urumçi'de, kaşgar'da yaşayan, katledilen, üzerinde nükleer denemeler yapılan uygur türklerine gönderilen farazi 100 tır dolusu insanî yardımın, faşist çin tarafından bloke edilmesi halinde hükumetin, islami kesimlerin ne kadar tepki göstereceği merak konusudur.
birtakım kişilerin olmasını beklediğidir. kılıçdaroğlu'nun da kaseti çıksın gibilerinden. siyasi bir liderin böyle bir skandala adının karışması onu bağlar. akp'yi yüceltmez, chp'yi de düşürmez. tayyip erdoğan'ın da şişinmesini gerektirecek kadar olağanüstü bir durum değildir. baykal'ı zerre kadar sevmem lakin chp'nin bu skandalı göğüsleme konusundaki pasifize ve bayat tavrı da olayı mide bulandırıcı bir hale sokuyor. böyle bir durum, türkiye gibi sözlü değerlerin baskın olduğu bir ülkede doğal olarak lideri devirir. ama işin acite boyutuna giriyorsanız komplonun kurulmuş olmasına ve yarın siyaset noktasında görev yapan herkesin özelinin deşifre edilebileceğini düşünerek baykal'a acıyın. adnan menderes'in yediği herzeleri onun idamına binaen unutmuş bir toplumun, dikkatini dağıtmak için deniz baykal'a suikast iddialarının atılması da enteresandır. yanlıştır demiyorum, enteresandır!
her entrysinde sürüyle hata yapan, bakınızdan oluşan entry giren, formatı katleden, moderatörlerin kıl olduğu ne kadar uyuzluk varsa yapan, gelişmeler butonunun yanmasıyla da uslanmayan yazarların biricik türküsüdür.
yazarkene gözlerimi kapadım karanlık bi ortam oluştu tabiatıyla ama tuşların yerini ezberlemişim 3 ayda tez yazınca çakma sarışın fakülte sekreterine evrimleşebiliyor insan on barnağıylan. siz ne bellediniz? şapkasızlık zor iş azizim, şapkasızlık yüreğimizde dillendirilemeyen ince bir korkudur amma lakin ki öyle değildir.
başlığı kısaltmak zorunda kaldım efendim, 12 puan alan ülkeler anlamında bu başlık. 12 puan alan ülkelerin arkasında çılgınca bayrak sallayan o azeri adamı tebrik ediyorum, büyük azimle her yerde salladı bayrağını. norveç in arkasında bol bol gördük kendisini. nitekim tebrik ediyoruz gardaş dövleti.
evet böyle bir şey vardır. yok diyenin kafasını kırarım. neredeyse her aklıma geldiğinde gülüyorum diyeceğim amma aklımdan da çıkmıyor ki be kardeşim.
ilkokulda benim başıma gelmedik gariplik kalmadı kardeşim. canım insan güzel kardeşim. o "vurucam kırbacı" mode off olarak okulumuza tiyatroya gelen şişko nuri "benim balonlarım vardıı onları kimler çaldıı ben insan değil miyim?" repliğinden ibaret oyununu bizim okulun geniş avlusuna atılan masaların üzerine çıkıp oynadıydı, üzerinde de xxxxxxl ebadında bir gömlek, töbe neüzübillah ayın sondördünü gibi bir de yakalık vardı. sahnede devleşti tam anlamıyla. sahne arasında beş dakikalık mola verdiğini hatırlıyorum, kenara konulan sandalyeye oturmuş hademenin getirdiği çaya şeker atıyordu, tam bir avuç şeker atınca müdür yardımcımız yavşak kadri bize dönerek "hehe bakın çocuklar niye tatlı dilli nuri abiniz, çünkü çayına çok şeker atıyoor hehe" diye yavşamıştı nuriye. o zamandan beri ne boka yaradığını anlamadığım kadri hocayı örnek alıp sözlük selebritilerine yavşamayı bile düşünüyorum. neyse ben de tatlı dilli olayım diye parmağımı yalayıp toz şekere batırır onu da öyle parmağım buruşana dek uzun zaman emerdim. misbonları avuç avuç yutardım. sonuçta hafiften obeze bağladım çocukluğumda. ya metin milli gelseydi okula, tümden boku yemiştik o vakit sayın abiler. sahnede metin milli çıldırırken onu örnekseyip yakalıklar havaya yapabilirdik, belki pelerinsiz olduğum için okula gitmekten utanırdım filan fıstık.
bir olgunun sebep ve sonuçlarıyla birlikte açıklanışı, klasik bilim disiplinlerinde, bakkallarda ek gelir getirsin diye kavurulmuş lokum satılmasına başlanması kadar eskidir. ölçü okka ve tokatken bunu buldular abi. sofokles'in haydar haydarın nakarat kısmını irticalen söylediği zaman, bunun sebebini bulamayarak kafayı yediği söylentisini frankfurt okuluna yayınca ordan da atılmışlığım vardır. gerçi düğünde mikrofonu elime alıp "murat kekilli ölmüş başımız sağolsun" asparagasını yaydığım kadar etkili olamamış idi. yerel kanallar gecenin köründe cepten arayıp bilgi almak istediydi hatta.
mesele seovinin ne kadar zavallıca hareket ettiği, hepimizin ayağına dolaştığı, amaçsızca etkilediği gerçeğinden hareketle ona adı üzerinde ibne dedik ve tumturaklı, bol dübürlü, taşşaklı küfürleri kendisine savurmamız sonucu bu ibnelerin çoğalması değil. nasıl ortaya çıkışı ve örgütlenişi. mesela başlıkta porno kelimesi geçiyorsa direkt eksileyen, kendisini ahlak çorbası, risale mücelliti sanan bi seovimiz var. ne kadar eğri bıyık olsan da bu senin seovi gerçeğini değiştirmez ki arkadaşım. belki ben pornonun kötü bişey olabileceğinden bahsederek senin düşüncene yaklaşmışımdır. sorgulamaz ibne ya işte zinhar der ve eksiye basar.
şimdi bir seovinin nasıl oluştuğu hadisesine gelince, sözlüğün revizyona gitmesi gerektiğinden bahsetmek isterim. herkes bir düşünsün bakalım: "ben neyi görünce eksilerim?" mesela bu öz eleştiriyi yapacağım, belki sözlükte benim kadar da cesaretle çıkan olmaz, olursa da öberim*.
adam anket açmış anketteki bakınız: yok artık lebron james. ben bu adamı ıskalamam eksilerim. eksisi olmayan lebron bakınızı varsa da gözümden kaçmıştır. x sensin y de sana girsin, öbeğine de kılım ayrıca. boş bakınız da biraz tuhaf geldi ama ona daha sardırmadım.
sporla ilgili entry girip onun faşizmini yapan adamı, avamlığından ve basit psikolojisinden dolayı eksilerim. hatta moderasyon "on tane spor içerikli entry hakkı" gibi bir olay getirse. bu çığ gibi enginlere sığmaz taşar futbol faşizmi azalır galiba. güzel olmaz mı? olmayabilir de.
adriana lima ile ilgili başlıklara bakarken bazen/çok nadir arada eksilerim abi. ibne mi bu diyeceksin? değilim tabi ki, şunu dinle; tvde hadiseye, adrianaya bakıp iç çeken arkadaşım, her gün caddeden, yoldan, kapının önünden daha güzelleri geçiyor olabilir. süslü değildir, bakmamıştır kendine belki. biraz da önüne bakıp iç çek be kardeşim. haşa allah yaratma gücünün %90ını brezilyaya harcamış sanacak okuyan da. boku çıktı artık paşa yav. tükettik yani. höh. ha illa benim kapımın önünden kekolar, zobolar, adıgüzel ve leş bebekler geçiyor diyorsan da bari biraz elisha ann cuthbert veya eva green ile ilgili de yazın ben de sebepleneyim, di mi ama? ulaşılmazın cazibesi işte. elmayı seviyorsunuz ama sevmeyenler olabilir oooh olabiliiir.
bir diğeri de gizli bakınız halinde swh olayıdır. bi de bunu entrynin her bir satırında kullanan yazar arkadaşlarımız var. bir entryde eğer üç veya daha fazla swh varsa eksiyi basarım. sözlük içi yasal bişey ama ben şahsen kılım. entry güzel de olabilir, olmayabilir de. ama biz bu sözlüğü farklı şeyler işleyerek genişleteceğiz.
siyasi içerikte entry girip dine küfredip götüm götüm kaçan akabinde entrysini silen yazar arkadaşımızı nereye gitse takip eder(di)m ama üşeniyorum lan. zall'dan ricam "şu yazarı kahret" butonu yapmasıdır. ulan insanların değerleriyle niye dalga geçiyorsun?
madem sözlükle ilgili bu kadar talebim var şunu da ekleyeyim, uzun entry okumayan yazarı uçurulması için gammazlayan yazar. kanına mı dokundu bebeğim, git cep telefonundan kızlara edebiyat yap biraz, karakterin olmadığı gibi karakterin de 160ta takılır.
aydın bir kişi olmak gibi amacım olmadı ama entelektüel(aydının halktan daha kopuk biçimi)olmak gerektiğinin farkındayım. kitapları yiyerek okurum. not alırım, ayraç yapıştırırım bazı yerlere, üzerinde düşünürüm. gerekirse kafeye gitmem ya da dışarıda yemek yemem bir kaç hafta, o parayla gider kitap alır okurum. kitap, sadece tek bir fikir oluşturuyorsa bile kafamda iyidir hastır. analitik düşünce de böyle gelişir. okumayı, hayat yorumlamasıyla ve uygulama ile birleştirerek bir terkip elde edersin. benim gibi düşünenler de az değildir umarım sözlükte. aşağıdaki düşünceleri açıklarken bunu yazmak zorunda hissettim kendimi.
provakatör yazar, özgürlük ortamının da getirmiş olduğu el kol oynatma hakkının bütünüyle yetinmez ve götünü full performans kullanır. banane lan eşcinsellerden. eşcinsel gözümde zevki için yaşayan kimsedir. eksilerim abi, boktan bağırsaktan bahseden heriften. biz de libidosu yüksek entry girdik ama hiç birinde götsel havadis vermedik. dikkat et bilhassa ibnelerden kaçarım. götsel dedik ya; bazısı da alenen sıçar, türkiye'ye tepki duy saçmala, dine say söv, ezandan bahset, bi de "bunu diyen benim allahım olamaz" bakınızı ver. neyin propagandasındasın arkadaşım. sol framenin gazzedeki nabzını da tuttuk yeri geldi, neredeydin? insancıl civciv. böyle yap, radikal yazar izlenimi oluştur, sonra da entry sil, kaybol. değerlerden önce dürüstlüğüne hakaret etmelisin.
şimdi ben bunları eksileyince, bir başkası da başkasını eksiliyor, o başkası da başkasını, ama o başkasını eksilerken de hep aynı gına getiren, ritüelleşmiş, iğrenç, goygoy niteliği bile olmayan entryleri görünce seovileşiyor. bir diğeri de bu azaptan mekanizmayı çözüyor, siyasi fikrine uymadığını düşündüğü/sandığı yazara sardırıyor. eksileyince solcu/sağcı/islamcı olan kişiler çocukların tabancaya özenmesi gibi eksi tuşunun cazibesine kapılıyor böylelikle. gizli seri oy veren ibne, onu hepimiz yarattık. çok sikik, boktan problemlerle..
yaşıyor olma hakkımı kullanarak kerkiniyorum sevgili hayata. kırgın mıyım, hayır! kikirdiyorum kıvranarak. göstermelik değerleriyle üzerimize abanan bir hayat varsa ve dolaylı yollardan çürüyor isek, bütün ayrıntıların köküne, lanetin dölünü dökmesinin bir mahsuru yok bence.
kısa çöp çok bayağı bir benzetme olur, daha farklı anlatmalıyım elime aldığımda kuruyup dökülen şeyleri. tercih tesadüfse, yığın yol olup yok olabilmeli. biz de içindeyken.
hoşsun veya görünmek istediğin gibisin, görünüyorsun ama görmemeye inat ediyorsun. ben burada dururken birileri şehrin boktan yükseltili binalarında son soluklarını alıp veriyor, horluyor, inat ediyor, cıgara içiyor, s.kişiyor, terk ediyor, boğuluyor, hayat buluyor, yastığın soğuk yüzüne dönüyor, ayaklanıp günah kokan yer altı mazgallarından dökülüyor. kimsen sen? her kimse... pespaye...
saatleri erittikçe, erit bakalım diyor geçen her salise. bir gün yaşanır gecesi gelince, dilinde yaşadıklarının boktanlığını anlatan tek bir kelime:
gelin yeğenlerim gelin toplaşın etrafıma, diyen çördük dayının anlatısıydı bu. kulak ver ceddine, belki gelir bahtına:
nar şerbetini migrosta bulamazsın, yoktur. nar suyu da aynı efekti vermez. denedik biliyoruz. napıyorsun hemen gidip nar aromalı oralet alıyorsun bir poşet. meyd in gayseri olur bunlar, boya, limon tuzu, yine boya, doğala özdeş kira duası.
suya at karıştır iç. sen dene ilkin. göte gelmemek için.
sonra bi bardak daha hazırla ama bu esnada ağzın pespembe kıpkırmızı arası bişeydir. git yıka karbonatnan.
hazırladığın bardağın dibine iki kaşık daha oralet salla. sonra karışımın yarısını dök. üstüne votka çek. oohh miss. bulamazsan bas ispirtoyu avradını kovaladımının.
bunu da sen içeceksin yavrıcım. güzelce üstüne başına saçmadan, efendi efendi, yudumlayarak iç. güzeell.
şimdi de votkanın kalanını kulak memesi kıvamına gelinceye kadar içiyoruz. ha beni tanımıyon sen gardaş. ben asla : çirkin kadın/votka denklemi kurmam. patates suyuna bedihi şeyleri bağlamam, bağlayanı sevmem, lafımın son kısmında evet diyip kafasını sallayan onaylayıcıları da öperim.
kızla bunun bir alakası olması mı gerek şimdi? evet, sen öyle bir beklenti içerisindesin ve bundan ötürü olması gerek. şöyle ki;
bu kadar içki sıçkının akabinde çık dışarı, otobüs durağında bekle. ilk gelen hatuna dilini göstert. ikinciye "ölürüm sana zilli" diyorsun, sonrakine hiç lami cimi yapmadan çükünü gösteriyorsun, yerse hesabı. yolluysa eve yollanıyonuz, bu abine dua ediyorsun. yolsuzsa eğer hiç zahmet etme bu soğukta büzüştürme ketefelloyu. herşey cinsellik ve gizem içerisinde olacak diye bir kural mı var güzel insan?
hayatımın en lezzet patlamaları yaşatan anıymış, bilmedim.
"yarımdan da olsa, tam ekmeğe köfte ver!" sloganıyla kurulmuştu bu mekan. duvarında kaplumbağa terbiyecisinin olmadığı, nostaljik ama bir yer altı mekanıydı.
güneş görmeyen, iç aydınlatmanın masa yanlarındaki mavi ışıklarla sağlandığı, arada duvara gerili palmiyeli ıssız ada resminin ardında yavaşça yanan, yükselen ve solan lamba, buranın güneşiydi. içerden miles davis'in so what şarkısı yükseliyor. iri memeleri, beyaz tişörtü ve şekilsizce beline bağladığı önlüğü olmayan garson bir kız, anarşinin oluk oluk akıtıldığı dergileri masalara dağıtıyor, duyduğu şarkıya uyarak kıvır kıvır da kıvırıyordu yosma.
oraya ilk gittiğimde masa örtüsünün tadına baktım, sonra sandalyenin, dergilerin, menünün, peçetelerin, en sonunda da garson kızın. tabi sondaki lezzet, mekanın arka bölümünde hendrix şarkıları eşliğinde çekilen marijuananın etkisiyle vehim olarak da kalmış olabilir. belki kıza "yenge sen de şöyle otur" demişimdir. sonra babamın bond çantasından çıkardığım otlu peyniri kemirmeye başlamışımdır kendimi fare sanaraktan. ama şunu iyi biliyorduk ki yarım yarım 4er nefeste uçanı kaçanı siker hal alırdın. üç redbull iç, atakuleye yürüyerek çık, "ulan angara sen mi büyüksün ben mi?" diye bağır. aynı tadı vermez ki birader. istersen hamamönü pavyonlarının önündeki dürrüklerin karşısına çık "alayınızın muğa goim" de sonra onbeş kişiye saldır.. olmazdı ama tadına bakacağın bişeyler olmalıydı..
bir kaç deli herifin sokaktan kaçırıp boyadıkları kamikaze motorun kasasına binip sek rakı içen, bahçeli motorize tugayına balıklama dalış yapan ama o dehlize yine sürüklenecek olan, küçük tatların, yüksük büyüklüğünde çükleriyle övünen deli dubara taifesinin "may enemiz enemi iz may firend" diye bağırdıkları totaliter düzen içerisindeki bulvar sütunlarında, elektrik direkleri üzerinde yapılan sucuklu yumurta ayinleri, belki mübaşirin bıyığını düzelten berberin "çay içen mi abi" yavşaklığına nazire olarak yapılan "bakire olan kız" geyikleriyle birleştiği zaman aslında bu dumanlı kafa anlıyordu: dile dolaştığında da bekaretin tecavüze uğradığını.
işte o mekan içerisinde 6 metrekarelik yerde, tenni tennenni teneneaauvv şarkısı söylenirken, kıçtan tekila içtim am üstünde göt siktim diyen velaakin, götünün üstünde patlayan taşşaklarla bu dünyanın ne olduğunu öğrenen kitlenin tamamı bilaistisna gün ışığında eriyordu.
metin ol bebeğim, bu mekan var olsaydı eğer, bu entrynin içinde bilet olacaktı. ve sen bir güneşte yaşayan olarak semra kaynananın programını dolby digital ses sistemiyle izleyen üst komşunu bıçaklıyıp buraya sığınma planları yapıyor olacaktın. öpüyorum.. ça ça pa pi..
çok biliyorsan a güzel kardeşim, gelip sen cevaplayaydın o sinsi, tuzak, şeytansı, soranın yüzünde ebleh bir gülümseme yaratan soruları. vakt u zamanında bu kardeşin miniminnacık bir tıfılken başından geçen, bugünkü bilgiyle kendini dışarı vurmaya uğraşan çördük efendiyi etkileyen o olaylar silsilesine geçelim.
duvarlara renkli kağıtlarla yaşasın okulumuz yazıp, ata yazılı tahta çubuklu bayraklarla camını süslediğimiz ilkokulumuzda 5. sınıf öğrencisi olduğun an bir gerginlik seni bekler: bilgi yarışması. bebelerin kafalarına ne kadar genel kültüre dayalı bilgi sokabildiklerine bağıl olarak derecelendirme yapılır. misalen bu güzel çördük kardeşinin tüm dersleri pekiyi çok ala müthişsin bebeğim derecelendirmelerindeydi lakin o ezber yapalım diye dağıtılan kağıdı töbe billah satır okuyamaz sıkılırdım. sınıf elemesinde zaten ilk 10daydım, okul elemesi yapıldı yine ilk 10a girdim.
küme oluşturuldu, hızlı bir eğitim başladı.örtmen soruyor izmirin kurtuluşu: hemen kıvırcık saçlarını şekilsiz iki kuyruk yapmış ciyak sesli çiyan cevap veriyordu: 9 eylül 1922 diye. ulan bi dur soruyu duyamadım belki, di mi ama?
neyse efendi, bu ilk ondan 3 bebe seçilecek ve bunlar da gidip il geneli okulu temsil edecekler, okul aile birliği başkanı olan kuyumcu ve şehrin sayılı zengininin oğlu da bu ilk 10 arasında üstelik. herif oğlundan büyük panasonic bir kamerayla gelir, tııss tııss gülerek:
-faatiii bilemedin mii oolüüüm soruyu tııs tııss heh..
derdi. ulan düşünsene bizdeki olayı. bi de bizim birader bir sene önceki bilgi yarışmasında okulu temsil etmiş ve 3.lük kazanmışlardı. ordan bir güven de şahsımıza duyuluyor.
dandirik bir sözlü sınavın ardından suyun kaç selsiyusta kaynadığını ve şattülarabın ne olduğunu bildikten sonra ilk 5e kaldım ama illa 2 kişi daha elenecekti. velakin ben yine işin ciddiyetinde değildim. bilgi yarışmasını ayşen grudanın sunacağını, "suudiarabistanın başkenti neresidir" sorusuna fütursuzca "mekke" diyen hatunun sınıfıyla eşleşeceğimizi bekler gibi bir tavır içindeydim.
yazılı olarak yapılan son elemeden sonra, sonuç olarak bizim okul-aile birliğini yöneten kodamanın oğlu hileli bir biçimde yerime alındı. önce ilk 3te ilan edilmeme rağmen sonradan bir katakulli döndü vesselam. zırladıydık o zamanlar yediremeyip bu durumu.
ilk etapta yenilen bu şaibeli üçlü okula dönmezden evvel çok saygıdeğer müdürümüz hışımla okula gelmiş, beni sınıftan çağırtmış ve o ekibin bilemediği soruları saydırmıştı babacan: "küba" dediği an sayıyordum "che, castro, puro, havana, peso, ispanyolca" diye. ılıman iklimmiş, üç katlı çarpmaymış, integrali bağrıma döktüydüm hehe. bir küçük uşak da olsan birader hakkın yenince devleşiyorsun; öküzün burnundaki piercinge geçirilmiş ipi çekip yere çöktürüyorsan, koca koca herifleri de öyle maymun ettiydim.
lakin bu hırsım ortaokuldaki sınıflararası yarışmada söndü anca. tarih hocası olan ipnetor, inkılap tarihi kitabının arkasındaki kronolojiye bakıp paso tarih sorup yamyassı ettiydi ekibi. inadına kösele gibi oturdum imajı oluşturdum anasını satayım. bilmiyosam banane dermiş gibi omuz silktim paso.
18ime bastığım günden 19. yaş günümün törenlerle, resm-i geçit, kırmızı halı ve çelenklerle kutlandığı güne kadar kim 500 milyar ister'i her gün aradım durdum ayrıca. 500 milyarı alırsam,paranın bi kısmıyla heykelimi ilkokulun bahçesine diktirecektim, kalanıyla da bir sürü amele tutacak okul aile birliğinin başkanını karnındaki bok ağzına gelenece dövdürecektim. parayla sevişgenlik olur ammaaa ufacık bir bebenin de olsa hakkı satın alıabilemez. böyle buyurdu çördük.
yıllardır bilim tek bir soruyu açıklamakta zorlandııı, zarlandıı, cırmaladııı durdu: insanlar gece yalnız/sessiz/kimsesiz kalınca napar? naparı var mı lan? sen nasıl peyda oldun? cinselliği düşünür olm cinselliği kukulaarrr, memeleeerrr diye. bir tren geçer evin yanından, as90 geçer yan sokaktan, gece uyuyan aabi abla uyanır. uyanık olanlar da tahrik olur. aletler kan dolar, tüm pantolonlar aşşağı iner, hahaha.
peki yanında ikinci kişiyi bulamayan napar? kudurur billah, ahanda oku:
madde bir: rtl açılır. ayns nul svay dubi ih leb gaun tıreğın. ya voll.. diye seksi bir ses tonuyla konuşan hatun, önde de iri memeli alaman hatunları izlenir.(kablolu)
madde iki: youtubeden pilates, müjde ar, hülya avşar videoları izlenir, datmin etmezse "frikik" diye arattırılır.
madde üç: kimse uyanmasın diye pc'ye kulaklık takılır. dvdden güzel bir porno açılır. aynı sahneleri izleye izleye iyice kendinizi o filmin yapımcısı gibi hissedersiniz. diyaloglar bile akla kazınır: "ouu so small for me" filmdeki tek insan lafzı budur.
madde üç(beğenildiği için tekrar yayınlandı): proxyler değiştirilir. tıkla izle filmlere çata küte dalınır.
madde dört: illa video izlemem mi diyorsun? face.den ceylan sürüsüne ani saldırı düzenlenir. eğer sürüyü size doğru yaklaştıracak başka bir serengetili delüğanlı yoksa geceyi stv karşısında uyuyarak geçirmeyi hak ettin demektir.
madde beş: bağıra bağıra şu şarkı söylenir: "akşamııın çık gel gir koynuumaaa kurbaaalııı bodruumdaaa" dınrıı dındın rırı. bluestur. yalnızlığın acısını da böylece yansıtmış olursun.
madde altı: camfrogdaki kamerada canlı yayın yapan 54 yaşındaki teyzeye asıl. coş, köpür. aisel cevap yazmıyor hiç, karizmaxxx nickli adam mafya benden söölemesi.
madde yedi: sözlüğe gir, cinsel tecrübe yaz, ama asla bilek zorundan bahsetme. sakın hea. abazan derler sana.
işte bir cookies araştırması ve gecenin geç saatlerinde tvli odaya yaptığım baskınlar+ince duvarlardan gelen sesler neticesi yaptığımız çıkarımlar bunlardır. aynı anda goethe institut'a telgraf olarak da gönderdim bunu. bilimsel şeysi olsun babında, hımm kanıt yani.
**personal noten:
erste: yapılan bir araştırmaya göre yırtık prezo nedeniyle kazara dünyaya gelen çocukların %60ı piç %30u sarhoş %10da andaval oluyor imiş.
zweiten: almanca filmlerden asla almanca öğrenemezsiniz. ben mi? istisnayım tabi.
entelektüel bişey bekliyorsan bebeğim, yanlış kapıya geldin. bir sürü entel kuntel entry yazdım. hangisini oyladın? git onlarla uğraş biraz. bu entry kaçmıyor, burda bekliyciiz seni. şimdilik öberim.
görünüş itibariyle maddelemelerin alayı alfanümerik sırayla yapılagelmiştir. gelmesin efendim. karşıyım. (asi tavır)
fü) şarkı sözlerini anlayamayan kişiler için ayrı bir başlık olmasına rağmen, ben o başlığın altına destansı yanlış anlamalarımı layık göremedim. bu bir tavır sorunsalıdır.
-"ellerimde çilekler, kapında sırılsıklam.." bu şarkı popüler olmazkene böyle anlardım. sonra karaoke filan öğrendim. fanteziye bak la: anam kremşantiyi üzerine sür, ıslandım bi de "ıslak tişört" olayına da girelim. sabahaca mokoko..
-"bir kadın tanıdım çok ağlıyordu, şu şekil yemiş bir hali vardı.."(m.gürses) şu şekil değildi orası ama hala dinlerim anlayamam. "şu şekil" ibaresi çok pozisyonlu bir seks kurgusuna işaret etmekte.
-"ben seni çok sevdim amma, şerefsiz de yaşayamam." bunu doğru anladım. hehe çakal hemen repertuarını kontrol ettin de mi? speak to me now, sleep my child yeee. adamın tabire bak yalunuz: şerefsiz de yaşayamam.
br) yıllar önce bir hastalığa yakalandım. bir siteye girdiğimde tüm kızlara mesaj atardım. erkeklere de fotoları varsa onlarnan ilgili alçaltıcı mesajlar atıyor idim. maksat kendilerine güvenleri sarsılsın, ahlak dersi vermeye çalışma sakın farkındayım olayın; centilmen bir tavır değil idi. brcuu diye bi hatun var,(övmeyecem şıllığı) attım mesajı. aynı anda da sitenin resimsiz, silik, sünepe, mıymıntı herifi de ona mesaj atmış, iki gün sonra baktım bunlar çıkıyorlar yeni fotolar yüklemişler, oğlan da sid'e benziyodu hacı.(bok atıcı tavır) tamam lan unut 3 4 yıl evvel idi.
v5) panten provitamin be5 mi ve5 mi bi bok anlamadıydım. kilnen yıkanırmış eskiler. o reklam çıkınca anannem öyle der idi. zoraki de onunla yıkatırdı saçlarımızı. o yüzden tel fırça ile taramak zorunda olduğum saçlarım var. saçlarını sallayan abilere ablalara imrenir dururum bu sebepten.
9c5) windows hata verince, hatanın neresinden geldiğini asla anlayamadım. çoğunuz da anlamıyonuz. fakat şöyle de bişey var: ben format atmayı biliyorum. biliyosam nolmuş, bok olmuş işte bi dinle yargılama.
tüm ailede format atmayı bilen bi tek ben varım. tüm akraba çevresinin de evinde bilgisayarı vardır. kalabalığız biraz: 30 pc eder bu. e cep numaramı on numara arasına ekleyenleri mi deen, gecenin köründe "windows fecii hasar görmüş olabilü" uyarısı görüp de arayanı mı deen, msnden titretip skype'a gel hacu diyeni mii, daha sayım mı? düşün halimi. proteste bağladım tavrımı. 15 kişiye saldırabilirim.
k9) vakt u zamanında bir kaç hatun mevzusunda köpekler devreye girdiydi. iki biçimde oldu bu: kovalamaca, sevmece.
-kovalamaca: hatunnan yürüyoz. bu elimi filan da tutmuyo. kıllıymışım. ulan japonyada benim gibilere tapıyorlar. elim de öyle dışarıda kazak, suya girince yosun tipi değildir. neyse pıt pıt pıt arkamızda bir ses var. it havladı: arf arf. o elde bok olsa da tutacaktı hehe. sonra bu koşmaya başladı. hayvan da beni kovalamaya başladı. sokak kanişi. öylesine tabi macera olsun diye. beni terk ettikten sonra o iti hatunu ısırması için eğitmeye karar vermiş idüm. hoş şeyler olmadıydı aramızda. ama sonradan öğrendim melih efendi "köpeğin balonunu patlattııımm." demiş geçen sene bugün.
-sevmece:
*bebişim ben kopekleri çok severim biliyon mu?
+iyyy
*baksana şundaki sevimliliğe, gel kuçu kuçu ehehe.
+pattes yiorum görmüo musuun?
*biraz da köpeciğe versene bak buranın maskotu bu. ehehe.
+ ya yapamıycam beenn..ayrılalım. bilerek yapıosun tiksioomm.
*ehh.. sen bilirsin..
bu ilişki rekorumdur. 21 saat. zamanında bir bayan arkadaşımız kedilerden hazzetmiyor diye tekmelemişliğim de vardır. dostane bişeydi lakin bu da hayvanlara karşı tavır sorunsalıdır.
---
geldin mi babuş? hoş gelmişsin. ahanda sana özel tanım: gözlerim doluyor gecelerineee..
gerçekte, ben de sözlükteki bir çoğu gibi eşcinselliği bir tercih olarak kabul eder ve buna karşılık olarak, bunu tercih etmiş insanların kendi dünyalarında yaşamaları, bir tabu olarak önümüze bu meselenin gelip gitmemesi taraftarıyım. natürel seleksiyon mudur bilmiyorum ilmi bi açıklaması yok henüz bana göre. crazy filmindeki gibi bazı şeylerin anne faktörüne bağlanması, erkeğin yetişmesinde hakim unsur olan babanın uçta olması vs. beni bağlamıyor. dünyamda mutluyumdur, gerisi de mümkünse irtibata geçmeksizin yaşasın ve ölsün. daha öncekiler gibi.
olayın gelişme esnası beni bile aşırı şaşırtmıştır abiler. feci afalladım desem yeri. tescilli bir bedevi olarak dünyadaki insan popülasyonu içinde bir numune olmam, bedevinin alt başlığı değil de ayrı bir ansiklopedi maddesi olmayı gerektiren olayları yaşamamın neticesidir. biliyorum meraktasınız ve introya sinir olanlar var aranızda ama önce geleyim vukuata:
kısaltması j.s.c. (ki biz ona esteban diyeceğiz) (ismini vermeyeceğim) bir sitede tanıştığım, 50-55 yaşlarında, pre-romantik dönem mimari, resim, müzik gibi sanatlarla ilgilenen sanat tarihçisi bir akademisyen. beni arkadaş olarak ekledi esteban, neyse ben elin ispanyolu dedim neticede herhalde ilgi alanlarımdaki çeşitlilik, kültürel konularda evrensel düşünmemi yansıtan müzik zevkim, maria del mar bonet, mercan dede, yasmin levy ortak noktalarımız. neyse ben buna bi şarkı önerdim, mesajda da abi bu müzik süper dinle kesin türkiyeden hediye, diye. aman bi muhabbet başladı sormayın aabiler. adama öyle tanıtıyorum ki bizim kültürü, ağzın açık kalır. şahsen o yazışmaları kültür bakanlığına göndersem hemen başbakana bi faks çeker, cumhurbaşkanına sms atar, mozambik'e füze atar, bana da bi kutu pişmaniye gönderirlerdi üzerinde "sen neymişsin cengaver, bilemiyoz gençlerin değerini affet" diye.tabi ben yine mütevazice sitede takılır, ona buna müzik önerir, kilim dokur, kaşık oyardım, teke zortlardım, efelerin bıçağını bilerdim. öyle kültür neferiyim. neyse abi, adamla muhabbet süper demişken bu bana dedi bi gün: yahu sen niye geç saatlere kadar oturuyon sevgilini mi düşünüyon? diye. dedim ki: "yok yau ramazan ya biz sahuru bekliyoz. yiyip yatacaz." hatta öyle gaza geldim ki belki ahreti de garantileriz diye adama: "demişler ki: oruç tut sıhhat bul. sen de dene*" bile yazdım.
aradan zaman geçti her gün şarkılaşıyoz adamla, foto filan istiyo benden sivas nası bi yer diye. gönderdim bi sürü. sonra feysbuk hesabı açtı bu emmi, beni de ekledi nitekim. üç arkadaşı var biri ben, diğeri kendi, diğeri de laura. 40 yaşlarında su perisi gibi bi hatun.
esteban:+ laura, bir arkadaşım var türkiyeden. çok ince birisi (95 kiloyum aq)
laura: - gerçekten mi estoş, inanmıyorum! barbar türko. parçalar seni cicim.(zoboymuşuz yani)
+ah laura bilmezsin, çok düşünceli. seksi bi de. yandan bi bakmış feysbuktaki fotoda. ahh ah. bien. yalnız hep erkeklerle fotoları var laura. acaba açılsam mı? hadi ordan bunak mı der?
-yapma estooo, madem öyle fotoları var. şansını dene bebişim.
+grasyas laura.(dostça sarılma var burda, karı da ilik gibi)sen olmasan aşkım içimde kalırdı.
****
bu konuşma gerçekleşirken, ben ispanyol amcamıza güzel bi mail attım. halay ve semahlar hakkında. halkbilime dair birikimimi ingilizceye mümkün olduğu kadar aktarıyorum. ha o kadar iyimserim ki, adam ankaraya gelse hamama götürecek, ordan kelle yedirecek, üstüne kerane tatlısı, peşine türkiş raki(you go to the feza adamım), ondan sonra da ayakkabılarını boyatacaktım seyyar lostra çocuklarda. akabinde konyaya bile götürürdüm yani. şöyle bi düşüncem de var: avrupalı akademisyenlere, türkiyedeki akademisyenlerden daha fazla inanç var. bu adam orada bi dergiye "ya türk insanı çok iyi, türkiye harika bi yer, ön yargısız gidin." dese büyük kazanç diyorum. fedaiyim bu konuda.
o da maile cevaben bi ispanyol halk şarkısı gönderdi teşekkür olarak. ben de insani duyguların en vacibini yaşıyorum. herif de ispanyayı tanıtıyo bana. istersen gel burada doktora yap diyor. üniversitenin imkanları vs. epey de ordan sohbetimiz var. güzel bi arkadaş diyorum. kralsın esto.
ertesi gün... babam bize geldi. testesteronun en yoğun salgılandığı anlar babayla muhabbet edilen anlardır. her an icraate çıkasın gelir. ayrıca sinik bir karakter olman icap eder. bileğini burktun, çaktırma. kafan koptu, yerine tak. bizim peder öyle. askeri nizam ister.
gün boyu koşturdum babamın peşine. eve gelince bi maillere bakayım dedim. o bu değil peder internet kullanımında msnye karşı, emulenin eşek amblemini gördü "oyun mu la bu" dedi. o derece. bakarken ne göreyim, kıymetli dostum esteban mail atmış, konu bildiğin gülücük. bi açtım. hay açmaz olaydım. delim delim delleneydim. mezbaaneye çevireydim. kuru kuruya kurbanların olaydım. bu da mı geleceğdi başımıza. kurşunlara geleydim. abareeey.
bizim esteban dayı benim faceden arkadaşla sivas kalesinde çekindiğimiz bir fotomuzu almış, arkadaşımı(ki o da yakışıklıdır niye yazıldı ki bana) fotoşoptaki toolstan siyah fırçayı alıp karalamış, geriye kalan beni masaüstü arka planı yapmış, bunu da prntscrn yapıp bana göndermiş. abi inanamadım cidden. kankaydık la hani mealli bi mail attım. çevirisi şudur: "la bana bak olm. kanka dedik, can dedik. benden büyüksün diye bişey yapmıyom. sil la o resimleri." burada cinsel çağrışımlı küfür edemezsin. adamın aradığı da o zaten. o da özür dileyen bi mail atmış, yok işte kankalarının resmini koyarmış da, akrabalarının filan. onların gönderdiği şarkıları da atarmış media playere, dinleyerek kahve cigara içermiş. ulan ben de bu samimiyetin akabinde : "çördükito, sen var çok yiğit, ben vermek sana küçük kızı. var o bir prenses, sen onla evlenmek ben boğa kesmek sizin adete göre." gibi bi mail gelir diye uzak ihtimal beklerdim lakin adam böyle : 0, çıktı abiler.
ha ben irtibatı kesmeden o kopardı, mail atmayı kesti. sitede de hala arkadaşlarım arasında. uyuzuna mesaj atmıyom abi. siz siz olun arkadaş olduğunuz adamın kız arkadaşıyla evde ıslak tişörtlerle çektikleri resimleri görmeden merhabadan öte gitmeyin derim.
heh işte o açıdan bak olaya. biraz ince gör, topun solu üst köşeye falsolu vur. güzeeell. işte vukuatların temellendirilememesinden doğan zalımlaşma süreci: hoch achtung! (alman despotizmi, disipline gelemeyen adamlar için bire birdir arkadaş!)
hatırladın mı bu şiiri kardeşim? zeki müren'in şiir kasedinden. san'at güneşini yad ederim her daim. lakin şiiri garipten sonra okumamış halka ulaşması gayet güç. ekvator tesbihim diye bir şiir vardır bu kasette. anlayamazsın. II. yeni tribidir. şaşırman için. lakin ne vardır burada: atılım. sanata dair tüm anasırı kendinde toplamış klasik türk musikisinin beyzadesi alenen çuvallamıştır. çoğunuz bilmiyorsunuz değil mi bu kasedi? neyse o iğrenç mikslerden es-kaza kurtulmuş bir kaç 45lik kaydını winampa koy, bi de el-fatiha oku mübareğe. içimiz rahat devam edelim. bir atılımı askıda kalmasıyla listemizde ilk sırayı alıyor.
** mübarek ramazan ayındayız muhterem birader. oruçla birlikte sayılı vakitlerin nasıl geçeceğine dair eylemlerin de kısıtlanmıştır. oruç aç-susuz kalma eyleminden ziyade maddi olandan kendini uzak tutmandır ya hani, film izlerken görebileceğin bazı sahneler ibadeti de kırt kırt yontabilü. düşüncemce.yeni ambiansımız budur. düşüncemce. fikrin ince gülü nasıl oluyor pm atın lütfen yanıyom.
konu şu arkadaş: bazı adamlar vardır ramazanda cast deposundan çıkarırlar, bu allame-i cihan din bilginleri iftar ve sahur saatlerinde kara kutuda temaşa edilirler. sami özer diye bi amca vardı misal. beş yıldır her ramazan görürdüm bu ramazan yok misal. her neyse. mesele şudur abiler: niye bu din adamları arefe günü son kere arz u endâm ederler de ortalıktan kaybolurlar, niçin karagöz oynatıcısı ramazanda iş bulabilir sadece? niçin telefüzyonlar bayramın ilk günü dansözü çıkarıp hicaz oyun havasını koyarlar. ben eminim, bazı din alimleri kanalların depolarında 11 ay donduruluyorlar. valla. ramazanda yaptıkları atılım ramazan akabinde oyun havasıylan buhar oluyor. bu arada, diş macunu oruç bozuyo. yersen.
*** yazın gelişiyle birlikte ortalıkta bolca görülen altay, kışın gelişiyle uyur mu? niçin yaz temalı bir klip kışın klipte oynayan şarkıcıya başarısızlık getirir? ben şahsen kışın ortasında plaj modunda şarkı söyleyen adamı gördüğümde söverim vatandaş. hakkımdır bu benim. söyleyeyim; abiler karılar çilloş ama o kabanın içinde sen o yaz havasına giremezsin. eskimolar bu yüzden mutsuz olabilirler. hale şükür lazım, bazen de sabır.
**** yandan dallamalı şirketlerde sektör sektör, 7/24 takımla gezen kompetanlar ordusu. prezantabl. bu kelimeyi ilanda yazdırana yaldır yaldır söverim. acımam. bulsam hırpalarım feci. bir yerde müdür olduğunuzu tahayyül ediniz. ohh, evet ediniz. bir zamanlar bafra içtiğiniz günler. gülerek hatırlıyorsunuz değil mi? oh ne ala. sevgilinizin sizi terk ettiği o boktan güne bakarak gülümsüyorsunuz. arkada "ooo layf viriviribelivaaalis" diye bi şarkı çalıyomuş gibi. haftanın 7 günü için 7 takım elbisen de var. tek kotu bir dönem boyunca giyip, okulda "mavi pantolonlu adam" olarak anılan sensin bu.
ayıl bi dakka. boku çıktı farkındayım. bu adem ordusu var ya. carta curta her türlü atraksiyonda bir şekil arayan konformistler ordusu aslında. atılımlar ne zaman kaynıyor biliyor musun? yaptığın her işe limon olan bir benzerin, seni adım adım izliyor. her eğitimde oturduğun kolçaklı sandalyenin yanındaki sandalyede o oturuyor. patron hangi partiyi destekliyorsa o partili. patronun yediklerini çok sever, giydiklerini taklit de eder, patron kelse saçını döktürür, patronun dinindendir. toteme de tapar, paraya da, karıya da. sen ise benzer etiketli rakiplerinde görülmeyen özgünlüğü yaratmaya çalışırken, golü o götün laleye dönüşmüş a priorisinden yersin. malt-gol.mp3. dinle abicim. özet o şarkıdır.
***** sözlükte çördük diye bi herif yazıyor. az daha okunmazsa 5. madde olacağından şüphemiz yoktur aabiler.
sorumluluk zor iştir birader, yüktür en nihayetinde.sorumluluğun başarıya ulaşması akabindeki her boş geçen dakikanın da kafanda oluşturduğu bir imge var. kafanda şekillendirmişsindir tamamen; ömer üründülün, fatih terimin maçtan önce maçı kafasında oynadığını söylediği gibi. sergüzeşt bu oluyor birader. serüven yani. sabah evden çık işe git, nete takıl arada biraz çalış, eve gel, yemek ye, duş al, tvye bak, nete takıl, nete takıl, yat zıbar uyu. bu dahi bir serüven işin orijininde de çok boktan bi yaşam tarzıdır bence pratikte.
kafada oluşan her türlü vaka dizgisini piç eden bir adem oğlu vardır bu cihanda muhterem. o da gelir planı bulur. seni değil. planı. ben bi türlü anlayamam bu herif niye gidip türkiyeyi bölmek için 101 plan yapan adam eşşeğini bulmaz. niçüüünn? gelir, senin ufakçana kurguladığın, mütevazi plancığı bulur. sıçar içine ve de gider.
geçmişte sakalları maltepe gold içmekten sararmış 70lik bi dedemiz vardı. aslında beyaz aksamı içine yeşil içi kırmızı öyle bi adam yaş üzüm rakısı gibi. gırtlağını çatlatarak derdi ki:
-bir işe kalkışmadan önce inşe'*allah diyeceksiiinn!! inşe'allah.
adam, her ne kadar nezdimde dini kitapların bir bölümüne namaz hocası yerine nemaz hocası adını yazan arap fonetiği manyaklığına kendini adamış din adamı imajı uyandırsa da gayet haklıdır muhterem. pirdir vallah! inanç meselesi bi yerde. çekim yasası filan sikindirik hayal masturbasyonu. inşallah işe yarıyo ama. (nihat hatipoğlunun programına çıkmak istemeyen bir izleyici)
vaktıyla ben bi plan yaptıydım. atolyedeki işleri halledip pederin muhasebecisine gidecek sonra ssk gibi bir yerden borcu yoktur kağıdı alacak ve günlük mesaime öğlen saatinde son verecektim. ne bahtiyarım bilsen glaucon. götümün yanakları birbirine çarpıyor mutluluktan. öyle değil mi glaucon. hişş glaucon uyudun mu lan?
sıkıcı sürece mutluluk katan eğlence, boş zamana düşüldükten sonra yapılacak işleri hayal etmektir muhterem. lisede hasta olduğun hatunları toplayan arkadaşınla kafede laklak edecek, belki sinemaya gidecek, ordan kaptırıp eskiden mahallede sokağa taş koyup maç yaptığın bebelerle halı sahada maç yapacaktırsın. ne mutlu! keyifler keka. nerden vursam gol olur triplerindesin. maçı kafamda oynuyorum, aman yarabbi!
45 dk.lık otobüs, dolmuş gazveleri neyle geçerdi yoksa. geçeyim iş güç sürecini, hemence hallettim saçma sapan kağıtların fotokopilerini yaptırmak bile koymaz bazen insana. koymadı netekim. sskda biraz pati çektik o kadar. o da malum seferidir vatandaşın, adına ne dersen de birleştir ayır ssk hala aynı sskdır. o zamanki evrak mezalimini bugünün insanları da yaşar. mühür vuran pezevenk! oradasın biliyorum, ağzına filler doldursun.
evrakları teslim etmek üzere pederin yazıhaneye gittiğimde pederin bana tevfik fikretleşmişçesine: "aferin aslan parçası, yine bürokrasiyi ben burada cigara tellerken bir kere daha yendin! muzaffer bir askersin sen al şu elliliği. git ve takıl gönlünce. glauconu da kov yanından, ibne midir nedir? haydi yürü evlat; hayat senin." demek yerine kağıtları görür görmez sıfatıma sıçtığını deklare eden küfürlerini işitdim(yağmur atsız tribi).
sıfatıma niçün sövdü meraktasın: mühürü kağıdın arkasındaki nokta vuruş yazıcıyla yazılmış kısma vurmak yerine, koca dosyada benim sikilik, elle doldurduğum sigorta formuna (üstelik bu kağıtta mühür var zati) mühür vurmuş ipnetor. peder dedi ne-tekim: git lan yaptır şu kağıdı gel hemen geri atolyeye diye.
burada atolyeye geri dönüş çilenin en son raddesidir vatandaş. sikseler bu derece yıkılmaz hayallerin. içten içe bir eringenlik, bir üfleme, bir ah o gemide ben de olsaydım, bunlara rağmen magirus dolmuş: rolantide ayran yapanından.
kağıdı mesaiye kadar hallettim. mühür vuran ipneye ise iyice giydirmek geldi içimden lakin o herif gitmiş yerine janis joplin in "traaaayy" diyerek bağırması gibi ordaki elemanlara bağıran bi karı gelmiş idü. mühür yaptırırken cebe mesaj geldi ona bile söylendi la o derece cadu. mesajı söyleyeyim birader: "biz gidiyoruz çördükçüm, bizi fena sattın. önemli bir bahanen yoksa bi daha buluşmayalım. hojcakal. cyda" anı anıma aklımda bu mesaj. gel de hatuna mühürü vurduramadım de. ama olmazki.
atolyeye döndüm, peder çok yoruldun sana bahçede mangal yakacam dedi. maç filan dedim. sikeyim maçı dedi. oksijen tüpüyle rüzgarlı havada 5 dakkada köz olan kömürler gibiydi lan hayallerim. aklımda vuracağım dömi vole. kaçırmayacaktım o ortayı, inşallah kaçırmazdım. inşe'allah kaçmazdı. inşallah demek lazım birader. işe yarıyor. valla!
Mehmet Reşat Aysu 1910 yılında Tekirdağ'da altı çocuklu bir ailenin beşinci çocuğu olarak doğdu. Klarnet çalan babası Tekirdağ Belediye Bandosu'nun şefiydi. 4-5 yaşlarında birer hafta arayla anne ve babasını kaybetti. Birinci Cihan Savaşı yıllarında aile istanbul'a göç etti ve Reşat Aysu Darüşşafaka Lisesi'nde öğrenimine başladı. Burada kendi kendine notayı ve keman çalmayı öğrendi. Daha sonra Zekaîzade Ahmet Irsoy'dan klasik fasılları öğrenerek okul korosuna katıldı. Daha sonraki yıllarda Batılı keman virtüözlerinin plaklarını dinleyip, çeşitli metodlardan istifade ederek kemanda Batı tekniğini geliştirdi ve Batı müziğini nazari bahislerini de öğrendi. Bu yıllarda arkadaşları ile bir tango orkestrası kurarak çeşitli konserler verdi.
1932 yılında Darüşşafaka Lisesi'ni bitirerek Ankara Ziraat Fakültesi'ne girdi. 1936 yılında bu okuldan yüksek ziraat mühendisi olarak ve 1969 yılında emekli olana kadar Ankara, Sivas ve Bornova'da Entomoloji (Böcek Bilimi) dalında ihtisas sahibi olarak çeşitli görevlerde bulundu. Bu yıllarda aynı vazifeyi paylaştığı ismail Baha Sürelsan ile çeşitli faaliyetlerde bulurdu.
1945 yılında Rakım Erkutlu ile izmir Musiki Cemiyeti'ni kurdu ve merhum üstadın birçok eserini notaya alarak unutulmaktan kurtardı. Rakım Elkutlu'ya ait olarak bilinen ve "Mümkün mü unutmak güzelim" mısraıyla başlayan şarkı iki bestekarın ortak eseridir.
1947'de Madam Amati yönetiminde kurulan Şehir Orkestrası'nda 2. ve 1. keman olarak çaldı.
1945-1948 yılları arasında izmir Musiki Cemiyeti'nde hocalık yaptı ve 1949 yılında izmir Radyosu'na kemanı ile bir yıl müddetle devam etti.
1958 yılında Ege Üniversitesi'nde bir Türk müziği korosu kuran Reşat Aysu 1988 yılından itibaren Üniversiteye bağlı Devlet Konservatuarı'nda uzun yıllar hocalık yaptı. Henüz on bir yaşındayken bestelediği "La Reve" isimli senfonik parçadan başka tango, fokstrot, lied, marş gibi batı müziği formlarında besteler yapan Reşat Aysu, 1943 yılında saz eserleri bestelemeye başladı. Peşrev, saz semaisi, şarkı, oyun havası gibi Türk müziği formları da dahil olmak üzere üç yüzü aşkın eser besteleyen sanatkar özellikle saz semaileri ile çok ünlü oldu.
Beria Aysu ile evliliğinden Emre, Yalvaç ve Soner isimli üç oğlu olan Reşat Aysu 13 Ekim 1999'da vefat ederek izmir'de toprağa verildi.-alıntıdır-
ayrıca bir nihavend ud ve saz semaisi vardır ki enfestir enfes.
olması gereken başlık: yalnızca türk televizyonlarında görülen nüfus potansiyelimizin belirtilmesi gerginliğinin dr.çördük tarafından açıklanması'dır.
*söz sizde sayın çördük. -teşekkürler, ıhhhm
tarihçesine bakıldığında ilk öncesinde sizi genç cumhuriyetin onuncu yılına götürmek isterim. neydi o meşhur marşımız? "on yılda on beş milyon genç (buranın altını çiziiin) yarattık her yaştan" şimdi bu ibarenin başına sonuna bakıldığında bu gençlerin göğsünün tunç siperi olduğunu, tüm ülkeyi demir ağlarla ördüğünü görüyoruz. sonrasında 30 milyonluk genç cumhuriyet tepkisini koydu, kamuoyu yoklandı vesair ancak bu popülasyonun zamanla boş işlerle uğraşması genel intibaları sıfırlamıştır. lebon'da şekerleme yiyen 45 milyon insana seslendik, yeni rakı içen 50 milyon insana daha sonra kanal x izleyen 60 milyon, bunlar tek yürek de oldular tabi, nüfus çoğaldıkça uğraşı alanlarındaki bok püsür de arttı.
daha sonra özel televizyonlarımız arttı ortaya bok püsür insanlar çıktı. daha öncesinde doğu kökenli türkücüler filan istanbul türkçesiyle konuşmaya çalışırlardı, burhan çaçan, ibo filan. sonra bi yerden türkiyenin 65 milyon olduğunu duyan mahsun kırmızıgül bunu bi tv programında dile getirdi. "seviyorum seda hanımı sevdalıyım tüm 65 milyon insan duysun!" diyerekten. sonra ibo duydu bunu "derya hanım çocuğumun anasıdır tüm 60 milyon duysun" diye arada beş milyon adamı da sildi. bu böyle köksüz, mantar gibi yayıldı.
sonra kadın programları çıktı. tabi sosyal içerikli programlar aile bilinci verebilmek için gerekli, ancak olay sömürüye dönüştüğü an türkiyenin nüfusu da ister istemez nasibini aldı bundan. "buradan 70 milyon türk halkına sesleniyorum gocam olacak herif rahmi aldatıyo benii" diyerekten. arto çıktı sonra "ajdar star olamaz 70 milyön senle dalga geçiyö ehhehehe", en son darbeyi de lerzan mutlu vurdu kadınları kırdırırken "ay yaa 70 milyona reziiil oldunuuuz"
sosyal yaşama asla nazil olamamış tv yaşamındaki ibareler bunlar, salt realite, pis tokat. hani sözlüğe yazınca tüm sözlük beni okuyor mu? biliyorum ki hayır. kitlem yok, yazıyorum sadece. güzel oluyor böyle.
gelelim bunu söyleme gerekçelerine;
birincisi bunu söyleyen insanlar kendilerini kanıtlama konusunda tvnin aslında halka giden yolda ulusu etki altına alan temel mekanizma olduğunu biliyorlar. hem de ala biçimde. ki halkımızda da şöyle bi olgu var " tvye çıkan sanatçıdır " soralım her gördüğü hıyar sahibine sanatçı tuzu götürene. acaba tanıyor mu erkan oğur'u, ya da tanpınar'ı, yansımalar'ı, kudsi ergüner'i. tabi ki de hayır. anca öküzler prim yapsın de mi?o her 70 milyon dedikçe senin sofrandan bi dilim ekmek eksiliyor belki de.
ikinci olarak bu insanlarda tüm halk bana hasta tribi vardır. dinlersen ala dinlemezsen sikimde değil meselesi olarak algılamazlar mevzuyu. zorla dinlettiririm kendimi sana olayı. halbuki türkiyede her evde bir tv, her tvnin de en az 30 kanalı var. demek ki tek seçenek sen değilsin yavrum.
ayrıca belirtmek isterim ki işine gelince 70 milyon halkı umursayan, işine gelmeyince de kah çoban kah diyarbakırlı muhabbeti yapan insancıklar var. halkla bütünleşmeleri için birinin türkiyedeki tüm çobanlara sakso çekmesi, diğerinin de diyarbakıra çeşme, sebil, okul, metro filan yaptırması lazım. gerekli olan büzüğün teminatı ağzınızdan çıkan laflardır.
tanım: porno dergilerde fotografların arasını doldurmak maksadıylen, abazan tatmini konusunda ihtisas sahiplerinin yazmış oldukları fantezilerdir.
şimdi yeri gelmişken bu fantezi uçukluğu ne demek, benim bununla tanışıklığım nedir, niye çılgınlık olsun canım insanların ihtiyacı bu, değil mi, öyle değil miydi, sorularının cevaplarını vereyim sonra metinsellik bazında olaya yaklaşalım.
on yaşımdayım, murat denen piç bi oğlan vardı abimlerin sınıfında. para verin lan dedi toplamazsan dayağı yiyon herif zorba. parayı aldı gitti geldi. sınıfın köşesine topladı milleti. pantolonuna soktuğu porno dergiyi çıkardı. ne pis bişeydi o anlatamam. tedirgin oldum. midem bulandı.
daha 15 yaşımdayım, burnumun tüm uzuvlarından büyük olduğunu sandığım dönem. yaşıtlarım apartmanların balkon altlarında sigara bira filan içiyorlar, çok kafayı bulan malı çıkarıp osbir çekiyor. öyle garip bi ortam. mahalle piçlerinin bi kısmı sigara içmiyor sigara kağıtlarını topluyorlar filan onlarla oyun vardı biz küçükkene. bazıları gazoz kapakları, boncuklu tabancayla savaş,elektrik hortumlarıyla fişek oyunu, rakı şişesine işeyip patlatmaca vs. pislik gibi görenler olabilir ancak renkliydik be. kimsenin parası pulu derdinde değildik. gelecek kaygısı yok. aşk yok meşk yok. saldır gitsin.
işte o zamanlar ikinci defa porno dergi gerginliği hasıl oldu ki midemi bulandıran durumlar o kadar normal hale dönüşmüş ki, kuduruyoz karı kız diye. el her an halka olup karşı cinse dönüşebiliyor. gerçeğini bulsan kalp krizi. çoğu çocuk ergen olurken yaşarmış bunu, bastırılmış veya bizim gibi harbisinden.
bir bayram sabahı.. paralar gani.. nereye harcasam krizi tavanda.. o sıra alt komşum olan velet(hala alt komşumdur)çıka geldi bize. pederle bayramlaşma filan, tedirgin oturuyor bu, koltuğa sıçmış gibi filan. odama geçti sonra. pantolonuna sokuşturmuş o da porno dergiyi, yapış yapış bişey etmiş zaten. sabahın 10unda iyi iştah.
neyse ben manyaklaştım aldım dergiyi banyoya attım kendimi. resimlere vatandaş atmıklarını sıvadığı için bana da yazılar kalmış. merak ettim ulan bi okuyum bunu dedim. daha sonra uyandım fantezilerin çok büyük palavralar içerdiğini. ulan zaten adı fantezi olmaz de mi? düş ülkedeki hurilere çaktım muhabbeti alenen. malmışız, maruz kaldık.
adam fanteziye şöyle başlamıştı: "toefl ve ielts sınavlarına hazırlanmak için almanyadan yeni dönüş yapan komşum şükranla pratik yapmaya başlamıştık." durdur uğur. (toefl ne ielts ne istisnasız 5 sene öğrenmeye çalıştım. ciddiyim hea. sonradan anladım ingilizce sınavıymış bunlar. almancayla ne alakaysa)
"şükranla naylon, parlak çoraplar alırdık. eve giderdik o giyerdi, ben yalardım." dur uğur çekme yeter!(ulan liseye yeni giren uşağa denir mi bu? ahlaksız herif. üstelik ne la o öyle. migrostan elma aldım, elmayı atıp poşeti yedim tarzı)
"ancak şükranın zenci kocası friedrich gelerek bizi ayırdı. sonra bana dedi ki: "karımla yatmak istiyorsan benden izin almalısın." şükranın kocasıyla üçlü fantezi kurduk. friedrich bana türko mükemmel dedi." uğur çay koy.(yorum yapmayacam buraya, içimdeki sızının tarifi kabil değil, mantığımı saymıyorum bile.)
"yaz sona erdi, şükranla friedrich almanyaya kesin dönüş yaptılar. çok ağladım diye şükran bana türkiyeye geri geleceğini friedrichi sevmediğini söyledi. pembe donunu bana hediye etti. mersedese atlayıp uzaklaştılar." (adam ne kadar hüzünbaz yazmış ulan, daral geldiydi. ağladım diyo herif bi de, bu okurlarıma yazdığım üzerinde gözyaşlarımın ve döllerimin izi olan bir mektuptur mesajı var.)
okuduğum tek fantezidir. o nedenle aklımda hala.sikti attı psikolojimi ilk gençliğimde. yalnız dikkatimi çekti, o sektörde tüm resimler mutlu, fanteziler mutsuz. hangisi gerçek?
edit:imla+ ulan başlığı görür görmez eksiledi biri, bi oku bi dinle, hüseyin üzmez misin yavrum sen?
tanım: tanıdığımız , bildiğimiz ev hanımının yolda çekirdek çitleyerek yürüyen halidir ki bu hanımlara biz yolda çekirdek çitleyerek yürüyen tombul teyze deriz.(yurdum insanı yakıştırması yapanı öküz kuyruğundan yaptığım kırbacımla orgazm komasına sokana kadar senfonik orkestra gibi öttürürüm haberiniz ola!)
bugün karşıma çıktı aniden itfaiye kavşağında. o teyzenin vakur yüzüne sinmiş çekirdek lezzeti, korna sesleriyle terkip oluşturan çitleme sesleri; kaldırılamayan yağ deposu baldırların badi badi yürüttüğü o penguen-vari, selülitlerin en fazla yakıştığı bünyedir kanaatimce.
o nasıl bir iştiha! o nasıl bir azm-i beşer! trafiği idame ettiren polisin ayak uçlarına savrulan kabuklar, kaldırım taşlarını zonnn zonnn öttüren sen de 70 ben diyim 130 kiloluk bünye. ve her adımında biraz daha irileşmekte. yakılan kalorilerin yerini yenileri almakta. asla eriyemeyeceksin teyzecim, yüksek ihtisasın eğer liposakşın konusunda uzman doktorları olaydı alır giderdin deva eczanesi sponsorluğunda muhafaza ettiğin karneni. düşerdin 90 kiloya. e nolcek şimdik?
şaka bi yana o bünyeye o atraksiyon benim gibi hımbıl bir insanın dahi ne kadar hareketli olduğunu gösterdi. ama bu gördüklerimiz bizde rehavet havası yaratmasın gençler. buna karşı alınacak önlemleri sıralayacak olursak:
*eşkalini verdiğim teyzeyi bir daha görürseniz önüne dikilin, kesinlikle yavaşlayacaktır. gerçi yürüdüğü de pek söylenemez.
**elinden tüm çekirdeklerini alın ve cebinize doldurun, hafif kızgın, iş bilir bir tavır takının.
***kolundan tutarak yayalar için yeşil yanmadan on beş dakika önce karşıya geçmek için hazırlıklarınızı tamamlayın. hazırlıklarınız tamamlanır tamamlanmaz karşıya doğru hamle edin, teyzenin ezilmemesi için ayağının dibinde çekirdek kabukları birikmiş trafik polisinden yardım isteyin.
****teyze ile karşıdan karşıya geçtiniz mi? hah hee.. şimdi teyzemiz biraz yağ yakmıştır. onu kurtuluş parkındaki koşu yoluna çıkmaya ikna edin. eğer ikna olmazsa çekirdeklerini yemekle onu tehdit edin. kesinlikle ikna olacaktır.
*****koşu yoluna çıktıktan sonra teyzenin kolunu asla bırakmayın. çünkü o tip bünyeler aşırı hızlı bir biçimde kaçabilirler. dimeli bir guş kimi, dimeli bir daaş kimi. sıkıca tuttuysanız birlikte o yola devam edin
ve işte son madde:
******beraber yürür iken teyzenin nefes nefese kalmasına aldırış etmeyin, beraberce on tur atın. sonra ssk iş hanı önüne kadar zorla yürütün, uy uy uy ay ay ay tarzı efektlere de asla kanmayın. biliniz ki o teyze yürüdükçe yağlarını yakıyor asla kullanmak zorunda kalmadığı enerjiyi yakıyor.
sonuç:teyzemizle birlikte yaz sezonunda bikini giymek için hazırsınız! mature severler uzak dursun. hıııı neşet!
ihtiyar kesimin sözlüğe çaylak olarak on endürü girdikten sonra yazar olması akabinde; tansiyon, kolestrol, prostat, klostrofobi gibi çeşitli illetleri muhteva eden başlıklara entirilerini girmeleridir.
basma terimine değinmeden geçemeyeceğim. sanki yaşlı yazarlarımız sözlüğe sıçıp sıvamışlar gibi bir izlenim oluşmuş.karışıyım efendim.
ayrıca sözlüğümüz özgür bir ortam olduğundan dolayı no entry for old men tipi toplumsal hareketlere, pokelemelere, biz eskiden karneyle ekmek alırdık olayını çok dinledikliklere gerek yoktur. benimseriz yaşlı insanlarımızı. kucak açarız onlara.
kısaca yeşilçam dediğimiz sinema ekolünün imkan yetersizliği veya isteksizlik sebebiyle sinematografik açıdan gerçekleştiremedikleridir.
yönetmenlerimiz ve de oyuncularımız aslında seyircinin perdede görmek isteyeceği şeyleri vermekle yetinirler ekseriyatla. zengin genç-fakir kız, fakir kız zengin genç, zengin genç hasta kız, hasta genç-kör kız, kör kız-topal oğlan, zengin fabrikatör genç+coşkun & hayalleri olan kız ve şantaj fotoğrafları. nihai surette bir aşk ve illa ki bu aşkın baltacısı yeşil veya mavi gözlü olmak kaydıyla bir ara böcüğü mevcuttur. bunlar konu dışı unsur olmakla birlikte aşkın yaşanış biçiminde paranın yadsınamaz gücü vardır.
bir çok eksikler bu aşk hikayesini örmekle birlikte ben bir kaç tanesine değineceğim:
kumar masası sahneleri:
ekrem boranın kare as harici el açtığını gören var mı? yahut yıldırım önalın yetiştirdiği kadir inanırın düşeş atmama ihtimali nedir? bu amcalar asla kaybetmezler. ferdi tayfur ise kaybettiği an masayı yıktıktan sonra ahu tuğba ile banu alkanı tokatlayıp güner ümit'e kurşun saydırmaz mı? sonra af çıkmadan trt koğuşa gelerek ferdi tayfura şarkı söyletmez mi? dikkat edin o meşhur kırmızı pantolon da hala üstündedir. kumar masasına otururken papyonuyla filan tam takımdı o.
yağmur sahneleri:
dikkat eder misiniz bilmem? yeşilçamın yağmurları hortumun ağzı başparmak vasıtasıyla kıstırıldıktan sonra o tazyikli su kadraja doğru yukarıdan fışkırtılır. ya da yağmurlama yöntemi uygulanır su beleş gibi sular seller tsunamiler götürür o vakit perdeyi. filiz akın ve hale soygazi özellikle ağlarlar yağmur yağınca. orhan gencebay ise söyle nedennn der kafasını sallar. saçlarındaki sular etrafa saçılsa da asıl ıslak gömleğin altındaki badi vücut mühimdir.
tabanca ve silah efekti:
bir türlü tutturulamayan sestir. cüneyt arkın kırmızı kazağını giyer deri eldivenleri takar, eski kum deposunda pusu kuran rüstemin adamlarını temizlemeye gider. bıkşıınn bıkşııın diye sıkar cüneyt baba. ama hiç kurşunun isabet ettiği sektiği yerleri göremeyiz. vurulan kimse ise asla kurşunun isabet ettiği yeri tutmaz. hep kalbini tutar.bacağa gelir kurşun, figuran yine kalbine götürür elini ciğerini avuçlar huvaaa diye bağırır. cüneyt arkın ise elli pare top atışının isabeti sebebiyle emaneti temsil eder. ama sesler genelde aynıdır bıkşınnn bıkşınnn!
babacan olmayan yaşlı insan tipi:
bir insan yeşilçamda ya hep iyidir ya hep kötüdür. asla kimse kimseye iyilik yaparken piçlik düşünemez.misal hulusi kentmen seni döverim evladım lakabım kemik kırandır derken bıyığını tutup gülümser, kimseyi de dövmez. nubar terziyan da sütünü çalan sezere bi iki vurur sonra üzülür ona iş verir babacanlığı tutar. yıldırım önal her türlü bok püsür işi yemiştir huysuzlanır filan ama bi aşamadan sonra ben taş kalpli değilim diyip ağlamaya başlar. yaşlı olan herkes yeşilçamda babacandır.
rüya sisi:
yeşilçamda rüyalar son derece müsbet görülürken o muammayı sadece sis verebilir. altıgen görüntü veren mercek kullananlar da mevcuttur.
yumruk yeme sahneleri:
ferdi tayfurun çölde yediği yumruğu hatırlayın başka bişey demiyorum.
ses senkronizasyonu:
tabi ki başlıca sorun bu ses davasıdır. sakar şakirdeki yangın sahnesinde televizyonun kameraya alınıp negatifini oynatarak yangın görüntüsü verilmesi gibi ara sıra sakata gelen şeylerden değildir. her filmin bundan çekeri vardır. jenerikte gördüğümüz sesleri alan: ahmet kostarika, emeği çok olsa da tüm yeşilçamın anasına fatihayı okutmuştur. pavyonda şarkı söyleyen kadının ağzı "seviyoruuummm" derken ses "seniiii" diye gelir. kartal tibet daha içkisini bitirip silahını çekmeden silah sesi duyulur peşine bi aah sesi gelir ama kartal tibet hala içkisini içmektedir.
-ne oldu sezercik nen var?
-mahsuscuktan babacım mahsuscuktan osurdum.
-nasıl anlamadım? anneni mi çok seviyorsun beni mi?
-zaarttt..
gördün işte anlatmak istediğim buydu. yine de seviyoruz yeşilçamı. yeşilçam hatalarıyla güzel. türkan şoray gözleriyle..
babaya duyulan engin saygı ve babadan duyulan derin korku ve çekingenlik hislerinin göstergesi olan harekettir. baba arayınca tedirgin olunur hani bi yerde "lan kafenin dışından beni mi izliyor sigara filan içiyor mu diye" eldeki sigarayı bu iç cümle ile söndürebilirsin yahut ağzındaki sakızı atabilirsin kelimeler ağzından tek seferde, tükürüksüz ve berrak çıksın deyu. gayrı mümkün değil bunlar. hani hatırlatayım size abidiiiinnn mevzuunu, o bi prototipti misal. anla işte!
baba arar, cep telefonunu kullanmayı da yeni öğrenmiştir zaten, burnunun ucuna gözlüğünü takar, işaret parmağı ile tuşlara tek tek tek basar arar seni bulur değil cep telefonu dünyanın en bulunmaz yerlerine, pekine, maçine, mağrip ile maşrıka kaçsan dahi.
çevirme efekti(uzun bir laaa sesi akabinde DTMF tonlarında arama, her tuş farklı nota)
aha la çalıyor efekti (kesik kesik çalan faa sesi)
telefonu açma efekti(çling)
o esnada evlat yanını anlatacağız bizim amacımız bu sevgili okurum, baba ile oğul arasına girmek değil ki. bu birinci aramada evlat iş görüşmesine gidiyordur ceketini hemencecik ilikler ciddileşir:
- efendim babacım
- niğdiyon la eşşeksıpası?
- iş görüşmem var baba oraya gidiyorum sivi verdim şimdi mülakat yapacaklar.
- o ne olm ne bileyim ben hadi hoşçakal. (görüşme süresi 22 sn.)
yukarıdaki efektleri kullanmaksızın başka bir sekansa geçelim isterim.
evlat uyumaktadır, telefon çalar, açar ama gayrı ihtiyari pijama niyetine giydiği kiss tişörtünün önünü iliklemeye çalışır.
telefon açılış efekti
- uyuyor muydun eşşeksıpası öğlen oldu lan öküz gibi yatıyonuz!!!(2. çoğul ekinin diğer faillerini evlat anlamaz yatıyonuzsa yatıyonuzdur, ama ya şu an evlat kız arkadaşıyla uyuyorisee!-korku efekti ver evladım-)
-şimdi uyandım baba
- iyi hadi hoşçakal. (görüşme süresi 09 sn.
diğer bir sekans:
evlat banyodan yeni çıkmıştır, yayıla yayıla giyinmektedir. telefon çalar. evlat Babam calling yazısını görür göbeğini ilikler.
telefon açma efekti
- niye geç açtın la eşşeksıpası?
- şey baba düğüm var.
-ne diyon la sen.
-hiç baba, duştan çıktım giyiniyordum.
-ya havle velaagu.. çat! (konuşma süresi 14 sn.)
geçen gün de bi arkadaş anlatmıştı isim vermiyorum, babası odanın kapısını açıp bişey demeden "işine bak sen hadi peder hadi koçum" diyormuş. böyleleri de var yani. bilin istedim. araf yok bu kimselerde!
sürekli bilgi edinmek isteyen, meraklı mı meraklı bi insan yavrusunun kursa yazılmasıyla aldığı ictimai adlandırmadır.
neyse efendim türlü türlü fraktif grupları içerisinde bulunduran sınıflarıyla mebni, envai çeşit bilgiyi içerisinde bulunduran binaya girip, müdüriyette çayın yanına gofret yemenizle birlikte kursa ön kaydınızı aldırmışsınızdır. hoştur iyidir, ama gofret işine gelince şunu tek düzelikten çıkarmak isterim. gofret dediğin ister vanilyalı olsun, ister kakaolu iş anca onun kırıntılarını üzerinize dökmenizle başlar. indirim talep edemez hale gelirsiniz. sebebi çok açık ağız dolusu gofrettir efendim bu bi yerde kırın kırın kırıntıları vardır öyle ufalır ki meret sanki leblebi tozu. bi nefes versen ağzından puvaa diye dağılacak, müdür de tülkü gibi senin hareketlerini izlemekte. zaten müdir aslında eğitimci değildir. ana parayı o koymuştur önceki mesleği olan aşçılıkta ve cathering piyasasında hataylı olmasına rağmen ben antepliyim urfalıyım diye ağız yapmış lölö demiştir. sonra çökmüştür efendim şirketiyle. kazanı, kepçeyi, yamağın önlüğünü filan okutmuştur bit pazarında cinganlara. sonra da açmıştır 3 derslikli o septisizimin yanından geçmez tekdüze kursunu. bi de yumatu vcd almıştır bil aq izlettirmek için aq.
kursiyer peşinatı pata küte öder ve akabinde ders saatlerini öğrenir. öğrenci milletinin ordner hassası olan kantinde duvar izleme etkinliğine dahil olur, tabi tostu da merak etmektedir, arkadaş yok bişey yok şimdilik sadece karşı konulmaz açlık hissi ve karşı konulmaz açlık hislerinin karşılıksız sevgilisi eski yamak var. kantini işletiyor puşt. neyse bizim meraklı kursiyer ilk merağına yenik düşer alır tostunu yer yamak da kafalar onu kaşar şurdan sucuk da burdan geliyor aslında hataylıyız filan diye. bu sancılı sürecin ikinci bölümü şöyle:
-arkadaşlar ile tanışma fasılası ve meraklının sergüzeşti-
meraklı, kursun arkadaş ortamını ilk defa görüyordur. arka sırada iki tane samimi herif var sanırım bunlar sınıf arkadaşı , ya değilse, ulan sorsam mı? vesairden sonra bu kimselerle tanışır. sonra sınıfa bi kız girer ımppf pımmpff filan deyu gider en ön sıraya oturur arkasını dönüp merak edip bi an dahi bakmaz, ama için için de çatlar yakışıklı biri var mı diye. neyse beşer onar dökülür arkadaşlar sınıfa. sonra ilk dersin hocası gelir, anlatır bişeyler, merakları gideremez ama anlatır işte bişeyler.
sonra gençler kantine koridora dökülürler, içlerinden birisi atlar hemen - zannımca müdüriyete çalışan epey de indirim almış çocuktur-
-arkadaşlar niçin kursa geliyonuz? (ağızda da sakız var lakaydlığın bir nevi göstergesi)
içlerinden sivilcelisi: - ben avrupaya gidecem abi gidecem ulan gidecem, manita yabacam hebebö lebebböbö
içlerinden entel kunteli: - insan her şeyden biraz bilmelidir azizim, değil mi ki beşeriz, dünya ilmi hafif ama çaba ister.
birden bakışlar meraklı kursiyere döner bi kaç kişi bi kaç bir ağızdan birden:
kara kaplı defterimi karıştırırken arada bu utanç dolu zevki anlatan hatıramı buldum. paylaşayım istedim. az çok bişeyler yazdık buraya anladınız tabi erkek olduğumuzu. iyi dinle yalnız, pazarda her zaman olan bi olay değil bunun yanı sıra tam tersi bi aktiviteye girdiğin an da linç girişimleriyle karşılaşabilirsin. doncu çekoyu çıkarır, tül perde satan abi ninja kılıcı(katana)nı, diğerleri üzerine ağ atarlar filan. herkesin gerçek yüzünü görmek için dene istersen. dene de gör ebenin genital uzvunu.
neyse; yer : yenişehir pazarı. zaman: sosyete pazarının kurulduğu perşembe günü.
valide kalkmış memleketten gelmiş yanıma. kadın çırpınıyor yemekti çamaşırdı bulaşıktı zaten sıçmışım evin içine dışına. görünüşte düzenli ama biz irkak millettinin göremediği nice pislikleri, kudubetlikleri dakkasında kadın milleti görür temizlik faaliyetine girişir. yoruldu kadıncağız hülasası. bi de memleketteki teyze taifesi gaz vermişler angaranın sosyete pazarı filan iyi ucuz ne ararsan var vs. kadın milleti çul çaput sever ya. illa götür beni dedi. aslında benim düşüncem alayım yanıma ankamall'e götüreyim. istediği herşeyi çektireyim visadan, sonra sinemaya girip analı oğullu bi film izleriz gibi ama yok bizim valide tutturdu sosyete pazarı diye. neyse günü gelmiş zaten götürdüm yüreğinin yağları da erimesin, mutlu olsun istedim, hayırlı evlat desin istedim.
yarabbim o ne kalabalıktır öyle, metrekareye 20 kadın artı 10 tane 6-11 yaş grubu çocuk düşüyor. ben girmeyeyim valide sen al gel dedim. yok illa sen de gel taşı yardım et dedi. girdik biz de peşinden.
işin garip kısmı diğer kadınlardan farklı olduğunu düşündüğüm bizim valide de nerede kalabalık var oraya git çulu çaputu karıştır faliyetine girdi. fiyat sordu pazarlık yaptı filan. bi ara öyle bi karışıklık oldu ki tezgahın biri beleş mal dağıtıyormuş gibime geldi. kadınlar birbirlerine girdiler. anam aralarından sıyrılıp tezgaha ulaşmayı başardı uzaktan görebildiğim kadarıyla. ben de elimde poşetlerle koş ha koş peşinden. neyse bi sıkışma anı oldu tezgaha yakın bi yerde. doncu, pijamacı ve de perdecinin kesiştiği yerde kadının biri kaba etime attı elini nasılda sıkıyor. dönüp baktım ama o kadar soğukkanlıca yapıyor ki, tıkandım kaldım söz edemedim. arkamdaki el gevşeyince bi mutlu oldum böyle rahatsız oluyor insan ister istemez. şimdi ananla gittiğin bi pazarda da herhangi ters bişey yapamıyon öyle ki kadın üzülür diye çok dikkat ediyon. birden aynı kadın önüme geçti.bu sefer yaslan ha yaslan. o beş dakkalık sıkışma ve karambol evresi geçer geçmez ağlayarak anamın yanına gittim. o da bana elma şekeri alacağına söz verdi. hemen haylazlığa vurdum olayı yandaki pusette oturan kızın saçını çektim.