bir insan, babasını öldürmek ister mi?
bıkar mı varlığından?
bıktım.
nefret ediyorum ona benziyor olmaktan. soyadımdan. hatta o koyduğu için adımdan...
kendimde onu görmekten nefret ediyorum.
asla ona benzeyen biriyle evlenmemeye ant içerken aynen ona benzeyip çıktığım için kendimden nefret ediyorum.
bu hastalıklı beynim bile ona benzediği için nefret ediyorum. sanki inat gibi aynı yerinden hasta.
birileriyle tanıştığımda annem hayatta değil demekten çok babamdan bahsederken düğümlendiği için b o ğ a z ı m d a n bile nefret ediyorum.
henüz alt altta, üst üstteyken gördüğüm o rüyadan; babamın annemi bi tepede bırakıp bizi arabayla götürdüğü, annemin orda kaldığı, babamın onu orda bıraktığını gördüğüm o rüyadan, arabanın camından tepeye bakıp gerçekmiş gibi hissettiğim acıdan, rüyalarımın çıkmasından, s e z i l e r i m d e n nefret ediyorum.
insanlardan nefret etmesinden de, bunu bana ilmek ilmek işlemiş olmasından da nefret ediyorum.
yazıp yazıp silmekten,hala işe yarayacakmış gibi ona nefretimi somutlaştırmamaya çalışmaktan nefret ediyorum.
alt üst ettiği tahammül eşiğimden nefret ediyorum.
beni tanışmak zorunda bıraktığı kapatıcılığı yüksek f o n d ö t e n d e n nefret ediyorum.
güçsüz görünmemek için insanlara yıllarca kendisi hakkında binbir yalan söylemek zorunda bırakan kişiden babam diye bahsetme gerekliliğinden dokuz kere daha nefret ediyorum.
bundan bile yorulup biri sorduğunda hakkında konuşmak istemediğimi söyleyip bilerek ama istemeyerek oluşturduğum o sessizlikten nefret ediyorum.
yaşımdan nefret ediyorum.
yaşadığımdan nefret ediyorum.
yatağımdan, çorabımdan, perdeden yastıktan kitaplarımdan su şişelerinden tost makinesinden h e r b o k t a n nefret ediyorum.
tomografi cihazlarından, ekgden, novalginden, ödem kelimesinden, acıbademden, kapı üstüne kurumaya asılan çamaşırlardan, lacivert elektrik süpürgelerinin sesinden, p o r t a k a l s u y u n d a n nefret ediyorum
bunca düşünceyi döndürüp durduğu, acı veren ne varsa unutmadığı, hatırlamaktan, düşünmekten ve düşünmemeye çalışmaktan ağrıdığı için b e y n i m d e n nefret ediyorum.
bana mutlu yaşanabildiğini hatırlatan anılarımdan, kiremit tozlarından, pikniğe getirilen pijamalı doğranmış salatalıktan, patatesli börekten, keteden, yakartoptan, scooterdan, s a l y a n g o z l a r d a n nefret ediyorum.
çocuk olmadan da mutlu olunabilen bir dünyada yaşadığımızı gösterdiği için kenetlenmiş ellerden, espressodan, kalelerden, portlardan, taş merdivenlerden, sahillerden, banklardan, günbatımından, maviden, t u r k u a z d a n nefret ediyorum.
havaalanından, mum ışığından, amfitiyatrodan, sokak lambasından, kibritten, zeytinli poğaçadan, mis dediği k o k u m d a n nefret ediyorum.
küfürlerden, paradan, tabut kapağından, mezarlardan, çiçeklerden, halıdan, kaloriferlerden ve pencere pervazlarından, beşikten, sarmaşıklardan, a n t i b i y o t i k ş u r u b u n d a n nefret ediyorum.
çocukluğumdan, her boku hatırlayan beynimin annemle ilgili sadece 2-3 anı bana saklamış olmasından, 12 sayısından, aralık sonu ocak başlarından, yeniyıllardan nefret ediyorum.
____
tüm varlığım bana aşıladığın nefretle 25 yaşımda küflendi. etrafımda yeşil kokulu bir duman sanki, görmüyorum artık önümü, sağımı, solumu.
kendimi bildim bileli tüm debelenmelerim sonuç vermedi. sana benzedim. hayatın içinde iç burkan bir detay oldum. varlığım bundan öteye geçemedi.
Gün içinde bir çöp yığını gibi ancak kenarda beklemeye yetecek kadar enerjim varken, oradan oraya koşturmak zorunda olmam sevebiyle medet umduğum vitamin takviyesi.
Bi de, sınavlara vs. Çalışanlar için öyle yoğun bir takviye olacağını sanmıyorum. Doping etkisi ritalinle görülebilir. Ama kısa vadeli kullanılmalı tabii.
Edit: iki ayrı kişi tarafından birkaç kez kullanımı sonrası diyebiliyorum ki; almayın. Daha beter okuyorsunuz. O kenarda beklemelik enerjiyi de bu alıyor.
Sorumlu yalnızca akp değildir sevgili aydın akranlarım, kardeşlerim. Chp dir de aynı zamanda. Akp nin habur da yaptığı neyse, Chp siyasetinin alenen hdp yi desteklemesi de o dur. Al birini vur ötekine yani.
Akepe kininden hdp yi destekledi bu cehape. O zaman neden umrunda olmadı bu polisler, askerler, şehitler?
Akp nin bu kadar güçlenmesinin en büyük sebebidir chp. Haliyle o da ortak bu suça, bu günaha.
Akpyi eleştirince modern, elit, aydın vs. olmadığınız gibi chpyi savununca da vatansever, cumhuriyetçi, atatürkçü vs. Olmuyorsunuz.
Hdp seçmeni alenen terörist, akp seçmeni boş ve çıkarcı, chp seçmeni sığdır benim gözümde. Mhp isveçe göçmüş konyalı gibi umutsuz vaka zaten..
Yüzü olmamalıydı şerefi olan kişilerin, yediği boklardan sonra şehit cenazesine çelenk göndermeye.
Şeref yoksunusunuz.
Edit: entryler dolusu çomar denenler şehit ailesi!
Yıllarca cemaat evlerinde kalan, abla-abi vs. olan, "sohbet"ler düzenleyen; kitap dağıtmak, eve adam çekmek gibi eylem ve propagandalarına bizzat yıllarca şahit olduğum çevremdeki onlarca kişi aslında tüm hayatı boyunca fetullah gülenden nefret ediyormuş.
Anksiyetenin ergenlikle ilgisi yoktur. Ergenliginde bunlardan medet umarak ilgi çekmeye çalışmış kişilerin elbette anlaması beklenemez. Ama açıp okuyabilir en azından ne olduğunu. Öncelikle bu değerlendirmede bulunan kişilerin sığlığını ve ergenliğini atlatabilmesini umuyorum.
Anksiyete nöbetini nefes egzersizleri yaparak, kendinize anksiyete nöbetinde olduğunuzu, daha öncekiler gibi geçeceğini telkin ederek atlatabilirsiniz. Size iyi gelen bir şeyler keşfettiyseniz -bir müzik albümü, bir kısa film vb.- nöbet geldiğinde bunları açıp uzaklaşmaya çalışabilirsiniz.
Uzun vadede ise sürekli uğraşılar bulup sizi huzursuz eden şeylerden ne pahasına olursa olsun uzaklaşmalısınız. Anksiyetenin kaynağını bulup o kaynağı yok etmeye çalışmalısınız.
akp nin destekçilerine 24 temmuzdaki chp mitingine katılma çağrısı yapması.
çok tuhaf değil mi?
darbeye karşı birlikte hareket etmeler, birbirine destek olmalar, birlik olma çağrısı yapmalar...
karşı taraf ne dediyse aksini savunan siyasi partiler olmaktan çıkmaları için böyle girişimler mi gerekiyordu? neden bunların hiçbiri olmadan iktidar gibi iktidar, muhalefet gibi muhalefet olamadınız? neyse, zararın neresinden dönülse kar.
hep birbirini çekemeyen eltilere benzetirdim bu siyasi partileri.
şimdiki tavırları sürekli tartışan kardeşler gibi. birbirlerini yeseler de kardeşine sataşanları döven abi gibi olmuşlar birbirlerine. öpüşmüş barışmışlar sanki, kıymetlerini anlamışlar. aile gibi, ülke gibi olmuşlar. **
her şerde bi hayır varmış, bu o hayır olsun, devam etsin.
Ulusal basında sürekli "akın öztürk darbe planını itiraf etti" şeklinde haberi yapılan yaş üyesi.
ifadesini okudum. Ya ben anlama düzeyi yerlerde bir insanım, ya da bu anadolu ajansı hala alenen ama artık daha arsızca aptal yerine koyuyor insanları.
Haberlerin çarpıtılmasına alışkınız da, bu kadar bariz yalan haber de yapılmaz yahu. Adam suçlu veya suçsuz mesele bu değil. Bunun hukuki bir yaptırımı olmalı artık.
bir binbaşının polis nezaretinde kelepçeli ama gayet rahat bir şekilde: "...gözaltına alındım. siz de benim bıraktığım gibi silahlarınızı bırakıp gelin" şeklinde -ısrarla- etkisizleştirildiğini vurguladığı görüntülerini izledik.
dışarıdan sesler geliyor, sela hiç susmuyor. halk sokaklarda, onlarca ölen var.
bilaller yine meydanlarda değil, osmanlar da, erkanlar da...
bilale vekaleten %50 "peki babacım" dedi ve gitti, ve öldü, ve öldürdü.
___
işte "nasıl bu hale geldik" in bir örneği kıyaslama.
hiçbir şey yetmedi. diriler de yetmedi, ölüleri kıyaslayın. ölümler üzerinden bile taraflaşın.
elinizde olsa öteki tarafı da birbirine katacaksınız. hep bu tavırlarınız yüzünden olmadı mı olan?
bi sonraki versus da "suruçtaki patlamada ölenler vs atatürk havalimanı patlamasında ölenler" mi?
eski bi arkadaşım, müslüm gürses fanıydı. dalga geçerdim jiletliycen mi kendini hehee falan diye. yıllar içinde müslüm gürses öldüğünde başsağlığı falan verdim hatta.
sonuç: bu entryi kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümdeee eşliğinde yazıyorum.
o yaşında senin için böyle mi yanıyodu be arkadaşım?
yıllar önce izlediğim söz konusu belgeselin aklımda kalan hazin bir bölümünde kendisi de vardı. "müzik" ağırlıklı bir belgeseldi ve aynur doğanın çalışma arkadaşları siyasi propaganda yapar gibi konuşuyorlardı. aynur doğan fonda usul usul ağıt yakarken bu görüntüyü kirleten o sözler, zihnime maalesef öyle yapışmış ki, müziğini takdir etsem de bu söylemlerin yanında sunulmasına izin verip kendi müziğini kirlettiği için hala sempati duyamıyorum kendisine.
müziğin dili, dini, ırkı var mıydı? evrensel değil miydi?
bu yüzden onca şehidin hassasiyetiyle de olsa, o caz festivalinde yuhalandığında üzülmedik mi, utanmadık mı hepimiz?
söz konusu konuşma: "on yıl olmuyor. ben memleketime gitmeye kalkıştım, 'askerlik problemimi halletmiştim', gidemiyordum. 50-60 kmde 5-6 defa indirilip aranıyoruz. burda şey yazıyor böyle, kocaman tabela: orman sevgisi yurt sevgisidir. bu tabela duruyor, kafamı bu tarafa çeviriyorum, burda su akıyor, karşıda orman yanıyor. bizim evlerimizi böyle yakıp yıktılar. ki kurtuluş savaşında bu insanlar beraber bu toprağa sahip çıkmış insanlar. bizi nasıl bu toprakların düşmanı görürler!? ha? nasıl bizi düşman görürler?"
---
belgesel sanıyorum 2005 yapımı. ben nedense o yıllarda her şeyin daha kötü olduğunu hatırlıyorum.
güneydoğu illerine gidilemediğini mesela.
yolda otobüslerin tarandığını.
yakılan köy okullarını, sağlık ocaklarını da hatırlıyorum.
kaçırılıp tecavüz edilen öğretmenleri de, öldürülen doktorları da...
insanların şu meşhur şark görevinden sadece sosyal imkanların kısıtlılığı nedeniyle kaçındığını düşünmüyorsunuz gerçekten değil mi?
---
babamın işi dolayısıyla gaziantep'e giderken yolda yaşadığım korkuyu. o dağları, dağlardan beklediğimiz tehlikeleri. yasaklı bölge gibiydi türkiyenin 'o taraflar'ı. öyle olmayı kendileri seçmişti. o geceden biliyorum.
bir akrabamızın, ekiplerinden birkaç kişinin teröristler tarafından öldürülüp, kalanının dağa kaçırıldığını, birkaç günlük esaret sonunda salındıklarında dili tutulmuş halde evinde döndüğünü biliyorum, birinci ağızdan.
iş arkadaşımın bir proje için gittiği bölgede, şehrin biraz dışında at üzerinde teröristler tarafından ellerinde keleşlerle durdurulduğunu, kimlik kontrolü yapıldığını, arandığını, neden orda olduğuna dair sorgulamalardan sonra buralarda dolaşma denip gönderildiğini biliyorum.
söz konusu sözlere ithafen,
on yıl oluyor, ben bu belgeseli izleyeli ve sizin adınızı bileli. ve on yıldır her şey daha kötüye gidiyor, hak aramak adı altında her şeyi, tarihi, müziği, sanatı... böylesine kirlettiğiniz için.
ben yine de düşman olarak falan görmüyorum bunları yapanları. sadece kendilerinden, vahşetlerinden "korkuyorum".
---
aynur doğan'ın başlığı altında bunları yazmak bu ülkede vatandaş olmanın da müzisyen olmanın da trajik bir sonucu maalesef. keşke böyle olmayabilseydi.
kendisini ayrıca sinemada, ferzan özpetek'in allacciate le cinture adlı 2014 yapımı filminde duyduğumda koltuğa çakılmıştım, söylemeden edemem. bexo (uyan) adlı şarkısı sahneyle öyle bütünleşmişti ki, filmin adını duyduğumda aklıma gelen görüntülerin fonu oldu.
müziğini propagandalara alet etmemesini, hala o belgeseldeki hali gibi bir müzisyene yakışır şekilde naif, ılımlı kalmış olmasını ve müziğini kökünün-kimliğinin yanında ancak siyasi kimliğinin önünde tutabilmesini umuyorum.
Yanlıştır. Ne kadar haklı gerekçelerle de olsa öldürme eyleminin faili olabilmiş herhangi birinin 50bin tl gibi bir para karşılığı tahliye olabilmesi diğer insanlara cesaret verecektir. Dolayısıyla, ya paranın miktarı ciddi oranda fazla olmalı, ya da asgari mahkumiyet+kefalet olmalıydı.
Çilem Doğan nerdeyse tüm kadın örgütlerinin arkasında olduğu ve ciddi bir kitle tarafından haklı bulunan, destek gören biri çünkü. Kendisi ve ailesi için büyük bir rakam olabilir fakat arkasındaki destekle, geri ödemesiz toplanması çok çok kolay bir miktar.
Kadın cinayetlerinden bahsediyoruz, türkiyede kadınların özünde ne şekilde yaşadığını, nelere göğüs gerdiğini, nelerle mücadele ettiğini görüyoruz her geçen gün yeni bir isimsiz dramatik sonla.
Çilem Doğan da bu kadınlardan biri, evet. Yaşayabilmek için başka seçeneği kalmamıştı belki o an, evet. Ama ne sebeple olursa olsun, buna sürüklenmiş de olsa bir insanı öldürebilecek kadar yükselmiş bir insandan bahsediyoruz.
Şaşıyorum halimize.
Daha önce defalarca şikayette bulunmuş bu kadını kurtarmak için "hiçbir şey yapılmamış". Ve bu kadın "katil" oldu.
Çocuğu bu gerçekle büyüyecek. Belki komşusu görünce perdesini çekecek, kapısını kapatacak. Dışlanacak. Desteklenmeden iş bulması çok zor olacak... Kendi vicdan muhasebesi de cabası.
"Katil" oldu bu kadın. Defalarca şikayetçi olduğu, yardım umduğu halde "hiçbir şey yapılmadığı için" "katil" oldu.
Üzgünüm türkiye feministleri ve diğer popüler yargıyı düşünmeden benimseyen arkadaşlar; Çilem Doğanın az ceza almış olmasını desteklemekle kadın haklarını gözetmiş olmuyorsunuz. Asıl üzerinde durulması gereken, bu kadının "öldürmekle ölmek arasında bir seçim yapmak" zorunda bırakılması. Kadınlara bu ülkede asıl yapılan bu. Ve bu, az ceza verilerek telafi edilemez. Yalnızca daha çok kadını bunu seçmeye teşvik eder. Kadının hayatta kalmasını kutlamak değil yapılması gereken, kadını bu girdaptan kurtarmak için hukuk sistemini tekrar tekrar sorgulamak.
Öyle ürkütüyor ki bu durumlar karşısında verilen tepkiler.. Neyin karşısında durup neyi destekleyeceğimizi bilmiyoruz. Erkek kadını öldüremez, doğru. Ama hayır efendim, kadın da erkeği öldüremez.
Kadın cinayetlerini durdurmak yerine erkek cinayetlerini de arttıracak bu kararları destekleyerek, erkeklerden intikam mı alıyorsunuz? içiniz mi soğuyor? Anlamıyorum.
Erkekler öldürüyor evet, darp ediyor, taciz-tecavüz ediyor, pazarlıyor... Bunun çözümü kadınlara "sen de onu öldür" demek mi? Öldürmeye teşvik etmek mi?
Bir kadın olarak bunları gördüğüm her gün daha çok üzülüyorum, daha çok ürküyorum içinde bulunduğum nesil adına.
Sonuç olarak, öldürmeyi seçmek zorunda bırakılan çilem doğanın kasıtlı işlenmiş bir cinayetin faili statüsünde değerlendirilmemesi tabii ki doğru fakat kendisinin ve toplumun sosyal sağlığı için cezanın daha caydırıcı olması gerekirdi.
Uzunca bir dönem beyne gereğinden fazla yüklenince (çok yoğun çalışmak, hep var olan stresin katlanarak artması sonucu dayanılmaz olması), insan beyninin köprüden önceki son çıkış önerisi.
Sürekli geç kaldım işe, ofiste-okulda dayanamayıp kafayı masaya koyup uyuduğum oldu, hepsinden öte gözlerim açık uyudum birkaç kez. Arkadaşımla kahve içerken mesela, sohbete devam ediyorum kahvemi içiyorum ama ben o fincanın sadece masaya geldiğini hatırlıyorum, elimdeki fincansa boş, içmişim. Ne konuştuk hatırlamıyorum. Silinmiş o birkaç dakika, ya da uyumuşum diyorum. Arkadaşa bunu ben mi içtim gibi bir soru bile sormuştum.
Bu gibi saçma durumlar sanıyorum ki beynin kendi sağlığını otonom şekilde korumasının sonucu. Yaşarken çok zor olsa da, kalıcı çözümü yine kendisi veriyor, uzun vadede kazandırıyor.
Ben şahsen, o dönem imkanım olmadığı için -mecburen- üstüne gittim bu durumun. Dinlendiremedim ne beynimi ne vücudumu. Sürekli çalıştım ve problemleri düşündüm. Her şey daha kötüye gitti. Kronik yorgunluktan majör depresifliğe, oradan uyum bozukluğu, anksiyete bozukluğuna kadar ilerledim. Yine de yapabileceğim bir şey olmadığından yoğunluk ve stresin içinde yüzerek yaşadım (yaşamaya çalışmışım aslında). Ve panik atak nöbetleri başgösterdi. Bir an geldi, düşünmeden hareket ettim. Bir hafta içinde her şeyi toplayıp okulumdan, işimden, sevgilimden, arkadaş çevremden, ailemden kaçıp bambaşka bir yerde yaşamaya başladım, o dönemden kimseyle iletişim kurmadan. Uyudum, rüya gördüm, uyandım, rüyalarımda bilinçaltımı kusuyordum. Son çıkış buydu belki benim için, bilemiyorum.
Reddettiğim ilaçları kullanıp iyi olduğumu hissedince bıraktım. Ve o önyargıyla yaklaştığım küçük tabletler o dönemki arkadaşlıklarıyla beni yeniden güçlü kıldı, tamamen eskisi gibi olamasam da irademle davranabiliyorum. Neyi ne kadar önemsemem gerektiğini algılayabiliyor ve uygulayabiliyorum.
Çok uzattım, demem o ki, bu tür küçük belirtiler çok daha büyük sorunların habercisi olabiliyor. Dikkate alın. Psikologa psikiyatre gitmeyi gurur meselesi yapmayın (toplumumuzda var böyle bişey maalesef). Kalbinizin ağrıması gibi düşünün. Belirtiyi görmezden gelip kalp krizini beklemeyin hastaneye gitmek için. Önceliğiniz çok iyi yaşamaktan önce, yaşayabilmek olsun.