belca
0 (düz adam)
on ikinci nesil yazar 0 takipçi 0 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    düşün ki o bunu okuyor

    3065.
  1. Beni görünce şaşırıp kızma. Hayır, bu başlık altında kimseye asılmıyorum demek isterdim çünkü hali hazırda 2 yıldır sevgilim var.
    0 ...
  2. evrim

    410.
  3. Evrim biyolojinin tutkalıdır. O olmadan her şey eksik kalır. Ne yazık ki günümüzde kamuoyunda din adına konuşan kişiler sözde inançlarını korumak bozmamak için amansızca evrimi reddetmektedir ancak sadece güneşi balçıkla kapatmaya çalışmaktalar ve evrimi bilen kişiler için islamı komik duruma düşürmekteler. Şahsi kanaatim Ademin bir arketip olduğu yönünde. Cennetten "düşman olarak" düşme, diğer melekelerin secde ederken ne hikmetse sadece iblisin secde etmemesi, topraktan yaratılma gibi anlatılar mircae eliade gibi yazarlar üzerinden bir mitoloji kültürü yaratılınca anlaşılabilecek şeyler ve en önemlisi geçmiş müçtehidler müfessirler bilgi birikimi ve çağ toptan değişmişken benim Kuran yorumuma ipotek koyamaz. Hz peygamber bile.
    0 ...
  4. fenerbahçe

    17855.
  5. Görünen o ki Jorge Jesus kadroyu baştan kurmak istiyor, yepyeni bir takım istiyor. Elbette ortadaki isim Jesus olunca eğer istediği transferlere mümkünat veren bir bütçe varsa yönetimin kasasında yine insan güven duyuyor Fenerbahçe'nin başarı şansına fakat bence geçen sezonun sonunda Kartal'ın getirdiği şablonun üstüne bir iki ekleme yapmak yeterliydi. Gereksiz risk gibi geliyor bana.
    0 ...
  6. istanbul teknik üniversitesi

    321.
  7. Tüm sorunlu noktalarına rağmen kalitesini net bir şekilde hissettiren canım okulumdur kendisi. Ayrıca kampüsü de efsanedir.
    0 ...
  8. muhammed abid el cabiri

    2.
  9. islam düşüncesinin Kantıdır. 4 kitaplık Arap- islam aklı serisi ile(bilhassa Arap - islam aklının yapısı adlı kitabı ile) bizi geleneğin zincirlerinden koparma vazifesini layıkı ile yerine getirmiştir. Bu serinin ana mesajı ise 1400 yıllık islam geleneğinin ürettiği 2 temel disiplinin yani beyan(kelam ve fıkıh) ile irfan(tasavvuf) ilimlerinin ezeli ve ebedi bir mantığın güdümünde şekil almamış yani gökten inmemiş ve insani figürler ve koşullar etrafında cereyan tarihsel birer söylem olduğunu söylemektir. Bence Cabiri'nin eleştirelliğinin üstüne gelenekle bir daha birleşilmelidir Gadamer gibi romantiklerin yaptığı gibi ancak bu yeniden birleşmeden önceki bu yapısöküm elzemdir. Bu nedenle Allah kendisine rahmet eylesin, büyük bir düşünürdür.
    0 ...
  10. ali şeriati

    209.
  11. Ali şeriatinin gelenek eleştirisi(Yazı bana aittir)

    Muhammed dini gökyüzünden yeryüzüne indirmişti. Ondan önce metafizik konularla boğuşan din birdenbire siyaseti ve toplumu adalet değerleri uğruna dönüştüren bir güç haline gelmişti. islam’la ilk tanışan Roma ve Sasani evlatları ondaki bu güce vuruldular. Çünkü ne Hristiyanlık’ta ne Zerdüştlük’te böylesi siyasal bir değer mecmuası yoktu. Dört Halife döneminde bu siyasallık kendini bir süre daha izhar etmeye devam etti. Fakat Emeviler iktidarı ellerine geçirince siyasal alanı dinden tamamen arındırdılar.
    Emeviler dönemi islam’da Firavun, Karun ve Bel’am’ın hüküm sürmeye başladığı ilk dönemdir, Şeriati’ye göre. Yani siyasi istibdat, ekonomik istismar ve bilinçlerin dinin dejenerasyonu yoluyla eşekleştirilmesi süreci. Fakat yine de bunda yeteri kadar başarılı değillerdi. Çünkü kendileri her ne kadar siyaseti dinden arındırmış olsalar da, toplumu oluşturan Müslüman âlimler hâlâ islam’ın siyasal değerlerinden dem vuruyor ve iktidarı bu değerlere referansla eleştiriyorlardı. islam’ın siyasal bilinci henüz kaybetmemişti. Ve bu itiraz Emevileri kısa bir sürede yıktı. Fakat sonrasında iktidarı Abbasiler gasp etti.
    Abbasiler islam’a karşı dâhiyane bir siyaset izlediler Şeriati’ye göre. Onlar islami bilinci siyasallıktan arındırıp islami düşünceyi başka yönlere kanalize ettiler. Emeviler siyaseti islam’dan arındırmışlardı. Abbasiler islam’ı siyasetten arındırdılar. Ve onlar islami bilinci yok etmek için islami bilimleri tedvin ettiler.
    Abbasiler döneminde islami ilimler şahlanışa geçti. Abbasi sultanları da bu süreci destekledi. Kelam ve fıkhın altın çağı bu döneme aittir. Bir yandan da islam’ın fethettiği bölgelerin medeniyet birikimi islam’a giriyor, yeni sentezlere tabi tutuluyor, Abbasi sultanları da bu işin arkasında oldukları mesajını veriyorlardı.
    Fakat bu süreçte kaybolan şey islam’ın siyasal bilinciydi. Kelam ilminde tevhit, yani Allah’ın birliği düşüncesi tartışılıyordu. Bu fikir islam’ın temel akidelerinden biriydi ve salt metafizik ve ontolojik değil, açık toplumsal ve siyasal anlamları da vardı. Tevhide inanan birey toplumdaki bütün çatışmaları çözmeli ve toplumu bir vahdet haline getirmelidir. Kur’an’ın tevhit görüşü bu olmasına rağmen Abbasi dönemi kelamcılarının elinde tevhit, salt ispatlanarak hasma kabul ettirilecek metafizik bir hakikat olarak değer kazanıyordu.
    Aynı şey kelam ilminin tartışmalarından olan ilahi adalet meselesi için de geçerliydi. Kur’anî görüşe ve Peygamber ve ilk dönem Müslümanlarının kavrayışına göre ilahi adalet salt ispatlanacak değil, yaşama geçirilecek, uğruna savaş verilecek toplumsal ve siyasal bir adalet ilkesiydi. Bu ilkeye göre bir hükümdarın tebaasına zulmetmesi ilahi adalete aykırıydı ve bununla mücadele edilmesi gerekirdi. Fakat Abbasi kelamcılarının elinde tevhit yine metafizik ve ontolojik bir hakikate dönüşmüştü. Onlar bu dünyadan tamamen kopuk bir şekilde Allah’ın cennet ve cehennemini tartışıyorlardı, ilahi adaletten konuşurken.
    Aynı deformasyon ve siyasal bilinç kaybı fıkıh ilmi, yani islami hukuk bilimi için de geçerliydi. Fıkıh kaynağı itibariyle toplumsal ve siyasaldı. Ve fıkıhçı birey topluma dair bütünlüklü bir kavrayışının ürünü olan siyasal bir tavır alış ve bir söz beyanı olarak islami kurallar hakkında konuşurdu. Hatta Ebu Hanife gibi düzene savaş açardı. Fakat Abbasiler dönemine geldiğimizde fıkıh bu siyasallığını tamamen yitirmiş bir halde, bireylerin ve sivil toplumun tabi olacağı kuralların ortaya konması faaliyetine indirgendi. Ve bu süreçte köleliği kaldırmak gibi siyasal bir davayla gelmiş olan islam’ın fıkhı kölelik hukuku adlı bir alt disiplin açtı kendine.
    Bu süreçte olan biten islami bilincin, yani islam toplumsallığının ve siyasallığının yok olması pahasına, başka bir deyişle islam’ın bu dünyaya nizam verme çabasının yok olması pahasına islam’ın metafizik, bireysel ve kültürel bir olgu haline dönüşmesi sürecidir -ki Abbasiler de bu süreci sonuna kadar teşvik etti.
    Şeriati’nin gözünde diğer medeniyetlere ait ilimlerin islamca tevarüs edilmesi macerasında da Abbasilerin böylesi bir niyeti vardır. Yani islam’ın sosyal adalet ilkelerini konuşulamaz ve düşünülemez hale getirip, islam’ı tamamen depoliitize edip, onu bir uygarlık, kültür ve bireysellik haline getirme çabası. Şeriati’ye göre bunu başardılar da. ibn Sina Antik Yunan felsefesini işrak düşüncesine bağlamış büyük bir islam düşünürü olabilir. Ama onun toplumundaki adaletsizlikler hususunda söyleyebileceği hiçbir şey yoktur. islam’sa özellikle bu konu hakkında konuşmak ister.
    Böylece bir devrimin taşıyıcısı olmuş bir din, sosyal adaletsizlikleri meşrulaştıran bir ideoloji haline dönüştü. islami ilimler islami bilinci öldürdü. Şeriati benzer bir süreci Şiilerin de yaşadığını söyler. Ve bu dönüşüm üzerinde ısrarla durur. Bu Ali Şiası’nın Safevi Şiası olması sürecidir. Ve ayrıca ele alınmayı gerektirir.
    Şeriati’ye göre Safevi dönemine kadar Alevi Şiiliği henüz kuruma kavuşmamış bir hareketti. O toplumdaki zulümlere karşı islami adalete yaslanan bir protesto çığlığıydı. Bağrında bazı bozuk inanışlar taşımış olsa da o, özünde doğru islam’ın savunuculuğuydu. Yani maslahat yerine hakikatin, hilafet ve saltanat yerine bizi değerlerin hükümranlığına taşıyacak imametin ve metafizik değil toplumsal adaletin… Şia’nın tüm kavramları, tüm önermeleri ve tüm ritüelleri bu asli amacın tezahürü olarak kıymet kazanıyordu.
    Safevilerin iktidarı ele alışı bu hareketi bir kuruma dönüştürdü. Ve kurum kendi bekasını temin edebilmek için Şia itikadının muhtevasını tahrip etti. Safevilik Şia düşüncesindeki her biçimi korudu. Fakat bu biçimleri bağrındaki toplumsal-siyasal mesajdan arındırıp onlara mitolojik-metafizik anlamlar kazandırdı.
    imamet Şia için islami değerlerin ve ideallerin hâkimiyeti anlamına geliyordu. Safevilik imamı gökte tanrıyla ve peygamberle yarışan mitik bir kahraman haline getirdi. Şefaat bir imamla aynileşip, onun değerleriyle değerlenmek, onun yüce karakterini kendine taşımak, onun azmiyle azimlenmek anlamına geliyordu. Safevilik şefaati günahlarla dolu insanların sahtekârca sığındığı bir makam haline getirdi. Bir dava uğruna yoldaş olma anlamına gelen velayet bir efsane kahramanlığına dönüştürüldü. Kerbela siyasal bilinci keskinleştirmek için mesajdı. Anlamı olmayan bir yas günü haline getirildi vs. Böylece Şia kavramlarının ve ritüellerinin biçimi ve adı korundu, fakat muhtevası siyasetten tamamen arınacak şekilde mit ve metafizikle dolduruldu.
    Şeriati’ye göre böylece sadece Sünni dünya için değil, Şii dünya için de islam siyasetten, dünyadan ve toplumdan kopmuş, kültürel, uhrevi ve bireysel bir din haline dönüşmüştür. Kan ve özgürlük dininden Marx’ın diliyle bir afyon yaratılmıştır. Din dünyaya biçim verme etkinliğinden koparılmıştır. Kısaca şirk ve şirkle beraber onun yarattığı toplumsal zulüm düzeni, Firavun, Karun ve Bel’am, yaratılmış olan bu kültürel, apolitik, mitik ya da öte-dünyacı ve bireysel islam’ın kılıfı altında hükmünü devam ettirdi.
    Böylece Şeriati’nin dine karşı din kavramı daha da berraklaşmış hale geliyor. O, dört halife döneminde imamete karşı hilafet olarak görünüyordu. Ya da hakikate karşı maslahat olarak. Şimdiyse o bizlere siyasal islam’a karşı kültürel islam, toplumsal islam’a karşı bireysel islam ve bu-dünyacı islam’a karşı mitolojik, metafizik ve öte-dünyacı islam olarak görünmektedir.
    Şeriati bu kavrayışından hareketle gerek Sünni gerek Şii dünyayı hükmü altına almış tasavvuf düşüncesini ve pratiğini de dine karşı din sürecinin bir parçası olarak okur. Hükmünü sadece siyaset ya da toplumda değil, bireylerin bedenleri ve ruhlarında tesis eden bir dine karşı din olarak tasavvuf.
    Şeriati için tasavvufun doğuşunda iki amil rol oynar. Bunlardan birincisi Doğu düşüncesinin islam’a girişidir. Fakat tasavvufu doğuran çok daha güçlü bir etmen daha vardır ki o da sufilerin toplumdaki bozukluklara karşı toplumsal ve siyasal bir hamle yapamamaları sonucu uzleti ve benlikte derinleşmeyi seçmiş olmalarıdır. Onlar refaha ermiş insanlardı, toplumlarının durumundan ve refahın yarattığı boşluk ve anlamsızlık duygusundan mustariplerdi. Ve birer halkçı olmadıkları için toplumsal mücadeleye girmediler. Kendi iç dünyalarına yöneldiler.
    Bu içedönüşün bedelleri vardır. Her şeyden önce islam onların ellerinde tüm siyasallığını yitirdi. Fakat sorun daha derindedir. Tasavvuf eliyle insan bu dünyaya yabancılaştı. Şeriati’ye göre islam’ın zühd ideali sufilerin elinde bozuldu. islam’ın zühd ideali devrimci ve ideolojikti. O kişinin bağımsızlığını ve özgürlüğünü koruması ya da Ali gibi halka karşı sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmesi için gözetilen siyasal bir ilkeydi. Oysa tasavvufun elinde zühd bu dünyayı metafizik olarak hor görme sonucundan başka bir şey doğurmadı. Oysa, Şeriati’ye göre, bu dünya yani toprak imar edilmesi gereken kutsal bir alandan başka bir şey değildi.
    Şeriati’ye göre sufiler insanın manevi yolculuğunu da tahrif edip bu dünyadan tamamen kopmuşlardır. Şeriati’ye göre bu dünya içerisinde kalarak Allah’a doğru yol alınır. Oysa sufiler vahdet-i vücud inançlarıyla, vücud’u Allah’a hasredip, mevcudatı da hayal mertebesine indirerek sırf vücudla hemhal olmaya, yani Allah’da yol almaya yöneldiler. Bu ideal ise dünyanın tamamen unutuluşa terkedilişine, yani dünyaya tam bir yabancılaşmaya yol açıyordu.
    Tasavvuf başka kötülükler de yaptı. Aynı Safevi Şiiliği gibi islami kavramların içeriğini yeniden doldurararak kanaat, sabır, tevekkül gibi kavramların bağrındaki aktif dünyevi ve siyasal varoluşu çıkardılar. Ve onları mistik öte-dünyacı bir şekle soktular. Tevekkül bir işe azmedip o işin sonucunu Allah’tan ummak iken, dünya için çabalamama idealine döndü. Kanaat özgür ve bağımsız ruhu korumak için bir araçtan ibaretken, dünyaya karşı tam bir lakaytlığa dönüştü, vs.
    Mescidden kaçıp zaviyeye sığınan sufiyi Şeriati şöyle resmeder: ilk kurulduğu haliyle mescid hem içinde ibadet edilen bir mabet, hem her bilimin konuşulduğu bir akademi hem de tüm siyasi konuların konuşulduğu bir senatoydu. Oysa zaviyeden hem siyaset, hem bilim çıkmıştır. Yerini metafizik ve toplumdan kopuk manevi konuların tartışılmasına bırakmıştır.
    Şeriati bu sebeplerle ortaya çıktıktan belli bir müddet sonra siyasi iktidarların hizmetine girerek islam’ın durumunu daha da berbat eden tasavvufun bir kenara bırakılması gerektiğine inanır. O dine karşı dinin en sofistike tezahürlerinden biridir. Bununla beraber o tasavvufun bağrındaki bazı değerlere de bigane değildir. Öyle tarikatler vardır ki bunlar savaşçıdır, ve bu iyidir. Öyle tarikatler vardır ki siyasal olmasa da yüce insan yetiştirir, ve bu korunmalıdır. Ve bizatihi tasavvufun bağrındaki aşk ve irfan –ki Şeriati’ye göre bunlar insanın en asli boyutları olarak insanı benlik zindanından çıkaran değerlerdir- Şeriati düşüncesinin merkezlerinden birini oluşturur.
    Bu sebeple Şeriati tasavvufun bağrındaki bu hakikatleri korumak ister. Fakat o bunun tasavvuf geleneğini devam ettirerek yapılabileceğine inanmaz. O kabaca şunu söyler: Tüm bu değerler tasavvufun tekelinden kurtarılmalı ve gerçek siyasal islam’ın hizmetine verilmelidir. Fakat bu haliyle öte-dünyacı, mistik, zahit tasavvuf islam’ı berbat etmiştir.
    Bu noktada Şeriati’nin islam-dışı dinlere bakışını da ele alabiliyoruz. Doğu dinleri onun için siyasal olmamaları sebebiyle ve tamamen ruhaniyete odaklanmış olmaları yüzünden zaten islam’a göre eksik dinlerdir. Şeriati Budizm, Brahmanizm, Zerdüştlük, Konfüçyüsçülük ve Taoizm gibi dinleri inceler. iki sebeple: (1) Karşılaştırma yoluyla islam’ın tamlığını ve üstünlüğünü göstermek. (2) Bu dinlerin bağırlarındaki hakikati tevarüs etmek.
    Şeriati için tüm bu dinlerde ortak bir özellik vardır. Onların çıkış noktası da aynı tasavvuftaki gibi toplumdaki refahın yarattığı boşluk ve anlamsızlık duygusuna bir çözüm aramaktır. Buda son derece müreffeh bir prens olduğu için dünyevi mutluluğu hor görür. Fakat Şeriati için bu din peygamberlerinin Muhammed gibi toplumsal ve siyasal bir mesaj getirmemiş olmalarının sebebi onların ibrahim-Musa-isa-Muhammed çizgisinde halktan birer adam olmayıp aristokrat sınıfa mensup olmalarıdır. Bu yüzden bu din peygamberleri aristokratlara hitap ederler, halkın ıstıraplarına değil.
    Şeriati bu dinlerin bazılarının daha toplumsal, bazılarının daha içedönük, bazılarının iyimser, bazılarının kötümser olduğunun farkındadır. Ama ona göre bu dinler siyasal değildir. Ve bu Şeriati’nin gözünde islam’ın ilk üstünlüğünü oluşturur.
    Fakat yine de bu dinlerden tevarüs edilmesi gereken değerler vardır, aynı tasavvuftan tevarüs edilenler gibi… Brahmanizm insanın toplumsal-siyasal problemlerini çözmez, fakat onda kâinatı kuşatan benlikle, Atman’la bir olmayı hissettirecek ve evrensel bir sevgiyi husule getirtecek yüce bir maneviyat vardır. Şeriati’ye göre bu değer, bu değerin içine oturduğu kast sistemi denen berbat toplumsal düzenden kurtarılmalı ve bugüne taşınmalıdır. Aynı bakış ikisi tek bir din olsaydı mükemmel bir din olurdu dediği toplumcu Konfüçyüs ve tabiatçı Taoizm için de geçerlidir.
    Fakat ona göre eksik yine de ağır bir eksiktir. incil’in ahlakı oldukça kadınsıdır: Tokat atana diğer yanağını çevir. Zerdüşt oldukça yüzeyseldir, derin bir mesaj ihtiva etmez. Brahmanizm kast sisteminden ayrı düşünülemez. Konfüçyüs bir hiyerarşi toplumu yaratır vs. Böylesi eleştiriler Şeriati’nin metinleri boyunca yayılır, durur. Övgüler de… Ve cümleler boyunca onun farklı dinlerle uğraşırken ki bir motivasyonu belirgin hale gelir. Biraz tahrif ederek söylersek, bu çağa yeni bir dini kavrayış gerekiyor. Şeraiti de bu kavrayışı oluşturma uğruna farklı dinlerdeki hakikatleri tevarüs etmeye çalışır.
    Bu yeni dini kavrayışı gerektiren başka hiçbir şey değil, ama modernitedir. Ki zaten onun islam’ı, islam’ın değerlerini ve islam tarihini özeleştirel bir şekilde okuması zorunluluğunu doğuran da Şeriati’nin moderniteyle yüzleşmesidir
    0 ...
  12. © 2025 uludağ sözlük