Kendi dilinde hepi topu 200-300 kelimeyle konuşan kafadan bacaklı ırkçıya ait veciz söz. Ömrü boyunca edebiyatla tanışmamış, bilime küfreden, sanatı ucube bulan bu kafanın böyle sözler söylemesi bu topraklarda vakayi adiyeden sayılır artık.
Acaba bu adice cinayette siyasi görüşleri bir yana bırakabilir miyiz yoksa Özgecan'ın katillerinin tabancayla, ülkücü bıyıkları ve bozkurt işaretleriyle poz verdiği, farklı bir suçtan yargılandığı mahkeme salonunda "adalet mülkün temelidir" yazısını arkasına alıp çektikleri selfieyle bu suç fiili arasında bir ilişki mi kurmalıyız? Yine Diyarbakır şehir tabelasının önünde -kimsecikler yokken- bir yaz günü durup bozkurt işaretli fotoğraflar çektirmenin nasıl hastalıklı bir ruh hali olduğundan hareketle bu kişileri suça iten psikolojik, ideolojik arka planı deşifre edecek miyiz? Edelim bence. Ben ahir ömrümde bir genç kıza tecavüz edip bıçaklayan, sonra da yakan solcu, devrimci görmedim çünkü. Türk, Kürt, Arap ya da Fars farketmiyor. Bu tür insanlık dışı suçları işleyenler çoğunlukla milliyetçi, muhafazakâr kabuklara sahip kişiler. Çok düşündüm. Böylesi vakalarda siyasi görüşleri bir yana bırakamayacağımıza kesin kanaat getirdim ve gördüm ki insanlar için eşitlik, özgürlük, adalet talep edip bunun mücadelesini veren insanlar arasında bu tür suçların işlenmesi olasılığı binde bir bile değil. Gazetelerin 3.sayfalarındaki gasp, cinayet, tecavüz haberlerine bakın. Bu insanlar nerde, neyle yetişiyor? Sözümona yiğidin harman olduğu milliyetçi, muhafazakâr memleketlerde yetişiyorlar.
Bugün bu sloganın ve bu slogan etrafında örgütlenmiş ruhun ne kadar değerli ve bu çağın rezil karakterinden ne kadar uzak olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Kadın için koşulların ortaçağ karanlığındaki günlerden bir kaç milim ileride olmasının hiçbir anlamı yoktur. Yaşam paslı bir kement gibi ezilenin, yoksulun, güçsüzün ve en başta da kadının boynuna dolanırken bunun dini, milli ve erkek karakterini görmezden gelemeyiz.
Bozkurt işareti yaparak Özgecan'ı katleden o sefilleri de, dayandıkları o bok çukurunu da unutmayacağız. Lanet olsun.
demokrasi: ilk çağ uygarlıklarından her hangi biriyle akrabalık ilişkisi olduğunu iddia edip bununla övünmek dışında bir meziyeti olmayan haklarda görülen, pardon görülmeyen, var olduğuna inanılan, varlığı kutsanan ancak ne olduğuna dair kesin bir hükme varılamayan yönetim biçimi. başka yerde daha matah örnekleri vardır belki, bizdeki ahvali, tavuğun suyunun suyu. 5 yılda bir içimizden durumu müsait olanlar sandığa gider, reyini en kazanç sağlayan partiye verir. budur kısa demokrasi hikayemiz. bizimki yine iyi. komşular bizden beter. onlara tomahawkla gitti demokrasi. Şimdi hangi şehri sorarsanız haritanın tam ortasında bir kan golü. nehirler taşıyamıyor cesetleri. kısacası demokrasi iyi birsey midir degil midir bilemem. ahir ömrümde görüp de gideremedim hasretimi. lakin ömrümüz adını sayiklamakla geçiyorsa ve uğruna gebertiyorsak birbirimizi... iyi birşeydir herhal.
kasaplıkla besicilik aradinda bocalayan yurdum insanının yavşak yavşak ettiği laflardan nadide bir parçadır. karşılığı da şöyledir: yavrucum kimsiniz siz?
vahdettin'in toprak bütünlüğü korunsun, bağımsızlık mesele degil niyetine karşılık başta ittihat ve terakki'nin ve daha sonra enver'i filan ekarte etmiş mustafa kemal'in toprak bütünlüğü mesele degil, bağımsızlık korunsun fikrinin ön plana çıktığı koşullarda yapılmış, yapılması gerekli fakat sonra çark edilmiş bir ittifaktır. bir takım tarih bilmez günübirlik kafanın itiraz ettiğinin ve bildiginin aksine anadolu ve mezopotamya'nın yerli halkları olan türkler, kürtler ortak düşmana, işgalciye karşı yer yer tek vücut çarpışmış ve kazanmıştır. bunda kürtlerin o zamanlar bir ulus bilincine sahip olmaması ve mustafa kemal'in türk-kürt kardeşliğine, özellikle de bu kardeşlikteki din olgusuna vurgu yaptığı konuşmaları ciddi bir etkendir. zaten ermeniler ve rumlar ittihat ve terakki'nin tertibatı ve bu kadim yerli halkların çanak tutmasıyla sürülmüş, önemli bir kısmı da öldürülmüştür. sonrası bildiginiz ve bazılarınızın itiraz ettiği gibi gelişir. milli mücadele döneminde tek bir ciddi isyan çıkmaz çünkü verilmiş bir söz vardır ancak cumhuriyet kurulduktan sonradır ardarda isyanlar patlar çünkü söz tutulmamış ve inkarla birlikte asimilasyon başlamıştır.
kamu düzeni denen zımbırtının kod adıdır. devletin erkeklik organındaki paranteze alınmış erktir. baskının, zulmün basit bir hecesi, itiraz karşısında yükselen bariton sestir. o barut ve gaz kokusunun genzi yakması, sokağın öfkesi, devletin ve polisinin ultra terbiyesizliğidir. her kötü söz gibi bu da sahibinindir.
ister damdan düşmüş olsun, ister panzer ezmiş veya bir polis destanında kendisinden gaz fişeğiyle söz edilmiş olsun. Ölmeyi ve ölümü kutsadığımız bu coğrafyada, bu çağda ölen birinin huviyetine, insine, cinsine bakmadan allahrahmeteylesin yahut yazık olmuş diyemeyip öğretilmiş argümanları arka arkaya diziyor, bir ölümü meşru göstermeye çalışıyorsak yazıklar olsun. insan olmaya daha vakit var demektir.
Adlandırma, barkod yapıştırma, işaret etme, faş etme, sınırlama isteği bu toplumun kadim kültüründe her zaman vardı, şimdi de var. Muhtemelen yarın olmaması için de bir neden yok. Hepimiz birilerine göre bir başkasıyız. Her birimiz bir başkasının cehennemiyiz. O başkasının duymaktan en çok korktuğu kavramlarız biz.
"Düşmekte olan bir uçakta ateist bulmak zordur." ifadesi farazi ve fazla zorlama bir tespittir. Esasen bu tarz tespitleri yumurtlayanların ne uçak ne de ateist görmüşlüğü vardır. Buna rağmen bilerek ve inanarak bu tekerlemeyi gevelemekte epistemolojik yahut ontolojik bir problem görmezler. Düşündüm de "Allah ıslah etsin." demekten başka birşey gelmedi dilimden.
Not: Bildiğim kadarıyla ateistlerin önemli bir kısmı (en azından tanıdığım kısmı) zaten dünyanın (bilhassa o tekerlemeyi hiç düşünmeden ağzında geveleyen zevat yüzünden) düşmekte olan bir uçak olduğunun gayet farkındalar. Şimdiye dek salavat getirdiklerine de şahit olmadım.
"Sol neden iktidar olamıyor?"u geçtim, "sol neden adam gibi muhalefet edemiyor?"un cevabı bugün Kadıköy iskele Meydanı'ndaydı. Dev-Lis'ten tutun Dev-Genç'e, Dev-Ego'dan Mücadele Birliğine, Marksist-Leninist Bilmem ne fraksiyonundan adıyla sistemi altetmeyi kafasına koymuş bilumum kadın örgütlerine dair herkes ordaydı. Bir ben yoktum. Ben de kenarından geçip gittim zaten. Evet tam da sloganda ifade edildiği gibi "Meydanlar Bizim!"di. Meydanlar SOL'un. Oysa evler, kahvehaneler, düğünler, taziyeler, berber koltukları, dedikoduların en heyecanlı yeri, seyyar satıcıların bağırtılarının yükseldiği sokaklar, öğrenci evleri, okey masaları SOL'un değil! Ve SOL'un olmayan heryerde de sağın kuleleri yükseliyor. Kahvehaneler dolusu, atölyeler dolusu, dar sokaklar dolusu, fabrikalar dolusu umut SAĞ'a, Muhafazakar Sağ'a kayıyor. SOL sağolsun. Çünkü meydanlar nasılsa bizim. Şaka gibi değil mi? SOL'un Kitlelerle kurabildiği tek iletişim bu. Meydanlar bizim.
karasakallıların namludaki mermi, kındaki bıçak, boşalan öfke oldukları su götürmez bir tespitse de cinai cinnetimizin yelpazesi pek daha geniştir. bu öfke furyası, yoketme, hakkından gelme arzusu, ötekinin canına kastetme duygusunun sakalla, cüppeyle doğrudan ilgisi yok. mini etekli modern kızımızdan tutun, ötekine dair halisane hisler beslemeyen avukat komuşumuza değin herkes bir gece ansızın gelebileceğini bağırır durur. Tek başlarında değil elbet. bu kadar korkusuz değiller. sürü toplandığında daha bir duyulur bu sesler. bağırtı, derin solumalar, o heyecan dalgası olayı izleyen resmi görevlilerin de maharetiyle bir ayine dönüşür. maraş'ta, sivas'ta tekrar eden, her an tekrar yaşanma ihtimalinden korktuğumuz, olması bizi çok da şaşırtmayacak cinai cinnet durumudur. doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi yoktur. linç edilen romanların bile "biz taş mı attık, polise mi saldırdık?" demelerindeki kötücül bakış açısıdır içimizdeki şeytan. yani özünde kimsenin kendisini doğrudan ilgilendirmeyen bir şeye karşı çıkmışlığı yoktur. kendisini ayırır, öfkeyi sabırla ötekinin kafasından boca eder. yakar, yıkar, yokeder. içimizdeki derin şeytanın mahareti budur.
Yıllardan beri nerdeyse umumi wc'lere bile ruhumuzdaki imanı kuvvetlendirmesi amacıyla bedava bırakılan zaman gazetesinin bizim işyerine bırakılmış bugünkü nüshasına göz gezdirirken böyle bir habere rastladım. Gençliğe tuzakmış. Olabilir. Fakat bedava bırakılan onca zaman gazetesine rağmen halen ruhumuzdaki iman oranı yasal sınırın altındaysa pekala alkolsüz biradaki 0.26 cc'lik oran da makul kabul edilmeli. Zira az alkollü bira zaman kadar tehlikeli bir tuzak değildir zannımca. Noş!
Tecavüzün, kapkaçın, ensestin, yolsuzluğun, vurgunculuğun gırla gittiği memleketimde gerizekalı yurdum insanının onlara laf söyleyip de kendini iffetli zannettiği durumdur. Ülkenin hiçbir pisliğinde sokakta öpüşen aşıkların emeği yoktur. O pislik bizatihi onlara kem gözlerle, kıskançlıkla, yiyecekmiş gibi bakan hödüklere aittir.
itibarın yaşanan toplumun değerlerine göre yükselip düştüğü gerçeğine sırtımızı yasladığımızda bu üç markanın toplumun kazanan ve yükselen değerleri olduğu şüphe götürmeyecektir. Buna göre itibar kazanılan parayla doğru orantılıdır.
Rivayetlere göre 1981 yılının ocak ayının 1. gününde (evet, aynen o günde) doğan Cengiz OKTAY, ilk, orta ve lise eğitimini Şanlıurfanın Viranşehir ilçesinde gördü. (Ne hali varsa gördü tadında) 1998 yılında lisans eğitimi için taban puanla son sıradan -talihsiz bir kaza sonucu- yerleştiği Dicle Üniversitesi Siirt Eğitim Fakültesi'nin ilk üç senesini yata yata, son senesini ise zor bela 2002 yılında bitirip aynı yıl Mardin'e bağlı bir köye sınıf öğretmeni olarak atandı.
Mardinde 3 yıl görev yaptığı köyde lojman dibinde kaçak çay, sigara ve kitaplarla tıkabasa doluyken Nirvanaya varmaya ramak kala doğduğu topraklara atandı. Doğmuş bulunduğu Viranşehir’de yaklaşık 5 sene çalıştı. 30 Ocak 2010'da kronik mutsuzluğuna son verip hayatının kadınıyla evlendi. (Bütün o yavaşlığa rağmen her şey bu kadar hızlı.)
Yıllardan beri yaşadığı boğulma hissini nihayete erdirmek ve bari büyük suda boğulayım diyerek istanbul'a tayin istedi. Şubat 2010'dan beri istanbulda MEBe bağlı bir ilköğretim okulunda öğretmenlik yapmaktadır.
Köyde kaldığı ve çaya, sigaraya, edebiyata bulaştığı zamanlardan beri kitaplar peşini bırakmamış, o da öyle tabanları yağlarcasına kaçmamıştır kitaplardan. Bütün bu zaman zarfında yoğun imgeci şiirler yazmış olmakla birlikte defter aralarında kalmış az sayıda hikayesi ve değerli birkaç edebiyat müptelasıyla Viranşehirde Su Damlası isimli bir edebiyat dergisi çıkarmışlığı ve bedava dağıtmışlığı da vardır.
En büyük meziyetinin yoğun bir kafa karışıklığı ve nerdeyse herşeye ilgi duyması olduğunu düşünen Cengiz OKTAY şimdilerde fotoğraf çekimi ve film yapımına kafa yormakla birlikte henüz ortaya kayda değer bir eser koyamamıştır. Sorsanız, "Hayat kısa, kuşlar uçuyor." diyecektir. Cemal Süreya'da öyle dermiş.
En güzeli, yağma biçimine, hızına filan bakmayıp düpedüz ıslanmak, düpedüz ıslandıktan ve kilometrelerce yol yürüdükten, kafanda bir sürü öykü, şiir, devrim kurduktan sonra eve gidip kurunmak ve demli bir çay eşliğinde kestirmek yahut günün gazetelerini okumak olan fiil. Eksikse de bırak elleme.
Modern çağdaki en istikrarlı düşüştür. Modern toplum adı altında tüketime koşulduğumuz kıytırık çağda acıdan kaçıp bombok bir hayatın pembe sularında gezinmenin istatistiğidir.
Sözkonusu aşk ile ilgili yurdum insanının kamyon dolusu laf edip meselenin yanına bile yaklaşamamasının bilinciyle kamyon dolusu lafta boğulmamak için malum yurdum insanına tek atış hakkı verdikleri acıklı durum. Herkes bilir ki, aşk konusunda en çok aforizma üreten millet olarak yurdum insanı aşkta da aşkı tanımlamada da başarısızdır.
Bedava Zaman gazetesi okumaya alışkın yurdum insanının komünistlere ilişkin fantezilerinin son halkasıdır. Böyle birşey yoktur çünkü komünistler yurdum insanının önemli bir kısmının bedava da olsa Das Kapital'i okuyup özümseme anlak ve becerisine haiz olmadığını ve bu yüzden bunun hem boşuna bir çaba hem de yanlış bir örgütlenme modeli olacağını bilecek kadar zekidirler.
Başlıklarına 25 yaş altı ergenuslarca sıçıldığını düşünen ve bu yüzden o ergenusların başlıklarına entry girmemesini bağıran başlık sahibinin yarı haklı serzenişidir. Bir yanıyla da kötülediği düzeyin 0-25 yaş aralığı bunalımı gibi birşey olduğunu ve 25 yaş aşıldığında doğal olarak bu durumun sona erdiğini dolaylı da olsa varsayması nedeniyle yarı haksız olduğunu söylememize neden olan sitemkar tümcedir.
Yazılmak üzere kafaya not edilmiş, yazılmayı bekleyen ve muhtemelen yazılmayacak kitapların sahiplerinin yıllar boyu kitabı adıyla sanıyla kafalarında taşımaları gerçeğine uygun çizilmiş tümcedir. Not: Bu kitapların bir kısmı yazılmış olmakla birlikte satış rekoru kırmış olanlar bile vardır. Kimbilir, belki birilerinin hayatını değiştirmiş olanları da vardır. Ben görmedim. Kendi yaralı benliğindeki açık yarayı kapatmak için yıllar boyu kafada taşınan özentili tümcenin kişinin kendisi dahil kimseye hayır getirdiğine tanık olmadım. Tutunamayanlar'ın 2. cildini yazacaklar vardı, yazamadılar. Yazacaklarını umuyorum.