taraftarı tarafından sahiplenilmesi gereken futbolcu.
sahiplenilmezse daha çok hakkı yenecektir. adı bir çıktı emek hırsızına, adama yapılan tüm faullü hareketlerde hakemler olayı es geçmeye başladı. sanki bir o atıyor kendini yere. kral forma girmezse bu lig zor biter beyler. kendimize gelelim. 6 yabancılı sistemde, onun gollerine ihtiyacımız var.
biraz önce aziz'in stadyum programına yaptığı sürpriz bağlantıyla gerçekleşmiş hadisedir. ersin'in bağlananın kim olduğunu konuşana kadar bilmemesi enteresan oldu. "bilip bilmeden konuşmayın lan sikikler" falan dedi. sonra baktı böyle olmayacak "bekleyin geliyom amk" deyip telefonu kapattı. şu an program reklama girdi, aziz'i bekliyorlar.
edit: geldi lan.
daha daha edit: oha lan, televizyonu yan odadan dinliyordum. ismail baki'miş gelen amk.
lan benim bu. annem ilkokuldayken zorla giydirmişti bir gün. neyse, diz kapağım kaşındı. bir anlık dalgınlıkla çektim pantolonu, başladım kaşımaya. sıra arkadaşım, "lan sen külotlu çorap mı giyiyon lan?" deyince kendime geldim. sonra nasıl bir motivasyon içerisine girdiysem, aslında içimde külotlu çorap olmadığına ikna etmiştim çocuğu. ikna edemeseydim, bambaşka biri olurdum sanırım.
lan oğlum siz evinizin değişik yerlerine mi serpiştiriyonuz kitaplarınızı? benimkilerin hepsi kitaplıkta duruyo. en yakındaki ne yani? hepsi aynı mesafede amk.
abd'ye bağlı aleut adaları'ndan adak'ta doğmuş, alaska'lı, 1966 doğumlu enteresan yazar. babasını intihar etmesi onun edebiyatının çıkış noktası olmuştur. ailesinde başka intihar olayları da yaşanmıştır. eserleri genellikle aile ilişkileri ile ilgilidir. eserleri;
-bir mil ötede: denizde talihsiz bir mesleğin öyküsü
-bir intihar efsanesi
-caribou adası
-dünyadaki son gün: niu katilinin pertresi
-pislik
biraz daha öznel olmak istiyorum. özellikle sukkwan adası adlı öyküsü beni kopartmıştı. babasıyla ilişkileri kötü olan insanlar için yazmış sanki öyküsünü. o kendini babaya kanıtlama çabasını anlatımı çok başarılıydı. öyküde psikolojik hasta babayla beraber bir adada tek başlarına yaşamalarını anlatmış. tabii ki öykünün en kopuş yeri, sevgilisiyle telefonda kavga eden babanın ağlayarak başına silah dayadığı, tetiği çekemediği bölümdü. silahı oğlunun avucuna bırakmış ve hızla adaya fırlamıştı. sonra çocuk silahı kafasına dayatıp patlatmıştı. oğlunun intiharı onun için farklı bir intihar şekli olmuştu. gerçekten o boş adayı bana da yaşatmıştı.
beni paranoyak yapan, bir süre sürekli soyulacakmışım gibi hissettiren yazar. beat edebiyatın babalarındandır. william s. burroughs'nun etkilendiği yazarlardan biridir. hayatının büyük kısmını hırsızlık yaparak geçirmiştir. hapishanede gördüğü işkence yüzünden sistem karşıtı bir insan olmuştur. yaşlılık döneminde bir hakimden gördüğü iyilik nedeniyle legal işlerine son vermiştir. suçlulara yapılan her türlü işkencenin suçluyu kurtarılamaz hale getirdiğini savunmuş ve ağır cezaları eleştirmiştir. nasıl öldüğü muamma olsa da yakın çevresine intihar edeceğini söylemiş ve yok olmuştur. daha sonra sevdiği eşyaların bir rehincide çıkması bu olasılığı güçlendirmiştir.
hocam, senden vazgeçmek bu kadar kolay olmamalıydı. o sıfırdan alıp şampiyon yaptığın takım.. hani semih kaya'yla, emre çolak'la, engin baytar'la şampiyon yaptığın takım.. evet şu an o takımın taraftarları tarafından yerden yere vuruluyorsun. biz alzheimer olmuşuz hocam. bırak git bizi. çok daha vefalı insanlar çıksın bundan böyle karşına. yaptıkların için sana teşekkür etmeye yüzümüz yok. sevenlerin olarak başımızda bir ağrı, ağzımızda bin küfür.. yolunuz açık olsun hocam...
yani anlayamıyorum sezon içinde hoca değişikliğinin neresi profesyonellik. şu dönemde, iyi çapta bir hocayla (ki zaten boşta kaç iyi hoca var?) anlaşmanın zaman alacağı aşikar. ne olacak bu takıma? juventus maçına teknik direktör olarak ümit davala mı çıkacak? hızlı bir şekilde, iyi bir hocayla anlaşılmasının anlamı da, terim'in arkasından iş çevrildiği anlamına gelecek ki, o zaman ünal nasıl bakacak taraftarın yüzüne?
hakemlerin, gözünün yaşına bakmadığı, şu an takımın en formda futbolcusu.
adam ilk geldiği sezona göre, daha sakin olma adına inanılmaz yol katetti. ama zaten, ne yaparsa yapsın cezasını çekiyor. emre'ye, lugano'ya, bilica'ya gösterilen müsamahanın yarısını görmemiştir.
daha çok sözlükçülerin, eski sevgililerini andığı ya da süper cool olduğu iması verdikleri, o da değilse zenginim de zenginim imalı entryler girdikleri başlık.
biri de demiyor ki aga, çoraba attırmayı severim falan.
ankara'da yaşayanlar bilir. genelde eylem sonrası güvenpark'ta toplanan polisler, yorgunluk ve stresin etkisiyle etraftan geçen kişilere sataşırlar, cevap vereni de döverler. bu geziden önce de böyleydi, geziden sonrada böyle olacak.
başıma gelmişti bir kere. küfür etmişler, etme deyince de vurmuşlardı. şikayetçi olamadık, çünkü çok koordineli çalışıyorlardı ve hepsi numarasını kıvırmıştı. şimdi etrafınızdaki polislerin kollarına bakın. çoğunun numaralarını sakladığını fark edeceksiniz. ama bazı polisler saklama ihtiyacı duymuyorlar çünkü kendilerini biliyorlar. diğerleri de kendini iyi biliyor, saklama ihtiyacı duyuyor, olay bu. ama siz körü körüne birilerini savunmak istiyorsanız, savunun hacılar. buradaki mesele, siyasetten öte, bitmeyen saldırgan tutum.
bir insanın dehşetine, boşluğun anlamsızlığına vurgu yapan şu dizelerdir;
insanın asla unutmadığı gecelerden biriydi.
(savaşmazsan ölüm hamlesini
yapmaya hazırdır.)
arada sırada kalkıp
odada volta atıyordum,
radyoyu açıp kapatıyordum, zaman
zaman gidip musluğu çekiyordum,
bütün muslukları açıyordum, sonra
kapıyordum, ışıkları yakıp
söndürüyordum, bir iskemleye
oturup cebimde ne kadar bozuk para
varsa çıkardım ve saymaya başladım: "25 sent, 26 sent, 27
sent..."
muslukları açıp kapamaya, ışıkları ;
yakıp söndürmeye devam ettim,
bozuk paraları saymaya ve makul bir
biçimde bir ayakkabıyı
diğerine paralel koymaya filan...
tabi gerçekten, bu tarz geceler geçirmediyseniz, anlamsız gelirler.
siyasetin iyi bir şey olduğunu düşünen abileri tarafından, eleştirilen gençlerdir.
siyaset, sıcak bokla, soğuk bok arasında seçim yapmaktır. zengini, daha zengin yapar. bir biri yer kaymağı, bir öteki. ama yalatırlar sana o boku. görüşün olmasa bile yalatırlar.
Hristiyanların dinini kafasına göre değiştirdiğini düşünürüz ve kuran'ın değişmeyeceği müjdelendi, bizim dinimiz asla bozulmayacak deriz ya, alakası yok. bu adamlar dini kafalarına göre değiştirdiler. ayetleri, hadisleri işlerine geldiği gibi anladılar. evet kitap belki aynı kaldı ama, işin özü değişti. dinin o insanlığı emreden, hoşgörüyü emreden, yardımlaşmayı emreden kısmı yok oldu. müslüman halkların bir çoğu fakirlikten kırılırken, bu adamların zenginleri, o müslümanların kutsal topraklarının zenginliğini üstlendiler. ecnebilere peşkeş çektiler. 7 yıldızlı oteller yapıp, müslümanlara girmeyi yasakladılar. müslüman kadınlara zulmedip, ecnebilerle evlendiler. prensleri, kralları, şeyhleri dinin emredeni oldular.
en son bi prens kristen stewart'la 15 dakika görmek karşılığında, amerika'ya sandy kasırgası için 500 bin dolarlık bağış yapmıştı.
"bir yığın tedirgin, kendinden sıkılmış var olandan başka bir şey değildik. burada bulunmamız için tek bir neden yoktu, hiçbirimiz böyle bir neden ileri süremezdi. utanç içinde bulunan ve belirsiz bir tedirginlik duyan her var olan, ötekilerin karşısında kendini fazlalık olarak hissediyordu. "fazlalık". bu ağaçlar, bu kapılar, bu çakıl taşları arasında kurabildiğim tek bağıntı işte buydu. atkestanelerini saymaya, onları velleda'ya göre konumlamaya, yüksekliklerini çınar ağaçlarının yüksekliğiyle karşılaştırmaya boşu boşuna uğraşıyordum. çünkü her biri, kendisini içine sokmak istediğim bağlantıdan kaçıyor, bir kenara çekiliyor, taşıyordu. bu bağlantıların benim tarafımdan uydurulduğunu hissediyordum; onlar nesnelere işlemiyorlardı. şurada karşımda, biraz solda duran atkestanesi fazlalıktı. velleda da fazlalıktı."
tüm o kadınlar, içki ve at yarışı sadece hikayelerinin fonudur bu adamın. hikayelerinde, şiirlerinde hüzün fırlar sayfanın içinden. sözcüklerle silkeler adamı.
aslında kendine kültürlü havası vermek isteyen insanlar için süper malzemedir. okursun bir kitabını. internetten bak. evet, bütün kitapları aynı yazıyor değil mi? üç sayfa üst üste 31 çekmeden oku bir önce. mizah ve yalın dil. bak ne demiş adam. "entellektüel; basit bir şeyi karmaşık söyleyebilen kişidir; sanatçı ise zor bir şeyi kolay."
kendisi bir şiirinde geleceğini düşünürken, "gerizekalı ve vasıfsız işçide karar kıldım. diğerlerinden çok daha kolay görünmüşlerdi." demiştir. ve eski yazarları anan bir şiiirinde; "yeni celineler, yeni hemingwayler nerde" demiş ama söz dostoyevski'ye gelince "onu saymıyorum bile yeri doldurulamaz" demiştir.
son yudumla ilgili ise, hollywood romanında anlatır. barfly filminin çekimleri bitmiştir ve sahne seçimi yapılırken charles bir sahneye itiraz eder. bu sahnede mickey rourke, yarısı dolu bira bardağını itip, benden bu kadar dedikten sonra bardan kalkmıştır. bunu gören charles bu sahneyi sildirmiş ve böyle bir şeyin gerçek bir ayyaş tarafından kabul edilemeyeceğini söylemiştir.
kitaplarında her zaman kendine sert bir hava katmaya çalışmıştır. ama ara ara indirmiştir gardını. bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atar demiştir. born into this'de evlenmeden önceki son aşık olduğu kızla ilgili bir şiir okurken gözlerinden yaşlar dökülmüştür. yine aynı yazar, fante'nin ölüm töreninde koşma yapması istenmiş fakat o ağlamaktan konuşamam demiş ve bunu reddetmiştir.
kendisi 10 sene posta memurluğu yapmış ve bir çırpıda yazarlık kariyeri için, aylık 100 dolar karşılığında (ki bu para ayrıldığı eşi ve çocuğu içindir.) işi bırakmıştır. kendisi gerçekten çok bilgili bir insandır. isteseydi o çok sevdiğiniz, kasıntı edebiyatı yapan tiplerin alası olabilirdi. ama o hemingway'den aldı; fante'den aldı; saroyan'dan aldı; carson'dan aldı; turgenyev'den aldı; celine'den aldı; içine hüznünü ve mizahını kattı.
son olarak kendisi söylesin;
daha henüz yeraltı oluşmamışken yer altı'ydım ben..
pis genç bir adamdım..
ben hip'tim zaten..
kesinlikle gökhan gönül değildir. her zaman kulüp takımında kıçını yırtan gökhan, bu güne kadar milli takımdaki isteksiz halleriyle bizleri çıldırtmıştır. 3 temmuz süreci ayağına, evimizde 3-0 kaybettiğimiz hırvatistan maçındaki tavırlarını, daha 2. dakikada önünden geçip giden adama faul bile yapamayışını nasıl unutabiliriz. evet dün sahanın en iyilerindendi ama bir maç her şeyi unutabileceğimiz anlamına gelmez. bir gökhan vecizesi: (bkz: kanırta kanırta) evet süper adam.
net bir şekilde, küfürsüz konuşamayanlardan biriyim. uzun bir dönem yatılı takıldıktan sonra, ailemin yanına tatile gelmiştim. yaklaşık 14 yaşındaydım ve akrabalar falan yanımda etkilenmemem için küfür etmezlerdi. o kadar süt çocuğum yani. neyse, biz oturuyoruz böyle. gece saat 3 falan olmuş. biz sesli bir şekilde muhabbet ediyoruz, kardeşler aile falan. sonra yan daireden birisi duvara vurdu. hiç düşünmeden, gayet yüksek bir tonla, "ne var lan, (titreyen r ile) yarrrrrrrrrrrrrrrrrrağım" demiş ve bütün aile bireylerini şoka sokmuştum. neyse öyle işte.
maalesef halkın pek bilmediği, anlatırken insanı şekilden şekle sokan, sözlükte hakkında bilgi amaçlı girilmiş 10 entryden 6'sının yanlış olduğu enstrüman. genelde diyalog şu şekilde gelişir;
- ne çalıyorsun sen?
- trompet amca.
- heee...
- (bakışlarından trampet olarak algıladığı anlaşılır.) yok amca, (elleri baget sallar gibi yaparak) trampet değil, trompet.
- (eller trombon kulisi kaydırır gibi yaparak) haa, anladım tamam.
- yok amca o trombon.
- o zaman, (bu seferde eller klarnet çalar gibi yaparak) tamam, böyle çalınan mı?
bu muhabbet istisnasız her üç kişiden ikisiyle yaşanır.
şimdi, girilen entrylerden birinde trompetin tonu si(b) alınmış, ve onun do tonuna göre duyuluşu verilmiştir. (si'leri bemol kabul ettik diyelim.) doğrusu boş pozisyondan, do-sol-do-mi-sol-do olur ve her pozisyon atladığımızda yarım ses pesleşiriz.
300, 400 dolar olan susturucu değil başka bir şeydir. elbette ev için en iyisidir fakat, pekala ucuz bir surdin de işimizi görür.
suyunu çıkarmak için, 2 ve 3. pistona aynı anda seri basarak trompete üflemek yeterlidir. ayrıca çan nedir? bilen bana mesaj atabilir.
bütün sesler, evet bütün sesler üç pistonla elde edilir. temel mantık, sesin pistonda değil dudaklarda oluşmasıdır. ayrıca sol elle kaydırılan sürgü, tiz çıkan do# için kullanılır.
nankörlük olayı doğrudur. aslında bütün enstrümanlarda, çalınmadığı dönemde form düşüklüğü vardır. ancak trompette bu saksafonla kıyaslanamayacak kadar hızlıdır. teşekkürler.