Ölümümden biraz sonra anladım
Olmayınca oyun.
Gözlerim dışına kapalı, içine açık.
Kalıbım belirsiz bir yerde artık.
Sırtüstü yatıyorum, up - uzun.
Öyle bir dünyadayım ki şimdi,
Ellerim tutabildikleriyle kalmış,
Büyük beynim kıvrım kıvrım, donuk.
Artık ne karanlık var benim için, ne aydınlık,
Ne sıcak, ne soğuk.
yüreğinde acemi ölümler gizleyen çocuk
Aklına gelir miydi duracağı su değmiş gibi
yoksul sokaklara tutkuyla kurduğun saatin
bir zamanlar usul atlarla kentin ortasından
beyaz sesinle geçtiğin söylenirdi
saat durur yürek çarpar kent susarmış
sesine karışınca binlerce çocuk sesi
anlat bize ey yollar ustası sonsuz serüvenci
uzun ayrılıklarda kendine neler sordun
ne birikti aklına alıcı bir kuş gibi
nerdesin kiminlesin incelen sesinle mi
özlemi bilinir düşü görülür acısı yakar
bilinmez hiçbir yerde olmayanın kimliği
dağlarda görmüş yolcular seni su boylarında
yorgun gülüşünden bilmişler yüzünü aydınlatan
kimsesiz çocuklara sevinç dağıtır gibi
hala ses mi taşıyorsun ölü bir kente
yitmedi mi dağlı soluğun ey büyük deli.
Oldum olası kırılgan sesli insanları severim. Göksel'e o yüzden bir ara hayrandım. Sonra aramıza soğukluk girdi. Ne o beni aradı ne ben onu sordum. "Öyle uzaktan uzaktan" ne güzel diyordu önceden, sonra sustu. Biraz ben söyledim ama aldırış etmedi. Ulan dedim göksel olur mu böyle? Sonra iyice uzaklaştık. Ne o aradı ne ben onu sordum. Sonra tekrara düştük. Sonra olmadı işte. Zaten isminin sonundaki ekte "-sal -sel" eki. Ben sevmem o eki. Ulan "-sal -sel" diye ek mi olur. hele "gök" gibi kıymetli bir isme. işte insan uzak olunca noksanlıklarını görüyor. Sonra ne o aradı ne ben onu sordum. Göksel'e bir ara hayrandım. Sonra göksel gitti. Bir ara hayrandım. Artık değilim.
Çoğumuzun unuttuğu bir erdem. Öyle ki hangimizin kulağına bir fedakarlık örneği gelse çıkarcılığın esiri olmuş sefil zihinlerimiz hemen bahaneler, komplolar, yalanlar uyduruyor. Fedakarlık bu yoz çağda unutulan, hatırlansa da kıymeti bu çağın yoz insanları tarafından çok zor bilecek bir şeydir.
Eğer ki biri size bir fedakarlık örneği anlattığında zihniniz hemen kılıflarını kuşanıyorsa çürüyorsunuz, belki de çürümüşsünüz demektir.
Bu şiiri ilk defa lisede edebiyat kitabında görmüştüm. Edebiyat hocamız "yarın bu şiiri okuyacağız" deyip bizi yollamıştı. Derste hep gerilerde duran ben, ilk defa bir dersin geleceği gün için heyecanlanmıştım. Şiir öylesine güzeldi ki eve gidince defaatle okudum, hazırlandım. Galiba o gün ilk defa bu kadar hevesliydim.
Hoca "kim okumak ister?" deyince kimsenin parmağı havaya kalkmamıştı. Ama içimize sinen o yeniklik, o sonu gelmez çekingenlik, kime karşı olduğu bilinmeyen o utanç...belki de hiçbir derste böyle heveslenecek değildim. Olmadı. O parmağım kalkmadı. Kendime ne kadar kızdım ama yine de yapamadım. Hoca sonra sınıfta bir kızı seçti ve ona şiiri okuttu. Şiiri berbat ederek okudu. Hasret, ölüm, ayrılık... sanki bütün bu durumlara yabancıymış gibi dümdüz okudu. O hakkını veremeyerek okuyuş hâlâ kulağımda. Sanki bu şiirin benden bir alacağı var. "Hakkımı vererek beni oku" deyip duruyor sürekli bana. Ne zaman deniz kıyısına otursam saplanıp kalıyor dilime ya da Şimdiki gibi ne zaman boş bir odada hüzünlü gözlerle gözlerim karanlığa dikili kalsam aklım bu şiirin kıyısına da uğruyor mutlaka.
Ölüme artık razı olmuş bir adam var bu şiiirde. Ayrılık, hasret kabullenilmiş. Kaçınılmaz. Bunlar sözde olan şeyler değil. Necip fazıl samimiyetle hissetmediği şeyleri şiire dökebilecek birisi değil. Bunları yazdıysa kimbilir neler hissetmiştir.
Eğer biraz dursanız, birazcık baksanız, şu şiir bile sizi bir ömür ağlatmaya yeter. insan olmak, bu emaneti taşımak çok ağır. Bazen kendimi emanet verildiğinde kabul etmeyen dağlardan biri gibi düşünüyorum. Sanki ben ayrı bir dağım ve emaneti kabul etmişim. emanet verilir verilmez gövdem öyle bir titriyor, öyle bir çatırdıyor ki... işte biz buna mahkumuz. Kaçışımız yok malesef. Emanet bizim sırtımızda. Ona döndüğümüz an, o, gönlümüzün en derinlerine kadar bizi titretiyor.
Bu şiirin olduğu kitapta şiirin üstüne rus bir ressamın tablosunu, takvimdeki denizi hayal etmemiz için koymuşlardı. O resim hayallerimin yanında hep ama hep gerilerde kaldı. Bu mısralarla kurulan öyle güzel denizlerim var ki hangi resim onun yanına yaklaşabilir bilmiyorum.
Elbet bir gün bu handan çıkıp gideceğiz. ayrılacağız, kopacağız, belki de en çok kurtulacağız.
Ölümü düşlüyorum da çoğu zaman adı kurtuluş. Kendimi mahvetmemdem önce hep düşlerdim, ölünce Rabbimin yanına gideceğim. O aitliği en derinimde duyardım. Binlerce yıldır uzak olup, ait olduğun şeye dönmek... Ölüm buydu. Annesini bir süre kaybeden bir çocuğun bulunca hissedeceklerinden çok ama çok fazlası. Bu dünya'da beni en çok huzurlandıran şeylerden birisi sürekli anneme sarılmak düşü. Sarılıp biteviye ağlamak... Bunu ömrüm boyunca çok nadir yaptım. Bu garip enterasan hallerim beni en çok sevdiğim insandan bile uzak tuttu. işte diyorum ya anneme sarılmak, ona sarılıp doyasıya ağlamak kimbilir ne güzeldir. Hepimiz çocuğuz ve hepimiz biraz annelere aitiz. Bundan galiba. işte tam dediğim nokta da burası. Allah benim için hep daha büyük, kıyaslanamaz bir aitlik... o'nu insan suretinde düşünmemeliyiz. O yarattıklarından münezzehtir...
Bir gün her şeye rağmen ölür ve yanına gelirsem rabbim, nasıl korkuyorum bir bilsen. Ne cennete gidememekten ne de cehheneme gitmekten korkum. Korkum sana bakamamak. Senin benden razı olamaman. Rabbim bu aciz kulun o zaman ne yapar bilmiyorum. Bunun acısı hepsinden büyük. Sonra diğer insanlar... ailem, arkadaşlarım, sevdiklerim... onlardan biri senin rızanı kazanamazsa ben ne yaparım? Bu akıl bu kadar ağırlığı çekmiyor. Sen yardım et bize. Bizi kendini kul eyle, emanetine sahip çıkmayı bize nasip et Allahım. Bizi Sensiz koyma. Bizi affet, bizi affet, bizi affet...
Bir saattir ne yaptığını bilemez şekilde boş boş dolanıyorum. Karşıma belalı tiplerin çıkması için eminönü süleymaniye arası tenha sokaklara girip çıktım, yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm... kimsecikler yok. Gündüz iğne atsan yere düşmeyen bu mekanlarda her yer sarımtırak lambaların ışığıyla dolmuş. Birkaç kedi ve tek tük insandan başka kimse yok. Gündüz sesimi zor duyduğum yerlerde geceleyin en ötedeki duvarlara kadar sesimi duyurabilirim.
Cuma günlerinin benim için çok farklı bir anlamı vardı. Cuma günü geldi mi otobüsle uzaklara gitme zamanıydı. Herkesten gizli saklı, kimseye bir şey demeden gitme vakti. Haftalardır cuma günleri geliyor ve ben burada kalıyorum. istanbul'da hapsolmuş gibi hissediyorum kendimi. Buradan gideceğim her yer gözümde sanki bir mahkumun hapishaneler arası yer değiştirmesi gibi.
Şimdi hiçbir işim olmadığı halde atladım üsküdar vapuruna üsküdar'a geldim. Ne işim var burada Ne işim var burada?
"ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım..." **
Şiirdeki "maçka" arada sırada yolumun düştüğü bu maçka parkı mı bilmem;fakat buradan her geçişimde tenha bir köşesinde bir bank bulur, oturur, bu şiiri okur, seni düşünür, düşünür, düşünürüm...
istanbul'dan eğer bir gün gidersem özleyeceğim nadir yerlerden birisi burası olacaktır.
Artık sıkılıyorum bu şehirden. Kalabılığı, meşguliyetleri beni boğuyor. Otobüsler, metrolar, duraklar, kulağımda bitmeyen bir uğultu... En son ne zaman uzak sakin bir coğrafyaya gittiniz? Bu şehrin büyük bir sesi var. Bitmiyor.
insanın hüznünü bile yaşamasına izin vermiyor çoğu zaman. Hani nerede? Öyle çok göz var ki elbet birine takılıyorsun. Yabancılaşmak, kaybolmak ne zor.
gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
evler yemen türküsü
sokaklar seferberlik
öyle bir gariplik ki
öyle bir tedirginlik
yaz başında güz sonrası
ayvalar çiçekteydi
güller daha tomurcuk
açıl demişti güneş
açılmıştı kıraçta kış elmaları
çözül demişti güneş
çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında
dallarda yuvalar tüy kokuyordu
düğünçiçekleri şenlikli
gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası
ne dal kaldı ne tomurcuk
yerden yere çaldı otları ağaçları
insan yüzlü bir korkuluk
üşüdüm dünyalarca
baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm
sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık
bahardan kışa düştüm
acılı günler gördüm
sığdıramam bir tek günü bir koca yıla
geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında
nice baharları kışlara gömdüm
uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun
uzak düştüm umudundan mutundan
yomundan uzak düştüm
bunaltının böylesini görmedim
severim fırtınanın her türlüsünü
ormanlar uğultulu sular dalgalı
severim filizkıran fırtınası'nı
kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü
nerde benim baharım
dalım yaprağım nerde
gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın
sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü
ne kuş kalmış ne çiçek
ne kırmızı ne yeşil
sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü
Başkaları yazdığında çok doğal bir gülmeymiş gibi hayal etmeme rağmen ne zaman kendim bunu rastgele yazıp birine sohbet sırasında yollasam ardından "ulan bu kadarda suni, samimiyetsiz, hiçbir halta benzemeyen gülme olur mu?" diye kendime sitem etmeme sebep olan eğilim.
Marmara bölgesi ve civarında bulunan mola yerlerindeki zerzevatçı, yiyecek- içecek satıcıları ve bilimum ufak ya da büyük tesislerin olmazsa olmazıdır.
Bozasıyla değil de sıcak ve samimi görünen ortamıyla beni içeriye davet eden dükkan. Maalesef bu davete henüz icabet etmişliğim yoktur. Akşamları sağında solunda içerisinde olan kalabalığı görünce bazen kendime soruyorum "ben boza değil de başka bir şey mi içtim?". Tadı öyle kötü bir şey değil; fakat abartılmasını da doğru bulmuyorum.
Tadını lolipopa(ya da başka bir şey ney ulan bu?) benzettiğim bir baharat türü. Özelllikle hindistan coğrafyasında çok yaygın olarak kullanılır. Yemeklerden sonra iyi gider.
Jupiter ile satürn ülkesinin diktatörlüğe dair büyük merakları olan liderleri halklarının kendine olan bağlılıklarını artırmak için korku, heyecan ve gündem oluşturma gayretine girerler ve birbirlerine laf atıp bol soslu hamaset yaparlar.
Futbolla alakası geçen aylarda rastladığı manisa- galatasaray maçında servet'i hâlâ galatasaray'ın defans oyuncusu zannedecek kadar olan benim için ülkemizdeki nadide futbolculardan birisidir. Kendisinin oyununu,konumunu, ahlakını bilmesem de bu adama karşı içimde çok büyük bir sempati duyuyorum.