Bu olaya sevinmek acizlik ve aşağılık kompleksinin birer ürünüdür. Sözlük için söylemiyorum, burada görmedim. Fakat haber sitelerinin yorumlarına veya sosyal medyaya göz attığımda bu konuya bir çok insanın “hep bize mi olacak, onlara da olsun” tarzında düşünceleri olduğunu görünce üzülüyorum. Devlete zarar gelmiyor ki, olan senin benim gibi vatandaşa oluyor. Herhangi bir insanın sırf ABD toprakları içerisinde yaşıyor diye ölümüne sevinmek nasıl bir komplekstir?
Bunun benzerini bir gün cuma hutbesinde duymuştum. imam israil’in oradaki vatandaşların tepesine yıkılması temalı bi dua etmişti, bütün cemaatte yüksek sesle amin demişti. Anlamak güç, israil’i, politikasını, hatta dinini sevmemek veya nefret etmek neden orada yaşayan herhangi bir vatandaşın ölmesini istemeye iter ki insanı?
bu kadar güzel başlayıp, bu kadar güzel ilerleyen bi hikayeydi. sana hep çok güzel bi hikayemiz olduğunu söylerdim. öyleydi de. ama öyle boktan bi son oldu ki. bütün hikayenin ağzına sıçtın.
bugüne kadar bütün aşk/sevgi hikayelerini çok saçma ve komik gördüm. biri için yazı yazmayı, birini bu kadar çok sevmeyi hep saçma buldum. biri için günlerce acılar çekenleri yapmacık buldum. şuan öyle bi durumdayım ki tükürdüğümü yalattın bana. resmen acı çekiyorum ve sanki bi bok olacakmış gibi bunları yazıya döküyorum. o kadar çok nefret ediyorum ki senden, bi o kadar da seviyorum.
yazıma duygu falan katmıycam, yapmacık cümleler kurup okurların duygulanması da zerre umrumda değil. sadece aklıma gelen cümleyi kurucam o kadar. o kadar çok acı çekiyorum ki, canım acıyo ya bildiğin. sanki biri canımı acıtıyo. öyle bi hale soktun ki beni, bi o kadar güzel bi hikaye. bi o kadar da keşke hiç olmasaydın diyebileceğim.
n'olur çık artık aklımdan. n'olur yalnız bırak beni. izin ver unutıyım seni. izin ver hatırlamıyım, izin ver artık acı çekmiyim.
nadir görülen insandır. en azından türkiye gibi bi yerde, ben rastlamıyorum. burada benim gördüğüm insanlar dışarıya yalnız çıkmaktan nefret eder, kendimizi öyle ezik bi birey olarak görüyoruz galiba. belki asosyal, belki acınası. ben de öyle görüyorum sanırım. ama bu düşüncenin hastalıklı bi düşünce olduğunu düşünüyorum, kafede yalnız oturan insan olmak isterim ben. ama bi takım toplum baskısı bunu yapmaktan alıkoyuyor galiba beni. mesela yukardaki yazarın "kendisi için cidden kederlendiğim insan tipidir." demesi gibi. bi başkasının sizin hakkında ne düşündüğünü ne kadar önemsersiniz bilmem, ama ben bi başkası tarafından benim hakkımda böyle düşünülmesini kafaya takardım.
bir müslüman olarak söylüyorum ki mükemmel bi ülke olurmuşuz, valla.
edit: ha bu arada "ateist bir ülke" olmaz, nüfusun ateist olduğu bir ülke olur. ülkelerin dini olmaz. ama demek istediğini anladım ona göre entry girdim.
sizi anlamak güç. bu soruya "ol dedi oldu" diye cevap verilir mi? hayır, ben müslümanım ama bu kafa yapısı yüzünden zaten türkler osmanlı imparatorluğunda dahi 3 kıtaya hükmetmesine rağmen bilim/matematik/fen alanında hiçbir şey yapamamışken kıçı kırık 500000 nüfuslu ülkeler çatır çatır ilerlemiş bu alanlarda. yahu ne ol dedi oldu'su? şu anda baktığın gördüğün her şeyin bilimsel bir açıklaması var. bigbang'in, yıldızların, süpernovaların, gezegenlerin, kuyrukluyıldızların, asteroidlerin, gazların, maddelerin, karanlık maddelerin... bu örnekleri daha yüzlerce çoğaltabiliriz. bilimsel olarak araştırmak varken "ol dedi oldu" deyip köşeye çekilmek de nedir? o zaman ne gerek vardı bu evrendeki olağanüstü uyuma? her şey ol deyince olsaydı. kullanmayacaksanız o kafayı niye taşıyosunuz?
ezel nerde, içerde nerde? kıyas yapayım bir yerde diyorum ama yapamam. böyle oyun mu kurulur yahu? neymiş mert müdür'ün gülümsemesini görüp şüpheleniyormuş sonra oyunu bozuyormuş. hadi canım sen de. mert'in bu kadar akıl dolu olmasına mı yanayım, müdürün içeride köstebek olduğunu bildiği halde kamyonun içinde öküz gibi güldüğüne mi yanayım..
güzel dizi eyvallah, heyecanlı da. izlettiriyor kendini. ama ezel ile kıyas yapmak istiyorum ben artık. çıta biraz yükselsin istiyorum. bir döngüye girdi dizi. müdür ve sarp sürekli oyun kuruyor, celal ve mert'te oyunu bozuyor. bu böyle mi devam edecek finale kadar. şu senaryoyu biraz genişletin, farklı alanlar tanıyın. ufak ufak başlayın, ne biliyim önce itibarından yoksun bırak, daha sonra adamlarına zarar ver, çalıştığı insanlara oyun oyna kazan. celal'e direk tırmanma ki seyirci de zevk alsın. bölüm olmuş 3, ben celal'e katlanamıyorum artık, bu akşam alıyoruz içeri, suç üstü yakalanacaklar bilmemne. getirin abi şuraya Kerem Deren ve Pınar Bulut'u. izleyin ondan sonra 5 kat oyun nasıl kurulurmuş. oyun içinde oyun görünce deliriyorlar. kerem'in bi senaryosuyla kalpten gidersiniz.
ha bir de, müdürün çok acı bir ihanete uğradığını ve 20 senedir intikam peşinde yaşlandığını falan düşünüyorsunuz. geçmişe bir dönüyor dandik bi olay. söyleyeceklerim bu kadar. standart türk dizisinin üstünde, kaliteli ama mükemmel olmayan dizi.
kimse hayallere dalmasın, m.united en az 3-4 fark atar. m.united'in son maçlarına baktığımızda az gol attığını farkediyoruz, bu maç m.united'in patlama maçı olur. h1 banko.
kendisini tanımam etmem, internette araştırma yaparken bir köşe yazısı denk geldi. belki birkaç bilgi öğrenirim diyerekten girdim ki normalde sabah gazetesiyle kesinlikle alakam olmaz. dediğim gibi, araştırma bilgisi. gördüğüm en aptalca köşe yazısını okudum. tevellüt 1334 diye. okumaz olaydım, bir daha bu ismi gördüğümde kesinlikle okumadan teğet geçerim. tarih bilgisi olmayan bir zatın sırf geçmiş yıllardaki hükümetleri karalamaya çalışma amacıyla at yalanı sikeyim inananı modunda 2 kişi beni ciddiye alsa kâr kârdır diyerek (ki 2 kişi az kalır, sabah gazetesi okuyan kitleyi düşününce okuyanların %70-80'i ciddiye alır.) zorlama yazılmış bir yazı.
2.bölümde anladık ki Kebapçı Celal Karabaş karakteri oldukça kötü bir karaktermiş. polis vuran, çocuk kaçıran bir mafya babası. fakat benim kendi düşüncem Celal karakterinin bu denli kötü olmaması gerekirdi. Alemin kralı olsun, kötüye cezasını versin. Ama haklının da yanında olsun isterdim. Özünde iyi birisi olsun. Böylece, diziyi iki haklı koldan izleme fırsatı bulmuş olurduk diye düşünüyorum. iki tarafta kendine göre çok haklı sebeplerle karşı karşıya olsunlar. Karakter kötü, ama sebepleri olsun isterdim. Onu bu kötülüğe iten bir unsur. Aslında tam manasıyla bir Ramiz Dayı performansı bekledim.
Aynı şekilde Rıza Kocaoğlu'nun oynadığı Davut karakterinde de Temmuz'u aradım ne yalan söyliyim. Ama daha cıvık bir karakter, daha herkes gibisinden bir karakterle karşımıza çıktı.
Diziyi çok Ezelleştirmeye çalıştığımın farkındayım.. Alışana kadar bu böyle olacak sanırım. 2. bölümde geçen şu diyalog da güldürdü:
-Birinin polis olduğunu nasıl anlarsın biliyor musun?
+Nasıl?
-Basit, polisliğinden şüphe ettiğin adama sorarsın; sen polis misin?.. Polisim derse, sık kafasına. Ki zaten demez hahahaha. Hayır, polis değilim derse de, inkâr ediyordur. Yine sık kafasına.
+Peki ya hiçbir şey söylemezse?
-Bak bunu hiç düşünmedim... ama sen yine de sık kafasına.
dizinin ilk bölümünü izleyince beni mest etmiş dizidir. galiba 7 yıl sonra nihayet ezel başarısında, ezel tarzında bir dizi görebileceğiz. senaryo the departed filminden esinlenmiş sanırsam. ilk bölümü bana ezel'i anımsatmaya yetti. flashbackler, flashforwardlar, köstebekler, oyun içinde oyun kurmalar. özellikle kebapçı celal'in ömer denen denyoya "benden öğrenecek çok şeyin var yeğen" lafıyla tuncel kurtiz'e selam çakmış olması da ayrıca gözüme çarpmadı değil. hadi bakalım, neden olmasın?
tutması halinde atv ya da star'ın alacağı dizi. rez alın.
çok daha güzel olabilirdi dediğim film. filmin ilk başlangıcı, 45 saniye sahnesi her izlediğimde tüylerimi diken diken eder; çok başarılı başlayan sonra yavaş yavaş bozan film bana göre.
konu harika, işleyiş sıkıntılı hafiften. Mesela askerlerin telefonla görüşme sahnesi vardır, harika bir konu ama o hüznü geçiremiyor karşıya. Yüzbaşı başta çok güzel gayet cool ama bi yerden sonra alaycı hareketleri sıkmaya başlıyor. Çatışmanın son sahnesinde terörist içeriye girip yüzbaşına kurşunu sıkana kadar arkadaki ne bok yiyiyodu diye sordurttu ayrıca.
Bir de: başrol oyuncumuzun bedelli askerlik yaptığından yakınan biri var, o mümkünse film izlemesin.
aha ben! abi yok böyle bir hastalık ya. bu tam anlamıyla nadir görülen bir hastalık. girilen entry azlığından da anlayabiliriz ama benim gibi başkalarının da olduğunu görmek bi nebze sevindirici. çünkü etrafımda hiç yok bu güruhtan, kim olursa olsun ilk defa da olsa bir yere gidecekse şak! diye bulunur mu ya? ben 10 kere gideyim 11. kez kaybederim. kendi evimin yolunu kaybetmişliğim de vardır çok şükür. bir de farklı şehre gidicem orada gezicem falan, şaka mısınız? gps olmadan asla..
edit: bir de aklıma ne geldi. konuşma arasında geçer, bazen bir bina ya da bir market, avm ile ilgili örnek verilirken ne kadar uzaklıkta da olsa insanların eliyle konumlandığı yeri gösterdiklerini gözlemledim. sonra bunun üstüne giderek istanbul'un bulunduğu konumu sordum ve hiç düşünmeden hangi rotada kaldığını eliyle gösterdiğini gördüm. şaka galiba? ne istanbul'u be kardeşim ben karşı marketi gösteremiyorum 5 dakika düşünmeden.
Bana konuşma diyorlar, yani ne bileyim abi benim soyadım Serbes. Ben rahatım abi, benim sülalem Serbes, sonuna T bile koymamışız, o kadar rahatız.
-emrah serbes