türkiyede varlığı hiç bir zaman tehlike oluşturmamış islami devlet ideolojisi.
osmanlıda dahi şeriat çok geniş tutulmuş, farklı din ve fikirlere; kendi yaşam tarzları ve buna uygun kanuni kurallar getirilmiştir. bir hristiyan yargılanacağı zaman kiliseyi tercih edebilir ve o kanunlara bağlı yaşabilirdi.
tüm bilinenlerin aksine cumhuriyetin ilk yıllarındaki dini ayaklanmalar dahi -küçük bir azınlık istisna olmak kaydıyla- iran modeli bir şeriat istemiyle değil, dış güçlerin destekleri sonucu ülkede "dinin yasaklandığı korkusundan" çıkmıştır.
bu ülkenin insanı dinini özgürce yaşamaktan başka bir isteğe sahip değildir/değildi. tüm o şeriat istiyorlar dediğiniz kişiler, akp'ye, refah partisine oy vererek -bir kısımca- tehdit unsuru olan insanlar da aslında mahalledeki baş örtülü fatma teyze, ayşe abla, ahmet amca. anlaşılmayan taraf, bu ülkede muhafazakar sağ partilere italyan ya da ingilizlerin oy verdiğini sanmak sanrısıdır. oysa tüm bu insanlar dinlerini özgürce yaşamak isteğinde olan cumhuriyeti ve demokrasiyi benimsemiş türk halkıdır.
işin özeti şeriat bir tehlike değil -aynen sosyalizm, kapitalizm gibi- bir yönetim biçimi, bir ideolojidir. ve türkiyeye gelme ihtimali o kadar düşüktür ki gelmesini istediğini sandığınız kişiler dahi şeriat devleti geldiği haberiyle ülkeyi terk edecek kadar istemezler bu ideolojiyi.
evet, anlayanlar parmak kaldırsın.
not; "domuz bağıyla adam öldürenler var bu ülkede kardeşim sen ne diyorsun..." gibi saçma şeyler söylemeyin hiç. her ülkede uç noktalar vardır. bu ülkede sosyalistler de var ama bu, ülkeye komünizm geleceği anlamına gelmiyor, ya da atsızcıların bizi şamanist yapması felan...
sözlüğe uzun zamandır girmiyordum. şöyle bir bakınayım dedim ki o da ne! eski bir entryim hortlamış ve eksilenmiş. hemen konunun üzerine gitmeye karar verdim. bu sözlükte türkçe bilmeyen kalmayacak. haydi bakalım.
mevzu bahis cümleden sevgili kelimesini çıkartıyoruz.
"mini etek giyen ile gurur duyan erkek"
şimdi, sizin de farkettiğiniz gibi üstteki cümle bombok bişey oldu. sebep? çünkü kimle gurur duyulduğu muallak kaldı. eğer erkeğimiz (gereksiz sahiplendim herifi amk) mini etek ile gururlanıyor olsa idi "sevgili" cümleden atılsa da bir değişim olmazdı. oysa sevgili gidince ne oldu? kötü oldu, evet.
"sevgilisinin mini etek giymesi ile gurur duyan erkek"
bu cümlede ise gurur duyulan sevgilinin mini etek giymesi, yani burada sevgiliyi çıkartırsak ne olur?
"mini etek giymesi ile gurur duyan erkek"
evet, bu da olmadı. sıçtık amk, beceremeyeceğim galiba. dur başka bir örnekle anlatacağım şimdi, hepimiz aydınlanıp pırıl pırıl olacağız.
"sevgilisinin mini etek giyişi ile gurur duyan" sevgiliyi çıkartmayın burada, çok sapık bir adam oluyor. evet, başka örneğe geçelim en iyisi.
"sevgilinin mini eteği ile gurur duyan erkek" sevgiliyi çıkarttık ne kaldı?
"mini eteği ile gurur duyan erkek"
jashdkasd!!!
battım iyice. neyse, önemli olan şu ki, burada söz konusu erkek sevgilisinin mini eteği ile değil sevgilisi ile gurur duyuyor. gidin başka başlığa yazın düşüncelerinizi. allah allah...
denetimsizlikten kaynaklı siklenmezlik veya aslında bir format olmaması gerçeğidir.
olum burada format diye kasan tek kişi ben miyim lan. her iki yazıdan biri format ile sevişiyor. inci sözlükte buradakinden daha fazla tanım var aq. formatı kimse siklemiyor da kek gibi boşa kasıyorsak bi mesaj atın da bilelim.
edit; vay aq. millet ayar derdine düşmüş. sözlük-te yi niye ayırmadığıma ayar verenler felan... töbe yarabbim. birincisi "te" bağlaç değil. ikincisi kesme işareti başlıkta görülmüyor. "ben de olanı sana verdim" ile "ben'de olanı sana verdim" iki farklı şeydir. ikisini aynı başlıkta gösterirsem kim hangi başlığa gireceğini nereden bilecek. yada ikisi için ayrı başlıkları nasıl açacağız. kısacası ekleri ayırmak bir format gereği değildir sevgili arkadaşlar.
onu bunu bırakın da hakikaten lan. tanım yapmadığı gerekçesi ile silinenler felan oluyor mu? o'na gelin.
edit-i daim; bir de eksilemişler. demek ki sebep bu aq. adamlar formatı bırak türkçeyi bilmiyor ki daha. özür dilerim modlar, ben çok yanlış gelmişim...
kör milletlerin demokrasiyi hak etmemesidir. demokrasi eğitimli, erdemli toplumların yönetim biçimidir. cahiller ise yönetemez, yönetilirler.
biz virüs kapmış bir toplumuz. bu virüsler yüz yıllardır toplumumuzu içten içe yiyor. gün geçtikçe de güçleniyor. her nesilde bir başka maskeyle çıkıyor karşımıza. ancak dünya görüşü, amacı hep aynı.
yıl; ms1600
yer; anadolu
imam görünümlü amip; askeri, teknolojik açıdan gelişmeye lüzum yoktur.
gelişmek lazım adamı; ancak avrupa gelişmekte, ilimde bizi geçmektedir.
imam görünümlü amip; istemezük. bak eğer matbaa kurarsan din elden gider, askere yanaşırsan ocak elden gider. hiç bişeye yanaşma.
yıl; ms2011
yer; anadolu
solcu görünümlü amip; askeri, teknolojik, açıdan gelişmeye lüzum yoktur.
gelişmek lazım adamı; ancak avrupa ve hatta dünya gelişti, her konuda bizi geçtii... gitti.
solcu görünümlü amip; istemezük. bak eğer nükleer kurarsan çevre elden gider, askere yanaşırsan cumhuriyet elden gider, türbana yaklaşırsan laiklik elden gider, teröristlere yaklaşırsan basın özgürlüğü elden gider, ekonomiye yaklaşırsan devlet elden gider... otur oturduğun yerde.
belediyeler de tüm kamu kurumları gibi toplumun yararına, toplumun yerine iş gören kurumlardır. belediye dediğimiz kamusal örgüt; yapacağı işler işin belli kaynaklara ihtiyaç duyar. bunlar başlıca; iş gücü, finsans ve doğal kaynaklardır.
iş gücü olarak halkın kendi içerisinden seçilmiş bir yönetici ve yönetici önderliğinde örgütlenmiş bir ekip hazır bulunur. doğal kaynak olarak, su, hava, doğal gaz... sayılabilir. finans olarak ise insanların oturup para sıçması beklenir, ya da beklenmez insanlar vergi ve karşılık ödeme yöntemleri ile bu alanı doldururlar. sizin kafanızdaki hangisiyse artık, siz onu alın.
haliyle hazır halde bulunan bir temiz su kaynağı aslında bedavadır. ya da ünlü profösörlerin teknik tabiri ile allahın suyu için kimse para istememektedir. fakat toplumda herkes bu temiz su kaynağından eşit olarak ve rahatlıkla yararlanamadığı için yine toplumsal bir sözleşme ile bu su halk adına belediyeler tarafından barajlar yolu ile tutulur, işlenir ve evlere kadar teknolojik tertibat yardımı ile gönderilir. burada unutmamamız gereken bunların halk için, halk adına yapıldığıdır.
bütün bunların finansını; bazı belediyeler istihdam ettikleri para sıçan adam yöntemi ile yaparken, bazı beceriksizler vergi ve karşılık alma yöntemi ile karşılıyorlar. eh, yazıklar olsun onlara.
bu tür beceriksizler için iktisadi terim olarak kuılanılan bir söz öbeğidir. ayrıca, haklı bir serzeniştir.
gurur sahibi, üstün ahlaka sahip bir toplum olmaları sonucudur.
harika bir tespit. daha başlığı okurken "işte bu!" dedim. yanlarında, biz de hümanizm diye bağıranların vahşi kalacağı, dindarım diyenlerin kendinden utanacağı, aydınım diyenlerin kara cahil kalacağı harika bir toplum izledik, izliyoruz. bu nasıl bir medeniyettir ki bu kadar metanetli, bu kadar sevgi dolu, ahlaklı, erdem sahibi olabiliyorlar.
avrupanın kapitalist, vahşi doğasına kendimizi öyle bir kaptırmışız ki medeniyet sandığımız bencillik üzerine kurulu hayatı çağdaşlık sanıyoruz. şanlı türk milleti diyerek andığımız tarihimizden geriye ne kaldı. "selçuklu, osmanlı gittiklere her yere barış getirirdi" dediğimiz o millet miyiz biz. globalleşen dünya... bıdı bıdı bıdı.
sebepsiz duygusala bağladım lan. neyse, helal olsun size japonlar. insan olduğunu sananlar insanlık görsünler, medeniyet görsünler, çağdaşlık görsünler.
yurt dışında yaşanan her depremde, selde orada hayatını kaybedenleri umursamaz bir şekilde kurtulan türklerle sevinileceğini sanan türk medyasıdır.
-ilk olarak amerika kıtasını vuran kıyametten son durumu bize pıtırcan veriyor. evet, pıtırcan sendeyiz...
+...ıııhh.. evet mitozcan, ııı... şu an burası mahşer günü gibi. ehehe... ironi oldu biraz ama...
-son durum nedir pıtır can? orada kıyamet ne durumda?
+ııı... lavlar bir yandan, yıkılan binalar diğer yandan, fırtına felan... çok fena yani. büyük felaketler yaşanıyor burada.
-peki can kayıpları ne durumda?
+herkes acı çekerek öldü mitozcan. yananlar, ezilenler bağıra bağıra gittiler. yaklaşık beş yüz milyon insan hayatını kaybetti. fakat bir türk ailesi son anda felaketten kaçmayı başardı.
-teşekkürler pıtırcan eğer ölmezsen seninle daha sonra bağlantı kuracağız tekrar. evet sayın seyirciler, gördüğünüz gibi amerikadan gelen haberler olumlu. bir türk ailesi kurtulmayı başarmış. şimdi sevimli tavşanlarla ilgili haberimiz var. izleyelim. ehehe.
-am var dediler geldik.
+nıhahaha...
*zuhahaha...
-anan zaa...
istanbul üs;lan! zibidiler vardınız mı?
-yuhahaa...
+bak şimdi, bak. buu... benim için küçük... bir karınca için büyük bir adım..
*ahahahaa...
-rıhahaha...
+yıhhahaa...
istanbul üs;ben dedim bunlardan adam olmaz, ilk başta maymun gönderelim diye.
*nıhahaha...
-zuhahaha...
istanbul üs;vay hamuagoyum.
gerçek olduğuna inanmadığım proje. artıları ve eksilerine şöyle bir bakalım.
eksileri1; açılacak kanal deniz suyu taşıyacağı için tarım için elverişsiz olacaktır. genelde su kaynakları tarım ve hayvncılık için kullanılır. çünkü en kısa zamanda getiri sağlıyacak olan kulanım budur.
eksileri2; ülke zaten gergin durumdayken başbakan "ülkeyi ikiye bölüyorlar" söylemlerini duymak ister mi?
eksileri; avrupa, olası bir türkiye-rusya yakınlaşmasına ne kadar sıcak bakar?
bilinmeyen sonuç; enerji üretimi için kullanılabilir olduğunu düşünüyorum. tam bir fikrim yok.
artıları; efendim karadeniz ile akdenizi birbirine bağlamak muazzam bir ticaret hacmi artışı sağlayabilir. ancak bu getiri kendini ancak uzun dönemde hissettirir. türkiyeyi güney ve kuzey arasında transit bir ülke konumuna sokar. üstelik böyle bir projenin mali kaynağını bulmak çok kolaydır. zira rusyadan isteseniz seve seve para akıtır. kolay mı lan, adamları akdenize bağlıyorsun.
görüldüğü gibi, eksilerine baktığımızda mali getirisi yakın zamanda olmayacak bir proje. artıları ise, ülkenin geleceği ve prestişi açısından büyük.
şimdi, gelişmekte olan bir ülke olarak uzak geleceğe yatırımla 30 sene sonrası için lider bir ülke olmanın derdine düşmek mi? yoksa, hızlı büyüyen bir ülke konumu için gerekli kısa sürede yanıt alabileceğiniz projeler mi? biz daha, oto yolları 2 sene zor dayanan bir ülkeyiz. böylesi bi geleceğe yatırım bana gerçek dışı geliyor. ama keşke yapılsa... en azından çocuklarımız güçlü bir türkiye görür.
edit; insanların düşünceleri hakkında "samimi" ya da "samimiyetsiz" açıklaması yapmayı kendine görev bilmiş insanlar, genelde insanların düşünceleri hakkında yorum yapmaya hakkı olmayan liselilerdir.
kimin şehitler için üzüldüğü, kimin japonyada ölen insanlar için üzüldüğünü birileri belirleyecekse bizim düşünmemizin de gereği yok o halde. bi zahmet neye üzülmemiz gerektiğini söyleyin de bilelim.
ayrıca üzülmek, ile saygılı olmak da iki bağdaşık fakat ayrı kavramdır. üzülemiyorsan hiç olmazsa saygı duymayı öğrenmek genellikle lise bittikten sonra öğrenilen bir düşünce yapısıdır.
sanayi ve bilgiye dayalı bir endüstri'nin gelişmesiyle tarım ve hayvancılığın önemini kaybetmesi sonucu köyden kente yapılan göç.
öncelikle kimse kafasında demogoji yapıp, "köylüyü aşağılayamazsın" demesin. öyle bir amacım yok. amaç ortada duran gerçekleri irdeleyip, insanların bilgisine sunmak.
efendim, malumunuz son iki asrımızı bir imparatorluğun devrilmesi, yeni bir devletin kuruluşu olarak geçirdik. cumhuriyet öncesi sanayileşememiş olmanın getirdiği fakirlik ve sürekli sanayileşmiş devletlerle girilen savaş bizi geri bırakan en önemli sebeplerden. cumhuriyet kurulduktan sonra ise elinde hiçbir şey kalmamış bir toprak sahibiydik. ülke genelinde okuma yazma oranı yok denecek kadar az'dı. okuma yazması olanlar, genellikle şehir insanıydı. haliyle genel anlamda köklü bir eğitim, medeniyet, şehirlilik kültürümüz yok.
istanbul, ankara, konya... gibi belli başlı şehirler geçmişden gelen bir şehirlilik kültürünü devam ettirmekte ancak kırsal kesimde fakirliğin, eğitimsizliğin de etkisi ile yeni gelişen devlete ayak uydurmak, sanayi ile gelen bilgi toplumuna entegre olmak bir hayli zordu. cumhuriyetin ilk yıllarında bu alanda büyük seferberlikler başlatıldı. köy enstitüleri gibi köylüyü eğitmeye yarayan pek çok kurum açıldı. okuma yazma oranları yükseltildi. fakat 1950'ler sonrası demokrasinin gelişi ile birlikte bu uygulamalar unutuldu.
tarım ve hayvancılıkta gelişen teknoloji daha az iş gücü ile daha fazla üretimi ortaya çıkarttı. pek çok köylü, çiftçi işsiz kaldı. ayrıca komünikasyon ve gelişen medya şehirlerdeki durumu fakir köylünün evine getiriyor, fakir köylü de bunlara sahip olmak istiyordu. işte bütün bunlar göçlere zemin hazırladı.
peki göç kötü bir şey midir? hayır, aslında gelişmek için gerekli bir unsurdur diyebiliriz. fakat göç köyden kente olmalıdır. kısaca kendi kentine, kendi kültür bağdaşığın olan yerleşim merkezine göç edilmelidir. işte bizim başarısızlığımız burada ortaya çıktı. insanlar binlerce kilometre öteden hiç tanımadıkları kültürlerin arasında yaşamak için göç etti. haliyle kendi kültürlerini de beraberlerinde götürmek isteyince olan oldu.
bizler yeni tanıştığımız demokrasi ile bocalarken, insanların rahatlıkla yerleşebileceği, altyapısı hazırlanmış, şehir planlaması yapılmış şehirler yapmayı unuttuk. zannetmeyin ki bir şırnak köylüsü, bir artvin köylüsü kendi şehrine yerleşmek istemedi. aslında tam tersine ilk yerleşmek istedikleri yer buralar oldu fakat bütçe yalnızca batıya ayrıldığı, kırsal kesim görmezden gelindiği için insanlar bu şehirlerde kendilerine yerleşecek ev, yapacak iş bulamadı. bu sebeple ankara, istanbul, izmir alması gerekenden çok daha fazla, ve olması gerekenden çok daha hızlı göç aldı.
bugün diyerbakır'a gittiğinizde bir kültür karmaşası görmezsiniz. bunun en büyük nedeni kendi köylüsü ile şehirleşmesidir. şehirleşmeyi beraber öğrenmeleridir. nitekim şehirli olmak beraber yaşama bilincidir. özünü kaybetmemek süretiyle herkes kendi kültüründen biraz feragat ederek şehirli olabilir. fakat istanbul, ankara gibi şehirlere insanlar geldiğinde hazır bulunan kentli insan bu değişimin aciliyetini istedi. buna karşın ne yapması gerektiğini bilemeyen yeni kentli en önemli sorunu doğurdu. doğulu mu batılı mı olduğu belli olmayan yeni bir nesil. işte günümüz türkiyesinin gerçeği.
hemencecik not; hayvan gibi yazmışım aq. kim okuyacak lan bunu. içine smiley felan mı gizlesem acaba. mod bile okumaz bunu nasıl olsa. ahaha
kfc'ye gittiğinde çatal isteyen görgüsüzlerin sofra adaplarının yetmeyeceği medeniyet anlayışıdır.
şaşırmamak lazım aslında, bu ülkede bunlardan çok var. doğulu olmakla, batılı olmak arasında kalmış, kendi kültüründen bi haber cahil cühelalar sürüsü çok ülkede. adama bakıyorsunuz giyim avrupai ancak "gardaş akşam içek" diye konuşuyor. işin ilginci her ikisi de bizim kültürümüz değil. adam o kadar bilgisiz kalmış ki osmanlı mutfağı ve sofra adabından bihaber. türk şehir kültüründen haberi yok. sorsanız "medeniyet avrupa o yüzden onlar gibi davranmak lazım" diyecek. oldu olacak ülkenin ismini de ingiltere felan yapalım mı?
ancak bu gariplerin de bir suçu yok. bilmem ne savaşının maddelerini ezberlemekle geçiyor okul hayatları. oysa ki versene şu çocuğa türk örf, anane'lerini. türk sofrasını, dilini, selamlaşmasını, şehirli olmasını... o halde ne diyoruz? eğitim şart.
çalışana ödenen maaşla alakası olmayan durum. maaşlar bütçe hazırlanırken belirlenir. maaşların azlığına olan kızgınlıklar bütçe'den çıkartılmalı. eleştirilmesi gereken bütçe olmalıdır.
bütçe fazlası ise hükümetin bir senelik planının doğru uygulandığını, ülenin geleceğini görebildiği bir mali plan uyguladığını, daha açık ifade ile kamu yöneticierinin işlerini doğru ve disiplinli yaptığını gösterir. bütçenin uygulanma durumu özellikle yatırımcı, ve sermaye sahipleri için büyük önem taşır. bütçe açığı olan ekonomilerde, mali kontrol yanlış kullanılmış, bütçe har vurulup harman savurulmuş olur.
2011 ocak ayı verileri ise yanıltıcı olabilir. yılın ikinci yarısı, ilk yarıya oranla daha önemlidir. ancak şimdilik verdiği sinyal, "ülke ekonomisi geleceğini görebilen bir düzlemde ilerlemektedir" şeklindedir.
eleştirilecek bir tarafı olmayıp, gönül rahatlığıyla sevinilebilir.
sakal bırakalı yaklaşık 1-2 ay olmuştur. artık yüzün şekli yavaştan unutulmuş, kedi poposu kılıklı yüzün aslında güzel olduğu sanılmaktadır. tüm bunların üzerine romantik/komedi tarzı bir film izlenip, parlak çocuğun kızı kaparken pırıl pırıl parlayan yanağını kız şöyle bir okşayıp da öpünce gaza gelinir. film bittimi doğru banyoya gidilir ve traş olunur.
bre denyo kişilik. tamam hadi suratının şeklini unuttun da kendin hakkındaki en önemli bilgiyi nasıl unutuyorsun. ulan o filmdeki adam kıçına cinali suratı çiziktirse yine senden yakışıklı olur. şimdi bekle ki sakal uzasın.
özetle; pişmanlıklar içinde en çok kalp kırma, hayal kırıklığı yaratma potansiyeli olan pişmanlıktır.
-sakin ol... daha sakin. şimdi derin derin nefes al. aferiin.
+hımmmmm... ohh. tamam, sakinim.
-işte bu kadaaar.
+homua godu....
-aaa sikecem hee. dur lan iki dakka.
+adamlar bildiğin amip aq. (#11055763)şunu anlamayan insan, nasıl insan olabilir aga.
-ama onun yanında çok zeki insanlar da var sözlükte.
+tamam, tamam geçti.
-...
+...
+hamuagodukla...
hanzo olmayan, sıradan bir erkektir. şayet "sevgilisinin mini etek giymesiyle gurur duyan erkek" olsaydı o zaman garipserdim.
edit; bi ton eksilemişler. anlayış kapasitenizi... töbe töbe. yanlış başlığa entryi giriyorsunuz diyorum olum. "mini etek giyen sevgili" başka şey "sevgilinin mini etek giymesi" başka şey. sanki zorla ben yanlış yaptırıyorum adamlara. vallahi çıldırıciim.
gençliğin halini görmesiyle kahr olması muhtemel atamızın, gençlikten ümidini kesmesi.
gelişmekte olan bizim gibi ülkelerde her yeni nesil bir öncekini geçer. onlara göre daha uçtadır. çünkü toplumda entellektüel insan sayısı artmaktadır. ülkeye daha fazla, daha farklı fikirler gelir.
ülkenin haline şöyle bir baktım. vaaah vah canım ülkem. üniversite öğrencisi gazete okumaktan aciz. ve bu cahilliği ile ülke sorunlarını düşünebileceğine dair bir fikri var. bu fikir bir önceki neslin, yani cahil neslin kahvehane muhabbetleri görüşü idi. ancak bizimkiler bunu devam ettirebiliyor. adama tıp hakkında soru sorsan bilmiyorum diyecek. ancak daha bırakın gazeteyi, televizyonda haberleri bile seyretmeden siyasi fikir savunuculuğu yapabiliyor. bunu gayet doğal bir hak görüyor. ve bu cahilliğinden hiç utanmıyor. belki de cahilliğinin farkında değil.
siyaset de kimse uzman olmak zorunda değil. anlatmak istediğim çok daha başka bir şey. mesela daha yakın zaman önce alkol ile ilgili bir yönetmelik çıktı. bu yönetmelikte gençlere yönelik alkol reklamları 24 yaş ile sınırlandı. ancak bugün türkiyede üniversite öğrencisiyim diyen nice insan alkol satın alma yaşını 24 zannediyor. ve siyasi fikrini bunun üzerine kuruyor. saçmalığı görebiliyormusunuz. tüm siyasi ideolojisi yanlış bildiği şeylerin üzerine kurulu bir adam mı bu ülkeye fayda sağlayacak. bu ülke bu adama mı emanet edilecek. yazık ki yazık.
çok daha önemsiz bir konu. dün ankara büyükşehir belediye başkanı twitten birine esprili bir şekilde "nasıl inandırayım tuzlu olduğuna tatsan mı acaba" şeklinde bir şeyler yazmış. ulan ne melih gökçek yandaşıyım ne karşıtı. ancak bir yalama muhabbetidir gidiyor. insanlar, "melih gökçek hakaret etmiş insanlara, biz de ona oy vermeyeceğiz o zaman" diyor. bak şimdi bildiği şey yanlış. ve yanlış bildiği şey üzerinden siyasi fikir üretiyor. ya hu melih gökçeğe oy verme. ama doğru sebeplerle verme. oku, öğren, bir fikir edin sonra verme. yoksa zeki bir adam çıkar düşer önünüze, hepiniz de koyun gibi takip edersiniz. koyun musunuz siz? atatürk koyunlara mı emanet etti ülkeyi? akşama kadar atatürkçüyüz yazmaktan başka ne yaptınız bu uğurda?
peki bir ülkede koyun gençlik olduğu nereden anlaşılır. kısaca sağlamasını nasıl yaparız. şöyleki;
efendim o ülkenin komünistleri, solcuları çay ocaklarında solculuk öğreniyor, sırf ortam olsuın diye takılıyorsa o ülkede koyun gençlik vardır.
bir ülkede milliyetçi cephe karı kız muhabbetinden, kavgadan kafasını ülke meselelerine kaldıramıyorsa o ülkede koyun gençlik vardır.
bir ülkede siyasiler bilgi verme endişesine düşmeksizin, geyik muhabbeti yaparak "yok efendim sen merdivene ters bindin, ben attan düştüm" ile günleri geçiriyorlarsa o ülkede koyun gençlik vardır. (kime bilgi versin ki yukarıda anlattığım koyun sürüsüne mi)
bir ülkede siyasiler icraatları ile değil de başkalarının geleceğe yönelik kehanetleri sonucu eleştiriliyorsa o ülkede koyun gençlik vardır.
peki şimdi soralım, biz koyun muyuz?
edit; eksileyin aq, eksileyin. -süfersiin kızıım-cıların hepsi atatürkçü, -herkes faşist hıh-cıların hepsi solcu, -hanugoyum herif güpe takmış-cıların hepsi milliyetçi ama ülke benim yüzümden bu halde. kimseyi eleştirmeyeceksin. herkes kendine göre doğru. yanlış hep karşı taraf. vay aq.
-kütüphane için elimde değerli kitaplar var.
+olmaz. en sonunda bizi içeri attıracaksın.
-bekle! yalnızca şunlara bir bak.
+hayır. seninle daha fazla görünmek istemiyorum. örtmen bizi beraber görmemeli.
-hadii. işte, şuna bir bak.
+aman tanrım! alican tatilde serisi 1997 baskısı. nereden buldun bunu?
-ahahaha, beni tanırsın...
+inanılmaz birşey bu. şu çizimlere bak! gizli ayrıntılarla dolu. mesela ali canın neredeyse burnu var. ooof of. tamam alıyorum.
-5 lira.
+saçmalama, o kadar param olmadığını biliyorsun. günlük harçlığım 2 lira.
-bu seriyi 6 liraya hemen alabilecek kişiler tanıyorum.
+tamam, tamam... lanet olsun sana.
doğal seleksiyon bazlı ekonomist, iktisatçı, düşünür.
en büyük yanılgısı aynı zamanda en büyük başarısıdır. şöyleki; iktisadi fikir olarak doğal seçilimi ele alması, sanayi devrimi sonrası bir sonraki evrimin komünizm olacağı inancı ile bu değişimi hızlandırmak istemiştir. yapacağı devrim ile insanların; evrimde üst tabaka olan, devletlerin geçerliliğini yitirdiği bir döneme girmesini ve evrimi tamamlamasını ön görmüştür. ancak tarih o'nu haksız çıkartmış ve yeni dönem kapitalizmin sosyalizm ile buluştuğu bir çağ olmuştur. marx genel anlamda doğru bir tespit ile işçilere belli haklar verilmesi, daha özgür bir dünyanın gelmesi gerektiğine kesinlikle inanıyordu. istediği de bir yerde gerçekleşti. fakat o düşüncesini insanın evrimini katmaksızın belirlediği için aynı zamanda başarısızlığı oldu.
marx aslında kendiyle çelişti. çünkü evrim doğal olmalıdır. o halde ekonominin özgün gelişmesine müdahalede bulunmak, ara geçişlerde kazanılması gereken birikimleri yaşamaksızın atlamak olacağından evrime insan müdahalesi ile son vermek manasını taşır.
kim bilir belki günün birinde kendiliğinden bir gelişme ile komünizm gelebilir. ancak o güne kadar insanlık yaşaması gerektiği dünya düzenini yaşamaya mahkumdur.
yıllar sonra tekrar özgür bir ekonomi politikası takip edilmesi sonucunu doğuracak antlaşmanın 2012 yılındaki feshidir.
sözlükteki ekonomi üstadlarının paylaştığı değerli fikirlere katılmamak elde değil. ancak bu üstadlarımız fikirlerini sunmakta çok geçmiş kalmış sanırım. çünkü paylaştıkları doktrinler orta çağ için geçerli. ama yine de haklarını yememek için onları ekonomi tarihi uzmanları ilan ediyorum. saygılar abiler.
bu uzman abilerimiz "dış borç bitmiyor ya sen o'na bak" tadında konuşunca nasıl gülüyorum anlatamam. oysa fethettiğimiz toprakların altınları ile hazinemizi doldursak hiç öle borca felan gerek kalmayacak. ahaha komik şeyler sizi. banka icat olalı milenyum olmuş adamlar hala kara düzen ekonomi ilmi yapıyor. "yatırım bütçesi nedir? kaç yıllık plan ile ve hangi tür finansman ile yapılır?" desen "avusturya-macaristan krallığını aldık mı hallederiz" diyecek neredeyse. aslında şaka yapıyorlar. sözlükte bizim gibi cahillere iraonik bir şekilde laf sokarken bir yandan da gülelim eğlenelim istiyorlar. sağolsunlar.
bakın sevgili dış borç düşmanı insancıklar. ülkenize toplam maliyeti 20 milyar lira olan uzun dönem yatırımı yapacaksınız. bu yatırım için gerekli olan finansmanı yıllık bütçeden peşin olarak ödemeye kalkarsanız; sağlık, eğitim... gibi ihtiyaçların bir mucize ile karşılanmasını beklemekten başka çareniz kalmaz. kaldı ki elinizde hem ihtiyaç için, hem yatırım için gerekli mali kaynak var. yine de peşin ödeyebileceğiniz bir borcu niçin peşin ödeyesiniz? aslında daha karışık ve uzun ama üşendim şimdi. anlayıverin işte. peki bu bahsettiğim örnekler yalnızca bizim için mi geçerli? hayır. dünyanın en büyük ekonomisi için bile aynı şey gereklidir. misal bugün dünyanın en borçlu ülkesi abd'dir.
peki imf'den kurtulmak neden bu kadar önemli. çünkü imf borç verdiği devletlerin ekonomilerine karışır. antlaşmalarda mali planlarda düzenlemeler şart koşar. paraların nerelere harcanacağını belirler. kısaca ekonomik olarak bağımlı bir devlet olur çıkarsınız. bizler aslında buna çok yabancı değiliz. bizler bu durumla duyun-u umumiye ile tanıştık. cumhuriyetin ilk yılları hariç son 200 yıldır bağımlı bir ekonomimiz vardı. imf'den kurtulmak bu sebeple çok çok önemlidir. boş eleştirmek yerine biraz sezarın hakkını vermek gerekiyor sanırım.
kuran'a tapanlar için üzerinde oldukları yolu değiştirmelerine bir işaret olan hatadır.
şayet kişi müslüman ise bu şahıs allah'ın tek yaratıcı olduğuna, onun peygamberine, ve gönderdiği kitap olan kuran'a inanır.
yüzyıllar boyu islamın ne kadar komplike bir din olduğunu anlamamış ve cahil inananlarını da bu yönde şaşırtmaya çalışan insanlar olmuştur. "kuran'da namaz yoktur, nasıl kılınacağı yazmaz, kuran'da türban yoktur" diyenler bunların başında gelir. son zmanlarda ise kuranda matematik hatası olduğuna dair eleştiriler bir hayli çoğalmıştır. aslen, iddialar mantıksız olduğu kadar bu mesnetsiz iddialara cevap vermekte manasızdır. zira islam dininde kuran gökten ansızın inmemiş bir peygamber aracılığı ile gelmiştir. asıl sorulması gereken "peygamber kimdir? ne iş yapar?" sorularıdır. eğer kuran'ı okuyan herkes anlayabilecek olsa, dinini yaşayabilecek düzeye gelebilecek olsa peygambere ne gerek vardı? kuran bilmekle islam anlaşılabilir olsa ilahiyat fakültelerinde 4 yıl heba etmenin mantığı ne?
öncelikle sözlerime, "töbe yarebbim töbe töbe töbe" diyerek başlamak istiyorum.
öldüğünün ardına varamamış olmanın verdiği rehavetle kendisini almaya gelen zebaniye saldırmasına sebebep olacak durumdur. sonuçlarını bilemeyiz. ama zebaninin durumuna göre cehennemde torpil uygulanan ilk insan olma şansına da erişmiş olabilir bu arkadaş.
-ah canım benim çok terlemişsin. camları biraz açayım istersen.
+öhü öhü.. ıımm şey. teşekkürler gerek yok.
-ama bitanem, çok sıcak burası. bak nasıl da yanmışsın.
+şeytanını seven şu ateşe odun atsın. ühüü...
neşeli bünyenin yediği şokla birlikte, beyin amcıklamasından mütevellit melankolinin dibine vurabilecek gençtir.
ulan arkadaş, iyi espri zamanlamasıyla, anıyla öyle önemlidir ki kırk yılda bir çıkar. tam o anı yakalamışsınızdır ki... mınagodumun adamları ya o anda dinlememiştir, ya sesten duymamıştır, ya kız kesiyordur felan filan.
neyse, siz espriyi yapmışsınızdır sonuçta. ve herşeyden habersiz büyük bir övünme duygusuyla başlarsınız gerinerek gülmeye. ancak kimse gülmüyordur. üstelik siklenmeme durumu da kendini korur. bu öyle bir soyutlanmadır ki, kalabalıkların arasında yalnız kalmış emo karamsarlığına bürünüverirsiniz.
daha kötüsü espri'den 10 saniye sonra sizin şaşkın baktığını anlamış arkadaşın; "ne...? ne oldu yine aq?" diyerek üstünüze gelmesidir. hayır espriyi baştan yapmaya çalışsanız belli ki sıçacaksınız. (daha önceden muhakkak deneyimlenmiştir) bişey yok deseniz yemez. zira yüzünüzde hala o aptal sırıtışın etkisiyle karamsarlığın birleşiminden kaynaklanan dünyanın en ebleh ifadesi vardır.
sonuç mu? bu dünya beni anlamıyor aq.
edit; entry'mi şöyle bir okudum da bok gibi olmuş aq. yoksa hayat kendi tarzıyla ironik şakalar mı yapıyor bana?
dur hemen eksileme aq. önce bi oku. benim kanaatim bu cümlenin türk basınına bir övme değil amerikan basınına yapılmış bir yerme olmasıdır. ulan sırf türk basınını "en kötü" seçmek için amerikan basını da aklanmaz ki arkadaş. hakikaten hafızası olmayan bir milletiz. bak şimdi;
ırak savaşını herkes hatırlıyordur sanırım. sözde ıraktaki kimyasal silahlar için çıkartıldı bu savaş. peki o dönemde cnn gibi kanallar başta olmak üzere. amerika'da hangi televizyon bunun aksini söyledi. (aslında avrupa da aynı ama konumuz o değil) diyelim ki bilmiyorlardı. (peh peh) savaşı tüm dünya canlı izlerken amerikalılara hangi görüntüler gösterildi. amerikan halkı savaşın ne kadarını biliyordu? adamlar savaş bittikten sonra aydınlanmış ve ırağa demokrasi götürüldüğüne ikna edilmişti. çünkü masum insanların ölümüne dair gösterilen bir şey yoktu medyalarında. saddamın heykelini deviren, "amerika hoş geldin" pankartlarını taşıyan adamlar gösterildi.
ulan tamam, türkiyede her konuda olduğu gibi medyada da özgürlük kısıtlı. ancak gözünüz bu kadar da kör olmasın. amerikanın kültür emperyalizmine kapılıp, sırf ülkemizi kötüleyeceğiz diye dünyanın en bağımlı medyasını temize çıkartmayalım. sizler ne kadar görmek istemesenizde, ne kadar at gözlüğü ile dolaşsanızda bu ülke bizim. ve emin olun amerika onların medyasını övdünüz diye size götünden çıkarttığı baloncuklardan kolye yapıp vermeyecek.
demokratız, laiğiz, atatürkçüyüz, solcuyuz diyorsunuz. sırf akp'yi eleştirmek için aslında devletinizi eleştiriyorsunuz. mantıklı mı şimdi bu. amacınız ülke mi? akp'mi? akp yarın birgün gider olum. ama icraatler, yapılanlar, hani o eleştirilen yollar, hızlı trenler felan kısacası bu devlet bizim kalacak.