buyrun , hiç bir şekilde sağlam argümanlara dayanmayan s.kindirik bir genelleme daha size. lakin lise dönemini aşalı 10 yılı aşkın süre olmuş bir bünye olarak ve ilkokul öğretmenimin iki kıçı kırık hayat bilgisi konusunu düzgün anlattım diye sen ilerde ikinci bir atatürk olucaksın şeklindeki tarihin en büyük çuvallamalarından biri olan tespitinden beri , kendi içimde kurduğum insan geleceği lotosu çatısının yıkılması ile oluşmuş bir gözlem bu.
lise döneminde yiğit özgür karikatürü edasında '' okulun en piç adamları bizlerdik hobarey '' şeklinde bir girizgah yapmam icap edicek mecburen bu noktada. şimdi o dönemlerde hemen herkesin sınıf içinde gözlemlediği ya da kendisinin de dahil olduğu silik, sessiz , içine kapanık kimseler hep vardır.
bu kişiler sınıfın topluca okulu kırdığı atraksiyona icabet etmeyen, öğretmene yapılıcak sulu şakanın castında esamesi bile okunmayan, herhangi bir kıza ya da erkeğe yan gözle bakmayan, hülasa flört etmeyen, kavga çıkarmayan, ayırmayan , karışmayan okul mefhumunu meb in çizdiği örnek öğrenci profiline cuk oturan bir kompozisyonda tamamlayan öğrenciler olurlardı.
çok arkadaşları olmaz , askıdaki montları kalabalığı yarıp almayı beceremedikleri için her daim yerde pas pas olurdu. işte bu gözlemlerim neticesinde taaa o zamanlar bu tipler hakkında bir gelecek değerlendirmesi yapsam , kendilerine büyük bir konağın sebastian tarzı uşağı ya da tek göz gecekondunun gururlu mağrur anası rollerini biçerdim, engin (!) gelecek bilgimle. ( bu salak tahminlerim ve zekam konusunda ironi ve alaylarınız için posta kutum her daim açık )
burada bir anda bir hızlı çekim yapıp bu entryi günümüze taşıyoruz. işyerinizde çalışırken içeri biri girer. giyim kuşam afilli tabir ettiğimiz cinsten biridir bu. gayet cool giriş yaptığı mekanda fiyatlar filan sormaya başlar size. ama geçen her saniyede bir yerlerden tanıdık gelir bu adam size. sonra sen sait rasim uşaklıgil lisesinde okudun mu ? diye soruverirsin karşındaki heybetli adama.
- evet . sizde mi yoksa aaa sen sen salacak sen misin. ya ben tanıyacam diyorum ama.
* evet ya ben oyum senin adın neydi .( hatırlanmaz o seni hatırlar ama sen onu hatırlamazsın)
- ben fehmi .
* haaa fehmi nasılsın ya. eeee neler yapıyorsun ?
- avukat oldum salacak işte . şu kapıdaki 4*4 cip benim. evlendim . mutluyum. bürom var eşek yükü adam çalışıyor. ayrıca dipnot sülaleni satın alabilirim eeee sen ne yapıyorsun
*.ımpfıanıkymmhırkmsssuuuuyorummm işte ... oldu görüşürüz.
bu örneklemeleri daha da çoğaltabilirim . nihayetinde silik tipler hakkında yaptığım tüm gelecekleri ile ilgili tahminler kıçımda patlamış biri olarak durmaktayım huzurunuzda. tarihe yön veren tiplerin de küçüklüklerinde embesil sünepe varlıklar olduğunu okuyup öğretmenlerinin senden bir bok olmaz şeklindeki hatıratlarını öğrendikçe, büyük adam olmanın silik çoçukluk ve gençlik dönemi yaşamak gerektirdiğini düşünüyorum. yanılıyor muyum .
karakter sınırına tosladığımızdan mütevelli '' eminönü' ne inen köşe yazarının yeni bir dünya keşfetmiş havasında köşe yazısı '' tespitimizin açılımına geçelim müsadenizle.
her fırsatta halkın içindeyim, halk çoçuğuyum zarfı ile önümüze çıkan yazar kişisinin, mazrufta ne mal olduğunun ortaya çıktığı yazılardır.
yazar beyimiz ya da bayanımız dün yoğun siyasi gündemden, kolpa plaza ilişkilerinin getirdiği yalan dünyadan sıkılıp kendimi eminönü nün o tarih kokan sokaklarına attım diye başlar yazısına.
öyle bir anlatmaya başlar ki bizim bildiğimiz eminönü, tahtakale değil mi lan burası diyesi gelir okuyanın. yazarımız köşede incik boncuk satan bir genç beni hiç tanımamasına rağmen abla gel senden para istemez dedilerden girer, nur yüzlü ihtiyar amcanın sattığı mis kokulu sabunlardan çıkar, emekli salih amca tezgahında bir yeteleye benim diyen modacının ellerinden çıkma elbiseler satıyor diye abartıp, hataylı emine bacı göçmüş gelmiş büyük şehire küçük bir arabada gözleme yapıyor ama o ne lezzet o ne lezzet kaval kemiğimi yedim diyerek iyice zıvanadan çıkar.
en son olarak eminönü ne gidin görün, burda ne hayatlar var bakın, o temiz insanların yüzlerindeki ışıltıya kapılıp yuvarlanın, takla atın, ayağınızı ağzınıza sokup , zevkten anırın şeklinde bir final bölümü ile bu irrasyonel yazıya son verirler.
ne zaman bir spor haberine rastgelsem, değerli futbolcu kardeşimiz tuncay şanlı'nın tüm fenerbahçe kafilesi, basın ve o an etrafta bulunan herkese ıslama köfte ısmarladığını görmekten bıkmış bünyenin isyanı olarak dile gelmiş bir entry.
nimetin boku çıkar mı demeyin , ıslama köfte gibi güzide bir lezzetimizi günde 3 öğün fenerbahçe kafilesine yediren , ve bizimde bir hevesle acaba bir striker aldılar mı? yeni transfer var mı? diye seyretmeye koyulduğumuz her haber bülteninde , ıslama köfte yiyen edu drecana, stefan appiah görmemiz sayesinde boku çıkmış tuncay şanlı jestidir.
her ne kadar ataerkil bir toplum olduğumuzdan dem vurulsa da , bal gibi kadın egemen toplum olduğumuzun göstergesi durumdur. araç kullanan ezici bir çoğunluğu erkek nüfus oluşturmasına rağmen, benzin istasyonları promosyon stratejilerini, sanki kadınların hoşuna daha çok gidicek eşyalardan seçiyor gibi gelmekte bendenize.
tamam biliyorum lokmacı kapısı açılsın açılmasın tartışmaları sürerken, iran'ın koca ülkeyle daşşak geçer gibi vanayı bir kapatıp , bir açması dururken, millet türban sorunu ile ilgili entrylerde yardırırken seninde takıldığın şeye bak , iş mi bu şimdi yaptığın yavrum empatisini bende yaptım kendi kendime.
ama lacivert kartal'ı ile benzinini aldıktan sonra , çizgili takım elbise içi boğazlı kazağı ile kasaya doğru kadir inanır yürüyüşü yapan abinin, 2 dakika sonra kasadan elinde paşabahçe'nin antalya modeli altılı limonata bardağı ile arabasına dönüş yürüyüşünü gördükten sonra '' s.çiyim sizin yaptığınız promosyona '' deyiverdim. japon pazarında bir milyonluk bardak için birbirini ezen , huzur poşetli, gün kadını etmişin, kek etmişin , börek etmişin , dedikodu muhabbetlerine benim kelli felli, lacivert kartal'lı vatandaşımı.
burdan sesleniyorum tüm benzin istasyonu yetkililerine, yapmayın abiler, etmeyin. illa bir promosyon hediyesi vericekseniz beyzbol sopası verin mesela . hem bir işe yarar verdiğiniz hediye , hemde ellerinde acropal yemek takımının 6.ncı tabağını taşıyan loser erkekler yaratmamamış olursunuz.
şirketin çıkardığı öğlen yemeği menüsünü beğenmeyen bir çalışanın çıldırması gibi de düşünülebilecek bir başlık olsa da, durum daha çok saat 12:00' ı gösterdiğinde sekreterin, muhasebeci kızın, pazarlama müdürü asistanının ve daha bir çok personelin sanki avrupa yakası tadında bir yaşantımız varmış, sanki manhattan' da finans piyasasına yön veren şirket çalışanlarıymışız gibi '' köşede çok güzel bir cafe açılmış, nefis meksika yemekleri yapıyolarmış gidelim mi? '' diye sormaları ve bu konunun ne oldu bizim köftecilerimize ne oldu bizim kebapçılarımıza diye bir toplumsal yara olarak yazar kişisinin beyninde oluşmasıyla dile dökülmüş entrydir.
ben demiyorumki şener şen'in namuslu filmindeki gibi 3 katlı sefertası ile işe gelelim, beslenme çantası modu yaşamayalım ama nedir bu dünya mutfakları çılgınlığı be kardeşim aldğınız kallavi yemek çekleri olmasa görücem o meksikalı poponuzu , gene döneceksiniz benim sadık yarim büfeci ismail amcaya '' yarım tost bir ayran'' diyeceksin, '' yaz ismail abi ay sonu hesaplaşırız'' diyeceksin.
sabahın 7,30 unda tüm benliğim elimden alınmış bütün tersanelerime girilmiş tüm ordularım dağıtılmış bir halde servise bindiğimde gördüğüm kız modelidir efendim.kendisini görür görmez bünyemde karşısında uğur dündar'ı görmüş fırıncı şaşkınlığı hasıl olmuş bu bağlamda beni derin düşüncelere gark ettirmiş kızdır.be kızım ne zaman kalktın,ne zaman de ssange tarzı bir fönü kafana çekmeyi başardın , hangi vakit sanki makyöz corci sizin evde kalıyor yüzünü gözünü boyadın.takdir ediyorum saygıyla eğiliyorum karşısında.
uzun süredir göremediğimiz, deliler gibi özlediğim esnaf tipidir.hızlı iletişim olgusuna ayak uyduran ve sanal alemde zar atan bir internet çağının yaşandığı şu günlerde, girdiğim mahalle bakkalında bile bir adet bilgisayar olması neticesinde, eskiye dair aklımda kalan bu güzel rituelin kaybolduğunu farkedişim, bu satırların yazarını üzmüştür. kasap efendiye yarım kilo kıyma almak için gittiğimizde kasap ile bakkalın tavla mücadelesine rast gelip sana kıymayı yağlı veren kasabın değilde sevimli bakkalın kazanmasını dilediğin, o neşeli, şakacı, veresiye defterli esnafın nereye kaybolduğunu sorgulatan durum.
liberalizm yanlısı bir şahıs olmamakla birlikte, kişilerin ekonomik anlamda yaptığı bireysel hamlelerede, öcü gibi bakan bir yapım yoktur lakin kapitalist bir düzenin esiri olmuş, mamafi hayatını idame ettirmeye çalışan bünyenin , bütün hafta boyunca günde 12 saat ve haftada 72 saat sömürülmüş olaraktan , kendisine verilen sadece bir günün tadını uyuyarak geçirme hakkınında , sabahın körü sayılabilecek bir vakitte '' sarı patatessss sarıııı, patatessss sarııııııı '' diye höykürerek bağıran bir vatan evladı tarafından katledilmesine sessiz kalmaması ve patlaması durumudur.
kişi özgürlük ve haklarına son derece sadık bir birey olan bendeniz, şişmiş çapaklı gözlerim, ve uyku sersemi halimle kendimi pazar sabahımın kabusu olan patatesçi yerine koyarak yatağın içinde empati yapmaya başladım.onu anlamaya çalıştım bakmakla yükümlü olduğu çocuklarını düşündüm belkide tek göz gecekonduda sürdürmek zorunda olduğu zor hayatını ve bunun için belkide onun benden daha çok kapitalist sisteme esir olmuş olabileceği gerçeğini idrak ettim. benim en azından tatil yapmak ve dinlenmek için bir pazar günüm var iken , onun o pazar gününü çalışarak geçirdiğini düşündüm.
fakat yapmaya çalıştığım hiç bir empati, beni pazar sabahı saat 9'da sağlıklı bir insan evladının, patates alabileceği gerçeğine inandıramadı.bu ülkede ekmekten sonra bulunması en kolay gıda ürününü , en kıytırık bakkalın bile reyonunda bir çuvalı ile sizi bekleyen bu ürünü, pazar sabahı saatini kurup 8,30'da kalkıp '' şimdi geçmesi lazım aldık aldık alamazsak bu haftada patatessiz yaşamak zorunda kalıcaz '' diye tırnak yiyerek endişe içinde bekleyen bir güruh varmı diye düşündüm, akabinde bu ne biçim bir satış tekniği, bu ne s.kim bir pazarlama stratejisi deyip okkalı bir küfür patlattım.
sonra kendimi ahmet yılmaz'ın kıllanan adam'ı gibi hissettim bir sigara yaktım. ayağımda çizgili pijamam, üstümde beyaz atletim olmadığı halde.
aralık ayı başlar başlamaz, ocak ayınıda kapsayan süreçte daha bi kaç hafta öncesine kadar pluto salaklığında ortada gezip, bezgin bekir edasında etliye sütlüye karışmayan personelin bahsettiğimiz aylarda bir anda müfettiş gadget hüviyetine bürünüp ,iki eliyle klavyede deli gibi rapor yazarken şapkasından çıkardığı bir üçüncü elle fotokopi çekmesi buda yetmeyip gözlerini 300 mt. uzağa fırlatıp patronun gelişini sezip fırlayıp kapıyı açmasıyla vuku bulan hadiseler bütünü.
(bkz: transfer ayında iyi oynamaya başlayan futbolcu modeli)
dereyi görmeden paçaları sıvamak deyiminin vücut bulmuş halidir. her sene periyodik olarak bu dönemlerde kalkan o g.t çekiliş gecesi 00:05 de inmesine rağmen uslanmaz hayalcidirler. kıç cebindeki tahtakale'den alınma çin malı cüzdana beş trilyon tutarında 01/01 vadeli bir çek yerleştirdiğini sanan bu dallamalar ile eğer arkadaşlık yapma gafletine düşerseniz ;
çekiliş saatine kadar geleceğe dair tüm planlarını , alacağı arabanın kaç km hız yapacağını, '' banka faizinden ziyade gayrimenkul düşünüyorum abi taşınmaz mal en iyisi '' tarzı ekonomik tespitlerini, '' evlenmicem abi direk ortamlara akıcam kapanıcam bir villaya 5 ayrı kıtadan hatunla ondan sonra ver allah ver'' şeklindeki cinsel fantazilerini, 5 hatuna verdikten sonra yaşadığı vicdan muhasebesinden dolayı oluşan yardım yapma isteğinin '' abi lösev'emi versem biraz para camimi yaptırsam'' ikilemlerini çekersiniz.
ve tam o esnada '' lan oğlum bi s.ktir git ya '' repliği çıkıverir ağzınızdan. daha önce bu lafa alınmayan karşı taraftaki dallama, '' sen kaybettin oğlum saracoğlu'nda sana loca alıcaktım peki sen bilirsin '' der uzaklaşır. işte o an içinizi lan ya bu ibneye çıkarsa para diye bir kuşku kaplar birkaç saniyelik süreçte '' ne yaptım lan ben potansiyel olarak zengin olma ihtimali en fazla olan arkadaşıma ne dedim ben '' der ve hemen arkasından koşmaya başlarsınız.