dünyada meydana gelen küresel ısınmanın dünyadaki yaşamı ciddi bir şekilde tehdit etmesinden dolayı dünyanın önde gelen ekonomik kuvvetlerinin bir araya gelerek bu duruma sebebiyet veren zehirli gaz üretimine bir çare bulmak için oluşturdukları protokoldür.
bu protokole göre sera gazı etkisi yapan gazların üretimine sebep olan sanayi kısmını minimuma indirgemek, çevre dostu, standartlara uygun işletmeler için teşvikte bulunmak, yeni teknolojiler için araştırma geliştirme projeleri başlatmak devletlerin yükümlülükleridir.
genelde kızların erkekleri reddetme bahanesidir. seni yakışıklı bulmuyorum diyerek gerçeği söylemiş böylece erkeği kandırmamıştır, ayrıca sempatik olduğunu belirterek de karşısındakinin kırılmasını istemediğini gösterir. ince bir davranıştır aslında.
anadolu köylerinde halen süregelen bir oluşumdur. köyün meydanında, ortası hasır kaplamalı tahta tabureler, ahşap ufak masalar üzerinde ince belli çay bardaklarını tutan kasketli amcaların oturduğu. artık içeride bir televizyonun açık olarak durduğu ve köyün gençlerinin içeride film seyrettikleri, yazın güneşinde, kışın soğuğunda her daim dopdolu olan ve ne güzeldir ki nerede görürsen gör içinde bir samimiyet doğuran yerdir. gözlerimi kapadığımda hep çay bardağına şekeri atıp şıkır şıkır karıştıran nasır tutmuş kalın parmakları ile toprağıyla uğraştıktan sonra gelip de kahvehanede sohbet eden sütçü kamil aklıma gelir. tatil günlerinde yaylaya çıktığımızda, süt almaya giderdim evine, kahvede derlerdi. hala durur o kahve.
klasik türk hareketidir.
okeyde eli biten kişi, kendi elini göstermeden evvel diğer oyuncuların ıstakalarını devirir. sinir bozucu bir harekettir. bazen çok zeki arkadaşlarımız ellerini bitti sanıp bu hareketi yapar, sonra ortalığı tekrar toplamak için uğraşırlar.
sözlüğün yakından takip ettiği var mısın yok musun isimli yarışmada, acun ılıcalı kişisinin yarışmacı kaybettiği anda bir adım geriye geçip, insanı üzüntüsü ile yanlız bırakma amacı güden duruştur.
evde denemek için gerekli edevatlar,
bir adet masa, bir adet kaybeden insan, bir adet boş boş bakabilen surat.
öncelikle kaybeden insanı masaya yaklaşık 10 dakika kısık ateşte oturtunuz. ardından kişinin bir adım arkasına geçip elleri önde kavuşturunuz. kaybeden kişi üzüntüden kulak memesi kıvamına gelinceye kadar kafa öne eğik vaziyette bekleyiniz. yüzdeki boş ifadeyi değiştirmeden yaklaşık 5 dakika bu şekilde durunuz. sıcak servis ediniz.
dünyanın en karışık metrosu olma sıfatını sonuna kadar hakeden metro ağı. yerin altına bir şehir kurmuş japon efendiler. bazı duraklarda yaklaşık 5-6 kat altlı üstlü trenler geçmekte, tüm şehir yerin altında hatlar ile birleşmekte ve bütün bu karmaşıklığa rağmen istenilen yere şıp diye gidilebilmekte. insan kalabalığını ise beyaz eldivenli amcalar ittirmek suretiyle trenlere yerleştirmekteler. özellikle mesai başlangıcına yakın saatlerde, bayanlara özel vagon yapılmış, çünkü kalabalık kimin eli kimin cebinde belli değil tadında.
2. senesini bitirmeye yaklaşan sözlüğün, yazanlara ve okuyanlara vermesi gerekenin ne olduğunun bir türlü anlaşılamamış olmasıdır. insanların bilgilerini paylaşması, bilginin içine fikirlerin de belirtilmesi, yeri geldiğinde esprinin yeri geldiğinde tartışmanın yaşanması ama her zaman bilginin üzerinde konuşulması için kurulan sözlük olgusunun, tamamen aman ben diğer tarafa laf sokayım, dur siyasi başlık açıp ortalığı bulandırayım şekline bürünmüş olmasıdır.
yeni neslin apolitik olmasından yakınıyoruz. ülkesinin problemlerinden, siyasal hareketlerinden haberdar olmamasından, boş yaşadığından dert yanıyoruz. fakat apolitik olmamak; bi siktir git çay koy tadında entry ve başlıklarla olmaz. sol çerçeveye şöyle objektif bir şekilde, sandalyemize yaslanarak bir baktığımızda bu halde olduğumuzu görürüz.
neden tartışıyoruz? birbirimize fikirlerimizi kabul ettirebilmek veya okuyanlara fikirlerimizi kabul ettirebilmek için en temelinde. eğer tartışacaksak, daha derli toplu, daha anlaşılır, daha açıklayıcı ve okuyanlara bir şeyler katacak, öğretecek, belki fikirlerini değiştirebilecek özgünlükte yazabilsek keşke.
otomatik şanzımanlı araçlarda debriyaj baskı balata yerine kullanılan, sıvı kavramayı sağlayan element. içerisinde pompa, turbine ve stator olmak üzere üç parça bulunur. aralarında ise atf yağı bulunmaktadır. basitçe çalışma prensibini anlatmak gerekirse, motordan gelen tahrik pompa tarafını döndürür ve aradaki yağın hareketlendirilmesi ile şanzımana giriş yapan turbin tarafı da dönmeye başlar. böylece iki taraf arasında bir sıvı kavrama meydana gelir. tork konvertoru kaybı çok olan bir elementtir. bu nedenle 1:1 oranında çevrime gerek olduğunda damper clutch ile pompa ve turbin birbirine sabitlenerek tork konvertoru etkisiz hale getirilerek kayıp indirgenir.
açılımı, twin-clutch sport shift transmission olan, mitsubishi lancer evolution x serisinde kullanılan şanzıman tipidir. aslen iki adet düz şanzıman içeren, iki debriyajlı bir sistemdir. debriyajın biri 1,3,5 vitesleri bağlarken, diğer debriyaj ise 2,4,6 vitesleri kontrol ediyor. bu iki debriyaj arkaarkaya olup tork konvertoru tarafından tahrik ediliyor ve devreye girişleri ise hidrolik ünite sayesinde gerçekleşiyor, yani bir debriyaj pedalı yok. şanzıman beyni gerekli anda hidrolik basınç ile kavramayı tahrik ettiriyor. ikili debriyajın avantajı ise, vites değişimi esnasında dişli geçişindeki zaman ve güç kaybını ortadan kaldırmak. bir vites devrede iken diğer debriyaj ile bir üstteki vitesi hazırlamak ve geçiş esnasında şoksuz hızlı bir geçiş sağlamak. bu iki debriyaj ise birer düz şanzumana bağlıdır. bu yeni sistem şanzıman ile daha hızlı ve etkili vites geçişleri sağlanabiliyor. ayrıca sport shift modu ile istenirse manuel vites değişimini de mümkün kılıyor.
2008 itibariyle türkiye'ye gelecek olan, efsanevi aracın son ve en güçlü modeli.
295 beygir güçlü mivec motoru, tc sst şanzımanı, s awc, acd, s ayc, ağırlık azaltıcı alüminyum gövde, reinforced gövde ve şasi ile daha da güçlü geliyor.
moskova'nın en gidilesi mekanlarından biridir. içeride, ömr-ü hayatınızda görebileceğiniz en güzel kızlarla ortaya karışık yapılmış şekilde takılabileceğiniz, müzikleri ve içkileri ile de bayağı başarılı olan bir kulüptür. girişte face control denilen şeye maruz kalıyor olsanız da eğer girebilirseniz buna değer.
tokyo'nun gece mekanı olarak adlandırılabilecek bölgesi. her köşesi zenciler tarafından tutulmuş olup her iki adımda bir "come my friend" şeklinde biri kolunu omzunuza atıp çıplak kız isteyip istemediğinizi sorar. saat 12-1den sonra eğlence başlar, yabancıların gittiği gaspanic diye ünlü bir mekanı vardır ama daha japon yerlere gitmekte fayda var, zira çekik gözlü olmayanı her daim görüyoruz.
ilkokul, ortaokul ve hatta sıkılındığı zaman lise ve üniversite yıllarında bile oynanan, seçilen bir harf ile başlamak suretiyle oyun öncesi oyuncular tarafından belirlenen başlıklara (isim, şehir, hayvan, ülke, eşya, bitki, ünlü vs.) uygun kelimeler bulunması ve süre sonunda kelimelerin karşılaştırılıp puanlanması usulüne dayanan oyun.
şirket eğitimlerinde yeni nesil eğitimci cümlesidir.
kişisel ve kurumsal gelişim tabanlı eğitim programlarında, eğitimci arkadaşların hem samimi olalım hem de kıça parmak enseye şaplak kadar da içli dışlı olmayalım düşüncesi ile, isimle hitap edip siz deme birlikteliğinden doğan kalıptır.
-ahmet, buraya gelebilir misiniz?
*geldim.
-evet ahmet, şimdi bizlere bir kriz anında nasıl davrandığınızı anlatabilir misiniz?
*çüşş, ohaaa. boku yedik beylerrrr!
-teşekkür ediyoruz ahmet, sizi yerinize alabiliriz. alkışlayalım arkadaşımızı.
gözlemler sonucunda babaların çoğunluğunun telefonun tuşlarının seslerini açık kullanmaladır hadisesidir. evde, işte ve hatta tuvalette daaaat duuut şeklinde her yaptıkları işlemi duyabilirsiniz. genellikle iki adet soru akla gelir;
1. tuş sesi ne amaçla kullanılır, neden bir insan tuş sesini açar?
2. neden bu özelliği, özellikle babalar kullanır. yoksa telefon şirketlerinin bilip de bir pazarlama argümanı olarak kullandıkları fakat bizim bilemediğimiz bir baba özelliği mi vardır?
her ülkede binlerce çıplak insanı yanyana dizerek yukarıdan fotoğraflarını çeken spencer tunick'in çektiği o fotoğraflara bakıp "vay a.k." diyoruz. hatta bakarken ilk önce o binlerce insan arasında güzel kızları ve vücutları görmeye çalışıyoruz şaşı bak şaşır tadında. keşke bana da denk gelse ben de katılsam diyoruz belki.
türk erkek milleti olarak böyle bir fotoğraf çekimi olsaydı nasıl davranacağımızı düşündük mü?
nasıl bir seçim yapılacağını?
*sen gel, hooppp sen gelme soyunmamışsın!
-soyundum ben ağbiii
*yok kardeşim siyah battaniyenle kontrast yaratırsın resimde
-keseyim mi kıllarımı ağbii
*uzatma, olmazzz
-ama daş gibi kadınlar var ağbiii ben de gelemm
veya seçilenlerin nasıl sıraya dizileceğini?
*hopp ahmet abi orada ben duracam çekil
-yok oğlum ben gördüm ilk bu hatunu, arkasında ben duracağım, sen benim arkama geç
*ahmet ağbii seninle mahallede görüşcez, yengeye sölicem
-artistlik yapma lan
*ama abi şimdi herkes eğilecek, ben senin g.tü görecem bu koca yerde göre göre
veya nasıl poz verileceğini?
*aloo kardeşim, herkes sanata odaklanmış poz veriyor, eğilmiş. indirsene kafanı
-tamam ağbii indiriyorum
*kardeşim yaklaşma önündekine o kadar, girmişsin dibine, çıkk
-pardon ağbiii
*indir bakayım onu da, töbe töbeeee.
veya nasıl dağılınacağını?
*kazım abiiii, bak önündeki hatun minibüslere doğru gidiyorrr
-koş laaynn koşş biz de binelim minibüse
*ama ağbi o minibüs bizim mahalleye gitmiyor ki
-lan oğlum bak arkadaşıyla gelmişler, belki evlerinde resim çekilmeye devam ederiz.
isabetli karar olmuş bizim ülkemize gelmemesi spencer tunick'in, zira önüme bizim mahalledeki bakkal denk gelirse cenin pozisyonunda dururken, kan çıkar..
ilkokul yıllarında yapılan, tüm parmakları kapatıp orta parmağı çıkararak gösterme hareketinde hareketi çekmeden evvel parmağın ağza sokulup yalanmasıdır ki hareketin etkisini 3 kat arttırıcı bir eylemdir. çok hırslı değilseniz karşınızdakine sadece orta parmak gösterirsiniz, hırslandıysanız parmak yalanır, daha da hırslandıysanız kolu dirsekten bükerek yumruk yapma ve diğer elle de dirsek iç kısmından tutarak karşı tarafa doğru sallama hareketi yaparsınız. daha da hırslandıysanız zaten dalarsınız. öğretmen de gelir ayırır, anne de akşam önlük yakası yırtıldığı için postayı kayar.
tabii gönül isterdi ki başlığımız, ornella muti'nin veya hülya avsar'ın veya ne bileyim samantha fox'un ergenliğe etkisi olsaydı ama maalesef ki rahmetli turgut özal ergenliğimde bu şahıslardan daha çok rol oynamıştır.
peki nasıl oluyor da bir dönemin cumhurbaşkanı böyle bir başarıya imza atıyor.
efendim gün 11 nisan 1993 pazar, hürriyet gazetesinin haftasonu ekinde haftalık yayın akışını gösteren bir kısım mevcut. bir haftalık yayın akışında genellikle tutti frutti ile karşılaşan ve gece saat kurmak ve anne-babanın yatmasını bekledikten sonra sessizce salona akıp televizyonu açarak ileride kaanılabilecek tüm cinsel bilgileri çin çin müziği eşliğinde, televizyonun ışığı salon kapısına ve oradan da içeriye yansımasın -ki kapılar camlı idi, daha bir sıkıntılı- diye televizyon ile kapı arasında oturarak bir televizyon tutulması tadı yaratarak öğrenen ergen olarak o gün haftalık yayın akışında cuma akşamı yasemin isimli bir türk erotik filminin gösterileceğini görürüm. tarih 16 nisan 1993'e tekabül edecektir bu film. hatta gazetede film ile ilgili bir de küçük resim konulmuştur ki şimdi o resimlere caps diyoruz biz. hanım kızımızı -ismi yasemin olan herhalde- sadece yüzünü aldığı bir resim ile bir haftalık heyecan ve hayal dünyası başlamıştır. hafta geçmek bilmez ama aynı zamanda o önemli gece saat 2de gösterilecek olan filmi izleyebilmek için aile eşrafının nasıl atlatılacaği planlanır.
hiç bir zaman ailenin gece evden ayrılmaması nedeniyle bahtsızlık yaşayan ergenimizin sonunda şans yüzüne güler ve anne-babanın cuma akşamı dışarı çıkası tutar.
cuma günü gelmiştir, anne-baba saat 8da evden çıkar, kardeş hemen apar topar yatırılır ve uyuduğundan emin olunduktan sonra dışarıya ve salon kapısına televizyon ışığının yansımaması için tüm önlemler alınarak saat 09:00da televizyon başına oturulur. o oturma şekli koltuğun kenarlığında her an kalkacak şekilde, erotik film seyretme modudur. daha filme 5 saat vardır fakat kanal değiştirilmeden (filmimiz star'da) beklenmeye başlanır. hayatımda başka hiç bir şeye bu denli sabır gösterdiğimi hatırlamıyor ki yaklaşık 4 saat boyunca o koltuğun kenarında hiç kalkmadan ve hiç kanal değiştirmeden bekledim. film saati yaklaştıkça merak, adrenalin, heyecan seviyeleri tavana vurmuş idi.
gün gece yarısını geçtiği için 17 nisan 1993'ı gösteriyordu, saatler ise 1 civarındaydı yanlış hatırlamıyorsam. işte bu noktada turgut özal devreye girer. politikanın "p"sinden habersiz yeni ergenimiz turgut özal'ı sadece televizyonlarda haber bültenlerinde görür iken, bir anda star'ın yayını kesilir ve turgut özal'ın kalp krizi geçirdiği ile ilgili flash haber devreye girer.
en son saat gece 4 iken, belki normal yayına geçerler ve yasemin'imi bana izletirler düşüncelerinden arınmış ve bütün umutlarımı yitirmiş bir şekilde tv'yi kapatıp yatarım..
turgut özal'ı rahmetle anarım şimdi, ama bana bir yasemin borcu var. hala unutmadım..
mutluluğun subjektif olduğunu ve herkese göre değişiklik gösterdiğini biliyoruz. Peki mutluluğun aslında tamamen kişilerin algılarına denk geldiğini ve algıları değiştirmenin de aslında insanın elinde olduğunu farkediyor muyuz her zaman? Sadece algı düzeyimizi belirleyerek aslında tamamen bir oyun olan bu birbirini geçmeceye dayalı yarışı doğru oynayabiliyor muyuz? elde edebileceğinle, istediğini birbirine yarıştırmak değil mi yaptığımız? yarışın hakemi de bizler isek neden hep karşı tarafa kazandıralım ki yarışı?
konu nereden geldi aklıma derseniz,
geçen sene müzakere ve ikna becerileri isminde bir eğitim içeriğinde oynatılan bir interaktif oyunda iki adet grup kuruldu ve iki gruptan biri bir hastanenin yetkilileri, diğeri ise bir inşaat şirketinin yetkilileri oldu. Kendi işleri ile ilgili tüm detaylar kendilerine verilirken birbirleri ile ilgili detaylar ise çok yüzeysel olacak şekilde verildi ve inşaat şirketi ile hastane arasında bir tadilat işi için pazarlık ortamı yaratıldı. oyun sonucunda hastane 600bin dolar peşin ve 2 aylık taksitle 200bin dolara bu işi inşaat şirketine yaptırdı. Oyun sonunda eğitmen iki gruba da sordu, pazarlık sonucundan memnun musunuz? Cevap iki grup için de evet idi. Eğitmen bu oyunu daha evvel onlarca kere oynattığını ve her seferinde iki grubun da pazarlıktan memnun bitirdiğini, hatta hastanenin inşaat şirketine işi 200bin dolara yaptırmayı kabul ettirdiği pazarlıkta bile tarafların memnun ayrıldığını anlattı. ve evet her ne kadar biz hastane olarak kazık yemiş olsak da memnunduk pazarlık sonunda.
hayat her yönüyle bir müzakere, her yönüyle bir pazarlık ve anlaşmalar bütünü. insan ilişkileri, iş ilişkileri ve hatta aşk bile bir pazarlık bütünü. Ve insan bu pazarlıklar neticesinde kazandıkları ile mutlu olur. Peki insan ne zaman kazanmış hisseder? Kafasında konuya ve alacaklarına biçtiği değer veya daha önemlisi kendisine değer biçmesi için verilmiş olan tüm dış veriler doğrultusunda hesapladığından fazlasını kazandığı zaman. Bu da demek oluyor ki aslında bir insana kazanmış hissini yaşatacak tüm güç aslında dışarıda ve elimizle müdahale edebileceğimiz seviyede.
Mesela ilişkileri örnek alalım, bir kadın karşısındakine kendisinden hiç taviz vermeyen ve kimsenin istekleri doğrultusunda hareket etmeyen bir insan olarak tanıtır ve ardından ilişki esnasında üzerine giyeceği bir elbise ile ilgili karşısındakinin isteğini yerine getirirse, bu hareket zaten her isteğini yerine getiren bir kadının bunu yapmasından çok daha fazla erkeği mutlu eder.
Veya çiçek aldığımız sokak satıcılarını düşünelim. Çoğumuz biliriz ki sokaktaki çiçek satıcısının söylediği rakamın yarısına almak makuldur çiçeği her zaman. Fakat bu bilgi ile donatılmamış bir insan satıcının 30 ytl diyeceği çiçeği biraz pazarlıkla 28e alırsa gerçekten rahatlamış ve mutlu olur. Fakat biz biliyoruz ki aslında o çiçeği 15 ytlye alabiliriz. dolayısıyla bizi mutlu edecek seviye 15 ytldir.
Mutlu olmak..evet hepimizin asıl amacı bu..bunu yapmak için de beklentilerimizi, isteklerimizi olabileceklerin ve imkanların ötesine yerleştirmememiz lazım. Nasıl olsa mutluluk herkes için değişebiliyor ise, mutluluk tamamen algıya bağlı ise o zaman mutlu olmak o kadar zor olmasa gerek..