yavaş yavaş çoğunluğun dönüştüğünü düşündüğüm durumlar.
hepside fazlaca meşakkatli ve zordur. önce varlığınızın kanıtı olarak bir ruhunuz olduğunu hissetmelisiniz, buradaki hissetmek alelade bir 'evet nefes alıyorum burdayım işte' kadar basit değildir. parmak uçlarınıza kadar tüm ekosistem içinde bir yeriniz olduğunu ve bu yerin ne kadar değerli olduğu bilincine varıp kendinizi inandırabilirseniz, işte başlıyoruz demektir! duygularınız ve düşünceleriniz içinse kendinizle yalnız kalıp onlara izin vermelisiniz. bırakınız, akıp geçsinler aklınızdan ve kalbinizden. geçsinler ki kendinize yabancı, kendinize hoyrat bir varlığa dönüşmekten kurtulasanız. belki o zaman herşeye daha güzel daha anlamlı ve daha hoşgörülü bakabilirsiniz kim bilir.
cartoon deyince akıllara hollywood, warner bros ve disney gelir. anime de ise çizimler, tarz daha kültürel ve marjinal bir yaratılıcılık eseridir. özellikle hollywood yapımı disney vb. üreticilerin yaptığı çizgi film ve animasyon filmlerinin çoğu seri üretim mantığıyla yapılmış birbirine benzer işler. anime'nin kendine has tarzıyla önde olduğunu düşündüğüm versus.
çocukken 1 lira çok büyük bir şeydi. en başta bir sürü sakız demekti. şimdi 1 liraya sakız bile yok. 20 yaşındayken ise dertler derya olmuş büyümüşsün artık yüzleşmişsin dünyayla şimdi seni ne 1 lira mutlu eder ne de 1000 lira.
karikatür maalesef gerçekleri yansıtıyor. ama işin en acı tarafı kim hangi siyasi görüşten olursa olsun, çıkıpta vicdanı el vererek, yürek yemişcesine çocuk evliliklerini meşrulaştırmaya yönelik, yok rızası vardı yok 6 yaşında evlenebilir bilmem ne gibi cümleleri sarf edebiliyorsa ben bu cümleleri onaylayan ve söyleyen kişilerin vicdanından haysiyetinden onurundan şüphe duyarım.
maalesef ki insanlar ağızlarından çıkan lafları duymuyorlar neyi savunduklarının farkında değiller. bunun başka bir izahı olamaz. aklı başında bir insan bir 'çocuk' için nasıl bu kadar sapkın ve çarpık bir düşünceyi makul görür anlayabilmiş değilim. ben buraya yazarken bile çocuk ve evlilik kelimelerini yan yana yazamazken...
kendinize saygınız varsa zaten durup düşünürsünüz. kendi kardeşlerinizi, evlatlarınızı, kuzenlerinizi, komşunun çocuğunu, mahallenin çocuğunu, çevrenizdeki çocukları düşünün. çocuk hatta bebek sayılabilecek 8-9 yaşlardaki bir çocuğun 50 -60 yaşında biriyle evlendirildiğini düşünün. onu da geçtim bir çocuğun evlendirilmesi kimin niye aklına gelir? bu durumun hayalini kurmak bile ürkütücü ve vahşiyken asla ama asla bu durumu normal karşılayan ve savunan zihniyetleri anlayamayacağım ve hepsine küfürler belalar yağdıracağım. ne ara bu kadar sapkın bir toplum olduk ne ara kendimizi kaybettik hiç bilmiyorum.
çağın vebasıdır bence.
şahsıma gelince mutsuzken daha mutlu olduğuma inanıyorum. çünkü mutsuzluktan ilham alıyorum. mutsuzluğu seviyorum. mutsuz kalmayı başarabiliyorsam mutluluk zaten ara sıra göz kırpar bana, unutmaz beni buralarda diyorum. kendime müsade ediyorum biraz hüzünlenmek için. mutlu olmaya çabalamadığım her an daha özgürüm ve o zaman mutluluk daha ulaşılabilir bir hal alıyor. belli kalıplara girmeye çalışmadan çoğunluğu ardınızda bırakabilirseniz ne mutlu size ne mutlu bana. ayrıca levent yüksel söylüyor ve diyor ki "bugünün bir de yarını var mutluyduk belki bugüne kadar ya sonra?".
Hayatı kaçırmaktır. Aynı anda hem snapchate hem instagrama fotoğraf yetiştirmeye çalışırken gözünün önünden akıp gidenlerdir. Yolda önüne ve etrafına bakmadan yürümektir. (bkz: akıllı telefon).
1959 yapımı siyah beyaz film. Çocuk yetişkin çatışması bir çocuğun gözünden anlatılmış. Yetişkinlerin dünyasında sıkışıp kalan Antoine'ın okuldan evden ve en sonunda ıslah evinden kaçarak özgürlüğüne kavuşmasını izleriz. Kamera Paris sokaklarında gezer. Çokca dış çekim görürüz. Ev ve iç mekan çekimleri çok dar açılı çekimlerle verilmiş. Ev ve okul Antoine için birer hapishanedir ve karakterimiz en sonunda bu hapishanelerden kaçarak özgürlüğüne kavuşmaya koşar. Ayrıca film müzikleri de hoştur, güzeldir.
Ailelerinin baskısıyla ya da aileden öyle gördükleri için bir gelenek olarak türban takmaları. Çoğunlukla dikkat çekici giyinmeleri ve zengin oldukları için kürkler ve şuan adını ezbere bilemediğim aşırı pahalı marka eşarp, çanta, kıyafet kullanmalarıdır.
Bazen bulundugunuz mekanı sürekli orada bulunmaktan ötürü güzellikleriyle göremeyebilirsiniz.
Bugün bu büyük şehirde bu kalabalık semtin 7 katlı apartımanının 5.katından hiç sevmediğim geniş caddesine bakıyorum.
Güneş daha batmaya başlamamıştı ama akşamüzeri yeni çökmüştü. Balkonun sağ tarafına vuran güneş tepeden gördüğüm ve ilerde hafif alçakta kalan büyük çayırın gözüme güzel görünmesini sağladı sanıyorum. Karşı binanın 3.katının balkonu sadece bizim apartmana bakan tarafını büyük bir panjurla kaplamıştı. Panjurun altına asılan beyaz çamışırların üzerine vuran güneş hüzmesi tam o nokta parlayıp göz kamaştırıcı bir hal alıyordu. Panjur bana Akçay'ın 3-4 katli yazlık apartmanlarıni hatırlattı.
Etraf yine kalabalıktı. O çok özlediğimiz sukün buralara daha uğramamıştı ve bir daha uğrayacağınıda pek sanmıyordum. Sürekli kalabalıklaşan bu şehirde sukün en son 1950 lerde kalmıştır heralde. Bu yüzden hayalle gerçek arasında var olan o çok ince çizgiyi aşarak hayaller alemine dalma vaktinin geldiğinı düşünüyorum. Yoksa bu kalabalık bu gürültü başka türlü çekilebilir miydi?
Yine çok sessiz ve sakin bir günün akşamüstüydü. Sadece kuş seslerinin uzaktan gelen dalga sesleriyle, arada bir kuvvetlenen rüzgarın birşeyi demir direğe çarptırarak çıkarttığı tak sesiyle buluştuğu bir akşamüstü. Labirent gibi kurulmuş iki katlı evlerin kesiştiği sokaklarda çok fazla insan yürümezdi. Araba mi? Günde 1 yada 2 tane geçerse bile bana çok gelirdi.
Sanıyorum gürültünün fazlalığı yaşam biçiminin zorluğu ve metropolitize olmasıyla doğru orantılıydı.
Tatilcilerin değil belki ama yöre insanının yaptıkları işleri görseniz. Ahırdan süt sağmaya giderken, tavuklara yem atılırdı. Ee tarla sabah gün doğmadan sulanır mahsüller toplanırdı... Şiveleri de öyle tatlı olurdu ki sanki hayatta dertleri ve gayeleri olmayan mutlu insanlarmış gibi görürdüm onları. Sırf hızlı hızlı konuşuyorlar ve kelime sonlarını söylemeden cümlelerini tamamlıyorlar diye.
Dünya çok büyük ama hayatlar küçük be. Tarlada, bağda, bahçede geçen hayatlar var. Birde burda egzozundan arabasının sesinden balkonda bile oturulamayan sokakta en az 4 kisiye çarpmadan karşıdan karşıya geçemediğiniz zaten eve baş ağrısıyla döndüğünüz harika güzel şehirler var. Evet gerçekten şehirler bir harika. istanbula bakın. Ben hayatımda böyle tarihi dokuya sahip olan bir yandan da modernizmi içinde yenilenen bu kadar şeyi bir kucaklayan başka bir şehir bilmiyorum. Ama burayı kötüleştiren, köleleştiren ve köreltenler biz insanlarız. insanlar bu şehrin ağzına sıçmışlar.
Daha az önce restarasyonlardan sonra bozulan mimarilerle ilgili bir haber okudum. En az 15 bina vardı ve bunlarında şehrin göbeğindeki o harika tarihi yapıya sahip olan müthiş yerlerin içinden çıkması beni kahrediyor.
Bu şehir ne zaman biter bilmiyorum. Biz insanoğlu burayıda tüketmeye and içmiş gibi son hızla devam ediyoruz ama şehir bizi hala kucaklıyor. Şehir doğayla beraber bize yüz çevirmeye başlayacak ve asıl ihanetin intikamını alacağı doğru zamanı bekliyor. Belki benim torunlarıma kadar sürer bu saltanat belki de daha kısa...
Sanırım büyük avm ler ve plazalarla dolu bu şehir herşeyi içine çekip yutmadan önce önümüzde bir kaç ömürlük zaman daha var...
Hem çok sevdiğim hem de nefret ettiğim şehir...
istanbul adamın ağzına sıçıyor. Ben anlamıyorum arkadaş millet istanbul'a gelip yaşamak için falan hayaller kuruyor da kuruyor. Evet hayat istanbul'da akıyor her şey burda. Para burda iş burda eğitim burda herşey burda... Ama o kadar kalabalık ki pahalılığıda cabası. insanlar buraya gelip yaşamayı düşünürken bende küçük şehirlere mi taşınsam diyorum sonra "Orada ne iş yapacağım ama?" gibi sorularla vazgeçiyorum. Tatilerde küçük şehirlere gidip oh be ne sessiz ne huzurlu diyorsam da 3 hafta sonra sıkılmaya başlıyorum, kaosu özledim diyorum gerisin geri dönüyorum.
Hayat zorlaştıkça istanbul'da üstünüze üstünüze geliyor. istanbul bırakmak istediğim ama bırakamadığım ve altın vuruşta beni öldüren uyuşturucu gibi.
2016 bir an önce gelse de 2.sezona başlasak dedirten dizidir. ilk üç bölüm eh işteydi ama sona doğru bir heyecan bir atraksiyon... Lgbt sahneleride maşallah yani biraz göze sokmaya çalışmışlar açıkcası reklam yapar gibi. Fakat hikaye efso, karakterler efso. Kısaca izlenilesi.