bachelorette
769 (şahane)
altıncı nesil yazar 50 takipçi 343.81 ulupuan
entryleri
oylamalar
medya
takip

    ismail köybaşı vs ramon de morais motta

    1.
  1. 2'sinin toplamından bir sol bek yapmaya kastım uzun zamandır. fakat ortada sadece kötü bir ramon motta varmış ve onunla uğraşıyormuşum. diğeri yokmuş bile.

    sen yıllarca sakat olsun, moral ver, bak, büyüt, yeme yedir, içme içir, sonra adam iyileşsin ve sarıyer'e karşı dahi sahanın en rezili olsun. hiç mi borcun yok ulen kulübe?

    necip uysal'dan yedek olur, kızma ama senden o da olmaz bu halinle ismail.

    neyse versusun galibi. ramon motta. kötü ama galip. insanda biraz onur olacak, hırs olacak.
    0 ...
  2. chp deki işe yarar vekiller

    1.
  3. uzun zamandır iki vekil ve fikirleriyle ilgileniyorum, bu başlıktan diğerlerinin işe yaramaz olduğunu mu çıkartırsınız bilemem. bildiğim ikisi fikirsel olarak beni tatmin ediyor, ziyadesiyle işe yarar vekiller kategorisindeler. bir sohbet etme imkanım olsa ilk soracağım soru sizin chp'de bunca tutarsızlığın ve omurgasızlığın arasında ne işiniz var olacak?

    hadi vekilleri de yazalım, tam olsun:

    (bkz: ilhan cihaner)
    (bkz: şafak pavey)
    1 ...
  4. mini cooper vs vw beetle

    1.
  5. sıklıkla karşılaştırılan iki araba. araç teknik özelliklerinden pek anlamam, ama şu var kullanıcılara bakınca durum ciddi ayrışıyor. cooper sanki fazlasıyla bir zümreyi betimliyor ki o kitleyle anılması yani özdeşleşmiş olması fazlasıyla itici. beetle ise farklı. eski ve yeniyi birleştirmişler ortaya farklı bir ruh çıkmış. gerçi ruh deyince eski kaplumbağacıların hedefine girebiliriz ama vw yine de bir ruh barındırıyor. zira 2000'lerde durumun modernize edilmesi normal. ( diğerinde sanayiden çıkamamak var )

    son tahlilde böyle versusun içine sıçayım. beetle beetle yine beetle. içinde de hafiften hafiften love me do çalacak. değmeyin benim gamlı yaslı keyfime.
    1 ...
  6. vidunder

    1.
  7. albümlerini yurtdışından getirmenin bünyeme iyi geleceğini hissettiğim isveç'li grup gibi grup. hele bassistleri yok mu,o nasıl bir performanstır hacı.

    https://www.youtube.com/watch?v=Cmp5pNP19bo
    1 ...
  8. no hope left for me

    1.
  9. blues pills

    1.
  10. sağlam müzik yapan yeni nesil isveç'li bir grup.
    1 ...
  11. ınto her grave

    1.
  12. harika bir vidunder şarkısı. ne varsa isveç'te, kuzey avrupa'da var.

    https://www.youtube.com/watch?v=zJ10Gvl3Y-s

    edit: yüksek sesle dinleyin, dinletin.
    0 ...
  13. kuzey avrupa daki heavy metal ekolü

    1.
  14. var olan bir ekol. köke ve geçmişe bağlı sağlam bir ekoldür bu. aslında sadece metal olarakta düşünmemek lazım. bir rock terbiyesi (kültürü) var bu adamlarda.

    genelde kuzey avrupa heavy metali deyince akla önce power metal geliyor ama bu daraltıcı bir bakış açısı olur.
    2 ...
  15. zaman sonsuzluğun maskesidir

    1.
  16. aksi gibi

    1.
  17. radikal'den tanıdığımız pınar öğünç'ün kısa hikayelerden oluşan yeni kitabı.
    okurum ki ben bunu.

    http://www.idefix.com/kit...?sid=RTVKVU6R6G1GW6LEDLZB
    1 ...
  18. her şeyi anlıyorum ve bu beni öldürecek

    1.
  19. bilgi sonu gelmeyecek olan bir fetihtir

    1.
  20. bir tip cemil meriç aforizması.
    bilginin sonsuzluğunu ve keşfinin sınırsızlığını hedef almış gibi duruyor.
    0 ...
  21. kitap zekayı kibarlaştırır

    1.
  22. ismail reis in ölümü

    1.
  23. kafa dergisinin ocak sayısından güzel bir ismail saymaz yazısı.

    --spoiler--
    ''hesapladım; sait'le karşılaştığımız o günün üzerinden tam tamına yirmi yıl geçmiş. bir kurban bayramı günüydü. r'leri yuvarlayan o şirin laz şivesiyle, ''hayde'' dedi, ''bizum ocak'ta bir çay içelum.''

    adını ilk kez o gün duyduğum rize ülkü ocağı'na adım atarken, üç yılımı burada geçireceğimi ben de bilmiyordum. benim 'ülkücülük' serüvenim, rize anadolu lisesinden arkadaşım olan bir laz'ın önayak olmasıyla başlıyordu. evet, artık ben de bir bozkurt'tum.

    o yıl okulumda ortaokul kısım reisi oldum. ''ergenekon'dan, demirleri eriterek çıkan kurt'' misali sınıfa girdiğimde, arkadaşlarım arasında çokca 'azılı komenist' olduğunu fark ettim. mesela alp, grup yorum dinliyordu. niyazi, teneffüslerde, sıra arasında sakladığı mao'yu açıp açıp okuyordu. etkin ve ulaş'ın da ne menem 'yıkıcı' oldukları isimlerinden belli değil miydi?

    hemen 'teşkilatlanmaya' koyulduk.ilk 'ülküdaşım' gökhan oldu. demokratik sol parti'nin, üzerinde bülent ecevit'in resimlerinin olduğu seçim balonlarını bisikletime bağlayarak, şehirde tur atmayı saymazsak eğer; ömrümdeki ilk siyasi eylemim, okulum da dergi dağıtmak oldu. dergimizin adı, 'erkek kurt' anlamına gelen, börteçine'ydi. dergimizin ilk sayısının üzerinde, tarkan'ın el çizimi vardı. ve resmin altında, ''ergenekon yurdun adı / börteçine kurtun adı...'' dizeleri yer alıyordu. dergide benim de bir şiirim yer almıştı. atletimin içine sokarak okula götürdüğüm dergiyi, el altından ülküdaşlara ve 'asenalara' dağıtırken yakalandım. haliyle, disiplin'e düştük.

    ertesi yıl 95 seçimleri vardı. alparslan türkeş, rize meydanı'na çekilen bir kamyon kasasında miting konuşmasını yaptığı sırada, okul üniformamı giymiş, kravatımı takmış, hazır ola geçmiş halde, yanı başında duruyordum. o ''bozkurtlarrrrr'' dişte bağırıyor, ben hayranlıkla dinliyordum. meydanda bin kişi bile yoktu. varsın, olmasındı. seçim çalışması için üç hilalli bayraklarla donattığımız kırık dökük 'reno' ile ilçeleri gezmeye koyulduk. çayeli bizden sayılırdı. pazar'ın, eski adıyla atina'nın bu kadar 'komenist' olduğunu bilsek, ilçeye hiç girer miydik? mustafa yıldızdoğan'ın türkiyem şarkısı ile yokuş aşağı girdiğimiz ilçede, ıslık bile çalmadan, başımız önde ayrıldık. fındıklı mı? bu ilçede, esnaf tarafından dövülmediğimize şükrettik. o seçimde, ecevitçi babam dahil, hiç kimseyi bizim partiye, mhp'ye oy vermeye ikna edemedim. yaşım tutmadığı için ben de oy veremedim. seçim sonuçları açıklandı; biz barajın altında kaldık. ocak gençliği olarak, terk edilmiş birer delikanlı gibi, onulmaz bir acı hissettik. hüznümüzü aşık sefai'nin ayşem'i ve osman öztunç'un mehmedim'iyle dindirdik. ve elbette, orhan gencebay'la... derken haber geldi: ardeşen tv, ülkücülerle solcuları tartışmaya davet ediyordu. ben ve iki arkadaşım stüdyonun sağına oturduk. uzun ve kıvırcık saçlı; sustuğu zamanlarda bıyıklarıyla meşgul olan solcular; bizi bastırmıştı. biz ''ama vatan'' dedikçe, onlar çayın taban fiyatından ve mevsimlik çay fabrikası işçilerin yevmiyelerinden söz ediyordu. biz ''turan'ı kuracağız'' diye söze girsek, onlar sahil yolundaki çevre kıyımından ve fındığın para etmeyişinden bahsediyordu.

    bizi perişan ettiler. bıyıklarımızın gür bir şekilde bitip 'hilal' şeklini almadığına kahrettiğimiz zamanlardı. atsız'ın şiirlerini okudukça 'kaşe montun' altından çin seddi'ni kesiyorduk; gün gelecek, çin sarayı basılacak ve o hesap kapanacaktı. dokuz ışık yol göstericimizdi. anlamasakta okuyorduk. o yılın sonunda rize anadolu lisesi'nin reisi ve askoroz'daki okullar bölgesinin sorumlusu oldum. 96'da, garip haller yaşanıyordu. susurluk'ta bir kamyon bir mercedes'e çarpmış; içinden çatlı reis'in cesedi çıkmıştı. milyonlarca insan derin devleti protesto için ateş böcekleri gibi, akşamları ışıklarını yandırıp söndürüyordu. ben ülkü ocağı'nın altıncı katındaki balkonundan, aşağıya ve sokağa bakarken kafamdaki sorulara yanıt aramakla meşguldüm: '' dünya türk olsa da yoksul olmaktan kurtulacak mıydık? '' kendi sorumu, içimden, hayır diye yanıtladığım an, dünyamın değiştiğini sezinliyordum. o günlerde, edebiyat öğretmenim selma hanım'ın ''tamam, nihal atsız'ı da oku, ama bunu da oku'' diye uzattığı 'ince memet' ile, bir günaha girercesine tanıştım. ince memet'in her sayfasında, kendi hikayemi buldum: misal, tahta el arabasıyla rize sokaklarında hamallık yaparak geçinen dedem hacı kurban'ı... dedemin türklüğü, yoksulluğu kadar kesindi. o günlerde bu soruları seslice ifade etme cesaretini bulamıyordum. vakit vardı daha...

    derken, rize'de kalkan otobüsle kayseri erciyes dağı'nda yapılan ''türkçüler kurultayı'na'' gittik.biz rizeli bozkurtlar'dık. günlerce horon teptiğimizi ve doğu karadeniz şivesiyle uluduğumuzu hatırlıyorum. başbuğ'u ikinci kez bu kurultayda gördüm.kürsüde konuşurken, meydanda taşınan bozkurt heykelini görüp 'indirin onu!' diye bağırmıştı.bir ben değil, bütün meydan korkmuştuk. türkeş'i üçüncü ve son görüşüm, 97 yılının karlı bir kış günü, ankara'da tabutu içinde ve omuzlarda taşındığı gün oldu. mahşeri kalabalığın içinde, aklımdaki bir yığın soruya rağmen, ben de vardım. yüz binlerce insan türkeş'in cenazesini kaldırıyordu, ben ise ismail reis'in...

    rize ülkü ocağı'ndan, bir daha adım atmamak üzere ayrılırken, ilk gençliğimi içeride bırakarak çıktım. yanımda ve koltuk altımda bir zamanlar adını duyduğumda öfkelendiğim yaşar kemal'in ince memet'i vardı. ardından, nazım hikmet'in memleketimden insan manzaraları'nda; hamallık, çay işçiliği ve hamsicilik yapan sıradan insanları buldum. ve ahmed arif sayesinde, ülkenin güneydoğusunda, yeterince türk olmadıkları için ölümlerden ölüm beğendirilen kürtleri öğrendim sonra. milliyetimi soyunarak çıktım o kapıdan... ben çıktım, 'ismail reis' içerde kaldı. esasen kötü çocuk değildi.''
    --spoiler--
    2 ...
  24. okula komünist manifesto kitabıyla gitmek

    1.
  25. hiç unutmam üniversitedeyken başıma gelmiş hede. kitabı izmir kitap fuarından almışım, okuyorum meraklı meraklı. tabii derste olmuyor. sıranın gözüne koyuyorum teneffüste de sömürüyorum. bir baktım ders başlarken zıpırın teki aldı hocam bache bunu okuyor dedi. kendince şikayet ediyor, çocukluk işte. hoca şöyle bir baktı kitaba. nasıl bir şey bu tadında, sayfalarını karıştırdı. kitaptan bihaber olduğu da çok açık. ayağa kalktım gittim aldım elinden. hocam iyi kitaptır, tavsiye ederim dedim, gülümsedi. dersi anlatmaya başladı.

    işte bu da böyle .m-.öt-meme üçgeninden olmayan gereksiz bir anım. bu arada siyasi konularda başlık açmayınız, açanları uyarınız.
    0 ...
  26. hırs başarısızlığın son sığınağıdır

    1.
  27. arada sırada aklıma gelip duran, bir tip oscar wilde sözü.
    0 ...
  28. insanlardaki okuduğu gazeteyi gösterme dürtüsü

    1.
  29. hala var olduğunu düşündüğüm bir dürtü. bir milyon kişilik bir gözlemden bir martı gibi süzülen. neyse orasını karıştırmayalım. şöyledir bu durum: okuyorsun abi gazeteyi. özellikle otobüslerde,vapurda, halka açık bilimum yerlerde gazetenin adının da kalın kalın yazılmış olduğu ve vurucu manşetin de bulunduğu ilk sayfasını karşı tarafa bakacak şekilde adamın gözüne sokarcasına havaya kaldırıyorsun. favori yazarı okurken etraftan aaa bak şu gazeteyi okuyor gibi bir algı seçiciliğiyle bellek içi bir değerlemeye tabi tutuluyorsun. akabinde hafiften bir gülümseme. bir nevi dünya görüşünden izler bulduğunu zannediyor karşı taraf.

    neyse o öyle zannededursun sen gazeteyi yarılıyorsun, bir bardakta çay olsa dünyanın en mutlusu olacaksın. kulaklıkta hakkı bulut, ben kimim şarkısını mırıldanırken, çantanın içindeki franz kafka aforizmalarından oluşan kitabı çıkarıp şu karşılıklılık içeren dürtüyü sonlandırıyorsun. bugünlük bu kadar gazete yeter dercesine.

    edit: 40 yıllık franz kafka olmuş frank zappa. neyse günü zappa dinleyerek geçireceğiz belli oldu.tabii hakkı bulut'tan sonra.
    0 ...
  30. özgürlük gündemimiz değil evrensel hakkımızdır

    1.
  31. bir gezi manifestosu. hala gezi gezi deyipte bir boktan anlamayıp yorum yapanlar bu tümcenin üzerine eğilebilirler. bir düşün, anlayacaksın hacı.
    0 ...
  32. buluşun tek kaynağı uykudur

    1.
  33. vasiyetimdir her şeyimi zamana bırakıyorum

    1.
  34. ben yine o dört eski bakana sesleneceğim

    1.
  35. ahmet hakan 'ın kısaca özet geçip işi uzatmadığı yazı.
    okumakta yarar olanlardan.

    http://iyiseyirler.tv/ahm...divan-kararina-sert-yazi/
    0 ...
  36. gömmeden önce biraz gezdirin beni

    1.
  37. muhtevasında cemal süreya, can yücel, van gogh barındıran mükemmel bir sunay akın yazısı / hikayesi.

    --spoiler--
    cemal süreya'nın naaşının haydarpaşa numune hastanesi'nin morgunda olduğunu duyunca hemen soluğu orada aldım. hatay lokantası'nın sahibi mehmet ali ışık, cemal süreya'nın amcasının iki çocuğu ve oğlu memo'dan başka kimse yoktu. oysa bir gün önce gece evinde telefonlara hep ben bakmıştım. herkes hoca'nın nerde olduğunu, paraya ihtiyacımız olup olmadığını sorup, mutlaka geleceğini söylemişti. ben numune hastane'sinin morguna gittiğimde bir kalabalıkla karşılaşacağımı umut ediyordum.en azından bir 25-30 kişi oluruz diyordum ama saydığım insanlar dışında kimse yoktu. hatay lokantası'nın sahibi mehmet ali ışık, maddi olarak gereken her şeyi üstlendi.

    cenaze arabası geldi. cenaze arabasına cemal süreya'yı koyacağız. çünkü cenaze bir gün sonra şişli camii'nden kaldırılacak. cenaze arabasına bindik. ben önde, cemal süreya'nın oğlu memo ve mehmet ali ışık arkada oturuyordu. şöförün numune hastanesi'nden çıktıktan sonra güzergahı belli: birinci köprüden,ankara asfaltından karşıya geçecek, bizi şişli'ye bırakacak. yol güzergahına girmeden önce, bir anda aklıma cemal süreya'nın bir dizesi geldi. o da şu; gömmmeden önce biraz gezdirin beni...

    şöföre dedim ki:

    -köprüye ankara asfaltından gitmeyeceğiz.
    +nerden gidelim abi, başka hangi yol var?
    -harem'e gideceksin ama sahil yolundan gideceğiz!
    +abi, işimiz var. daha başka cenazeler var, onları taşıyacağım.

    adamı zar zor razı ettik. ve harem'e doğru yola çıktık.kız kulesi'nin önünden geçtik. cemal süreya demişti ya bir şiirinde;

    ''kız kulesi'nin düş getiren pay senetleri, kısa günde kapış kapış gitti...''

    cemal süreya'ya tarihi yarımadayı gösteriyorum. martıları,vapurları,kız kulesi'ni... üsküdar'a geldik. ve kuzguncuk 'a doğru giderken dedim ki içimden; kuzguncuk'tan geçerken hemen orada bir kahve var. ve can yücel hep orada oturur.ister misin can yücel orada olsun...eğer can yücel oradaysa arabayı durdurtacağım ve diyeceğim ki:

    hocam bak cemal süreya'yı gezdiriyoruz.

    kuzguncuk'a geldik, kahveye baktım. can yücel yok! hemen içeriye doğru giren sokağa baktım, 70-80 metre ilerde can yücel elleri arkada yürüyordu.''hocaam! hocaam! diye bağırdım.şöföre ''dur!'' dedim. ''duramam abi, cenazelere yetişeceğim.''dedi. durmadı... içimde uktedir. demek ki biz birkaç saniye önce gelsek, cemal süreya'yı taşıyan cenaze arabasının önünden can yücel geçecekti. hiç unutamam o anı...

    sonra ertesi gün, namaz için şişli camii'ne gittik. hocayı son yolculuğuna uğurlayacağız. çok enteresan bir şey oldu: hiç kimse bilmez bunu... bir kadın geldi; siyah şapkalı, siyah paltolu...çok şık ve çok güzel bir kadın... filmlerden çıkmış gelmiş gibi... cemal süreya'nın kız kardeşi perihan hanım gidip onunla bir şeyler konuştu. tanıyordu, dedim demek ki...acaba akrabası mıydı? gittim sordum perihan hanıma... perihan hanım cevap verdi:

    ''suna o...'' dedi.

    suna, cemal süreya'nın ilk aşkı! ve hatta belki de üvercinka... cemal süreya üvercinka'nın kim olduğunu hiç söylemedi ya da bana söylemedi. ama onun suna'yı nasıl sevdiğini, suna'nın hayatındaki yerini çok iyi biliyorum. yıllardır hiç görüşmemişlerdi. ama suna kalktı, cemal süreya'nın son yolculuğunda onu yalnız bırakmadı, geldi. cemal süreya'nın naaşını aldık, şişli camii'nin önünden cenaze arabasına koyduk. hani o arabalarda cenaze kime aitse, ismi yazılı olan bir tabela vardır. bir baktım, orada 'cemal süreyya' yazıyor, iki y'yle...tashih var!!! ya hoca gidiyor ve son tabelada tashih var! araba trafiğe çıktı, trafik nasıl sıkışık... ben gerideyim ama görüyorum bir kadın koşuyor tabelaya doğru... anladım durumu yetiş, yetiş dedim...koştu, koştu... ve son anda bir kadın parmak uçlarıyla ikinci y'yi sildi. ve araba trafiğe öyle çıktı, cemal süreya uzaklaştı... cemal süreya, ''öyle çirkin isim mi olur?'' dediği, hiç sevmediği kulaksız'daki, kulaksız mezarlığına gömüldü. hocam derdim ona önceden, sohbetlerimizde; ''van gogh'u da oraya gömmek lazım.'' gülerdik...

    cemal süreya'nın bugüne kadar hiç kimseye anlatmadığım son yolculuğu kulaksız'da işte böyle bitti...
    --spoiler--
    3 ...
  38. hangi cebini karıştırsan yalnızlık

    1.
  39. sonnet isimli yalnızlık temalı şiirde geçen leziz bir turgut uyar sözü.
    0 ...
  40. kadıköy müzisyenlerindeki feza takıntısı

    1.
  41. tatlıdır.

    o uzaya gidilecek, uzaylı dostlarla çay eşliğinde koyu bir sohbet gerçekleştirilecektir.
    0 ...
  42. viva santana

    1.
  43. kafa dergisinin ocak sayısında sunay akın 'ın cemal süreya 'ya binaen yazdığı yazıyla beraber en olmuş yazı. zafer algöz yazısı.

    --spoiler--
    ''rolling stones dergisi tarafından dünyanın en iyi 100 gitar ustası listesine girmiş, 10 gramy ödülü almış, meksika doğumlu (1947)latin orkidesi büyük sanatçı... tıpkı jimi hendrix, eric clapton, mark knophler, john mclaughlin, gary moore gibi kendine has stili hemen fark edilen büyük yıldız... smooth corason espinado, maria maria, black magic woman, sideways gibi şarkılarına hasta olduğumuz bir büyük üstad-ı muhterem...

    en son 6 temmuz 2009'da istanbul'a geldiği muhteşem konserini meraklıları hatırlayacaktır. ama carlos santana ilk defa yani 20 sene önce 1989 yılında istanbul'a gelmişti. işte benim anlatacağım menkıbe (tarihe geçmiş insanlarla ilgili olağanüstü hikaye) 1989 yılındaki gelişiyle ilgili; carlos santana istanbul'a geliyor, alanda karşılıyorlar ve kalacağı otele götürüyorlar.yanına her konuda rehberlik yapacak bir genç kardeşimiz görevlendiriliyor. ilk gün serbest. akşama doğru basın toplantısı var. dinlenmek yerine, ''çıkalım akşama kadar vakit var istabul'u gezelim'' diyor.kapalıçarşı, ayasofya, sultanahmet derken santana güzel bir çay bahçesi görüyor. şurada oturup biraz dinlenelim bir türk kahvesi içelim diyor. o ana kadar koca santana'yı koca istanbul'da bir alllah'ın kulu tanımıyor.kimse resimdi,imzaydı dye taciz etmiyor. üstad son derece mutlu bu durumdan... rehberle sohbet ediyorlar, kahveleri söylüyorlar. birden çay bahçesinin önünden geçen ayakkabı boyacısı roman çocuklar onu tanıyorlar. ''hey santana! welcome istanbul! ı love you santana...!'' çay bahçesinin garsonları, ''girmeyin lan!'' santana rehbere diyor ki, '' çocukları çağır gelsinler, ben gelmelerini istiyorum '' rehber gidip garsonlara, ''aman ağabeyler adam dünya starı herkese rezil oluruz, boyacıları yanına istiyor, bırakın gelsinler.'' çaresiz izin veriyorlar. roman boyacı çocuklar sandıkları ile berbaer dalıyorlar çay bahçesine... rehber aracılığıyla başlıyorlar sohbete. diyorlar ki, ''sen dünyanın en büyük gitar ustalarındansın,senin çizmelerini boyayalım hem de 5 kuruş para istemiyoruz.'' santana hem şaşırıyor hem de çok mutlu oluyor. çocuklara meşrubat ikram ediyor ve soruyor tabii, ''koca istanbul'da beni kimse tanımadı.peki bu çocuklar nereden tanıyorlar?'' çocuklar anlatıyorlar: biz boya yaparken bazı müşteriler gazete okurlar.fırça sallarken arada gazetelere biz de bakıyoruz. orada gördük resmini, ''dünya yıldızı santana istabul'a geliyor.'' diye yazıyordu oradan tanıdık seni. çizmelere boya cila yapılıyor... santana para vermek istiyor. roman boyacılar kabul etmiyorlar. ''peki'' diyor santana, ''beni dinlemek ister misiniz?'' çocuklar deli oluyorlar. ''hem de çok isteriz santana, sen delikanlı adamsın.'' yanındaki rehberden konser davetiyesi istiyor santana ve çocuklara ikişer kişilik davetiye veriyor. çocuklar çok mutlu tabanları kıçlarına vurarak çıkıyorlar çay bahçesinden...

    ertesi akşam açıkhavaya konsere geliyorlar ellerinde vıp davetiyelerle... ana giriş kapısından vıp girişine gönderiyorlar çocukları, girişiniz oradan diye. roman boyacılar vıp kapısına gelince kıyamet kopuyor: kimden çaldınız bu davetiyeleri? çocuklar ''biz santana'nın misafirleriyiz o verdi'' diyor. ''hassiktirin oradan ne yalan söylüyorsunuz!'' diyerek... ve de sille tokat girişerek ellerinden davetiyeleri alıp kapıdan kovuyorlar ama santa'nın vıp misafirleri pes etmiyor.sanatçıların arka sahne giriş kapısını buluyorlar. orada yine aynı muamele tabii.''defolun lan buradan hadi yürüyün!'' çocuklar feryadı basıyorlar koro halinde...''santanaaaaa...santanaa... help...help! koca santana kuliste onca bağrışmaları hayranlık sanıyor ama bakıyor ki bu feryadlar pek hayranlığa benzemiyor.''ne oluyor bakın öğrenin'' diyor. konu anlaşılınca rehber çocukları alıp kulise yanına getiriyor. çocuklar salya sümük gözyaşları içinde başlarına gelenleri bir bir anlatıyorlar. santana çok üzülüyor ve sinirleniyor. yardımcı rehbere diyor ki, '' misafirlerimi sahne kenarından içeriye sok ve yerlerine oturt.'' roman boyacı çocuklar rehberle beraber seyirci tarafına geçiyor. konserin başlamasına az bir süre var. üstelik çocukların yerine çoktan başkaları çökmüş bile. vali yardımcısının kızı, damadı... belediyeden falancanın görümcesi...filancanın bacanağı...''biz protokolüz kardeşim, kalkmıyoruz'' diyorlar. görevliler de korkudan bir şey demiyorlar tabi.roman çocuklar kıçlarının altına birer karton verilerek sıkış tepiş merdiven basamaklarına oturtuluyor. rehber çaresiz tekrar sahne tarafına geliyor ve santana'ya durumu anlatıyor. konserin başlaması lazım. başlamıyor bir türlü. başlamıyor bir türlü. alkışlar, ıslıklar... ortada snatana falan yok tabii. rehbere diyor ki: ''misafirlerime kimse böyle bir saygısızlık yapamaz! git onlara söyle eğer sahneye çıktığımda roman boyacıları protokolde görmezsem tek bir nota bile çalmam! sahneye çıkarım olayı anlatırım ve veda eder giderim. bedeli ne olursa olsun.'' haydaa işler iyice karışıyor. bu kez görevliler daha kararlı bir biçimde aşağıya gidiyor. çocukların yerlerini gasp etmiş olan baldız, enişte, bacanak, görümce kim varsa tek tek kaldırılıyor. en ön orta protokol koltuklarına santana'nın vıp misafirleri roman çocuklar tek tek oturtuluyor.vee beklenen an geliyor. sanatana sahneye çıkıyor. alkış kıyamet, yer yerinden oynuyor. ilk iş olarak ön sıralara bakıyor misafirleri orada mı diye. çocukları görüyor, onlarla selamlaşıyor. baş parmağını havaya çevirip her şey ok mi? diye işaretleşiyor. daha sonrasında ise o sihirli parmaklar gitarın tellerine gömülüyor. açık havada sanki gitardan binlerce güvercin çıkıyor. uçuyor uçuyor. santana'nın misafirleri roman çocukların üstüne sortiler yapıyorlar. onun içindir ki santana gibilere sanatçı, virtüöz ve hepsinden önemlisi ADAM diyorlar.gerçekten büyüksün! ViVA SANTANA...
    --spoiler--
    0 ...
  44. ayça derin karabulut

    1.
  45. kafa dergisinde türk sinemasının kötü adamları ve kötü kadınlarına dair yazılar derlemiş hatun kişi. ilginç şeyler çıkabiliyor, hep böyle olur, başkasının dipnotunu sen bilmezsin senin dipnotunu o bilmez.
    yalnız konu yeşilçam ve türk sineması olunca kendime güvenirim. hata görmeyeyim, takipteyim. *
    0 ...
  46. hayaller paris gerçekler eminönü

    1.
  47. bir tip duvar yazısı.
    kendince uyarlamak bir hakikat tarifi hazırlamak mümkün.
    bana göre hayaller her daim kadıköy-moda gerçekler datça. en azından şimdilik böyle.
    0 ...
  48. 31 aralık 2014 birgün gazetesi manşeti

    3.
  49. çıkar konuşunca vicdan susar

    1.
  50. ülkemizden çıkmış en mühim düşünürlerden cemil meriç'e ait bir aforizma.
    4 ...
  51. akşam pazarıdır gönlüm indirimler yapmış her gün

    1.
  52. teşbihten beslenen güzide bir cenk taner sözü.

    sözlüğün azizliğine uğrayıp başındaki bir'i sansürledik.

    tam yazı için:
    ''bir akşam pazarıdır gönlüm, indirimler yapmış her gün...''
    0 ...
  53. daha fazla entry yükleniyor...
    © 2025 uludağ sözlük