dine dair incelikli mevzuları hikayeleştirerek anlatması güzel. en azından islam'ın kaidelerini dikte ederek okuyanın gözüne sokmuyor. ama okunması çok da elzem değil. açın kuran'ı okuyun, daha evla.
burçlara katiyen inanmayan biri olarak yazıyorum bunları. bir kaç yerde yengeç burcu erkeği adı altında yazılanlara denk gelmiştim, tesadüf demiştim. ama tesadüfler de bir yere kadar. günlük burç yorumcuları içine sıçmasalardı saygı bile duyabilirdim. şimdi şöyle oluyor, kendimi anlatırsam şayet;
*her ne kadar çevresindekileri umursamıyormuş gibi davranmaya çalışsa da deli gibi umursar.
*kıskanır. arkadaşlarını bile kıskanır. sevgilisini feci kıskanır. ama umursamıyormuş gibi yapar.
*en fazla bir haftalık yalnızlıkta intihar etmeyi düşünebilir. ama umursamıyormuş gibi yapabilir.
--spoiler--
yeaa yalnızlığı seviyom ben yea.
--spoiler--
*alınganın en önde gidenidir. en ufak aleyhinde gerçekleşen durumda alınganlığın zirvesine çıkar. ama umursamamaya çalışır.
*övülmeyi sevmez ama sever de. biri onu överken oralı olmaz. umursamıyormuş gibi yapar.
*sevgilisi olunca ona deli gibi bağlanır. aslında bağlanmak istemez ama kendine zorunluluk atfedip bağlanma gerekliliği hisseder. bak bu olayı birazcık umursuyormuş gibi yapabilir.
*küçük topluluklarda kendini belli eder. hemen belli eder hem de. popüler olur fakat bu popülerlik basit bir popülerlikten ileri gidemez. dikkat çekmeyi başardığı halde umursamıyormuş gibi yapar.
*sağlam yazar fakat konuşmaya gelince sıçar kalır. yazdığı gibi konuşsa ayak üstü sikemeyeceği** kimse yoktur.
*annesi dahil karşı cinsin gözlerinin içine bakamayacak kadar utangaçtır. fakat bunu belli etmemeye çalışır. utanır fakat utanmıyormuş gibi yapar.
*hoşlandığı biriyle baş başa kalınca maraş biberi yemiş gibi kıpkırmızı kesilir. muhabbet biraz ilerleyince ondan tatlısı yoktur ama.
*genelde onu yeni tanıyanlar narsist biriyle konuşuyormuş hissine kapılırlar. muhabbeti ilerlettikçe aslında aşağılık psikolojisinin derinlerine düşmekte olan biriyle konuştuklarını fark edince acırlar ve yengeç burcu erkeğini bağırlarına basarlar.
*hiçbir işe yaramadıklarını düşünürler. çevresindekilerin; onun değerli birisi olduğunu söyledikçe bir kere akıllarına koydukları aşağılık psikolojisini bir türlü üzerlerinden atamamamın ceremesini feci halde hissederler.
*"güldü. valla verecek." repliğinin sahibi bizizdir. en ufak bir tebessüme tav olacak birini arıyorsanız buyurun bi çayımızı için.
*derindirler. yani en azından öyle olduklarını zannederler. derinlikleri kendilerinden başka hiç kimsenin umurunda değildir.
*kitapları için bütün ömürlerini feda edebilirler.
*ağlamayı doğru düzgün beceremedikleri halde onlardan daha çok ağlayan yoktur.
*aslınca şıpsevdi grubuna dahildirler. ama şıpaşıkoldu değillerdir. aşkın ne olduğunu vallahi bilirler.
özet geç piç;
dünya sikinde değilmiş gibi davranıp aslında tam tersi olan duygusal geri zekalı.
takriben doksanlı yıllarda doğanların, iki binli yılların başında televizyonlarda gösterilmeye başlanan okey* reklamlarına herhangi bir alam yükleyememesi olayıdır. genellikle peder beye büyük bir masumiyetle sorulur, lakin peder bey soruya karşılık o an dilini yutup, kendine ahraz nitelikleri telakki eder. ve o reklamdaki ürünün ne olduğu ancak mahalledeki piç diye tabir edilip her boku bilen elemandan duyularak öğrenilir.
selçuk üniversitesi iibf'de Yardımcı Doçent doktor olarak görev yapan, espri yeteneği ve belagatındaki güzide akıcılık sebebiyle öğrencilerin sıkılmadan dersi dinlemelerini sağlayan bir uluslararası ilişkiler bölümü hocasıdır kendileri.
yaklaşık dört sene sonra gelen edit:
bu sene üniversitedeki son senem. kısmet olursa birkaç ay sonra mezun olacağım. bu entryi girerken daha on dokuzunda, hayatın acımasız tokatlarından haberi olmayan, ergenlikten yeni çıkmış, özgüveni yerlerde sürünen ve hayata dair belki de en güzel şey olan aşk mefhumunun ne demek olduğunu kat'iyen bilmeyen bir delikanlıydım. erdem hoca bu dönem de dersimize giriyor. birinci sınıf ve son sınıf, ne kadar da ironik. hani böyle nasıl desem, film-dizilere konu olan, öğrencilerin hayatlarını derinden etkileyen babacan hoca tiplemeleri olur ya, hah işte öyle biri değil erdem hoca. aksine derste gayet samimi olup, sınıfın kapısından dışarı adımını attığı anda öğrencilere gülümsemeyi bile kendisine zul addeden biri gibi görünse de, bugün fark ettiğim bir gerçeğe gark ettirmiştir beni, fiziksel şiddete başvurmadan tokatlamış, üstüne bir de lisan-ı haliyle "haddini bil öğrenci!" demiştir adeta. Şöyle ki, saygıdeğer erdem hocamız; derslerinde öğrencilerine soru sormamasından tutun da hafif narsist görünen kişiliğine kadar her şeyi hak eden ve üzerine yakıştıran bir akademisyen. akademisyenlik öyle ilkokul öğretmenliğine benzemiyormuş, geç anladım. gelecekteki a, b hatta ve hatta c planını dahi akademisyenlik üzerine kurgulayan biri olarak söylemeliyim ki; üniversitede hoca olmak, aşağıda kuş tüyünden yastıklar varken eni yaklaşık beş santim genişliğindeki bir duvar üzerinde yürümeye benziyormuş. düşsen de rahatsın hani anlatabildim mi? metaforumu yerim. ama o duvarı atlatınca kazanılacak saygınlık ve birikimin (saygınlığı bilerek başa iliştirdim) bu dünya üzerinde başa gelecek en güzel şeylerden birini temsil etmesi hasebiyle, zahmetli görünse de katlanılması elzem olan bir şey olduğunu ben erdem hoca ile öğrendim. hocam bu satırları okuyorsanız minicik bir ricam olacak sizden, akademisyenlerin kapılarına ölüm tehditlerinin asıldığı bir üniversitede kendinizi geliştirmek yerine, daha ferah daha özgür bir ortama şahsınızı transfer etseniz ne kadar da güzel olur aslında.
bundan yaklaşık 2 ay 12 gün önceye kadar ben de böyleydim. peki ne oldu? gittim, tavla oynadık, yendim, geldim. ertesi gün yine buluşmak istedi. peki ben ne yaptım? gittim, tavla oynadık, yendim, geldim. ertesi gün yine aynı. sanırım görüştüğüm hatun güreşçi
biraz hava almak için dışarı çıktığımda evden biraz uzaklaşmışken çakmağı almadığımı hatırlayışım, bilahare ilerideki markete gidip çakmak alacakken kapalı olduğunu görüşüm, akabinde biraz daha ilerideki marketin açık olduğunu düşünerek evden baya uzaklaşışım, bunun üzerine pes edip evden çakmağı almaya gidişim, daha sonra kapıyı açmak için anahtarı ararken çakmağı şort cebimde buluşum. tekrar aşağı inişim. biraz uzaklaşmışken çakmağın taşının bittiğini hatırlayışım.
-abi naber?
+iyi, senden?
-iyiyim ya ne olsun. şey diyecektim.
+he söyle.
-i'm not virgin.
+vaaay ingizlizceyi ilerletmişsin. bi pizzayı hak ettin ara dominosu.
kitapçılardan, kitap fuarlarından, internetteki kitap sitelerinden deste deste kitaplar alınarak oluşturulabilecek koleksiyon çeşididir. evin bir köşesinde oluşturulacak kütüphane huzur verir insana. çocuklara bırakılabilecek en güzel armağandır kitap koleksiyonu. daha etkili bir hatıra yoktur diye düşünüyorum.
-sigarayı bıraktığımızdan itibaren iki saat sonra ciğerlerimiz temizlenmeye başlıyomuş. üç yıl sonra iyileşiyomuş, sekiz yıl sonra mis gibi tertemiz oluyomuş. oniki yıl sonra çok sevimli bir şekilde gülümsüyomuş, yirmi yıl sonra "hey, naber?" diyomuş, içerden g.tümüzü öpüyomuş.
kabrin ilk gününde meleklerin gelmesi akabinde; "aaa ben sizi tanıyom, ikiz misiniz siz?" sorusuna karşılık kızılcık sopasıyla darbelere maruz kalınacağı aşikardır.