hayallerinin yerini hayalkırıklıkları almaya başlar önce... yavaş yavaş yiter içindeki heyecan, istek... hayatın hep olumsuz cevapları iyiden iyiye dibe çeker seni...
tüm bu olumsuzlukları hak edip etmediğinizi sorgulamaya başlarsınız... "hani iyiler elbet bir gün kazanırdı?" dersiniz... o "bir gün"ün bu dünyada yaşanmayacağına inanmaya başlarsınız... ve işte inanç kaybı da burada başlar... "bu dünyada mutlu olamıyorsam diğer dünya kimin umurunda" düşüncesi yer etmeye başlar kafanızda...
o güne kadar korumaya çalıştığın değerlerini tekrar sorgulamaya başlarsın... o güne kadar yaptıklarını ve yapmadıklarını gözden geçirirsin... kendince sen de hayata kazık atmak istersin. "bu güne kadar mutlu olamadım bundan sonra da olamayacağım" karamsarlığı ile yavaş yavaş farklı düşüncelere, yollara girmeye başlarsın...
bir yandan da içindeki inancını sorgularsın sessizce. "acaba" dersin; "acaba inancım zayıf olduğu için mi bu tür ikilemlere düşüyorum" diye sorarsın kendine. ama sonra yine kendi kendine cevabı bulursun "bu güne kadar neden hiç yüzüm gülmedi öyleyse?"
elinden geldiğince dinini hayatında tutan, iyi insan olmaya çalışan ancak bir türlü mutluluğu yakalayamayan (mutluluktan kasıt: sadece orta seviyede bir iş sahibi olabilmek) bir varlığın iç dünyasında başlayan çelişkilerden bir kesit okudunuz...
akranlarınızın bir bir sağlam işlere (bir çoğu memur) girdiğini, evlendiğini görüp durumunuza acımaktır.
geçmişte yaptığınız hataların bünyede yarattığı pişmanlıklar, üzüntüler...
geleceğinizin belirsiz oluşu çok canınızı yakar bu yaşta. çünkü artık üniversite yıllarınızı; -yarını düşünmeden yaşadığınız günleri- geride bırakmışsınızdır.
size yapılan masrafların ne kadar boş olduğunu gördükçe iyiden iyiye moraliniz bozulur.
hayattan zevk almazsınız. etrafınızda mutlu çift gördükçe insanlara ve kendinize olan nefretiniz artar.
yaşama sevinciniz olmadan devam edersiniz hayata...
tek tavsiyem şu olabilir üniversite yıllarını yaşayanlara: zamanınızın değerini iyi bilin. ve fırsatınız varken kendini en iyi şekilde yetiştirmeye çalışın. ve bu sırada iyi bir sevgili edinip o'nu en asgari düzeyde üzün. elinizden geldiğince de mutlu edin.
erkek ve kadının günümüzde en iyi tanışma yollarından biridir.
ilk başta kulağa hoş gelmeyebilir ama zamanla ve düşündükçe insana gayet mantıklı geliyor. anne ya da baba etrafındaki arkadaşlarının, tanıdıklarının kızını/oğlunu bulur ve kendi kızı/oğlu için düşünür. en nihayetinde iki taraf da olur derse tanışma evresi gerçekleşir. ****
yeni başlayanlar için on dokuz mayıs üniversitesi (omü)
büyük bir pişmanlık duymaya hazır olun. liseden bozma bir eğitim yerleşkesine hoşgeldiniz. kaliteli bir eğitim süreci beklemeyin. böylece yaşayacağınız hayal kırıklıkları daha az olur.
cami imamı birisi vardı; 10 aydır asker. adam tabiri caizse kayışı kopartmıştı. her konuşmasına küfürle başlıyor ve cümlesini küfürle bitiriyordu. böyle yapmasının yanlış olduğunu hatırlatmaya çalıştığımda ise "burası bambaşka bir yer hocam. burada, ben gerçek ben değilim. işime dönünce düzeleceğim." demişti.
anladım ki askerlik denilen illet gerçekten herkesi olumlu / olumsuz değiştirebiliyor.
331. dönem askere gidecek üniversite mezunu insanlar için askerliklerini yedek subay mı er mi ve Türkiye'nin neresinde yapacaklarını öğrenecekleri tarihtir. kendimden biliyorum**
sol taraftaki başlıklar kısmında sürekli deniz baykal, devlet bahçeli ve recep tayyip erdoğan ile (isimler alfabetik sıralanmıştır) ilgili siyasi içerikli önermeler, tespitler görmektir.
türkiye'de aksinin hemen hemen hiç görülmediği olaydır. kız senden ne kadar hoşlanırsa hoşlansın illa sen ilk adımı atacaksın; gidip konuşacaksın ya da arayacaksın.