hep aynı hikaye adlı öykü kitabı çok kıymetli, adanada yaşayan, öğretmenlik yapan bir yazardır. edebi müdahale dergisini çıkarmaktadır ekibiyle beraber. ilk öykü kitabındaki gömülen öyküsü ile oğuz ataya selam çakmıştır. gömülen çok güçlü bir öyküdür bu arada...
türkiyeyi ne kadar etkileyeceğini bilemediğim, aslında şöyle bir düşününce etkilemeyeceğini düşündüğüm, yayınevlerinin bazı şeyleri değiştirmesine sebep olsa keşke dediğim ama keşkeme kendim bile inanmadığım için bir umut beslemediğim olay.
oğuz atay'ı konu edinerek yazdığı biyografi-eleştiri kitabı için müthiş bir araştırma içine girmiş, sonuçta olağanüstü bir eser ortaya koymuş olduğunu düşündüğüm, bu yüzden de kalben ısınıverdiğim bilim-sanat insanıdır. diğer kitaplarını da aldık tabi hemen, şimdi sırada türkiyede postmodern edebiyatı anlattığı kitabı var.
nermin tenekeci adlı öykü yazarının ilk öykü kitabıdır. sokaktan, hayattan beslenen canlı karakterler ile güçlü kurgular kitabın dikkat çeken özelliğidir. dili temiz ve güçlüdür. takdire şayandır.
faulkner abimizin birbirinden bağımsız iki hikayeyi peşpeşe bölümler ile anlattığı, iki karakterden yola çıkarak yine insan durumuna el attığı, güzel Türkçemizde ilke kez ocak 2011'de yayınlanan kült romanı. yapı kredi yayınları tarafından yayınlanmıştır. faulkner abimizin külliyatına hasta roman okur-yazarlarının kaçırmayacağı bir eserdir.
adı çok iyi roman. can yayınları yayınlamış. gülsoy zeki bir romancı. ben zaten zeki olmayan romancı bilmiyorum, o halde son cümlem saçma oldu. romanda baş karakter cem, bitkisel hayattaki eşine bakar, bakar, bakar, kendi zihni içinde onunla konuşur, onunla çatışır, aşkı sorgular, ihaneti sorgular.
çook güzel bir adam. tüm güzel adamlar gibi yok sayılmış bir adam. hayatı becerememek onda güzel bir gömlek gibi duruyor ve duracak da hep. allah affetsin, biz ondan razıyız.
öykü yazarı. 2 şubat 1962, kocapınar köyü / gönen / balıkesir doğumlu. karesi i̇lkokulu (1973), atatürk ortaokulu (1976), muharrem hasbi lisesi (1979) ve gazi üniversitesi i̇şletme fakültesi (1983) mezunu. çalışmalarını balıkesirde ticaret yaparak sürdürdü.
bir yıldız kayar bir i̇nsan ölürmüş başlıklı ilk öyküsü 1982 yılında aylık dergide çıkmıştı. bir grup arkadaşıyla birlikte kayıtlar dergisinin yayınına katkıda bulundu. daha sonra yazdığı öyküler; aylık dergi, yönelişler, mavera, yedi i̇klim, kayıtlar, hece ve heceöykü dergilerinde yayımlandı. esenlik zamanları adlı eseriyle türkiye yazarlar birliği 1999 yılı öykü ödülünü kazandı.
pencere cemal şakarın yeni öykü kitabı. bir taşra kasabasında, kendi dahil herkese; eşine, çocuklarına, içinde yaşadığı ortama yabancılaşmış bir rate entelektüelin serencamı öyküleniyor. kitap iki bölüm: birinci bölüm pencere adı altında toplanmış; ikinci bölümse ve diğerleri başlığı ile sunulmuş. ancak her iki bölümdeki öyküler aynı serencamın farklı kişiler tarafından yaşanmışlığını dile getiriyor. ancak birinci bölümdeki öyküler, aynı olayı yaşayan birkaç kişinin görüngüsünden yeni baştan anlatılıyor. (rasim özdenören)
şakar öykülerinde, çocukluktan başlayarak bir insanın hakikate ulaşma serüvenini anlatır. hep sorularla, yanılgılarla, ödeşmelerle geçen bir hayatın derin, çarpıcı yansımalarını... bu öykülerde kahramanımız değişmek ister ama bulunduğu yerde değişemeyeceğini bildiği için uzun yolculuklara çıkar. ( ) öyküleri tasavvuftaki seyri suluka benzetmek mümkündür. cemal şakarın öykü serüveninde hemen hemen aynı temayı (yol ve yolculuk) ve aynı kahramanı işlemesi bir handikap gibi gözükse, çoğaltmacılık riskini bünyesinde barındırsa da şakarın usta işi yaklaşımlarıyla bu risk bir verime dönüşmüştür. o bu temaları derinleştirerek, dairelendirerek şaşırtıcı bir bütünlüğe ulaştırtmayı başarmıştır. (necip tosun)
Tahsin yücel'in 2010 yılında yayınlanan son romanı. romanda serencam adlı binlerce sayfalık bir -hayatının kitabını- yazma uğraşındaki karakter ve kitabı yazış süreci üç farklı zaman ve üç farklı karakterin ağzından anlatılıyor. teknik olarak iyi bir roman olmakla beraber derinlik pek yok. tahsin yücel gibi yaşını başını almış bir yazardan daha asli kelamlar bekliyor insan ama olmuyor işte.
Gençliğimde, ilk ve son gençlik yıllarımda olduğu gibi değil ama, orta gençlik yıllarımda, hatta son çeyreğinin iki milim öncesi, sosyal kavramıyla ki bunun kavramlığı beni ilgilendirir, niteleyip yüce ve tanımsız kişiliğime yüklediğim çıldırtıcı kaygıların hem gururlu ya da daha doğrusu kibirli bir bakış açısıyla yaklaşık yetmiş derece dolaylarında, toplum için; hem de biraz farkına varmanın söz konusu olduğu kendim için; farkına varmak yerine şöyle diyelim, ayrımına vararak da benim, yani zatıma mahsuben, bir şey yapılamazlığının, yani kaygıları kastediyorum, bunun umutsuzluğunun, karamsarlığının getirisi durumunda vuku bulan “içimdeki tarifsiz şeyler” gibi değil, tükenmek ama bir şey yapamaz, sunamaz, bir şey üretemezliğin, gençlik kırgınlığıyla buluşarak hadi hadi hadi bir şeyler olsun artık dercesine ve ne olursa olsun tatminsizliğin yarattığı sürekli yitmek, tükenir olmak güdüsünü, güdü değil, durumunu, durum değil, halini terk edemezliğin ama bunu artık, terk etmeyi de yani, istemezliğin, bir boş, bir boşlukta, yorgun, argın, yalnız ve dinmiş tarafı olsa gerek desem şimdime, şimdilerime, kendimi işin içinden çıkarmak, kurtarmak için bir şey yapmış olamayacağıma, tüm bu boş sözler bir işe yaramayacağına göre neden konuşayım deyip, sözü bana düşman olan ben-e atışımdır bu cümle.
yıllardır bir genç kız yanıma yaklaştığında ona söyleyeceğim acı ve alaylı sözler hakkında o kadar çok hayal kurdum ki, siz bunların ağırlığına dayanamazsınız.
selim ışık günseli'ye söylüyor.
tutunamayanlar-oğuz atay
aziz nesin yaşasaydı tayyibe bir şeyler söylerdi, bu kesin.
aziz nesin yaşasaydı aydın doğan'ın özdil'ine de bir şeyler söylerdi, bu da kesin.
tarihten önemli bir şahsiyetin düşüncesini, sözünü alıp, kendi düşüncesine, sözüne destek sağlamak ne kolay. sanki öyle yapınca o şahsiyet senden oluyormuş gibi göstermek filan.
tuhafı, bunu başbakan da yapıyor, kendine aydın diyen yazar da.
of allahım, bitse de gitsek.