Zaman, can çekişirken,
Akrep yelkovan, arasında;
Bir adım öteye gidemezken geceden,
Ay, ışığını çekerken sinesine,
Yıldızlar çekilirken kuytu karanlıklara,
Hüzün, Bakır bir çaydanlıkta demleniyordu,
Ve ben, son sigaramdaki dumanları da hapsediyordum içime,
Saat on ikiyi beş geçiyordu.
Ekmek bıçağında dilimleniyordu ömrüm;
Masum, yalınayak çocukluğum;
Umudun kıyısından geçmeyen gençliğim,
Ulu orta seriliyordu, harami sofrasına,
Düş bahçelerim yağmalanıyordu,
Her kes payına düşeni alıp giderken.
Bütün kimsesizliğimle,
Bütün çaresizliğimle,
Bütün çıplaklığımla, kalıyordum karanlığın koynunda;
Üşüyordum,
Tepeden tırnağa buz kesiyordu yalnızlık.
Saat on ikiyi beş geçiyordu.
Dişlerimle, şafağı sökmek isterken karanlığın göğsünden;
Gün ağarıyordu saçlarıma,
Tel tel,
Raylarımdan çıkıyordum,
Vagonlarım kopuyordu bir biri ardına,
Savruluyordum,
Bir cinayete kurban gidiyordum,
Kaza süsü verilmiş,
Faili meçhul bir ölüm biçiyordu terzi masasında,
Bir tabuta çivileniyordum.
Saat on ikiyi beş geçiyordu.
zordur fırında çalışmak. öyle herkes beceremez. güç ister, fedakarlık ister. rahatından, uykundan, ailenden kendinden bile fedakarlık edersin. zordur, öyle kolay sanmayın. yazı ayrı derttir, kışı ayrı dert. sevilecek bir yönü de yoktur halbuki, ama ekmek parası dersin. izin günün yoktur mesela, ah bi pazar gelse de yatsam diyemezsin. aileyle kahvaltı nedir bilmezsin. yıllarını verirsin, yıllar geçer. sen yaşlanırsın, ama hala çalışırsın. herkes uykusunda mışıl mışıl uyurken, sen gece 3'te sigaranı yakar bugün de nasıl geçecek diye kara kara düşünürsün. sonra simit bağlarsın. bağlarsın, bağlarsın bakmışsın 30 sene geçmiş. hiçbir şey değişmemiş. yaşlanmışsın, tükenmişsin ama hala gecenin bi vaktinde, hiçkimsenin haberi yokken, sabahı etmeye çalışırsın.