- Kaldır o sandığı da kaldır, toz ve eskiden başka bir şey bulmayacaksın ki altında...
iç sesinin susması için tanrıya bir kez daha yalvardı... elini attığı tüm çuvallardan, hurç ve sandıklardan,iç içe geçmiş o bütün tahta ve karton kutulardan, istedikleri dışında herşey çıkıyordu. o ise isteğini yitirmeden karıştırıyor, omuzlarına bazen boğazına kadar içeri girmek zorunda kalsa da tüm kutu ve sandıkları boşaltıyordu.
Elleri ve hatta dirseklerine kadar toz içinde, ağzını bulayan çamura kolunu siliyor... kolunu çamura siliyor, bir hata yok burada, çünkü sanki ağzı çamurla dolmuş hissi, tüm damağına yayılmış onun.
sol ve sağ yanında neredeyse oturma halinde kendi boyunu bulacak kadar üst üste birikmiş, rengarenk ve farklı eskilikteki anı ve düşünce yığınlarına bir daha baktı. "-Sizler benim ürünüm olamazsınız! Yakacağım hepiiiinii-!?!"... (histerik bir kahkaha veya çığlık uygundu buraya, ama boğazı kurumuş - kumdandır.)
- Salaksın sen biliyorsun değil mi?
hayat onunla hep dalga geçmişti, farenin oynadığı bir peynir gibi. O, fare olamaz. çünkü farenin şansı, kedi fare oyununda, peynire kıyasla daha yüksektir, peynir ya kapanda, ya da farenin ellerinde, delik deşiktir. kokulu bir peynir... Ah bu Anıyı hatırlıyordu, kokmuştur biraz, doğaldır. Eskidir kendileri, çok eskidir. bak nasılda sağı solu keskin, kim bilir ne kadar deldi ve yaraladı o sandıklara girerken. Neyseydi, onu da yakmalı.
bir o bir bu, biraz şu ve sonunda istemeden bir dolma kalem geçti eline, mavi renkte. mürekkebi tükenmeyen bir kalem. "Ah seni ne çok özlemiş, ne çok sevmişim. rengini, seninle yaşadıklarımı. senle sana yazdığım şiirlerimi. hatırlıyor musun? bir anı defterinin kenarına zincirlemiştim seni. Gr-i."
- Hatırlamaz mı bak nasıl da gülüyor sana!.. Delisin.
"Belki de senle yazdığım bir şiiri söylemek istersin. Ben unutmuşum da". Kaleme baktı, sonra tekrar sandığa. iç sesi duymazdan gelerek, kalemi kulağına götürdü ;
"küçük bir rüyayım ben
bir senin gördüğün
aslında olmadım burada
beni sakın arama
çok uzun gibi geldim
ama gerçek değilim
minik mavi bir çiçeğin
açtığı bir rüyayım ben
içine doğdum belki
sadece senin bildiğin
çok uzun gibi geldim
ama gerçek değilim
tekrar görmek için yattığın
arkası olmayan bir rüyayım ben
rengarenk geçitler verdiğim
hep sonunda bittiğim
çok uzun gibi geldim
ama gerçek değilim
küçük mavi bir rüyayım ben..
en çok seni özleyen"
Kalem sustu sonra. onu rafa koydu, aramaya oturduğu şeyleri tekrar kurcalarken, bir çokları eline battı, dikenli. bir çokları kesti kollarını. bunların hepsini bir kenara koydu. tüm anıları ve düşüncelerini üstüste aynı yere koydu. karşısına kalemi koydu.
hepsini topladım. hep birini bir yaptım ve o bir, sen etmedi.
uluslararası göçmen tanımına uyan bir göçmenin, yolculuğuna başladığı (veya yaşadığı)kaynak ülkeden, yolculuğunu en az 1 yıl kalmak kaidesiyle,tamamladığı ülkedir.
yasadışı yollardan giden kaçak göçmenlerin, transit ülkede yakalanıp, kaynak ülkeye geri teslim edilmesi ile ilgili olan, uluslararası bir antlaşma türü.
türkiye ve ab ile ilgili olarak ;
--------------------------------------
Yasadışı göçmenlerin ülkemizden geldikleri ülkeye iadesi veya ülkemizden diğer bir ülkeye yasadışı geçiş yapan yasadışı göçmenin ülkemize kabulü konusunda yaşanan olumsuz durumların düzeltilmesi, ayrıca iade prosedürünün yasal bir zemine oturtulması gereği doğmuştur.
AB tarafından ülkemizin kaynak ve hedef ve transit ülkelerle Geri Kabul Anlaşmaları imzalaması beklenmektedir. AB’ne adaylık sürecine kadar olumsuz olarak bakılan bu konuya, adaylık süreci ile birlikte farklı bir ivme kazandırılmıştır. Bu çerçevede, öncelikle kaynak ülkelerle, daha sonra da aşamalı olarak transit ve hedef ülkelerle geri kabul anlaşmaları imzalanması politikası güdülmektedir.
Ülkemiz, kaynak ülke pozisyonunda olan iran, Pakistan, Bangladeş, Afganistan, Irak, Hindistan, Suriye, Çin H.C. ve Sri Lanka’ya, transit ve hedef ülke olan Bulgaristan, Yunanistan ve Romanya’ya 2001 yılı başında geri kabul anlaşması teklif etmişti.
2002 yılı Nisan ve Mayıs aylarında Ürdün, Rusya, Tunus, Özbekistan, Moğolistan, Mısır, Kırgızistan, israil, Gürcistan, Etiyopya, Belarus, Sudan, Cezayir, Libya, Fas, Lübnan, Nijerya, ve Kazakistan’a da geri kabul anlaşmaları teklif edilmiştir.
Ülkemiz gibi transit bir ülke olan Yunanistan ile kendi vatandaşları ile üçüncü ülke vatandaşlarının geri alınmasını öngören Geri Kabul Protokolü imzalanmış ve uygulamasına başlanmıştır.
* Suriye ile yapılan görüşmeler sonucunda 10 Eylül 2001 tarihinde Geri Kabul Anlaşması,
* Yunanistan ile 8 Kasım 2001 tarihinde Geri Kabul Protokolü imzalanmıştır. Her iki Ülke parlamentolarınca onaylanan protokol uygulanmaya başlamıştır.
* Bulgaristan ve Romanya ile müzakereler sürdürülmektedir.
* Irak ve Afganistan’ın mevcut siyasi yapısı itibariyle ilerleme sağlanması mümkün görülmemiş,
* Bangladeş, bu anlaşmayı kabul edemeyeceğini belirtmiş,
* Diğer ülkelerden ise henüz bir cevap alınamamıştır.
Burada önemle vurgulamak gerekir ki, öncelikle Ülkemizi transit olarak kullanan yasadışı göçmenlere kaynak olan Ülkelerle geri kabul anlaşmaları imzalanmadan hedef ülke konumunda ki AB ülkeleri ile bu yönde anlaşmalar imzalanması Ülkemize geri kabul edilen yasadışı göçmenlerin kaynak veya transit ülkelere iadesinde güçlüklerle karşılanmasına neden olacak ve bu yabancıların Ülkemizde barındırılmaları ile iaşeleri konusunda sorunlar yaşanacaktır.
---------------------------------
alıntıdır, kaynak : YASADIŞI GÖÇ, iNSAN TiCARETi VE iLTiCA
ing. Frontex, the EU agency based in Warsaw, was created as a specialised and independent body tasked to coordinate the operational cooperation between Member States in the field of border security.
AB'nin, Merkezi varşovada bulunan, avrupa birliğine komşu üye devletlerin sınırlarda güvenliğini sağlayan, özelleştirilmiş ve bağımsız harekatsal ortak çalışmayı düzenleyen, dairesi.
3 Ekim 2005 te hizmete girmiştir.
son günlerde, ab ye gelen göçler ile aşırı ilgileniyor dolayısı ile duyuyoruz ve türkiyeyi "Geri kabul anlaşmasını" kabul etmemekle suçluyor. aynı zamanda, organ raporlarına göre, AB ye kaçak giren insanların yüzde 64'ü yunanistan üzerinden giriyormuş. hmm ilgünç.
nil karaibrahimgilin hayran bırakan gizli bir çalışması...
sözleri ;
Aptal Kovboy
(kısık bir ses)başla..
Hadi gel bebeğim şöyle çölde bir turlayalım
şurada bir bar var orda arkadaşlarımaahahahahhaah(nil yarılır)"bi dakka dur dur, tamam en baştan bir ki üç"..
hey bebeğim hadi gel şöyle çölde bi turlayalım
şu barda arkadaşlarım var onlara uğrayalım
hem bişeyler içeriz hem iki laflarız
çok tatlı çocuklardır
uzun zamandır tanırız birbirimizi
ben aptal bir kovboyum
ama sana a-şığım
evimde yok ça-talım
evimde yok ka-şığım
ben aptal bir kovboyum ama sana a-şığım
evimde yok ça talım evimde yok ka-şığım
hey bebek sene vinde çatalı kaşığım olmamak ne demek biliyor musun ha!
fakir bir hayatım var
seninle çölde turlamak kadar
bara gitmek kadar...
daha güzel bir şey yok bebeğim
hadi gel biraz daha turlayalım
ben aptal bir kovboyum
ama sana a-şığım
evimde yok ça-talım
evimde yok ka-şığım
ben aptal bir kovboyum ama sana a-şığım
evimde yok ça talım evimde yok ka-şığım.
-------
edit: geç gelen mantıklı uyarı üzerine başlık düzeltildi. remote klavye kullanıyorum, arada kimi tuşların basımını geç algılıyor.
teğet hayatlar yaşıyorsun. anlat anlat karşıdakine, tanıtmaya çalış kendini, başar ve git. teğet hayatlar, ne değiyorlar birbirine ne birlikte, iç içe, ne de içinde. anda rastlıyor, gülümsüyorsun sebepsiz. "ne kadar ahlaksız yalan söylemek?"!? ; sebebi var gülümsemenin. insansın. ama teğet hayatlara gülümseyen bir insan. bedava bir buket çiçeği tek tek dağıtıp, insanların ellerine tutuşturup gitmek gibi. Dost ediniyorsun. yanına koyuyor, geçirdiğin zamanı doyasıya dolduruyor ve sen kadar senin gibi düşünen vehatta mimiklerini paylaştığın dostların oluyor. iki bilemedin üç vakte kadar değişen, başkalarının "beni" olan ve seni gömen dostlar. teğet dostlar ediniyorsun. gideceklerini hissedemeden, bilemeden, unuttuğunu sandığın.
bir heyelanın önüne katıp götürdüğü teğet aşklar yaşıyorsun. ya da aşk yaşıyorsun ama hep bitecek korkusu içinde. yaran kabuk bağlamış eski bir etik de olsa, sen kaşıyorsun. aşkını kaçırıyorsun bir hızlı tren mesafesinde. yıldızlar kadar çok "seni seviyorum".
"teğet aşk en zor olanı olsa gerek" dedi, fikirlerinin dışavurumunu güçlüleştirdiğini düşünerek. sağ elinde bitmeye yüz tutmuş bir adet sigara. uçup odanın tavanında sevişen duman ve dudağının kenarında minik bir gülümseme. özlem insana sırtını döner mi?
bilemem.
bilemediğimi gördüğüm zaman ise daha çok üşürcesine,
bir bina ettim ellerimle, seneler
biriktirdiğim tuğlalar düşlerim,
çimento harcım yalan benim.
görmeyen gözlerime eksen gerçekler,
aksi yansıyan bilinçaltımda heryerini gizledim.
seni dağıttım ben ellerimle, odamın tavanındaki dumanın içinde.
şairane konuşuyorsun!? insan kendi kendine şairane konuşmamalı. yoksa kendine de teğet geçer zaman bunu bilemeyecek kadar genç değilsin. varlığının yokluğunu düşlediğini biliyorum. gideceğin yerin bileti veya tarifesi yok, vehatta eğer olsaydı bir sigortası sen gitmezdin. ya düşünülmezse olmamışlığım korkusuyla donanır, ellerine aldığın kalemi silah yapardın. dostların var senin. sana bendenden daha yakın dostların. ama gösteremezsin en içini, teğet geçecekler korkusu belki de en sahtesi.
dağıtılır mı mutluluklar sabah ezanında? ya da korkuyla yüzleşmiş bir iki ufak gün tanesi, tacında parlak parlak bekler mi seni?
soru sorardı düşüncelerini açmak için!? korktuğu nesne kendisi ve varlığı en çok. dağıtabilen bir iskambil kulesini ya da tekrar yapabilen. zamana yeniden yapılandırmayı sığdırdığında, sana en gerekli olan, medyan mutluluğu sağlayacak amortisman katkısı. biz bunlara gülücük diyoruz. bir buket çiçek içerisinde, tek değeri önemsiz bireydir gülücük. öyle dağıtmalısın ki, dikene razı olana gül, gülü bekleyene sümbül vermelisin. vermelisin ki delilik kadar sana uzak olan teğet düşünceler, onların akıllarında şekillenmeli ve sana geri dönmeli.
bencil değilim. geri dönüşler için gülmedim hiç hayata ve ben bu parmaklarda dokunduğum kadifeyi hiç unutmadım. anılarımı canlandırıp, içinde yüzebilecek kadar geniştir atölyem. yeter ki çal kapısını. göreceksin sana da güleceğim.
sen dağıtacaksın yalnızlığı, bense korkmaya devam edeceğim. ta ki düş atolyemdeki çekiç sesleri, tüm mezhepsiz korkuları bastırana kadar. varlığınla şenleneceğim. yalnızlığımı ekip, seni biçeceğim.
size kafa atmak için geliyorsa işiniz çok kolay. tecrübelerime dayanarak belirtmeliyim ki, bir ahtapot yüzerken çok kısır bir haraket kabiliyeti sergiler, öyle ki, kafasının üstüne doğru elinizi uzattığınızda, önündeki engeli ilk 30-40 saniye farketmeyecek, yüzmeye ve sağa sola dönmeye çalışarak korkunç zaman harcayacaktır. dolayısı ile de saçmalayacaktır.
ahtapotların en büyük organları kafalarıdır, ve kafa atamazlar.*
Günlerden bayram, dedeyle oturuyoruz. Uzun ömrü daha da uzun olsun, ve tatli, 77 yaşında.. Eve 3 hanım geldiler, biri yaşlı, biri orta biri ben yaşlarında. Orta yaşlı olan "Sen büyüğün oğlu musun?" , he dedim, en büyük erkek torun benim, siz kimsiniz?, "Eniştem anlatır, sahi o nerede? Camiide mi?", yok dedim gelir şimdi.
oturduk.
Saatler gibi geçen bir 4 dakika, konuşmuyorlarda. neyseki işkenceyi uzatmadan dede girdi içeri, endamı omuzlarında.
"Hoşgeldiniz kızım.." .. Elini öptürür..
biraz bakışmalar.. içerde nahoş bir hava var sanki cenaze getirmiş bu hanımlar. Sinirlerim boşalacak ama bekliyorum.
Aklımda dönenler; enişte dediklerine göre babanem tarafından olsalar, ama hiç benzemiyorlar. Hem hiç yoksa onlar kendilerini tanıtmaya meyilli olurlar. Kesit: "Vaaay, Borcu büyümüşsün, bak ya kocamaaan adam olmuşsun, şuncacık velettin traktörde gezdirirdik seni, heheeyt nasılda unuttu şimdi bizleri değil mi? değil mi?" -bakışmalar, gibi.. Ama bunlar, "Eniştem anlatır." Gizem yarattılar pek bi.
Sonra laf açıldı inceden, dedem sordu "Kahve ister misiniz, yapayım size?", "ıh" dedi yaşlı olan zar zor, ortanca hemen girdi lafa "Enişte biz aslında hayırlı birşey rica etmeğe geldik ama rahatsız etmedik inşallah?", "yok" der dedem böyle sorana, rahatsız etmezsiniz onu, rahat adam..
Yine orta yaşlı olan "Şey, biz eğer müsaade edersen, Annemi vefatında ablasının mezarına gömmeğe izin almak için geldik. Hani toprak mülkü sende ya". Dedeme baktım, ne diyor bunlar gibilerinden, babanem öleli 3 sene olmuştu eni konu. ama..
bir sessizlik... Bir kaç farklı dilde düşündü dedem sanki cevabı. Sonra dikkatli bakınca farkettim gözleri yaşarmıştı. Cevap vermedi. Orta yaşlı hanım yine ;
"Genç adam Halilin oğlu heralde değil mi enişte? Kocaman olmuş, ee tanımadı da bizi, senin anlatman daha uygun olur dedik." Dedem kararı yakışıklı bulmuş gibi ; "Bu hanım -Göstererek yaşlı olanı- Benim ilk eşim "meleğin" kız kardeşidir oğul."
Dumur..
-Senin bir ilk eşin olduğunu ilk kez duyuyorum dede.
"Duymaman normal oğul, 39 ay evli kalabildik." Gözlerinde ki yaşlar artık iyice belirgin oldu sanki. Koca adam.. heheyt saymış bir de, "39" ay diyor.
hafif boğazım kurumuş, -eee? dedim ama -eeaeea gibi çıktı, bozmadılar.
"Eeesi dedi ortanca olan, benim teyzem -yanındakini göstererek- yani annemin ablası, Melek Teyzem, senin deden askerdeyken vefat ediyor."
bir esinti oldu odada. biraz soğuk biraz sıcak. Dedeme baktım, gözlüklerini çıkarmış mendiliyle siliyor gözlerini. Bir şey demesini beklemedim ama, anlattı hikayelerini. Kızı nasıl aldıklarını, nasıl evlendiklerini ve askere gitmeden karısının hamile kaldığını. Sanki dün gibi anlattı. Açıldı biraz konuştukça, garip misafirlerimiz de dahil oldular sohbete. Ve sonunda ;
"Öyle hakkedilmiş, sevmiştik" dedi dedem. Anlamadım ne demek istediğini. Saygı duydum meleğe -annemiz mi demeliyim-. 21 inde ilk çocuğunu doğururken bebek ile birlikte ölüyor. Dedem askerde o sıra 34 aylık bir çile o zaman askerlik. izne geliyor, karısı hamile kalıyor, geri dönüyor. Çok zor bir hikaye. Telefonları yok, msn, webcam....
Yaşmağını yollamış Karısı Melek. Onu çıkarıyor dedem, eski bir sandıktan. saygı duyuyoruz.
ve gidiyorlar.
Dedeme bakıyorum. Enseme elini koyuyor, "Ah benim koca cocuğum..." diyor, "Her kocaoğlan gibi bizde sevdik, Yalnız.." ekliyor, "Dikkat et, biz sevgimizi miras bırakırız."
kimi yapıtlarda iyi karakterler kadar, kötü karakterler de sevilmiş takdir toplamıştır. iyi ve kötünün amansız mücadelesinde, kimi kötü karakterler öyle karizmatik ve çekicidir ki, iyi olması için eğitilmiş vicdan ve insan bünyesi o karaktere içten içe destek vermeden edemez.
Bu konu hakkında sözlüğümüzün bir girisi olmaması beni derinden yaraladı sevgili okurlar. Dolayısı ile, sözlüğümüz için elzem olan bu eksiği, hemen bir teknik ile kapatma çabasına gireceğim.
erkek hayvanının en çok zorlandığı mevzuya bir açıklık getiren harekatlar bütünüdür. efendim elde hazır kıvama getirilmiş ve bir güzel tanışılmış bir kız varsa... bu kısım önemli öyle brad pitt neyin kadar yakışıklı değilseniz direkt çıkma teklifleriniz afedersiniz ama baş parmak orta ve işaret parmak kombinasyonu ile karşılanır.
çıkma teklifi anları oldukça özel ve zorludur. bunlardan şahsıma münhasır en sevdiğim taktiğimizi siz değerli sözlük okurlarıyla paylaşacağım.
efendim, önceden tanışılmış ve kıvamı yerinde olan kız kişisine ulaşıyoruz. gerek yüz yüze gerek telekominikasyon yoluyla olsun görüştüğümüz kıza nihayetinde çıkma teklifi edeceğimizden, reddetme riskini sıfıra veya en aza indirgememiz çok önemli. bu arada teklif edecek olan erkek, alacak olan kızsa mutlaka ve mutlaka reddetme riski vardır, bu kız kısmısının sağı solu yoktur. zira öne ve arkaya doğru genişler bunlar. hihihi komik esprilerimizden birini daha yaptıktan sonra, icraata geçelim:
kıza yakınlaşıyoruz (veya arıyoruz, msn, feysbuk etc.) önce halini hatrını soruyoruz, efendim son gördüğümüzden beri nasılmış neler yapmış, bu çok önemli, zira kıza onun sorunlarıyla ilgilendiğimiz imajını vermeliyiz bir kereye mahsus olmak üzere, anası ne demiş, babasıyla neetmiş, çarşı da ne görmüş kaç paraymış, bıkmadan dinliyoruz, olur da bıkarsak telefonu bir kenara koyuyor, içimizden 30 a kadar sayıyor, sonra alıp " hı hı yaa.." deyip telefonu bi 30 saniye daha kenara koyarak, bu süreyi geçiştirebiliriz. sonucta kız anlatıp bitirince, zamanın bizim için geçmediğini, sürekli dalgın olduğumuzu filan söylüyoruz, kız büyük ihtimalle - aaa noldu?" filan diyecektir, orda pat diye ( - seni özledim anam ondan dalgınım ) filan demiyoruz, sabrediyoruz, ve (- işte ne bilim ) filan deyip geçiştiriyoruz, o arada kıza boş vakti olup olmadığını, eğer varsa kendisine bir kahve ısmarlamak istediğimizi söylüyoruz, bakınız kahve önemli, hem kırk yıl hatırı var hemde olaya ciddiyet katar. kız o ana kadar telefonda (veya yüzyüze) genelde konuşan kendisi olduğundan , ilk ihtimal vicdan azabı duyar, 2inci ihtimal size daha çok anlatmak, afedersiniz kafanızı skmek ister ve çıkma teklifinizi kabul eder.
efendim buluşma yerine gitmek, orada erkenden bulunmak çok önemli, hafif parfüm sıkıyoruz, kendine bakma veya bakıyormuş gibi görünme (!?) çok önemli, bir kereye mahsus tırnakları filan törpüleyebiliriz, dişleri fırçalarız, kızlar bu tip şeylere çok dikkat eder. onu sevgili yapana kadar köprüsünden geçeceğiz efendim.
bir sonraki aşama sevgili olma isteği kısmıdır, o ana kadar kibar oluyor genelde kızı dinliyor, elimizden geldiğince onla aynı fikirde oluyoruz. haydi aslancıklarım biraz pc nin başından kalkın da şu taktikleri uygulayın, hadi bakim asosyallerim benim...
çaylakken yapıp edemeyeceklerinizdir. deneyimle haiz olunmuştur ki, bi bok yiyemiyorsunuz afedersiniz.
sıralayalım;
+ kaç gün çaylak olduğunuzu bilemeyebilirsiniz
- tam olarak çaylak olma sebebinizi bilemeyebilirsiniz, zart diye çaylak olursunuz çünkü.
+ 40 karakterden kısa entry giremezsiniz (bu ne lan?)
- özel mesaj atamazsınız,
+ bir derdiniz olamaz, örnek olarak neden çaylak olduğunuzu veya kaç gün çaylak kalacağınızı soramazsınız,
- sizi hangi modun çaylak ettiğini bilemezsiniz, bana kalırsa bu fonksiyon bir eksik.
çok acaip birşey lan. Oldum olası merak etmişimdir, kurşun acısını. Hani bir baba hindiye asılsam da,topuklarımdan yesem hesabı. Aklımdan geçmemiş değildir vesselam. Ancak buna o kadar kafa yormamışımdır, rüyama girmesi a acaiptir.
yolda yürüyorum, pekde işlek bir yolda, yanımdan iki bisikletli geçiyor (fantaziye bak sen), bu bisikletlilerden biri duruyor, zann! diye bir tabanca çekiyor! çok korkuyorum, böyle dizlerim titriyor, aha diyorum öldüm. Bir yandan da aklımdan "Ateş etmez heralde, çıkar cüzdanı filan diyecek" diye geçiriyorum. Amma rüyadaki hipne zınk! diye vuruveriyor susturuculu tabancaynan bünyeyi. Kaçem diye sıçrıyorum ama nafile, sağdan miğdeme saplanıveriyor kurşun. Hakikaten de hissetmiyormuşsun ilk başta, rüyaya bak deney gibi afedersin.
Anlamı da, kör kütük aşık olmaya delaletmiş. iyi de zaten kör kütük aşık biri bir daha nasıl olsun, di mi?
son zamanlarda dikkat çeken hadisedir. atılan mesajlar ulaşmamakta, bir kaç saat sonra gitmekte ve dahası, bir anda hat kesilmesi ve operatör servislerine bile ulaşamama hadisesi. kampanyalarda başarılı olan avea alt yapıda çöküyor mu ne?
dalış sporları yapılan bazı istatistiklere göre bowlingden daha az tehlikelidir. bunun sebebi kurallarının açık olması, ve sualtına inecek herkesin, ister acemi olsun ister en iyi derecen eğitmen, bu kurallara uymasıdır.
ancak kurallara uyulmadığı takdirde dalıcı rahatsızlanabilir. sualtında ilk kural yalnız dalmamaktır ve bu kurala uysa bile kişi, başka bir kuralı ihlal ederse, önce kendi sonra da grup arkadaşlarının canını tehlikeye atmış olur.
su altı hastalıkları sırasıyla;
sıkışma : basınç su altında, önce kulaklarımızı sonra ekipmanlarımızı ve en son da tüm vücudumuzu skıştırmaya başlar. bu sıkışmanın sebebi vucudumuzun 4te 3'ünün su'dan oluşmuş olmasıdır. sivinin siviya basinci olmaz.bu nedenle vucut genel olarak bu basinçtan etkilenmez. ama vucutta bulunan hava bosluklari ya da kullandigimiz ekipmanlarin bünyesindeki hava bosluklari, kismen de olsa bu basinç degisikliginden etkilenirler.
en önemlisi kulak, akciğer ve ekipman sıkışmalarıdır.
kulaklarımıza karada 1a yani 1 atmosfer basınç uygulanır, ancak sualtında her 10m de 1a basınç artacağı için, ilk suya girişte sinüslerimizde 1a olan atmosfer basıncı direk iki katına çıkar ve dışardaki 2a, içerdeki 1a yı sıkıştırır. o an dalgıç burnunu eliyle sıkıştırıp dışarı hava vermeye çalışarak, içe bükülen kulak zarlarını dışarı ittirir ve sinüs basıncını, ortam basıncına dengeler. kişi bu basıncı hissedeceği için canı acımadan önlemini alırsa sorun olmaz..
akciğer sıkışması; basınç altında akciğerler büzülecektir ve dalıcı nefesini tutuyorsa kulaklarını pompalamak için ihtiyacı olacak havayı akciğerlerinden alır, bu rezerv havayı doğru kullanmayan bir dalıcının sıkışan akciğeri onu sualtında istemsiz nefes almaya zorlayabilir. bu da su yutmak ile sonuçlanır.
ekipman basıncı en çok maskede olur, maskenin yüze yapışması, gözlerin dışarı pörtlemesine sebep olabilir, yukardaki yöntemle burundan verilecek hava bu durumu da engelleyecektir.
hipoxia ve anoxia: oksijen azalması, oksijen bitmesi: serbest dalışlarda görülür, normal hava alan bir insanda beyin eğer 4dk hava almazsa anoxia olacak ve ölecektir, ancak serbest dalıcılar nefes alma teknikleri ile bu süreyi uzatabilirler fakat dalışlarının sonuna doğru oksijenleri azalacak ve bir dakika içinde çıkmazlarsa bitecek, bayılacak veya ölecektir.
hipoxia azalması, anoxia bitmesi demektir.
oksijen zehirlenmesi: normal koşullarda bir insanın 2lt hava aldığını düşünelim. bu rakam sualtınaki basıncın artması ve ciğerlerin sıkışıp küçülmesi sebebi ile artan basınçla doğru orantılı bir şekilde artar. bu da vücuda alınan oksijen miktarını arttıracak, ve derin dalışlarda kişi haddinden fazla oksijeni beyninde göreceği için sarhoş veya zehirlenmiş olacaktır. bunu engellemek için 70metreden sonraki dalışlar karışım gazlar ve özel ekipmanlarla yapılır.
hava ve damar embolisi: basınç altında nefes almış dalgıç, nefesini tutarak derinlik değiştirirse, ciğerlerinde bulunan oksijen genleşerek akciğerlerinin patlamasına veya şekil bozukluğuna uğramasına sebep olacaktır.
üç türü vardır, mediastinel amfizem:mediastinel bölgeye; yani kalp ve karin bölgesine havanin toplanmasidir.
subkutam amfizemi:beyin ve omuz kismina havanin toplanmasidir.
pnömotorax:cigerlerin balon gibi sönmesidir.nefes alindiginda, hava bosluga dolar ve kalbi sikistirir.kalp durmasi olusur.kana hava karisir, agizdan kanli köpük gelir.kalp ritmi bozulur;cilt altindan çitirdama sesi gelir.ayrica kesik kesik öksürük ve nefes almama hali basgösterir. o2 tedavisi ve basınç odası tedavisi uygulanır.
azot narkozu: normal ve antrenmansız bir insanda 30 mtden sonra etkili olabilir. oksijen sarhoşluğu ile aynı sebeptendir. bu sefer azot miktarı çoğaldığı için kişi fazla cesur olabilir. yorgun, ilaçlı, alkollü dalınmamalı, 30 metreyi geçecek dalışlarda antrenman yapılarak gidilmelidir.
dekompresyon ( vurgun ): azot narkozu olabilecek kadar suda uzun durulduysa, (hissedilmese de azot kanda çoğalacaktır ve vucuda nufus edecektir) öncelikle ininen derinlikte belirlenen vakitten uzun durulmamalı, durulduysa da vucuttan n2 atılmadan yukarı çıkmaya başlanmamalıdır, aksi halde vucutta basınçtan çoğalmış ve sıvı hale geçmiş azot, derinlik değiştirmeyle birlikte gaz hale geçecek ve kişinin felç, bayılma gibi durumlara gelmesine sebep olacaktır.
deride kizarikliklar, kasinti, ellerde ve ayaklarda uyusmalar ve karincalanmalar, eklemlerde agrilar, eger beyinde kabarcik olustuysa duyularda bozulma meydana gelir.
tedavisi: iki adet aspirin ve bolca su içirilir ( kanin sulandirilip, azot kabarciklarinin takilmasini önlemek için). saf o2 tedavisi uygulanir ve deniz seviyesinden basinç odasi sevk edilir.
önlem olarak dekomprasyon tablosuna göre, çıkarken belirlenen duraklarda belirlenen zaman aralığı kadar durulur. durulmadıysa bile her dalis sonrasinda emniyet dekosu olarak 3 de 1 dak. deko yapilir.ayrica eskiden uygulanan hasta su yüzeyine çiktiktan sonra, tekrar dibe indirme yöntemi olan rekompresyon tedavisi uygulanmaz.
inanılmaz bir Haggard parçası. Çok sesli çok dilli, mükemmel lyric bir anlatım. Son haggard albümnün en nadide parçalarından biri.
buyurun lirikleri;
Quando coeli movendi sunt et terra
Quando coeli movendi sunt et terra
Dum veneris judicare saeculum per ignem
My son, now listen what I say:
Keep in mind what you have learned
Wrap your fingers ,round your sword
Maybe you will not return
Thousands that we once have been
Only a few are still here
I've to give this sacrifice...
... oh, the autumn brought us fear!
My life, my blood, my tears, my pain
I'm the guardener of thee
Through an axestrike I have lost
The ability to see
Now my child, your time hath come
Mercy - not, with those you'll harm
Wrap your fingers `round your sword...
( And the ones we love will fall
Like autumn leaves
On these endless fields )
... as the horn sounds the alarm!
Und als der Sturm begann
Als Fleisch auf Eisen traf
Hell wie er Glocken Klang
Die Schreie derer, deren Glück versagt
Mit Wunden übersät
Der Eichenhain ihm Schutze bot
Wie die Legende sagt
War dies des Vaters sich'rer Tod
Now, that all silcence was disturbed
The ground, as red as autumn leafs
Father Frost, the last they feel
On these mighty, endless fields
Quando coeli movendi sunt et terra
Dum veneris judicare saeculum per ignem
Hush hush, my child
Mother death is your bride
If you listen her song you will follow
So better beware
Let your senses take care
Your innocent mind will be hallowed
A step in the dark
(Meserere Dominus)
A secret to hide
(Rex tremendae majestatis)
A legend to tell
(Libera eas)
Drowned in the waters of time
(Miserere Dominus)
A secret to hide
He holds
Wisdom of ancient times
A parchment with numbers and rhymes
Fear speaks the spell to survive
The circle of druids - alive!
They all gathered in the night
Within the torches light
As their slumber did awake
So I did wish a thousand times
Mother Death would come to me
In her arms I will entwine
And I'm rising up to thee
Now my child, my time hath come
Mercy - not with those I'll harm
I wrap my fingers round my sword...
boğazlarda düğüm olan kelamları anlatmak istemek. düşünceleri simgelendirip, simgeleri harflendirip o harfleri dökmek, seslendirmek istemek. kalbinin en ücra köşelerinde bastırıp durduğun düşüncelerini de, aşkını, sevgini,nefretini de ses etmek istemek. rüyalarını, kabuslarını, tüm simgesiz tadlarını, aklından saniyeler içinde geçen anılarını dökmek istemek.
söylemek için önce istemek. bir başlayınca gerisini getirmek. susmak veya, susarak söylemek. tanrının kastlarını, elçinin tasvirini, anlayanın aklını, anlatmak istemek. görülerinin yansımalarını, ters dönen imgelerin adlarını, sanrıların varlığını, ispat istemek istemek. başlamak istemek.
anlattıklarını uçurmak. havada bırakmak, unutmak istemek. anlarının doluluğunu boşaltmak, tüm vücudun berelerini sarmalamak, sözlerin havada uçuşunu izlemek istemek. anlam arayan gözlere cevap eylemek, duymak isteyen kulaklara fısıldamak veya kendi kendine söylemek istemek. söyleyerek akıl tutmak, aklı tutmak, daha da söyleyebilecek olmak, istemek. delirmemek istemek.
anlatmaya başlamaya ramak kala, ilk harfin ses tellerinde üremesine, izin vermek istemek.
sana atlastan bahediyorum. o dünyanın en keko adamı olan, dünyayı sırtlamış götüren atlastan. benzetme o ya, o kadar kekodur ki heraklesin şu veya bu şekilde keklediği atlas, sırtlatmıştır koca yerküreyi. ne hissettiğini ikimiz de çok iyi bilmemize rağmen onun ama arkasından keko demek, bizzata edilmiş bir hakareti başkalarından önce zata ithaf etmek, olsa gerek. Kaldır kaldırabildiğin kadar yükü ki koca cihanı taşırken sen, sessizliğin çatlasın, yeterki bu yük gözlerinde mercan olmasın.
bir adım öne, biri itinayla arkaya,omuzları dik ama, sana bakıyor atlas. iyi bakmalısın gözlerine, o damlayanlar ter (idi) ise, bıraksın cihanı kim taşırsa. şeyinde mi?
dünyayı kaldırmış adam, atlas. heykel olmuş bak! senin ki nerede?
Tecrit kelimesi, sınırın dışına atmak, zorla sürmek, sınırdışı etmek, anlamına gelmektedir. Uzun yıllar tc'nin ermeni sorununu ele alışında var olan bu kelime, ingilizceye "deportation" (yerini değiştirtmek) olarak çevirilmiş ve resmen kendi kazdığın kuyuya düşmek olarak geri dönmüştür. zira, tecrit olarak adlandırılan aslı "sevk ve iskan kanunu" olan olay, Ermenilerin, hala osmanlı toprağı olan ırak ve suriye bölgelerine naklini içermektedir. Bu nakil esnasında ermenilere yiyecek,giyecek, kamplarına çadır, ve yollarda oluşabilecek tehlikelere karşı da asker verilmiştir. 1nci dünya Harbi ile meşgul olan Osmanlı bu kanunun uygulanmasına tam 15 milyon akçe harcamıştır. Dolayısı ile bu olaya "tecrit" demek- kendi ile çelişen beceriksiz türk dış politikasının bir ürünü olup hala yüksek mercilerde farkedilmemiş bir sorundur.
öteyandan, TC devleti uzun yıllar, 1915 olaylarını, sözde soykırım olarak nitelemiş, ancak 2007 yılında alınan bir kanun ile, bunu "1915 olayları" olarak niteleme kararını resmileştirmiştir. kamu alanlarında "sözde soykırım" kelimesinin kullanılmasını yasaklamıştır. buraya kadar güzel ancak nedense "Dışişleri bakanlığı"nın resmi sitesinde, ermeni sorunu başlığı altında bu hala sözde soykırım olarak yer almakta, hatta kimi belgelerin detaylarında, tecrit kelimesi yerini korumaktadır. bu ne perhiz, bu ne lahana turşusudur.
kasım 1914 - 24 nisan 1915 yılları arasında ve ardından, Osmanli imparatorluğu 1nci Cihan harbi ile meşgul iken, doğu-güneydoğu anadolu bölgelerinde, ve Osmanlının, ırağa-suriyeye ,mısıra, mühimmat ve asker sevkiyatı taşıdığı yollarda, ermeni çetelerce saldırılarda bulunulması sonucu, osmanlı hükümetinin istanbuldaki ermeni önderlerini göz altına alması ve sorun çıkardığı, saf değiştirdiği gözlenen ermenilerin "Sevk ve iskan Kanununa" tabi tutulması ile başlayan olayların günümüzde Ermenistan Devleti ve Ermeni Diasporası tarafından, soykırım olarak anılmasıdır.
Bugün itibari ile, diaspora tarafından anma günü olarak kutlanan tarih 24.Nisan 1915'tir. Ancak bu tarih, ne sevk ve iskan tarihi, ne de toplu olarak öldürülen ermenileri hatırlatan bir tarih değildir. Bu tarih, Anadolu'nun muhtelif yerlerinde isyan eden, bilgi sızdıran ve cephe değiştiren ermenilerin, istanbulda ikamet eden "şüpheli" liderlerinin gözaltına alınma tarihidir.
Devam eden aylarda da içeriği, osmanlının çıkardığı "Sevk ve iskan" kanununun, uygulanmasındaki aksaklıklardan doğan sorunlarla doldurulmuş ve bu diaspora tarafından soykırım olarak adlandırılmıştır.
Dünya üzerinde, hiçbir ortak kimlik miladi bulunmayan Ermeni insanı (nuh'un gemisi ve Ağrı dağı dışında, ki bunlar efsanedir) 1915 olaylarına, bir kimlik öğesi olarak sarılmış, durum günümüzdeki halini almıştır.
Ancak, sevk ve iskan kanununu, ihlal etmek ve ermeni insanına zulmetmekten, 120 kadar osmanlı önderi 18 Ocak 1919 da, Malta da ingiliz yargıçlar tarafından yargılanmıştır. ve hatta ABD arşiv raporlarında ; Washington'daki ingiliz Büyükelçisi R.C Craigie, Lord Curzon'a 13 Temmuz 1921'de çektiği mesajda şöyle demektedir:
"Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum... Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir sorun vakit mevcut değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir şiddetle, Türkler hakkında Majesteleri Hükümeti'nin halen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir."
Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilemeden mahkeme edilmiş, 29 Temmuz 1921 ingiliz Kraliyet Başsavcısı yargılananların hepsine beraat kararı vermiştir. En son tutuklu 1922'de serbest bırakılmıştır.
Ve, soykırım olarak nitelenen bu olaylar, 1974 yılında asalalı katillerin türk diplomatları katletmesine kadar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından, bir sorun olarak dahi görülmemiştir.
Günümüzde ise, geçmişte hukuken, arşivlerde ve tarih çalışmalarında fillen ispatlanmış olan soykırım iddiaları, maksadı aşikar bir şekilde, parlamenter ve siyasi düzeyde ispat çalışmalarıyla Türkiye cumhuriyetine dayatılmaktadır.
1991 yılında revizyonist bir şekilde tarih sahnesine çıkan, ermenistan devleti'nin, türkiye cumhuriyeti devlet ülkesinin sınırlarını tanımadığını deklare etmesi, Azerbaycan devletinin yüzde 20'sini işgal etmesi ve onbinlerce azerinin hayatına kıyması sebebiyle. TC devletinin, sınır kapılarını kapatması, diplomatik ilişkileri kesmesi, askeri-ticari-sosyal ambargoları uygulamaya koyması sonucu ortaya çıkan. Türkiye cumhuriyetinin, ermeninstan ile sınırının kapalı olduğunu vurgulayan durumdur.
Türiye cumhuriyeti 1991 yılında ermenistan sınırını tanıyan ilk devlettir. Ancak; o günlerde ermeni anayasasına da işlenmiş, "batı ermenistan" ve "büyük ermenistan" hayalleri sonucunda, resmi fiilde ve sözde gizlenen, ancak yarı resmi, gayrıresmi düzlemde sürekli dile getirilmiş, Ermenistan'ın Türkiye cumhuriyetinin doğu sınırını düzenleyen anlaşmaları tanımaması, olarak tanımlanabilecek, ermeni tezidir.
Aslı sınır kapıları sorunu olmasına rağmen, ermenistan, söz buraya geldiğinde, buna sınır sorunu diyerek, ipin ucunu açık tutmaya çalışmakta, ve sanki türk-ermeni sınırında bir sorun olduğunu ima etmektedir. Oysa ki TC, resmen ve fiilen, sınırlaını çizmiş, bunu bütün dünya tanımıştır. Hatta Osmanlı devletinden ayrılarak, kendi kendini yönetebilen (self determinasyon) tek devlet ve cumhuriyettir. (diğerleri önce manda sürecinden geçirilmiştir.)
Söz konusu iddia'nın dayanağı şu acı savdır;
Ermenistan ile TC sınırını ilk çizen antlaşma Gümrü antlaşmasıdır. Ancak gümrü antlaşması, imzalanmasına rağmen, onay sürecinden geçmediği için yürürlüğe girememiş, ve Ermenistan tarafından şu an doğal olarak tanınmamaktadır. Bunda bir sorun yok.
2nci olarak, TC-ermenistan sınırını çizen antlaşma, "Kars Antlaşmasıdır", Ermenilere göre, Kars antlaşması, TC-Soviet Rusya arasından imzalandığu için, Ermenistanı bağlamamaktadır. Bu yanılgılı ve acı bir konudur.
Gelelim son ve en çarpıcı noktaya, TC nihayi sınırını çizen Lozan antlaşması, yine ermeni tezlerine göre, imzacılardan biri ermenistan olmadığı için, tanınmamaktadır.
işte Her fırsatta, diplomatik düzeyde aslı sınır kapıları sorunu olan, fiili problemi, sınır sorunu olarak niteleyen Ermeni Hükümeti ve Diasporası, bu acı dayanakları ima etmektetir. Sonuç olarak, sınır kapıları sorununun çözüme kavuşmasını istiyorsa, bu iddialara bir son vermeli ve sınırı tanımalıdır. Aksi takdirde, eğer sınır kapıları açılacak olursa, ermenistan bu dayanaklardan ötürü, "Hangi sınır kapısını açtınız, biz o sınırı tanımıyoruz ki", diyerek, doğu anadoluda, özellikle Kars,Ardahan ve Iğdır ovasında hak iddia edecektir.
90 yılda olmayan bir soy kırımı, dünya üzerinde, siyasi düzlemde büyük bir başarıyla dayatmış olan ermenistan ve diasporası, bu koşullar altında TC devletine karşı yeni bir "siyasi savaş" başlatacak, ve TC'De karşı koyabilmesi için en önemli silahı olan, sınır kapıları ve ambargoyu kaybetmiş olacaktır.
yakın, uzak tarihte vedahi günümüzde, dünyanın muhtelif yerlerinde ve türkiyede de hayatını idame ettirmeye çalışan türk halkının karşı karşıya kaldığı katliamlardır.
bakınız vermek pek çok kez kullandığımız eylemdir sözlük içerisinde, gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki, bir çok yazar arkadaşım malesef gizli bakınızı kullanmıyor, bilmiyor ve ya gözardı ediyor.
şimdi bakınızı daha çok cümleye nokta koyduğumuz zaman, " arkadaşlar söylemek istediklerim bunlar ama, size fişmanca başlık ve ya fişman başlıktaki fistanca yazarın girdiği felanca entry yardımcı olabilir." bağlamında, ama noktadan sonra, kullanırız.
ancak gizli bakınız öyle mi?
mesela cümlemiz devam ederken, bir yerden alıntı bab'ında bakınız vermek istedik, bu durumlarda, cümleminin bütünlüğünü bozmamak adına, gizli bakınızı tercih ederiz. iş bu entry'nin de muhtelif yerlerinde göze çarptığı gibi.