Sen de anla artık başka yolu yok bunun. Yazıkmış, kılmış, tüymüş hepsi hesap edildi bunların ya, her şeye hazırım diyorum sana. De ki iyilik ediyorsun, de ki sevap işliyorsun, herkesin inandığı bir şey vardır bu amına koyduğumun hayatında. Benimkisi de sensin, ne yapıyim!
Geçen gece çocuk hastaydı. ilacı bitmiş, almak için dışarı çıktım. Sağa sola saldırıp nöbetçi eczane arıyoruz. Birden durup dururken içim cız etti. Bi baktım gene aynı karın ağrısı. Öyle özlemişim ki seni. Dönerken bir meyhane gördüm. Bi tek içeri girdiğimi hatırlıyorum, bi de rakıya yumulduğumu. Arkasından en az dört cigaralık. Sonra gözümü bi açtım, karşıdan karlı dağlar geçiyor. Bi daha açtım, başımda bi çocuk; “Kalk abi” diyor “Kars’a geldik”. Otobüsten indim, yürümeye başladım. Dedim: “Allahım nerdeyim ben, burası neresi?”. Sonra güç bela burayı buldum.
Kapının önünde durup düşündüm.
Dedim, “Bekir, bu kapı ahiret kapısı, burası sırat köprüsü, bu sefer de geçersen bi daha geri dönemezsin.”. “iyi düşün” dedim. Düşündüm, düşündüm, ama olmadı, dönemedim. Sonra “Bak oğlum” dedim kendi kendime. “Yolu yok, çekeceksin, isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle. Yol belli, eğ başını, uslu uslu yürü şimdi.”
Dolu dolu 3 sene bitmiş bugün sen hayatıma değeli. Her şey yolunda gitseydi doğum gününü kutlayacaktık bugün birlikte ve tabi ki ömrüme de doğmanın yıl dönümünü..
Doğum günün kutlu olsun can, en güzel, en mutlu, en huzurlu yıllar seninle olsun.
Lütfen dinle; senin için,
izninle,
duraklara yapıştırdığımız dizelerden en güzelini senin için koparıp,
kış toprağı terk ederken bahara kollarında sarılıp ,
bir bir tüm keşkelerinden bizi sıyırıp sana bir iyi ki bırakmak isterim.
dudaklarında belli belirsiz bir fısıltıya dönüşen tüm umutları
çıtaların arasına saklamak isterim.
izninle,
dağın eteklerinde çalan zillerden saçlarına takılan rüzgarı
parmak uçlarımla dağıtmak ,
seni şehrin tüm kalabalığını kıskandıran bir çoşkuyla
o kaldırımdan kaldırmak
kusurlarına rağmen sevecek şefkatle
kusurlarını dahi sevecek şehvetle
riyalardan arınmış en muhteşem hakikatle
güneşin battığı o yerde
o uçurtmayı , seninle uçurmak isterim.
çünkü sen .
çoraplarını çekmecesine koyarak hatrı sayılır bir takdiri hak ediyorsun.
çünkü sen.
yemeğini soğutmadan masaya gelmiş gibi geliyorsun.
çünkü sen.
sen işte.
adımlarının sesini dahi merakla bekletiyorsun.
Nuri Bilge Ceylan’ın uzak filminde Mahmut karakterini canlandıran Muzaffer Özdemir’in senaryosunu yazıp yönettiği 2012 yapımı sanat filmidir.
Böyle bir filmin varlığından yeni haberim oldu ve fragmanını gördükten sonra hemen filmi izlemek istedim.
Fikrimce filmin senaryo derinliği çok derin ve etkili değil ancak görüntü kalitesi ve fotoğrafik kompozisyon olarak kesinlikle çok başarılı diyebilirim. Muzaffer Erdoğan’ın NBC ile daha önce çalıştığı ve onun ekolünden esintiler yansıttığı filmi izlerken çok net anlaşılıyor. Ancak NBC’nin aksine senaryo konusunda Çehov’un aksine Turgenyev, Lermontov ya da Gogol’dan esintiler taşıyor desek isabetsiz olmaz. Bireyden ziyade toplumsal problemler ön planda ve oyuncular da buna göre karakterize edilmiş diyebilirim. Fragmanı izlemek isteyenler için linki aşağıya bırakıyorum;
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu, ağlardım
Beni sevmiyordun, bilirdim
Bir sevdiğin vardı, duyardım
Çöp gibi bir oğlan, ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu, ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin, bakardın
Üşürdüm, içim ürperirdi
Felaketim olurdu, ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu, ağlardım
Eski nişanlısı evlenmiş kısa bir süre önce. Onun buna üzüldüğünü biliyorum. Evlenen “eski nişanlı” arkadaş da nispet yaparcasına eşiyle olan düğün fotoğrafını pp yapmış.
Şimdi ben biliyorum benimki sıkılıyor bu duruma, neden o fotoğrafta olan ben değilim diye aklından geçiyor biliyorum. Bu soruyu sormasının nedeni ise aşk sevgi falan değil, sadece olmamışlık duygusunun verdiği dürtüyle yapıyor bunu.
Şimdi zannediyorum kendisi de evlenme planları yapacaktır hatta belki yapıyordur, ne de olsa kardeşi de evlendi yakın bir zaman önce. Evde kaldım psikolojisine girmeye meyilli, evlenmeye niyetli bir arkadaş zaten kendisi (bunları kötü anlamda söylemiyorum, normaldir). Geçenlerde gördüm, metroya çıkan yolda el ele gidiyorlardı biriyle önümden. Evim oraya çok yakın, her gün birden çok defa kullanıyorum o yolu, o an da o tesadüf oldu işte. Eve gidip içkiye yumulmak dışında bir şey yapmadım. Neyse dönelim hikayeye; şimdi hepten gaza gelmiştir bizimki. Bir şey yapmalıyım, bir şey yapmalıyım diye diye dolanıyordur kendince. Her neyse...
Lan hayatımız hepten aşkı memnuya döndü amk. Beni soracak olursanız; hikayenin hiç bir yerindeyim ve sadece kendime seyirciyim.
Uzağım senden, uzağındayım. Evimle iş yerinin arasında en fazla 10 dakika var oysa, ama keşke gel deseydin de gerekirse mars’ta olaydın, inan ne yapar eder gelirdim.
Hiç bir şekilde senin varlığın üzerinden ihtimaller kurmuyorum artık. Öğrenilmiş çaresizlik üzerine doktora yapıyorum.
Ama istiyorum ki şunu da bil; her ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım, kimin nesi olursan ol, benim için hep “başka”sın. Hep benimlesin, kırk yıl da geçse hep sevileceksin, biliyorsun bende zaman eksiltemiyor seni.
“Nihal…
Gitmedim.
Gidemedim.
Artık yaşlandım mı, kafayı mı oynattım, yoksa başka bir adam mı oldum, nasıl istersen öyle düşün.
Bilemiyorum.
Ama birkaç gündür içime yerleşen yeni adam gitmeme izin vermiyor.
Nolur sen de gitmemi isteme.
Anladım ki artık beni istanbul’a çağıran bir şey yok.
Her yerde olduğu gibi orada da her şey yabancı bana.
Bilmeni isterim ki, senden başka yakınım yok.
Seni her dakika, her saniye özlüyorum.
Ama gururum el vermediği için hiçbir zaman söyleyemiyorum.
Senden ayrılmanın benim için ne derece korkunç hatta olanaksız olduğunu çok iyi biliyorum.
Tıpkı artık beni sevmediğini bildiğim gibi.
Biliyorum, eski günlere dönemeyiz.
Gerek de yok buna.
Beni bir uşağın gibi, bir kölen gibi yanına al.
Ve hayatımıza senin istediğin gibi de olsa devam etmemize izin ver.
Beni affet…”
Tam 2 sene olmuş bugün sen aklıma düşeli...
Değerini bilememek ve pişmanlık duygusunun verdiği, hissedilen bir acı var hala.
Her neyse..
Doğum günün kutlu olsun, umarım en güzel ve en huzurlu seneler, en mutlu zamanlar senin olsun “başka” insan.
Nice senelere...
Baştan sona kusursuzca kurgulanıp, olay akışının mükemmel şekilde sağlandığı mükemmel film.
66 bin resmin böylesine uyumlu ve etkileyici biçimde sinemaya aktarılması yoğun bir emek istiyor.
izlenmesini şiddetle tavsiye ederim.
...
Yüzümü kınından çıkaran sensin
pencereyi getiren aklıma
sanki güzmüş
sevecenliğe sarınmak istiyormuş gibi
sanki canım
yüzümü sensin biriktiren kitaplara.
Çocuklar sinemada bir atlı alkışlıyor
bu yüzden seviyorum seni
bizimkiler bu yüzden yeniyor ötekileri
ve karnının kurşun işleyen karanlığı
hüznün namusunu savunan ellerin
Fidel Castro'yu övüyor bana
bunun için.
Benliğim kurtlanmış bir çocuğu
sıkıştıradursun beynimde
yengiyi yabanca söken
avucunun
avucunun böğürtlenlerine abanmak istiyor canım
böyle geçiyor içimden.
Estragon: insan biliyorsa eğer.
Vladimir: Sabretmekten yılmaz.
Estragon: Ne beklemek gerektiğini biliyorsa.
Vladimir: Endişeye mahal yoktur.
Estragon: Sadece bekler.
jimmy porter: cenazeye bir çiçek bile göndermedin. küçük bir demet çiçek bile. bunu da esirgedin benden değil mi?
dört başı mamur bir haksızlıktı bu! hep yanlış insanlar aç kalıyor, yanlış insanlar seviliyor, yanlış insanlar ölüyor!
düşüncenin ve ruhun; kendi kadar kuvvetli bir şey arayan ateşli, yiğitçe bir yanı olduğuna inanmakta haksızmıydım gerçekten? bu dünyadaki en sağlam, en güçlü varlıklar, aynı zamanda en yalnız olanlar. karanlık ormanda, kendi nefesinin peşinden giden ihtiyar bir ayı gibi. ne onu rahatlatacak dostları, ne de ısıtacak bir yuvası var. o haykırış, bir korkağın sesi olamaz, değil mi?
o korkunç partide seni ilk gördüğüm geceyi hatırlıyor musun? farketmemiştin beni pek. ama ben bütün gece gözledim seni. harikulade bir ruh sukunetine sahip gibiydin. istediğim şeyin bu olduğunu biliyordum. o çeşit kuvvete sahip olmak için çok dayanıklı olmak gerekir. sukunete erme gücü. ancak evlendikten sonra anladım bunun sukunet olmadığını. huzura ermek için, önce didinmelisin. sen ise yolunda yolunda gitmeyen hiçbir şeyle karşılaşmamış, bir damla ter dökmemiştin hayatında.
kaybedilmiş bir davayım belki, ama beni sevseydin, önemi kalmazdı hiçbir şeyin.
alison porter: önemi yok! ben hatalıydım, hatalıydım! tarafsız olmak istemiyorum, bir azize olmayı istemiyorum. kaybedilmiş bir dava olmak istiyorum ben de. bozulmuş, değersiz olmak istiyorum!
anlamıyor musun? yok oldu! yok oldu! gövdemdeki o çaresiz varlık... orada emniyette, tehlikeden uzak sanıyordum onu. kimse alamazdı benden. benimdi, benim sorumluluğumdu. ama kaybettim onu.
ölmekti tüm dileğim. nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum bunun. böylesine korkunç olabileceğini düşünmemiştim! acı içindeydim. bütün düşünebildiğim sen ve kaybettiğim o varlıktı.
şimdi, bu aptal, çirkin, bu rezil halimi görebilseydi diye düşünüyordum hep. bunları hissetmemi ne kadar istemişti. benim düşmüşlüğümün tadına varmayı istemişti! ateşin orta yerindeyim, yanıyorum ve sadece ölmek istiyorum! çocuğumla ödedim bunu...
ve bir başka çocuğa sahip olma şansımla. ama ne çıkar? benden istediği buydu!
görmüyor musun! çamurdayım işte nihayet! alçalmışım, yerlerde sürünüyorum!
jimmy porter: yapma, yapma nolur... geçti artık, geçti şimdi. nolur, ben... ben... bir daha hiç...
...
Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız senin karşında,
Alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği.
Dizeleriyle gerçekliği ve yaşamın keskinliğini, iyinin çok da iyi olamayışını, iyinin iyiye yetemeyişini bir kez daha idrak ettiren, yaşam biçimini tarif ederken tercüman olan şiirdir.
Nuri Bilge Ceylan'ın merakla beklediğim son filmi. Aylardır hayatıma heyecan katan tek detay. Konusu itibariyle oldukça gerçekçi örnekler barındırdığını düşündüren filmdir. Filmde işlenen söz konusu baba-oğul çatışması toplumumuzda epey rastlanan bir durumdur. Yönetmenin yine bizi gerçekliğin olanca gücüyle yüz yüze bırakacağı aşikar.
iş seyahati sebebiyle bir kaç gün geçirdiğim Çanakkale'de çekimlerini izleme imkanı yakaladığım gümbür gümbür gelen filmdir. Hadi bakalım.
sen el kadar bir kadınsındır
sabahlara kadar beyaz ve kirpikli
bazı ağaçlara kapı komşu
bazı çiçeklerin andırdığı
iş bu kadarla bitse iyi
bir insan edinmişsindir kendine
bir şarkı edinmişsindir, bir umut
güzelsindir de oldukça, çocuksundur da
saçlarınla beraber penceredeyken
besbelli arandığından haberli
gemiler eskirken, deniz eskirken limanda
sevgili.
Youth'tan sonra çıtayı bir level daha yukarı çeken françois ozon filmi. Youth'un zihnimde bıraktıklarını anımsayarak izledim filmi. Şüphesiz çok iyi. Filmden çıkınca louvre müzesine gidip monet'nin intihar isimli tablosunu görmeyi çok istedim.
Yönetmenin flashbacklerde(ki bunlar anımsanan güzel zamanlar) renkli sahneler kullanması çok etkileyici ve profesyonelce olmuş. Fotografik derinlik olarak filme notum tam. Son sahnesinde ise yaşama dair gerçek detaylar barındırıyor. Monet'nin tablosuna ise farklı bir gözle bakabilmek açısından ufuk açıcı.
Başka çarşamba dahilinde ön gösteriminde izleme imkanı yakaladığım ken loach filmi.
Beklentilerimi büyük oranda boşa çıkartan, cannes'da altın palmiye almasına şaşırdığım filmdir. Hikayenin aşırı klişe olması ve filmin sonunda yaşanacak olanın en başından tahmin edilebilmesi filmi vasat gruba dahil edebilmek için yeterlidir. Daniel Blake'in ismini duvara yazdığı sahne dışında etkilendiğim bir tarafı olmamıştır.
Bu filmle zaman kaybedeceğinize yeşim ustaoğlundan tereddütü izleyin der geçerim.
karşı sanat merkezinde dün gece gittiğim, edip cansever şiirinden uyarlama monolog tiyatro oyunudur. büyükşehir yalnızlığını en iyi tasvir eden yapıtlardan biridir. özellikle benim gibi mehmet pişkin'in intiharından etkilenen bireyler için etkisi yadsınamazdır.
herkese tavsiye ederim.
gülşiir
geceyarısı, karanlık bir bozkırda
ışıklar içinde akan bir tren kadar yalnızım
içinde onca insan, içinde dünya...
soluk soluğa, demirden bir ırmağa mahkum
ve bilmeyen sonsuzluk nedir,
haklı olan kim bu kargaşada?
ateş ve su, yaşam ve ölüm, irin ve şiir
ucu bucağı olmayan bu çığlığın
ortasında nasıl barışılabilir?
anlamak isterim, hangi yasa
bir beşikle bir darağacını
aynı ağaçtan, ne adına varedebilir?
sorular sormak için geldim şu dünyaya
yasım acıların yasıdır
boynumu üzgün bir çiçek gibi kırıp da
yollara düştüğümde, başımda deniz köpüklerinden
ya da sabah yellerinden bir taçla
yürüdüğüme inanırdım - yanılırdım
geceyi günle, acıyı sevinçle kardığım
bu söylencenin bir yerinde durakladım
ve anlatamadım, konuşamadım bir daha.
acını ödünç ver bana, gözyaşlarını
damarlarında uyuyan sevinci ödünç ver
yitirdim çünkü onları da..
ilenmiyorum, el çırpmıyorum artık
ne aklımda yaşadıklarım üstüne düşünceler
ne de geleceğime dair bir tasa.
gelirken çan çalmıyor yalnızlık
bir adam, bir sokak, bir ev
yüzle, gülüşler, susuşlar boyunca
soruların vardı senin, ne çok soruların
gözlerin dünyayı eleyip dururdu boyuna
bir fısıltı gibi başladı sevgim
çığlık oldu, kağıtlarda çiçek açtı sonra
sonrası...mutlu bile olduk bazı
artık sen yadsısan da ne kadar
ya da ben bilmiyorum mutluluk nedir
anlatsın yollar, yollar, yollar...
şimdi gece, soluğumu verdim içime
az önce kağıtlara gül kuruları serptim
dolaplardan kekik, nane kokuları çıkardım
öylece serptim, seni yazacağım diye
sen ki, deniz görmemiş bir deniz kızısın
aklımın almadığı bir yerde, öylesin
şimdi gece, iki kişilik bu yalnızlık
bize artık yeter de artar bile...
dünyanın ölümünü gördüm, suyun toprağın
en yakın dostlarımın birer birer
vakitsiz açan çiçeklerin, vakitli doğan çocukların
ölümünü gördüm, ama kimse
inandıramaz beni öldüğüne sevgilerin!
yaşam ki bir kum saatidir usulca akan
dolan sevgilerimizdir biz boşaldıkca
yaşımız biraz da sevgilerimizin akranıdır
vereceğimiz tek şey budur dünyaya.
şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen
yüreğimi bir gün yollara atarsam
bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım
suyumun çoğu senden yana akacak
bütün sözcüklere adını ekleyeceğim
güldeniz, gülekmek, gülyağmur, gülsarap
gülaşk, gülsiir, gülahmet, gülerhan
ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!
gecelerdi, solgun - sessiz tüterdi yüzün
yatağımda bir kımıltıydın, dilimde türkü
uykusunda konuşurken sesini öptüğüm
varmak için beyninin kıvrak dağ yollarına
kokundu, bedenimi saran o ince buğu
esintisinde usul usul yürüdüğüm
ki değişmem yaseminlerle, portakal ağaçlarıyla..
sanki bir kız yürürdü yollarda
evimin sokağına girer, paspasa ayaklarını silerdi
kapımı açardı gümüş bir anahtarla
sanki hep gelirdi, sevişirdik bazı, konuşurduk
tozlu kitapların yığıldığı odalarda
kalırdı duvarlarda gülüşünden bir tini
yatağımda bedeninden bir oyuk.
benimse ellerim titrerdi, alnının aklığından
saçlarına saçlarına doğru titrerdi
şimdi kağıtların üstünde gidip gelen ellerim
titremiyor artık , yolunu biliyor şimdi
geceyarılarını çoktan geçti
bu şiir bitmeyince varolmayacak ellerim
ellerim uykusuz, ellerim geberesiye yalnız
süzülüp alçalıyor karanlığa doğru.
bütün yaşamım seninle geçiyor belleğimden
seninle var ve seninle sürüp gidecek artık
bir akdeniz kentinde limon koklayan
ve hep ufkun ardına bakan çocuk
acıyı buldu sonunda, kanayan bir gülden
çaldı yüzünü bir yaşamlık
geçer şimdi dumanlı bir kentin sokaklarından
şaire çıkar adı - az buçuk kaçık.
yeryüzünden silinmiş ırkların sonuncusuyum ben
oturup da şimdi aşk şiiri yazmam bundan
gülsün köpek sürüsü, lime lime edip
bu dizeleri, satsınlar haraç-mezat
doğru, benden sonra da tufan kopmayacak
ama haykıracağım laflarını tuzla kesip
yitip giden bu aşkı, nefesim tükenene dek.
beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
hangi el bozdu büyüyü, hangi yazı
acılara hüküm verdi, soldan sağa taşarak?
kalbimde yıllardır kabuk bağladı yaralar
ödüm kopuyor, bir gün hepsi birden kanamaya başlayacak diye
yenilmeyeceğim, boyun eğmeyeceğim hiçbir şeye
hep direnen bir yanım kalacak
adımın soluk izi, acının seyir defterinde.
şimdi gece, bindokuzyüzseksenikiyle
üçyüzaltmışbeşi çarp - oradayım işte
yorgun değilim, umarsızım yalnızca
geçmişle geleceğin öpüştüğü yerde bir nokta
gibiyim ve çoktan dürüldü defterim
uçurumlar üstünde uçuşur dizelerim
onlara köprü olacak bir beden yoksa da..
bu benim yalnızlığım, dalsızlığım benim
kana kana içtiğim çeşmelerden susayarak ayrılmak
titreyen bir ışık karanlıklarda
onu kim görebilir, kim tanıyabilir?
sonuda hep bir soruyla karşı karşıya kalmak
boynumun borcu bu, ödenmedi yıllardır.
her aşktan böyle bir şiir kaldı bende
yaşamımın bir dilimini özetleyen
unutuşun çiçekleri bunun için hiç açmıyor
donuyor bir gülüş tek bir dizede
yaşanmış yüzlerce anı, buruk bir özlem
çivileniyor beynimin bir yerlerine
geride -hayır- acılar filan da kalmıyor
bir boşluk yalnızca, uçurumlara özenen.
nefret ediyorum ve seviyorum seni
girdiğin bütün kapıları açık bırak
birazdan git diyebilirim çünkü..
çağım yalnız bırakmıyor beni, ellerini
tutuşumda, usulca öpüşümde dudağını
çağım aramızda çekilen kanlı bir bayrak
uzayan, akan bir irin yolu gibi.
sözcükleri güden çobanları var kalbimin
beynimin yaşamı saran kıskaçları
bitsin dediğim yerde bunun için başlıyorum
yitirdiğim her şeye dönüp de bakmam bundan
sensin yalnızlığa uzanan yolların düğüm yeri
ama şu anda içimde öyle çoğulsun ki
böyle irkilmezdim dünyayı kucaklasam.
çapraz yalnızlıklar astım göğsüme
yollarda bir savaşçı gibi yürüdüğüm doğrudur
gözlerle, dillerle kuşatılmış bir ülke
kalbimdir ona tek sınır
susmayı bunun için severim bir çığlık gibi
donup kalır sesim kendi göğünde
onu ne anlayan, ne de duyan bulunur.
yaşamım sonsuz bir hac yolculuğuna dönüşüyor burada
kendi içimde ya da uzak yollarda
bulduğum ve yitirdiğim bütün varlıklar
bir mozayiğe biçim veriyorlar sessizce..
bende dünyanın acısıyla sevinci öpüşüyor
ırmakların birleştiği o nokta benim
itilip tekmelendiğim bütün kapılarda
bana atılan her taş şimdi çiçek açıyor.
bir gün anlarsın beni neden suskunum
dünya içimde konuşurken böyle
bedenimi aşıyor yorgunluğum
karşında oturduğum masalardan dökülüp saçılıyor
bu öyle bir çığlık ki, susuşlar kalıyor geride
ondan öte her söz bir saçmalığı büyütüyor.
adını çoktan unuttun yüzün aklımda
ve bu şiiri neden sana adadığımı bilmiyorum
ama her güzellik nasılsa kendi adını bulur
bunun için ben gül dedim sana..
yine de bir çiçeğe bunca yağmur yağarsa
kökleri toprağı saramaz olur
üstüne titrediğim her şeyi yitirmeyi öğrendim çoktan
söylenecek bir tek sözüm kalmazsa
çizerim yüzünü kuşların kanatlarına
her çırpınışta gökyüzüne dağılır
yüzün, hücrelerine varana dek uçuşur.
kağıtların aklığına aşkın tortusu çöküyor
parklar, sokaklar, söylenmiş ya da söylenmemiş sözler
yazdıkça biraz daha unutuyorum seni
ve her yerde düş tacirleri, şiirseviciler
bir şeyleri yorumlayıp duruyorlar aptalca
büyüteçlerle inceliyorlar şu yitik ömrümüzü
ben aşkın son hasatçısı, son peygamber
gülünç, soyu tükenmiş bir varlığı oynuyorum boyuna.
sana artık bir sığınak olsun bu şiir
noterlere ver onaylasınlar - her hakkı saklıdır
düşün, kalemimi sen tuttun yazarken
yeni okula başlayan bir çocuğa yardım eder gibi
öyle acemilikler yaptım ki ben
hiç kalır bu şiir onların yanında ve
nasıl ayaktayım diye şaşıyorum bazen.
görüp göreceği son şey bu şiirdir dünyanın
çığlığımdan arta kalan bunlar olacak
aklımın son kırıntılarını da burada harcıyorum
bundan böyle ibreler hep eskiye vuracak
yakınmıyorum, yerinmiyorum hiçbir şeyle
kalırsa odalarda unutulmuş birkaç şiir
bir yeniyetmenin altını çizeceği dizeler benden
senin adın nasılsa bir gün hepsini tamamlayacak...