtalı şehrin.
bulanık rüyaları mağaralara uzanan
alaycı uykusuna böğründe yer açıyor.
kıvrımlarındaki hoyrat mehtabın
gediklisi bütün çömezler,
iliştiği gövdeden sanıyor dürteni
yaraya pas bağlamakla hünerli ustaları
çözeltim payı yok
iki yasalı şehrin yaması pek sıkı
bir yakası mermi üretiyor yerken karşı yakası
karşı yara üretiyor geçsin diye bir yarası
ne tuhaf
çabuk tutmayan kabuğun hesabının
yerkabuğundan sorulması.
ki o da yaraydı bir zaman
soğudu sıcağı kabuk bağladı
işkillendi nesil gölge alametinden
pıhtıdan başlamak ağır geldi, sırtlayamadı.
susantıydım ben fakat susamama sebep
dilimdeki bu sağır düğüm kör ağıt
batmadan filikalarca uzaklaşanlara kanıt
budur kanırttığım
kana kana dinlediğim
sular seller gibi bildiğim
okyanus hikayelerine dikiz kesilmişim.
dizlerim nereliyse
oradandı gözümün avazı
demediklerim didik didik her yokuş sonrası.
bu ekleyiş
bu sükûn
yorgundu bana değen dalga
yorgundu hece, çarptığımda dünyasına
tek adım kaldı diyen o ses yorgundu
yorgundum ben, sükûtu pişman değildi
pişmanlık tarifli tarihçilerin önerisiydi.
bense başındayken tarihteki yerimin
oyunum bölündü kaç sınıfa mühredildi
türün; çatış, öğüt, gücen
elim pençeye, paham formüle çevrildi.
yaş yaşa eklendi
nefese nefes pekiştirdim.
bir gölgede solukken
ilk solukta zehirlendim.
yırtısı ezberinde çığırtkanları
moral danışırken dükkanlarında
anlam sunaklarında tereddütsüz ete katık edildim
sancısı alınmış tezgahlarda
dünyanın sakalı ağarsın diye çevrilen
binbir dolabın içinden geçtim
hırsalı mahallere çınladığında kapı
sümen rengi sinmiş hırpalı bir sebeptim.
belirdim bu tarafında kayıpsamam gerekirken
her sözde ayaklanışımda tökezledim
özrüm yok önce bu tarafında biraraya gelmeliyim
özürlüyüm bu tarafında
çünkü çok özür dilendim.
bu tarafında bekleyiş böldüren yüzüm
parafin benizli kart niyetlere serpişti
çilingir partilerinin budalası bilekçem
uyuşan istifimin özle bağı delindi
kapıyı açan emre kiplenemedim.
kısaldı ateş, tenbih acemice verildi
bu tarafında kudurdu
bu tarafında duruldu
istifna düşkünü topraktan olmayan nedenim.*
Her mimiğin temelini oluşturan ve anlam veren yüzümüzdeki bir çift göz değil midir açılan perdeli bir demir kapı içimize.
hangi renkte yansısa da dış dünyaya nasıl bir geçirgen bağ kurduğu kadardır kalan hafızalarda.
Baktığında o sevgi içine işlemiyorsa aslında hangi bakışın kimden olduğunun hiçbir önemi olmuyor.
Ne kadarda sık bakışmış olsanız da, sadece bakan donuk ve yoksun bir çift göz ona dair hafızanda.
gidişler hiç bitmedi hayata asılı kalma savaşında.
çıkarken bir bilinmezliğine daha, sana kalan birkaç sahne sığdırdığın kadar.
zorlama nafile, olamazsın hiçbir yerin yerlisi.
geçiştirirken bir yerlerden, üzerine yapıştırdığın paçavralar değil seni yerli kılan.
her seferde kaçmak için vursanda kendini yollara, taşırsın geride bırakamadıklarını.
Eşref saatim geldi;bir düşe yattım
Gökten indirdim resmini;kalbime batırdım
O battıkça aktım
Yürüdüm ağır ağır
Serap olur gibi düştüm gözlerinden
Meçhul bir sevdaya yakılmışım ben
Acım büyük ben yanarım
Can yandıkça güle açarım
Gülen gülde ağladım ben
ölü sayısının 17 olarak kayıtlara geçmesi, ne gariptir ki anne karnında ölen diğer bir canın doğum tarihi ve kimliği olmaması onun da kaybedilen bir can olarak görülmediğini açıklıyor.