"Bir duvarın önünde yaşamak, köpekler gibi yaşamaktan farksızdır. Gerek benim kuşağımın insanları, gerekse bugün işletmelere ve fakültelere girmekte olan insanlar köpek gibi yaşadılar ve yaşamaktalar." diyen yazar.
"evet ben, bazı trenlerin gelişinden sonra istasyonlar önünde yüzlercesi bir arada dikilen insanlardan rastgele birisiyle değiştirilebilecek taşralı bir adam." 3 ocak 1911, günlüklerinden.
1 Mart saat 15:00'de Yıldız Teknik Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü Oditoryum'da gerçekleşecek olan Leyla ile Mecnun oyuncusu Cengiz Bozkurt, nam-ı diğer Erdal Bakkal söyleşisidir. Etkinlik herkese açık olup, sınırsız goygoy vaadedilmektedir.
şöyle: https://www.facebook.com/events/206985102779804/
"...Dönmek bilmez bir uğultunun eşlik ettiği şu koşuşturmacadan nasıl sıyrılıp inebilirim ki merdivenlerden? Mümkün değil, payına düşen şu kısacık zamandan bir tek saniye yitirdiğinde ömründe yitmiştir çünkü. Ömrün, yitirdiğin o saniyeden uzun değildir, daha doğrusu, tüm ömrün o yitirdiğin saniyeyle eştir, sadece o kadardır. Bu demektir ki, bir yol tuttuğunda ne olursa olsun devam et; ancak böyle kendini tehlikeye atmaz, kazanabilirsin. Belki sonunda düşmek de var; ama henüz yolun başında geri döner, koşarak merdivenleri inmeye kalkarsan, o anda yuvarlanır gidersin. Olasılık filan dinlemez, kesinlikle yuvarlanırsın. Demem o ki, bu koridorda bir şey göremedinse başka katlara çık, yukarıda da bulamadınsa çekinme, daha üst katlara çıkan merdivenlere saldır. Sen çıkmaktan vazgeçmezsen basamaklar bitmez, sen tırmandıkça ayaklarının altında yükselip dururlar." demiş yazar, üstad.
"Bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek , bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey." demiş yazardır.
değirmen adlı kitabında "...evet, hep tesadüf... Onun sırtına giyeceği yoktu ve mal sahibi seksen kat üst üste giyebilirdi. Bu tesadüftü... Fakat, eğer mal sahibi bunlara ayda yirmişer lira fazla verse, -bunu yapmak onu hiç de sarsmazdı- o zaman bunların da birer kat, ikişer kat elbiseleri, çamaşırları olur ve 'tesadüf' böyle olmazdı..." demiştir kendileri, anlayana.
"Dünyanın En Pahalı internetini Kullanıyorsun, Üstüne de Sınırlandırılıyorsun!"sloganiyla oldukca kisa surede yaklasik yirmi iki bin bes yuz imza toplayan olusum.
türkiye'de görmek istediğimiz kaliteli, nadir dizilerdendir efendim. umulur ki başına hiçbir şey gelme.. diyecekken dürüst, tarafsız, ahlaksız haber anlayışıyla zaytung: "leyla ile mecnun dizisinin tutması nedeniyle kafası karışan trt yönetimi, nolur nolmaz diye diziyi yayından kaldırma kararı aldı..." diyerek bizleri pek üzdü. *
insanların 90'lardan hatırladığı şeyleri anlatmaya çalıştığı trend topic'tir efendim.
ve tabii unutmadan, bence 90lar atariydi, çalışmayan kasetlere "üüüüüüf" diye üfleyip kasetlerin çalışmasını ummaktı. adaptörü çok ısınmış mı diye yoklamaktı babalar!
filmi beğenmeyenlere/beğenemeyenlere "sanat filmi o, n'aaanlarsınız siz cahiller" şeklinde pata küte girişilmemesi gereken nuri bilge ceylan filmi. Elbette ışık, görüntü ne var ne yoksa görselliğe dair kesinlikle harikadır, verilmek istenen mesaj yerine ulaştırılmıştır, taner birsel olsun, ahmet mümtaz taylan olsun, filmin evvelinde de zaten harikulade oynayan adamlar. Bunlara zaten laf eden yok, bunların hakkı kesinlikle teslim edilmeli. Bu ülke seyircisinin elbette ki sinema beklentisi six packli adamlar, sütun bacaklı kadınlar, silahlar, havaya uçan arabalar filan falandır, kesinlikle böyledir, çook uzun zamandır hem de; lâkin filmin senaryosu, arkadaş arasında anlatsanız kimsenin merak edip de "ee sonra" demeyeceği vasatlıkta ve bu senaryo iki buçuk saat boyunca biraz biraz** adamı boğuyor. Görsellik ve oyunculukla gönlümü kazanmış filmdir, gerisi pek de heyecan verici değil. Ve elbette ki nuri bilge ceylan "tutkuyla sevdiği, yalnız ve güzel" ülkesini pek güzel anlatmıştır, filmdekiler, sadece bir zamanlar anadolu'nun insanları değil, şimdinin anadolu'sunun da insanlarıdır, pek tabii ki izlenilesidir. Amma iki buçuk saat değil de bir buçuk saatle filan bitirebilseydik kesinlikle tadından yenmez olurmuş. *
"bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızca nesne ilişkileri vardır. insan evrağa dönüşür. evrağa verilen sayı ile belirgin kılınan, ölmüş bir varlık olarak evrağın akışına girer. bu varlık, şahsen çağrıldığı zaman bile bir kişi değil, yalnızca 'olay'dır. 'konu' ile ilgili olmayan ne varsa akıp gitmiştir. resmi dairelerin koridorları aşağılanma kokar. sigara içmek kesinlikle yasaktır. bu yasağın kapsamına soluk almak da girer. buna karşılık yürek çarpıntısına izin vardır, dahası çarpıntı olması istenen bir şeydir. her türlü ümit uçup gider. kapıdan kapıya gönderilen kişiye suçluluk duygusu aşılanır. buraya giren, yalnızca bir vizite kağıdı ya da pasaportunun uzatılmasını istese bile kendini suçlu duyumsar. en iyi olasılıkla bir dilek sahibidir, aslında ise suçludur..."
her 5 kasım'da hatırlanması gerek dediğim gündür. "hadiyin maskeleri alıp orayı burayı yıkalım!!1bir" tavrı bir yaklaşım olmayıp, en azından filmi bir kere izlemek, kesinlikle unuttuğumuz ya da hatırlamak istemediğimiz şeyleri bize hatırlatacaktır.