brell
1445 (heykeli dikilesice)
altıncı nesil yazar 273 takipçi 5665.81 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    karşılıksız aşkın romanını yazmak

    6.
  1. ''sakince izliyorum da mutlu, çok mutlu. gözlerinde rengarenk çiçekler açıyor. sonbahara inat gülümsüyor. enerjisi yüksek. derli toplu. güzelleşmiş. cümleleri daha kısa. bakışları serin. adımları hızlı. üstü başı her zamanki gibi tertemiz. onatlı. özenli. yalnız ama yalnız saçları dağınık. uzun zamandır toplamamış, örmemiş. kimse de "bir toplasana bakalım nasıl olacak?" dememiş. sol omzunda bir boşluk, daha koyu, dağınık. atmasın. bağlamasın. kalsın öyle. "daha güzel oldun." cümlesini duymasın. sıradan kalsın. dikkat çekmesin. ben vakitsiz açıp fotoğraflarına fısıldıyorum. duymaz ama duymasın...''
    3 ...
  2. beklemeyi bir görselle anlat

    1.
  3. tarif edilmesi en zor şeyin tanımına dair görsel içeren. neyi beklediğin tabiki önemli ama, yıllar seni beklemiyor. at gibi kapılardan bakakalıyorsun. atlar kadar güzel bakamıyoruz ama bekliyoruz, beklemek insanı olgunlaştırıyor, naifleştiriyor. sonra kimseyi beklemiyorsun. sadece şehre kar yağsın istiyorsun. tek beklediğin şey bu oluyor. zaman sadece akıp gidiyor. birçok şeyi sürükleyerek...
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1619513/+
    10 ...
  4. özlenen kişiyle bir yerlerde karşılaşma isteği

    1.
  5. zaman zaman içten hissedilendir. sevdiğin insana olan duyguların seni durduk yere dürter ve en derin hisler kalbinden gözlerine kadar yükselir. fakat karşıdan gelme ihtimalindeki mutluluk gerçek değildir. başka insanlar, başka ağaçlar, yollar, otobüsler, trenler yaklaşır yüreğindeki bekleme salonuna...doğrusu istemek, onu karşında görmek demek değildir. çoğu zaman sana gökyüzündeki yıldızları saymak düşer. yürürsün ama o hep uzaklardadır, uzaklaşır. bir türlü yakalayamazsın. raylarda sürüklenen orta vagonlar gibi nereye gittiğini ya da nerede durduğunu bilmediğine hayıflanarak geçer zaman. hiçbir istasyonda yoktur, tüm banklar boştur ve kış güneşi katarları üşütmektedir.
    7 ...
  6. içine atan insanlar

    1.
  7. Birçok konuda dibe vur(muş)durulmuş kişilerden oluşmaktadır. Mühür deyin, kilit deyin, suskunluk deyin ne derseniz deyin ama mevzunun çok ama çok içerilerde olduğun bilin. Daha özele ineyim... acayip bir derinlik var küçücük gövdemizde. çoğu zaman üzüntün de sevincin de suskunluğunun altında kalıveriyor. sen istemiyorsun ya da öyle olması gerekiyor. zamanla bunun bir yaşam tarzı olduğunu fark ediyorsun. bir özneden bağımsız ya da bir hedefe yönelik de değil. hiçbir şey göründüğü kadar arkaik, basit, kütle halinde değil. hele ki insanın iç dünyası. öylesine derin ki onlarca yıl hiç kimseyle paylaşmadan içine gömdüğün şeylerin ucu bucağı yok. uzandığın zaman asla geri gelmiyorlar, hafızan da bu konuda pek işe yaramıyor. suskunluk ve sakinlik çatısında eriyip gidiyorlar. halbuki o içine attığın şeyler senin en çok özendiğin, himaye ettiğin fakat bir öznesi olamayan çok kıymetli koleksyonlar. malesef ne kadar gereksiz şey varsa dilimizde ve ortada. ne kadar kıymetli ve samimi şey varsa içimizde, çok derinlerde. fakat derinlik kavramı da kişiye ve yaşadıklarına göre değişir. duymak istediklerinin, görmek istediklerinin peşinden gitmekten başka bir şey düşünmeyen insanların iç dünyasından bana ne. ben söyleyemediklerini, göremediklerini, gidemediklerini içine atan ve onun derinliğiyle yaşayan insanların içe dönüklüğünden söz ediyorum. iyi düşünürler, iyi hissederler, iyi yazarlar, iyi susarlar....
    14 ...
  8. bir sessizliği var

    1.
  9. https://galeri.uludagsozluk.com/r/1565564/+

    ...denizler, okyanuslar var. olgunluk derinlerde, çok diplerde. batık gemilerin içinden geçen balıklar var, güvertesinden düşmüş halatlar var okyanus diplerinde. göremezsin. hissedersin. merak edersin. rosinante'yi merak ettiğin gibi. kitaplarda bulmak isteyişin boşuna değildir. yine denizler vardır, okyanuslar durulur. düşlerin çıkagelir. abislerde batık gemilerin merak edilen sessizlikleri ordadır. sihirbaz olmak gelir içinden. gemileri güneşe sürmek kolaydır o zaman. sessizliğine ada kuşları konar. o da bir sestir artık. neşedir. güverteden gülümser. gemiler hiç batmamış gibi karinalara kavuşur. limanlar liman, selamlar selamdır o vakit. onun sesinden sessizlikler dolar kulaklarına. gecelerde yalnız, batık gemileri düşündüren sessizlikleri. uysal dalgalar vardır, umut edip beklemeyi hoş kılan nefes alış verişi. gözlerinde içeri girer sessizliğiyle. ada kuşlarını düşünmeyi sevdiren. okyanuslarda 2 kişilik yolculuk hayali kurarken ıslanışın. ellerinde batık gemi tutuşun, sessizliğiyle bakışıp sarılışın açık denizlere.
    3 ...
  10. yıllar sonra aşık olduğun kişiyi tekrar görebilmek

    1.
  11. herkes için bir son yok biliyor musun? hep yeniden başlangıçlar var. yıllar yüreğini ve aklını kemirse de hiç bitmeyen sevdalar var, vallahi bak. senin anlamlandıramadığın benim de cevaplar aradığım irrasyonel gelişmeler oldu, oluyor sensiz içimdeki evrende. gözlerin bir acayip güzel bakıyor, yanakların dudaklarınla eş zamanlı bir başka gülüyor konuşunca, kızarıyor gizlice sakladıkların. fotoğraflarından daha hoş, önceki yıllardan mutlusun. seni gördüğümde sana söyleyeceğim kara cümleler nereye kaçıp gidiyor inan merak etmiyorum. hiç umrumda değil o şehirde yıllar sonra seni görmek için yetmeyen 120 dakika... sana yetişmek için utangaçlığı ve kırgınlığı delip öyle hiçbir şey olmamış gibi kapının önüne gelişim, gergin bekleyişim, yürürken tekleyişim ya da bir kalemde silinip giden çok özlemek. nereye gitti ben gerçekten bilmiyorum. her şey sanki seni görünce eridi, ceplerimden kum gibi döküldü bir yerlere. ben belki başka karşılaşmalar umuyordum. ''günden güne çirkinleşmiş, rutin işlere düşmüştür aklı, yokla var arası bir benim işte onun nazarında, kendimi hiçbir yere koyamam.'' diyordum. hatırlıyorsam bu cümleleri sık sık tekrar ediyorum aslında, birleşik zamanın ''yorlanan'' hikayelerinden benim kadar yalan uzaklığı olan çok fazla insana rastlamadım.

    ne diyorum ben ya kafam dağılıyor mütemadiyen. ben sürekli dağılıyorum, kafam ruhumdan bir adım geride. ne yakınlık ne de uzaklık fark etmiyor, yanında sonsuza kadar oturamayacağım, saatin kaç olduğu aklıma gelince paramparça oluyor(d)um. ben hiç seni duymuyorum, sen bana hesap soruyorsun. ben hesap kitap adamı mıyım sanki? ben bana ayırabileceğin zamanlarla kafayı bozmuşum. sen konuşuyorsun, ben hatıralara koşuyorum. onlar, bunlar, şunlar ya da hiç kimse. o vakitler kimseler yok, kapıdan girenlere nefretle bakıyorum sen kafanı öte yana çevirince. benim gibi düşünür olmuşssun artık, geceleri seviyorsun, kabullenmişsin. psikolojik çıkarımlarımlarınla açmaya hazırken kapanıyorsun, bahar dalların var ama gölgesinde kalmışım söyleyemiyorsun. kırlangıçlar çıkıyor, mutlu kırlangıçlar gözlerinden, ben görüyorum. orada ölmek istiyorum. o sandalyede, o çay bardağında, o koridorlarda... saklamaya çalıştığın sevincini, vakitsizliğini seyrediyorum camın arkasından. yüzüklerin, küpelerin, saçların 120 dakikaya ve bir son metroya sığmaya çalışıyor ya ben orda kahroluyorum. ''ne vardı sanki birkaç saat daha, birkaç metro daha, birkaç gün daha orada kalsaydım.'' diye hayıflanıyor(d)um. bir sürü şey eksikti ama ''hani sen geldiğinde birkaç gün kalırdın.'' deyişin her yerimi alıp götürüyordu. kolsuz, gövdesiz, elsiz, ayaksız kalıyorum vallahi bildiğin gibi değil.

    anlamlandıramadığın şeyler var biliyorum. boşver, onlar bir yazıda, satır arasında ya da hiçbir yerde anlamsız olarak da kalabilir. anlamlı bir şeyler arama. o kente her geldiğimde yeniden doğuyorsun. her sokağa, her caddeye, hızla giden arabanın camından her deniz kenarına sen var mısın diye bakıyorum göremiyorum ya, ertesi gün bir daha bakıyorum, hep bakıyorum. bir odaya, bir trene, bir uçağa sığmıyorsun. gözlerimi kapatıyorum. varsa yoksa özlemek, manasız bulduğun şeylerden bir hayat. az şey değil bak, çok manidar. bir manadır takılmışsın, bırak ne yapacaksın boşver. mutsuz ve manasız günleri de sev ya da sevme. birisi seni beton gibi dökmüş içine yıllarca, sıkıca sarılmaya acizlenmişsin o giderken. bırak, bir şeyler eksik kalsın. boşver, alışkındır sensizliğe. sevgisini anlama, ne olur sorgulama, yargılama. öyle kabul et.

    çağırdığında ya da fi tarihinde geldiğinde oraları çok seviyorum ama o şehir sensizken beni o kadar çok yoruyor ki, sana bile anlatamıyorum. benim gibi düşünüyorsun ya artık bunları bilirsin. ama seni hiç yaşamadım ya, olsan da olmasan da bana seni yazmak kalıyor. belki de bunu bilmiyorsun. al sana anlam, aklında dursun. bana anlamsızlıktan dem vurup durma. birkaç yılda bir gördüğüm birkaç saatle neler yaptım, geriye dönüp bir bak m! belki ben orda yokum, senin için başkaları, beyaz gecelerde ötekinin aşkı var ama bir ara çık gel, vallahi durma oralarda buralara gel, bir kere de sen gel, zaman dursun. bu adamın buradaki mutluluğunu ve heyecanını gör, hâlâsı ve henüzü vallahi yok. seni ölesiye yazarken, öğretmensiz, dipsiz gecelerde sevmeyi öğrendim, çık gel buralara seni seviyorum m...

    imla.
    6 ...
  12. birilerini ve bir şeyleri özleyerek geçen günler

    1.
  13. zincirini kıran günler...şimdilerde özlemek başka şeylere dönmüş. fakat o zamanlar gövdeni ortadan ikiye bölen çentik vadilerden derindi ikiye, üçe ya da hiçe bölünmüşlük. çıldırtırdı. sonra durulur. kum adası olurdu. bazen sel suyuyla şekillenen peri bacası, yamaçlarda neyi beklediğine aldırmayan yorgun kollarına vuran rüzgarın cezası mantarkayalar, yüreğinde savan... hep birileri ve bir şeyleri özleyerek geçenlerde buldun değil mi hakikatı? el vermeyenler el olmuş. sonra maziden bir sürü şey toz toprak. en geç odalarda yorgun bir sabah bulurdun. gözlerin duvarlara müracat ederdi. her taraf şikayet kağıdında yeni basılmış mühür ya da hiçbir şeydi. özle özle özle bitmezdi. özlemenin bir zamanı da yoktu. cebine kadar girerdi. ağırlaşırdı pijamalar veya omuzlar. başka duygu yok muydu allahın bu günlerinde? kendine sora sora bıkmıştın." varla yok arası bir şeylerdi işte." diyip satardın unutmaya. yok öyle kolay değildi. unutamazdın. sadece ikisi bir arada çok ağır gelirdi. düşman duygular öğrenmiş olduk o günlerde. yan yana gelmeyecektik bir daha kimse onlar. ben, sen, o, biz, siz bir daha onlar... peki ya müttefik kimdi? bilemezdin. sokulgan renkler utangaç grilere devretmişti. yaşam ve bir daha yaşam, yaşamaksız. muğlak açlık, ölen heyecanlar, sevdadan bulantı, az biraz geceyle dinen histeri nöbetleri. hiç kimse yoktu, kapkara gecelerde münevveş çiçekler açardı. kitap arasında solmayan o gülbanklar sen misin-miydin? söyle sen miydin bu cerrah, düşlerimi kesip siyah kanlar akıtan gecelerde? cevap bulmayacak bilirim. sebebi de ben. sessizliğinde buldum manayı boşver o halde. birkaç cümlem hep koşarak gelen ya da hiç gelmeyen sen. sürekli düşmekte yaralı kuş gibi özlemler. ne geçmezmiş ne özelmiş beklentisiz özlemek ve hissetmek o günler, bu günler, şu günlerde...
    4 ...
  14. yiğenlerin hepsinin çekik gözlü olması

    1.
  15. bir fotoğraf karesinde göze çarpan gerçek. resimde 4 tane yiğen objektife gülümseyerek poz verdiler diye pek dikkat etmezsin. bir sonraki fotoğrafta bu ayrıntı yüz hatlarında belirir. dikkatle baktığında 3.5 yaşından 13 yaşına kadar olan bu gruptaki yiğenlerin hepsinin gözlerinin çekik olduğunu net biçimde görürsün. aynı gün bir arkadaş mesaj atıp aynı şeyi söyler. olay tamamdır artık. ikna olursun iyicene. çekik gözlü bir nesil gelmektedir usuldan. binlerce yıla dayanan farklı bir fizyonomiye sahip nesildir bu. gözlerinde hunları, göktürkleri, uygur, çağatay ve diğer türk topluluklarını görürsün. ablanın ve abinin çocuklarında gördüğün bu itiyat sevindiricidir. umarım ilerde, prototürklerin imzası olan gerçek kültürümüzü okuyup araştırıp içselleştirirler. hatta şamanist bile olabilirler. timur'u, bilge kağan'ı, attila'yı örnek alabilirler. balbal dikebilir, törenlerle kurganlara gömülebilirler benim için sakıncası yok. yeter ki yiğenler böyle bir alt yapı oluştursun. o zaman arab'ın ya da roma'nın kültürü sadece genel kültür olarak kalır akıllarında. sadece semi nomadik bir toplum olmadığımızı ögrenir, en azından özkültürünü bilmiş ve onu içselleştirmiş olurlar. o şekilde süregelir. yalnız o değil de en küçük olanı tam bir hun askeri. *
    0 ...
  16. türk edebiyatında trajedi türünde eser olmaması

    1.
  17. edebiyatımızın tamamlanmamış parçalarından biridir. zira bizde her türde hemen hemen eser verilirken trajediye dair bir ilk çalışma yoktur. varsa da ben bilmiyorsam biri beni aydınlatsın lütfen bu konuda. zira trajedi tüm edebi türlerin babasıdır. dynonios adına düzenlenen şarap ve müzik törenlerinden türeyen bir tür olduğu için mi, neden? ayıla bayıla okuduğumuz batı edebiyatının en çok beslendiği kaynaklardan biri olan trajediyi sadece tiyatro sahnesinde 3 birlik kuralından bağımsız bir tür olarak düşünerek edebiyatımızın sınırları dışında tutmanın altında yatan sebepleri merak ediyorum. Sofokles'in elektrası Freud'un doktrinlerine, Asykhlos'un agamemnon'u ya da eumenides'i dünya edebiyatına ilham olurken neden bizim edebiyatımızda sadece çeviriden ibaret bir kitap olarak görülmekte. oysa shakespeare'in hamlet'i görkemli bir trajedidir ve trajedi kahramanı olarak tarihe adını kazımıştır. bizim kahramanımız kim peki? bizim için zaman-mekan- olay örgüsünden bağımsız, bizim için ölüme giden trajedi kahramanımız neden yok? çünkü edebiyatımızdan önce yaşadığımız coğrafyada ve toplumda her şey tek bir türe, yani dramaya sürülüyor. oysa trajedisiz kahramanlıklar ve özgürlükler, egemen güçlerin kandırmacasından başka bir şey değildir. onlara göre trajedi, corneille ve racine'nin kitaplarında yer alan birkaç önemsiz kurmacadan ibarettir. trajedisiz toplum ve edebiyat elbette kendisi için savaşacak ve ölecek kahramanlar yaratamaz. kemikleri yumuşaktır. kırılgandır. çabucak bırakıverir kendini.

    edit:imla.
    1 ...
  18. istanbul kiliseleri

    1.
  19. yapıldıkları dönem itibariyle kentin topografyasında, sosyal yaşamında, tarihi dokusunda çok önemli yer teşkil etmişlerdir. şehrin en görkemli yapısı aya sofya'ya baktığımız zaman, hem mimarisi hem süsleme programı hem de tipolojisi bakımından hala kentin en dikkat çekici yapılarından biridir. kubbeli bazilika tipinde, justinianos döneminde 30 bin kişi çalıştırılarak, devrin mahir mimARLARI miletli isodoros ve trallesli anthemios gözetiminde inşaa edilmiştir. Diğer 2 ayasofya ile aynı yerde ve isimde konumlandırılmıştır. 532 yılında başlayıp 537 yılında inşaası sonlandırılan yapı, erken bizans döneminde ve sonraki zamanlarda doğu hristyanlığının kozmolojik ve sembolik üssü; imparatorların taç giydikleri, devlet nişan taktıkları koronasyon; hz isa, meryem ve azizlerin duvarlarında resmedildikleri en görkemli yeni roma tapınağıdır. bunun hemen yanı başında çağdaşları olan küçük ayasofya ve aya irini; imrahor ilyas Bey /Studios Manastırı ve Ayia Euphemia Martyrionu bu dönemdeki diğer belli başlı yapılar arasındadır.


    myrelaion kilisesinden bir kesit.
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1510607/+

    orta bizans(842-1204) döneminde ise önemli bir değişim ve dönüşüme uğrayan kilise mimarisi benzersiz ve göz kamaştırıcı örneklerine bu dönemde kavuşacaktır. Bunların hemen hemen hepsi, Osmanlı imparatorluğu tarafından camiye çevrilmiş, pek azı günümüze orijinal hâliyle gelebilmiştir. yapıların cephe süslemeleri ve kubbe ekseninde değişen mimari şemaları, başkent tipi denilen kapalı yunan haçı planlı kilise modelini ortaya çıkarmıştır. bu dönemdeki yapıların en dikkat çekici ve gösterişli olanı ise, sonraki dönemlere de prototip teşkil edecek olan, günümüzde bodrum camisi olarak adlandırılan ama orjinal adı myrelaion kilisesi olan yapıdır. 10. yy.ın ilk çeyreğinde imparator romanos lakepanos zamanında aynı isimli sarayın yanına paraklesyonu birlikte yapılmış. imparator havariyyun kilisesine gömülme geleneğini çiğneyerek kendisini buraya defnettirmiş, mimari ve dini ritüele aykırı bir davranışla yapıyı daha dikkat çekici bir hale getirmiştir. sonraki yapılara birçok konuda öncülük eden myrelaion'un çağdaşı olan ve Basileos tarafından yaptırılan nea ekklesia kilisesi de dönemin diğer dikkat çeken yapıları arasındadır.

    palailogoloslar hanedanının damga vurduğu son devire geldiğimizde geldiğimizde bu kiliselerin hem plan şeması hem de mimari süsleme unsurlarıyla benzeri olan yapılarla karşılaşırız. hagios andreas( kocamustafapaşa camii), khora manastırı paraklesyonu(kariye müzesi), vefa kilise(molla gürani camii), eski imaret camii, arap camisi, Hagia Panaghia Kamariotissa Kilisesi (Heybeli Ada), Gül Camii/Hagia Theodosia, Fethiye/ Pammakaristos Manastırı, Fenari isa/Konstantin Lips Manastırı bu devirdeki diğer önemli yapılardır.

    bu yapılar, kentin sonraki yüzyılardaki mimarisine ve dini cemaatlerine hem yaşam biçimi hem de ibadet ritüeli açısından birçok konuda öncülük etmiş, bunun yanı sıra doğu hristyanlığının imparatorluk imzası taşıyan, yetenekli rum ustalarının meydana getirdiği çok değerli örnekler olması itibariyle kültürel mirasın kent ekseninde önemli parçalarını oluştururlar.
    2 ...
  20. etten kemikten hiç kimseye aşık olmamak

    1.
  21. Hayallerindeki insAnı sevmeye, beklemeye, özlemeye devam etmek...Seveceksin, düşleyeceksin, özleyeceksin ama öyle biri olmayacak gerçekte. Belki Hiç Gelmeyecek, ellerinin kenarına ellerini, gözlerinin içine gözlerini, sözlerinin üzerine sözlerini dokundurmayacak, hayallerde kalacak ama hep özel ve düşlenen bir yanı olacak. şundan eminim ki Gerçek yaşamda aşık olduğun insandan daha fazla kırmayacak seni, daha fazla yıpratmayacak, üzmeyecek, hayal kırıklığına uğratmayacak. Aksine içinde bir huzur, gizli bir sevinç...

    Düşler kurardık önceden, aşık olacağımız günlerin ne zaman geleceğine ve kimi getireceğine dair tatlı hayaller. Hayallerimiz bizi hayata bağlardı. Sonra gerçek yaşama, hayatın içine, hayatın içinden birini sevmeye karar verdik. Üç beş sayfaya sığacak kadar Düşsel romantik bir gerçeğimiz olsun istedik. daha fazlası da olabilirdi. Fakat Hayatın içinden sevdiğin biri, ikisi ya da diğerleri hiç düşlerindeki kadına ya da düşlerinin çerçevesini bile süsleyen insana dönüşmedi. olmadı işte. bir şeyler hep ters gitti. çoğu zaman kendini suçladın ya da içine attın ama çözüm değildi.

    Gerçek yaşamın yavanlığını, sıkıcılığını göze alarak düşlerini bırakıp geldiğin kişi ne düş ne de gerçekti, o gülümseyince yüzünde oluşan çizgiler senin bitmeyen hüznünde müebbetti. Zamanla düşlerinin kadınının sözde gerçek olan birinden çok daha gerçek, kişilikli, daha etten, kemikten kan ve damardan mürettep olduğunu iliklerine kadar hissettin. Hangisi yaşayan, hangisi ölü iyice test ettin. düşlerine dönüş yolu artık çoktan görünmüştü. zaten o yol gerçeğe indirgenmiş bir ölü hayalden ibaretti. bekletti, azletti,reddetti, tüketti, tükendi, yok olmaya yüz tuttu.

    Sonra çok iddialı ve acı bir karar aldın: Yaşayan hiç kimseye aşık olmamaktı. Başkalarına gerçek sana yalan bir hayatın öznesini sevemezdin...
    0 ...
  22. bir dize olsaydın

    1.
  23. bir dize yetmezdi, yetmeyendir. şöyle iki dize olunurdu be.

    ................
    evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
    üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
    üç güvercin görsek meksika geliyordu aklımıza
    caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
    kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
    sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
    bilir bilmez geyikli gece yüzünden..

    ama ne varsa geyikli gecede idi
    bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecandan
    bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
    kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
    büyük otellerin önünde garipsiyorduk
    çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
    hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
    örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
    yahut bir adam bıçaklasak
    yahut sokaklara tükürsek
    ama en iyisi çeker giderdik
    gider geyikli gecede uyurduk...
    .................

    turgut uyar- geyikli gece.
    3 ...
  24. hangi kap ilk önce dolar

    22.
  25. öncelikle tahminde bulunan ve bu havuz paradoksuna kafa yoran yazarlara teşekkür ederim. doğru cevaptan ziyade doğru cevaba nasıl ulaştığını anlatan yazarların ellerine sağlık. doğru cevap verenleri de tebrik ediyorum. gerçi bunu da güzel biçimde açıklayanlar var ama olsun madem bu soruyu buraya taşıdım, merak edenler, bekleyenler var. hemen havuzda ilk dolan kaba nasıl ulaşacağımız anlatıyorum.

    evvela birbirine bağlanan kapların delikleri, su hazneleri eşit. çeşmeden akan su mikarı ve hızı sabit. zaten bunu net biçimde görüyorsunuz. hemen sadete geliyorum...

    tüm havuzun üstünden açılan çeşme öncelikle A kabından b'ye, b kabından c'ye gelir. c kabının sağ tarafında bulunan d kabına giden delik kapalı olduğu için su burada c nin yarısına kadar olan kısımda birikir. d kabı ve bağlantısı olan kısım işlevsizdir. daha sonra biriken bu su, c kabından j'ye doğru akar. j kabının I KABINA BAĞLANAN KISIMDAKi HACMiN 1/5 i doluncaya kadar burada birikir. DAHA SONRA i KABINA DOĞRU TAHLiYE OLMAYA DEVAM EDEN SU, I KABININ YUKARI DOĞRU GiDEN BORUSU SEBEBiYLE AKIŞ HIZINDA YAVAŞLAMA MEYDANA GETiRiR. bu sırada tahliye yavaş olduğu için j kabının ''lE'' KABI TARAFINDAKi yarısına kadar olan kısım daha hızlı dolar. Buradan su ''lE'' kabına hızla tahliye olurken akış mikarı I kabından daha hızlıdır. bu sebeple ''lE'' kabı I kabından çok daha hızlı dolar ve hemen altınaki h ve f haznesindeki kısma iner. burada tıpkı d tankında olduğu gibi kapalı olan sol kısımdaki h kabının etkisiyle su bu eksende birikir ve hızla f kabını doldurur. hem suyun akış yönü hem de hız ve yoğunluğu sebebiyle suyun ilk doldurduğu kaP F KABIDIR.

    i kabının bağlandığı k kabı diyenler olmuş fakat. i kabının j den bağlanan borusu ve k ye doğrudan bağlanan borusu son derece uzun bir yoldan ve j nin ''le'' ye tahliye ettiği sudan dolayı çok yavaş bir akışa sahiptir, sonraki aşamada dolar. yani o havuzun dolması için J nin artık ''le'' ye su tahliye etmemesi, dolayısıyla le kabının ağzına kadar dolması anlamına gelir. ilk dolan kabın sağlamasını bu şekilde yapabiliriz.

    böylelikle kapların dolma sıralamasına da ulaşmış oluruz. biraz daha beyin fırtınası yapalım. şu ana kadar ilk dolan kaba birçok kişi doğru cevap vermiş ama dolma sıralamasını henüz bilen yok. onu da bulmak isteyenler, başlığı işten güçten dolayı görmemiş yazarlar varmış. yazacaktım ama biraz daha bekleyelim onlar ve sıralama tahminleri için. bakalım kim bilecek.
    4 ...
  26. öylesine bir şeyler yaz

    1.
  27. Hiçbir şey gözünde büyüttüğün kadar yer kaplamaZ. Sinemayı ele alalım, 4 köşeden duvara asılmış beyaz bir bezde noktalanan bir sanattı zamanında. Bildiğimiz sıradan bir duvara görüntüyü aktaran Lumiere kardeşler ile başladı; f.lang, şarlo, bresson, carné, fellini, passollini ile gelişti; tarkovsky, bergman, godar, qubrick, paradjanov, wazda, forman, hitckock, visconti ile zirveye çıktı. Ama bu onun duvara asılmış 4 köşeli beyaz bir bezin üzerinde sinematograf hikayesi olduğunu hiçbir zaman unutturmadı. Tüm sanatların toplamının zirvesinde seyreden bir tür haline gelmesi için 150 yıldan fazla zaman geçti. Hareketli at fotoğraflarıyla başlayan kartpostalların ses, senaryo, kurgu ve diyalektikle duvarda gerilmiş beyaz örtüsünü görmekti derinlik, hissedebilirlik, çağın yeniliklerinden, kadın-para-iktidar triosundan tiksinme ya da her neyse. Hiçbir şey gözünde büyüttüğün kadar yer kaplamaz öyle ki her şey içinde büyür, gelişir, kocaman olur, ölür ya da ölümsüzleşir. Gözler ya da başkalarından duyulma tevatür değildir hacmin ölçüsü. Bakmak, ne kadar derin bakabiliyorsan o kadar derin görebilmektir, marcel carné'nin yönettiği sahnenin berisinde cennetin çocukları pandomim yaparken daha da ötesinde kuşlara sopasını uzatan antik çağ büyücülerine, decameron öykülerinden uzanıp bakabilmektir.
    6 ...
  28. en iyi ölüm temalı film

    1.
  29. Bergman'ın 1957 yılında sinemaya kazandırdığı, ölümle şövalyenin satranç oynayarak bilgi ve inanç sorunsalına çarpıcı diyaloglarla göndermeler yaptıkları the seventh seal, yani incilde geçen pasajlardan yola çıkarak adlandırılan yedinci mühür. En iyi film mi bilmiyorum kişiye göre değişir ama bence hem konu hem karakter hem de içerik olarak benzersiz bir baş yapıt. Dünyanın en iyi ölüm temalı, dramatik, agnostik, alegorik, şiirsel orta çağ malzemesiyle yoğrulmuş filmi bu olsa gerek. Çoğu insan ne ölümü düşünür ne de hiçliği. Yönetmen, ölüm temasını O kadar geniş bir yelpazede düşünüp somutlaştırmış, öylesine çarpıcı diyaloglarla zenginleştirmiş ki insan hayran oluyor. Üzerine uzun uzun düşünüyorsun şövalye antonius block bilinciyle. cevaplar arıyorsun beyninin içini kemiren sorulara, karanlıkta hiç gelmeyen birini beklemek gibi. Döneminin çok ötesinde bir film, hatta daha fazlası.

    Şövalye: Ölüm, bu sabah beni ziyaret etti. Beraber satranç oynadık. Bu erteleme, beni yaşamsal bir iş yapmama neden oldu.

    Ölüm: Ne işi?

    Şövalye: Hayatım, anlamsız bir araştırma içinde geçti. Sitem ve kin olmadan söylüyorum bunları. Biliyorum, hepsi için aynı ama ben, bu ertelememi çok önemli bir iş için kullanmak istiyorum.

    Ölüm: Sen şimdi Ölüm’le satranç oynadın yani?

    Şövalye: Çok yetenekli bir taktikçi ama daha bir parça bile kaybetmedim.

    Ölüm: Nasıl Ölüm’le başa çıkabilirsin ki?

    Şövalye: Fil ve at kombinasyonu sayesinde kanatlarını çökerteceğim.

    Ölüm: Bunu hatırlamalıyım.

    Şövalye: Hain! Kandırdın beni! Ama bir yol bulacağım.

    Ölüm: Oyunumuza handa devam edebiliriz.

    Şövalye: Bu benim elim ve kıpırdatabilirim sanırım. Kan damarlarıma basınç yapıyor. Güneş hâlâ dorukta ve ben Antonius Block, Ölüm’le satranç oynuyorum!

    imla.
    4 ...
  30. yıllar sonra geri dönse kuracağın ilk cümle

    1.
  31. zihnin durabilir, belki de bir kitaptan alıntıyla karşılarsın...

    -işte o zaman, çoğu kez bir özlem duyuyorum ve şöyle haykırıyorum: ''keşke bu hislerimi anlatabilseydim, içimde çağlayıp taşan bu canlılığa bir kağıtta can verebilseydim, ruhun sonsuz, yüce bir varlığın aynası olduğu gibi, kağıt da ruhumun aynası olabilseydi fakat çırpınmak bir işe yaramıyor, içimdeki bu hislerin ağırlığı beni yıkıyor''...

    genç werther'in acıları- 1. bölüm-10 mayıs. sayfa:7.
    4 ...
  32. giyindiği sıradan bir kazağı anımsamak

    1.
  33. Olur öyle arada. Sevdiysen gelir aklına mütemadiyen. Alışkanlıkları, sevmedikleri, sevdiği renkler, güneşte rengi kırılan saçları, bakışları, konuşmaları gibi birçok unsur klasik olarak hafızanda yer eder. sıradan bir günde giyindiği sıradan bir kazağının aklına gelmesi ise bu monoton ezberi bir anda renkli bir özleme dönüştürüverir. Biliyorum artık o yok, farkındayım hayali yaZın ortasında mevsimsiz giyilmiş bir kazak, tüm hatırladıklarım unutmamak için kendime kurduğum bir tuzak. Biliyorum o giyindiği sıradan kazağın kokusunu, dokusunu, üzerinden akışını, gözlerimin havına bakışını unutmak zor, çok zor. Ama onu böyle düşünmek çok güzel...
    6 ...
  34. aşık olduğun insanı bir görselle anlat

    61.
  35. başkasını seven birini beklemek

    1.
  36. sen beklemezsin, yüreğin bekler. kalbinle çatışarak geçen günlere bir de dönmeyecek birini beklemeyi koyarsın. birikir orda oluk oluk. içine akar yağmur çamur. başkasını sevme serüveninden onu kaçırmaya ve sana yaptığı haksızlığı unutmaya çalışarak. kemikleriyle düşünecek kadar yok etmek isteyen bir aklın, etine sahip çıkan bir kalbin varsa işin daha zor. biri ''yeter'' diye haykırırken ötekisi ''biraz daha bekle'' dir. sevmek ne rezilce, ne aşağılık, ne gurursuzca, ne şuursuzca değil mi? ikiye bölünmüş gövdenin bir yarısı olmayacak işlere, sıkıntılara, bekleyişlere kaptırdıysa kendini işte orada bir kere dur, otur düşün. o, seni hiçbir zaman sevmeyecek ve geri gelmeyecek. sen bu bedenin yarısında esmer bir ölüm taşıyacaksın, geceler vedasız hatıralar düşürecek pencerene. hüznün hiç azalmayacak, yine bilmem kaç yılında 5 dakikalık yoldan gelip seni dinlemediğine sinirlerin bozulacak, içinde isyan olacak çığlık çığlığa. ''ne yapayım?'' diye bakacaksın etrafa ıslak ıslak. kimse cevap vermeyecek sana, ağlasan ağlayacaklısın, sussan ölümüne susayan...
    13 ...
  37. fotoğraf çekerken dikkat edilecek hususlar

    1.
  38. kaliteli, özenli, bilinçli ve usulüne uygun bir şekilde fotoğraf çekmek isteyenler için birkaç bilgi barındıran... çiçek böcek fotoğrafçısı, bilirkişi değilim, makinem felan da yok. sadece konuyla ilgili ders çalışıyorum sınavım var. bu bilgilerin unutulmaması, aklımızda kalırsa yol göstermesi için bir anlamda sözlüğe not düşüyorum.

    öncelikle her fotoğraf içinde bir kompozisyon barındırır. buradan başlayalım.

    fotoğrafta kompozisyon,

    -renk, yüzey, çizgi ve geo. formların temel plastik sanat kuramları ve elemanları anlayışı içinde, ışık yardımıyla bir araya getirilip anlam yaratılması sanatıdır. fotoğraf sanatında akılda kalıcılığı ve verilmek istenen mesajın yerini bulması amaçlanır.

    -anlatılmak istenenin, anlatılan şeyin doğasına uygun olması, anlatılan şeyin
    kendine özgü araç ve yöntemleri kullanması gerekir.

    -bu yöntemin amacı ve temel kuralı, çoğunluğun beğenisini kazanmış eserlerin ortak özelliklerinin neler olduğununu anlatmaktır. ayrıca en aykırı sanat eserlerinde bile bir aykırılık vardır.

    Kompozisyon Ögeleri:

    -yalınlık: gereksiz ayrıntılardan arındırma, temiz bir çekim.

    -1/3 kuralı: fotoğrafı üçe bölmek.

    -Çizgiler: izleyen kişiyi asıl konuya odaklar, yön belirtir. en yaygını s eğrisidir.

    - Denge: birbirini tamamlayan, renk, şekil, karanlık, aydınlık, alanların göze
    hoş gelecek biçimde ayarlanması. açık ve koyu tonların dengesi, renklerin doğru seçilmesi, şekillerin birbirini tamamlaması önemli.

    kadraj: çerçeveleme, ilgi merkezini ön plandaki nesnelere çekmek, fotoğraftaki asıl konuyu diğer ögelerden ayırt etmek için, gereken derinlik hissini kazandır.

    -bindirme: poz vermeden önce yalın bir fon aranmalı, asıl konuya çok yakın çizgi ya da nesnelerin üst üste binmesi dikkati dağıtabilir. daha iyi kompozisyon için üst üste bindirmeden kaçınmalı.

    bu bilgilerden sonra,

    fotoğraf çekerken dikkat edilecek hususları sıralayabiliriz.

    -ışığa dikkat edilmeli, fazla ışık patlamaya neden olur.

    -kompozisyonu sadeleştirmek.

    -Anı yakalamak.

    -Gerektiğinde Karede canlı Bulundurmak.

    -objeleri Çerçeveye Yerleştirmek.

    -Objeye Gerektiği kadar Yaklaşmak.

    -Açı Belirlemek.

    -Ön ve Arka fonlarda Doğru Seçim.

    -Gerektiğinde Flaş kullanmak.

    -Düşünerek fotoğraf çekmek.

    not:teliften dolayı fotoğraf paylaşamıyorum.
    1 ...
  39. bir erkeğin yalnızlığı

    1.
  40. Belki bir pencere kenarında ya da uzaklara dalıp giden gözlerinin kıyısında. Halini muhal bulanların ve bekleyiş sahiplerinin uğrak yeridir civarı. Dört duvar kaçkınlarının ufka firar tünelidir ki insan gözünün baktığı, aklının uzandığı yerde yaşar biraz. Duvarlar konuşmaz pencereler konuşur her lisanı, hatta en çok yalnızlığı, her bakanın gözüne ilişecek bir şey bulunur pencereden ya da gönlüne ilişmişlere diker gözlerini bakanlar. Buluşma yerine kalkan otobüs gibidir pencereler, oradan en çok yalnızlık sızar içeri ki her bakış kesişir ufukta. Kendini ıssızlıkta görenlerin ona sokuldukça geçer bu halleri nebze nebze. Fikirler belirir akıllarda, çıkmaz yolların çıkışı görülür, sokağının badanaları dökülen metruk duvarlarından düşen hüzündür biraz da. Kainatı gösterir pencerelerden yalnızlıklar, elinde bitmek üzere soğumuş bir çay bardağı her yudumda biraz daha acır tadı, acıya acıya siner siner diline. Biraz huzursuz eden suskunluk, başını omuzlarının üzerinden akşam olan gökyüzüne çevir yine değişmez. Her yolun bir çıkışı vardır. Beklenenlerin ilk belirdiği yerdir pencereden koşup gelen yalnızlıklar, yüreğinden hiç kalkmayacak biçimde yazılmış binlerce yıllık antik mermer kitabe gibi bir erkeğin yalnızlığı...
    8 ...
  41. aşık olduğun kızın sensizliği

    1.
  42. sessizliğinde saklıdır. önce sessizliğini düşüneceksin, sökülecek dikişlerin usul usul. sessizce kanatacak yalınkatlığı. öyle ya biraz durup düşünürsün arada. düşünmem deme. onun sensizliğin hüznü içinde nasıl yaşayıp yaşlandığını merak ederek düşünürsün. manasızlaşsa da sen yoksun oralarda, bir sesini duymaz, bir yüzünü görmez, bir karşısına çıkmazsın. başkaları sen olma gayretinde, sen burda onun sensizliğinin sessiz cinnetinde. zincirlere vurulmuş sessizliğiyle. yanında hiç yoksun ama içinde birçok izlerin var. binbir gece kalır ondan geriye, masal desen masal değil, uluyan kurt gölgesinden daha ürkütücü sensizlikler kalmıştır ona. bakma sen, çok içerler gülüşsüzlüğünü, gelişsizliğini, arayışsızlığını, bir cümle edecek kadar yakınında olmayışının aslında ona kocaman ağır gardiyan sensizlikler yüklediğinden haberi yokmuş gibi davrandığına bakma sen. bu sensizlikler; yeni senler, yeni özlemler, yeni pişmanlıklar, yeni aidiyetlere döner zamanla, yeni yeni yüreğini acıtır...
    3 ...
  43. karşılıksız aşk ne renk

    1.
  44. renkleri alıp kaçmak.varsa bir rengi söyleyin de hayatımızdan def edelim hangi tonlarda sevdiysek. yeni renkler bulalım kendimize, her yalanda umutsuzca maviye, her matemde umarsızca siyaha, her susunca griye, her bekleyişte gün batımında yitirilmekte kızıla küfretmeyelim. ölgün zımparalı renksizliğe bile kabul. bir renk söyleyin ve biz diğerlerini duvarlara sürelim, burnumuzun dibinde karşılıksız kirlenmektense elimizde sitemli sözlere dönsünler. varsa bir sarı elbisesinde, yoksa yorgun kahverengi gözlerinde, öldüyse sevdalar kül renginde. kovalım hayatımızdan bu karşılıksız aşkları abislerin dibine...
    6 ...
  45. aşık olduğun kişiyi başkalarının gözlerinde aramak

    1.
  46. öğle saatleriydi. uykulu gözlerle kapının çalışına uyandım. annem kapıyı açtı. bir sevinç yükseldi salonda. kalktım odaya doğru yürüdüm, sersemdim. dayımlar gelmişti izmir'den. öpüşme sarılma derken geçtim tekli koltuğa oturdum. kuzenlerle göz göze geldim. o kadar güzel gülüyordu ki gözlerinin içi yüreğim hafifledi. onlar konuşurken bir daha sarılasım geldi, tevafuk kalkıp bir daha sarıldık. bir daha oturdular, konuşurken bir daha baktım gözlerine. özlediğim, çok özlediğim, çok beklediğim, beklediğim biri vardı gözlerinde. tanıdıktı. sevgiydi. sevinçti. ıslak mutluluktu. barışmaydı. gözlerinde seni de getirmişlerdi. sen vardın hepsinin gözlerinde, göz bebeklerinde gülümsüyordun göz bebeklerime ve hep aynı cümle dönüp duruyordu aklımda: "izmir'den kuzenlerim geldi gözlerinde gülümseyen sen vardın"...
    4 ...
  47. bir yerlerde gülüşüne denk gelmek

    1.
  48. öyle de tıkanır kalırsın, ancak duvar yazıları tercüman olur duygularına. nerden baktım arkadaş sabahın altısında uykum kaçtı. o değil de şimdi merak eder nerden baktı diye. düşünme boşuna bulamazsın.

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/1427073/+
    5 ...
  49. şiirlere sığınan erkek

    1.
  50. ya sevincinde ya hüznünde koştuğu tek liman şiirlerse...en çok onlarda buluyorsa yüreğinin sesini sığınır, sarılır, savrulur dizelerde. makas gibi keser gece, dilini dudağını, uyur herkes en sağında, ses seda yoktur, in cin top oynar sokakta. bir kirpik daha düşer yastığına, özlediğin sımsıcak sesi uykular altında kalır. senin yatağın şiirdir artık. satır aralarında sabaha değin kelimelere çarparak sarhoş olursun....

    solgun bir gül oluyor dokununca...

    Solgun Bir Gül Dokununca
    Çoklarından düşüyor da bunca
    Görmüyor gelip geçenler
    Eğilip alıyorum
    Solgun bir gül oluyor dokununca.
    Ya büyük şehirlerin birinde
    Geziniyor kalabalık duraklarda
    Ya yurdun uzak bir yerinde
    Kahve, otel köşesinde
    Nereye gitse bu akşam vakti
    Ellerini ceplerine sokuyor
    Sigaralar, kağıtlar
    Arasından kayıyor usulca
    Eğilip alıyorum, kimse olmuyor
    Solgun bir gül oluyor dokununca.
    Ya da yalnız bir kızın
    Sildiği dudak boyasında
    Eşiğinde yine yorgun gecenin
    Başını yastıklara koyunca.
    Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor
    En çok güz ayları ve yağmur yağınca
    Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda.
    Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor
    Solgun bir gül oluyor dokununca.
    Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
    Akşamlara gerili ağlarla takılıyor
    Yaralı hayvanlar gibi soluyor
    Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
    Yollar, ya da anılar boyunca.
    Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
    Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
    Solgun bir gül oluyor dokununca.

    Behçet Necatigil-solgun bir gül oluyor dokununca.

    Sevgilerde...

    sevgileri yarınlara bıraktınız
    çekingen, tutuk, saygılı.
    bütün yakınlarınız
    sizi yanlış tanıdı.
    bitmeyen işler yüzünden
    (Siz böyle olsun istemezdiniz)
    bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
    kalbinizi dolduran duygular
    kalbinizde kaldı
    siz geniş zamanlar umuyordunuz
    çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
    yılların telaşlarda bu kadar çabuk
    geçeceği aklınıza gelmezdi.
    gizli bahçenizde
    açan çiçekler vardı,
    gecelerde ve yalnız.
    vermeye az buldunuz
    yahut vakit olmadı..

    behçet necatigil-sevgilerde.

    Gizli Sevda...

    Hani bir sevgilin vardı
    Yedi sekiz sene önce,
    Dün yolda rastladım
    Sevindi beni görünce.

    Sokakta ayaküstü
    Konuştuk ordan burdan.
    Evlenmiş, çocukları olmuş
    Bir kız bir de oğlan,

    Seni sordu.
    Hiç değişmedi, dedim.
    Bildiğin gibi...
    Anlıyordu.

    Mesutmuş, kocasını seviyormuş.
    Kendilerininmiş evleri...
    Bir suçlu gibi ezik,
    Sana selam söyledi.

    behçet necatigil-gizli sevda.
    11 ...
  51. sözlüğün neredeyse tamamının arıza olması

    1.
  52. ben de dahil birçoğumuzun içinde bulunduğu durum. hayatta ağır kırgınlıkları, küsmüşlükleri, içine atmışlıkları olan ve bunu yüksek sesle dillendirmeyen duygusal insanlarız. biliyorum burada herkesin bir şeylere takıntısı, arızası, balataları sıyırmışlığı, ağzının yanmışlıkları, pişmanlıkları, ders almışlıkları var. çoğumuz mutsuz insanlarız, gülüyoruz ama içimiz rezil perişan çokça kanayan. kimseye anlatmadığımız şeyleri yazıyoruz buraya, kimse okumasın, yaptığım arızanın kokusunu kimse duymasın istiyoruz. bu bizi rahatlatıyor. iyi de ediyor. tutsan içine dert olan, aklını esir alan şeyi yakın arkadaşına anlatsan, bir tartışmaya bakar çözülmesi. yüzüne vurur. canın sıkılır. ipleri koparırsın. fakat onlar sana her derdini açar. sen de dünyanın en normal insanı gibi dinler ve tavsiyede bulunursun. halbuki arızanın ve derdin babası sendedir. o konuştukça sen dolarsın bozmadan. neden? çünkü gelip buraya yazacaksın, içini patır patır dökeceksin ve o bilmeyecek. aleyhinde kullanamayacak. misal berberde tıraş olurken ''o kızı hala unutamadım, her gece sabahlara kadar onu yazıyorum, anıyorum, ona içten içe sitem ediyorum'' desen tıraşı değişecek, saçlarının ahengini bozacak. sinir olacaksın haftalarca. aynaya bakınca küfür edeceksin hem kendine hem ona değil mi? o yüzden buraların arızalısıyız biz, ne yaparsak kendimize. en azından yüreğimiz ve aklımız başkasının suistimaline uğramaz. bu da zaten yeterince monoton ve sahte olan hayata karşı bir duruş, hatta büyük bir tepkidir. bu yüzden dibine kadar arızalı ve takıntılı bir sözlük yazarıyım. benim arızalarım ve takıntılarım sonucunda ortaya çıkanlar birçok kişinin maddi kazancı, mutluluğu ve huzuru olsa da. arızaya bağlayarak gece gündüz yazarım, önce kendim için...
    8 ...
  53. aşkı yüreğinde yaşatanın erkek olduğu gerçeği

    3.
  54. cinsiyetçi söylem olarak algılanmamalıdır. kişi kendinden bilir işi. ayrıca düzen bu. kadın, tercih eder diyoruz ya hep işte tercih eden kadının etrafında birçok kişi vardır, tercih edilmeyi bekleyen. ve kadın bu alternatiflere çok fazla direnemez, direnmek istemez. birini seçer. dibine kadar ayrılığı yaşayacağım, yalnız kalacağım ya da onun aşkını yüreğinde yaşatacağım, ondan sonra kimseyi kolay kolay sevmeyeceğim demez. kısa ve net olay budur. erkeğin durumu belki alternatifsizlik olarak algılanabilir ama herkes için geçerli bir kavram değil bu inanın. doğasında daha fazla kırılgan ve duygusal olan erkek, bu süreci daha çok kırıldığı ve sevdiği için uzun bir süre daha içinde yaşatır. size belli etmese de durum budur. hatta daha da acayip bir şey söyleyeyim, erkekler siz ondan ayrıldıktan sonra daha çok sever, kemiklerinin arasında azıcık boşluk bile olsa öylesine doldurur ki iliklerine kadar aşık olur size. tahmin dahi edemezsiniz. bilin istedim.
    4 ...
  55. aşık olduğun kişiye yazmayınca daha az üzülmek

    1.
  56. zaten üzülme kotasını çoktan doldurmuş bir kalbin ''artık yeter'' demesidir. araya kocaman bir yıl girdi, ben ayları sayamadım. saymaya başlasam daha çok özlerim ve kendimi tutamam diye de korkar oldum. öyle kırıldığım zamanlar oldu ki onunla görüşmediğim her gün, hafta, ya da eylül, ekim, kasım, aralık, ocak, şubat, mart, nisan, mayıs diye devam eden ve mermerleşen yalnızlığım üzüntümü bir nebze olsun dindirdi. öyle zamanlar oluyor ki yazayım bir şeyler diyorsun ama elin gitmiyor, ellerin öylesine ağır ve masif ki yüreğin bile itemiyor onları, kalakalıyorlar gecenin karanlığında. o bilmez, anlamaz, hissedemez senin kadar yokluğunun ağrılı taraflarını, kırılan gururunun kolunu kanadını da kırdığından haberi yoktur. bari yüreğim daha az kırılsın, sureti daha yavaş kaybolsun gözlerimin önünden, acıtmasın kelimeler canımı diye çekilirsin işte. çekilirsin kendi kabuğuna, zaman çizerek geçer her yerini, kanatır, kanatır da tek kelime yazmazsın. avuçlarının içine baka baka unutmaya çalışırsın. sen yine aşkın mağlubu, sen hüsranı dudağında saklayan, acısını içinde yaşayan, kelimelerine küskün ve sana kurduğu cümlelerin ucu açıklığını özleyen sen! ve sen, sadece ellerini iki yana salarak sevilmemişliğini ve acı sözlerini unutmaya yosun tutan duvarların dibinden usulca geçersin...
    4 ...
  57. sevdiğin kadından umudu kesmek

    1.
  58. bak bir kere alışkanlıkların değişiyor, oturman kalkman, gökyüzüne bakman, sabah uyanman, gece uyuyamaman, yolda yürümen, konuşman, suskunluğun, yemen içmen, düşünmen, insanlara olan uzaklığın ve büyüyen bir yabancılaşma, güvensizlik, hedefsizlik, boşvermişlik, darılmak, kızmak içten içe kızmak, günden güne yıpranmak, kırılmak ve daha fazla kırılmak...hiç üzülmez mi bir insan, hiç duymaz mı yüreğindeki milyonlarca isyanı, ortak olmaz mı bir gecelik hüznüne? olmaz, olmuyor. kalbinin üzerinde el var kemikli, pek de iri, fonda koyu renkte gerilmiş bir gece, kuru ağrılı aşk, silkelensen içinde hafriyat çalışması devam eden koskocaman bir enkaz. her gece deli eden özlemiyle boş duvarlara bak yastığın üzerinden, şu hasretim neden diye sor, çıkmazlarına küfret, umudunu kesmek biraz daha net. dönmeyeceğini kabullenmek, direnmek ile direnmemek arasında gidip gelmek, bikarar düşünürken kirli spor ayakkabılarının mütereddit adımlara dönüştüğünü görmek, işte bunun adı ya ihanet ya da illet. bu kaçıncı gece bilmiyorum umudu sigaramla beraber yakıyorum, bu hayal kim, kim bu resimler, nedir bu 97 basamaklı bakkal yorgunluğu, eriyip giden seneler, kimin bu elime solan güller, hani nerede dönecek diye beklenen günler? ve durmak, en çok durmak, hareket etmeden durmak, omuzların yağmur oluğu, içinde onun eskiyen soluğu ile durmak. ve şimdi kirpiklerini düşünmek, kapkara tüller gibi kapanan kirpiklerini kirpiklerinde hissetmek, yüzüne derin çizgiler inmeden umudu kesmek....
    9 ...
  59. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük