başlık altında önceki entrylerden gaz alınmasından mütevellit giderek boku çıkan entrylere bakılırsa sözlük abazanlarından kimseye yüz vermemiş bu hatun kişi. olum üzülmeyin lan, belki 2010 güzel bir yıl olur. belki dedim ama bak, fazla da ümitlenmeyin.
uludağ sözlük'ün entry kalitesi konusunda ekşi'nin şimdilik epey epey bir gerisinde olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. haliyle bu açıdan pek bir kıymeti yok bu açıklamanın. ama şu sözlükten maddi bir çıkarın vardır, o zaman kırk altı takla at tabii. memleketin yarısının saatlerce izlediği bir programda ekmek teknen övülüyor neticede.
cevap anket değil şişe açmakla, biraz da meyhane gezmekle bulunur. rakı sofrası; mezeyi, rakının yanına yenecek peyniri, mevsimin en makbul balığını, icabında muhabbet etmenin adabını öğretir. vakti ve istidadı olana tabii.
sözlüklerin aynı zamanda farklı düşüncelerin, bakış açılarının ifade edildiği yerler olduğunu unutan bir istektir. am-göt-meme triosundan, fanatizm kokulu entrylerden ya da dini içerikli başlıklardan tiksinebilirsin güzel kardeşim, hakkındır. ama burda var olmak istiyorsan unutmaman gereken bir şey var; tahammül etmek.
mektup yazmanın daha samimi, daha duygusal olup olmadığı tartışılabilir. ama kesin olan tek bir nokta vardır, o da mektup almanın yarattığı şaşkınlık, merak ve nedensiz mutluluğu e-mailin yaşatamayacağıdır. bu yüzden sürekli olmasa da ara sıra ptt'ye uğramak lazım. banane kardeşim elalemin yaşayacağı türlü eblekliklerden diyebilirsin. ben de sana dünya üzerinde en az bir kişinin yaşayacağı heyecanlar seni ilgilendirir birader derim.
garip ama gerçekleşmesi mümkün bir olay. takriben bir saat önce bir yaratıcıya inanmanın ne kadar akıl dışı olduğu tezini hararetli bir şekilde savunan bir ateistin eylemi olabilir mesela. tabii, "ahaha! tutarsızsınız oğlum." şeklinde algılamamak lazım bu olayı. insanın küçüklüğünden beri etrafında gördüğü, neden yapıldığını bile bilmediği bir ritüeli bir süre sonra istemsiz bir şekilde yapmaya başlaması olarak görülebilir belki. hapşırana "çok yaşa" demek gibi olabilir misal. ya da olamaz ne biliyim lan ben.
devler ligi adlı programda tanju çolak'ın kaptanlığını yaptığı takımın kalesini koruyacaktır. şu ahir ömrümde oynadığı bir maçı dertsiz tasasız izlemek nasip olacak ya ölsem de gam yemem. yok lan ne gam yemiyecem, çok üzülürüm lan ölürsem. ama kral tv'de klip açıp dans edecek kadar güzel bir haber bu, böyle bakalım olaya.
futbol hayatını akçaabat sebatspor'da noktalamıştır. şu sıralar u-19 milli takım teknik direktörlüğü görevini yürütmekte. yardımcılığını ise trabzonspor'dan takım arkadaşı olan kasap*soner tolungüç yapmakta.
istifa eder mi etmez mi bilemem ama edecekse bile,
1 son grup maçını bekleyecektir, en azından beklemelidir. milli takım lan bu! formalite olsa bile dört gün sonra resmi bir maç daha oynayacak. iddiası sona erdi diye son maçta takımı bırakıp gidecek kadar amatör değildir herhalde.
2 istifa kararını açıklarken mütemeadiyen üst dudağını yalayacak, vasat bir oyunculukla objektiflere klark çekecektir. ardından başarısızlığın sorumlusu benim türküsü çığırır bir de. biz ise başımızı öne eğip, "ah fatih hocam sorumluluk bizim. yetmiş milyon adamız, o kadar da seviştik ama genlerimizden bir messi efendime söyleyeyim bir ibrahimovic ortaya çıkmadı. çok mahcubuz." deriz elbette.
3 hatalarından ders almayacaktır. ders almıyor, ders veriyor malum.
milliyet com'un çılgın haberine göre estonya'ya gidecek bin civarında bosnalı maç başlayınca sahaya inip, maçın oynanmasını engelleyecekmiş. habere göre gerçekleşebilir görülen bu tuhaf eylemin nedeni ise bosna liginde oynanan bir maçın ardından çıkan olaylarda bir taraftarın ölmesi olarak aktarılmış.
aslında dünya kupası'na katılma olasılığımız da bin tane bosna hersek vatandaşının estonya'ya gidip, "bizim ülkede olaylar çıktı, biri öldü laan!" diye sahaya inmesinden daha yüksek değil. haber bu yönüyle bir mesaj içeriyordur belki.
kızı güner özkul bir yazısında; "eğer zamanında kafka babamın lavabodaki suyun girdabına direnerek deliğe düşmemeye çalışan kakalağı taklit edişini görseydi, belki de 'başkalaşım' başka türlü yazılmış olurdu..." demişti. biz bu taklidine şahit olamadık ama eminim, münir özkul kafka'yı etkileyecek bir performans sergilerdi.
ankara adliyesinde koşturmaca ile geçen mesainizde nefes almak için kafeteryaya inersiniz, lakin tüm masalar doludur. üzerinde her daim rezerve yazan ve hakimler ve savcıların gelince oturdukları masalardan birine çökersiniz. gündüzleri bu kafeteryada garsonluk yapan mahkumlardan biri, yanınıza gelip "abi buraya otumasanız." der. bu isteği tamam şimdi kalkıyorum diye cevaplarsınız. iki dakika sonra garson bir kere daha gelip kalkmanızı ister, adamı yine savarsınız. üçüncüde garson, yarı çaresiz bir ifadeyle "abi nolur kalk ya." der. adama "birader masanın sahibi zaten yok ortada, çayım bitsin kalkıcam." diye çıkışırsınız. adam kulağınıza eğilip "abi burası gardiyanların masası, biz de mahkumuz biliyosun. cezaevinde acısını bizden çıkarıyorlar. bari hakimlerin masasına otur gözünü seveyim." der. ah be abicim baştan söylesene derdini.
"baki oğlum, bak ortada kaldın paraya ihtiyacın olursa çekinme söyle." temalı insani bir ilgidir muhtemelen. keşke tüm futbol kulüplerimiz bu kadar iyi niyetli olsa.
- asafi bey yok transfer anlamında dedik biz.
- ahahaha!
- ne oldu ya ne gülüyorsunuz?
- ahahaha!
toplu taşıma yoluyla ulaşmanın en makul yollarından biri, ivedik metro durağı'nda inip 208 nolu otobüse ya da ivedik metrosundan belli aralıklarla kalkan antares servisine binmek. böyle olunca nice insan "amaan! akköprü'de iner, ankamall'e gideriz boşver." diyor. e haklılar bir yerde. bu sebeple ankara'nın en baba sinemalarından birine sahip olmasına rağmen salonları çoğu zaman boş olur. bize de bu bebek gibi salonlarda çocuk vızırtısı olmadan, yayıla yaıla filmimizi izlemek düşer.
- afrika'da türk bir antrenör varmış lan. adı da muhsin ertuğrul mu ne.
- sittir lan o adam teknik direktör değil. eski artist mi ne.
- lan valla hocaymış lan. abim söylediydi. ona da arkadaşı söylemiş.
biz sivilceli birer ergenken yurt dışındaki sporculardan bahsettiğimiz anlarda biri bu abimizi anar, akabinde böyle bir diyalog gelişirdi. adamın resmini bile gören yok, adı da muhsin ertuğral; ne inanacaksın. hiç görmediğimiz, ara sıra adını duyduğumuz libya'da çalışan uzak akrabamız gibi gerçek dışı bir durumu vardı yani. hatta rakı masasında alkolün tesiriyle "bence muhsin ertuğral diye biri yok. aranızda gören var mı lan bu adamı!" diyen insan tanıyorum ben mesela, o derece.
haberlere bakılırsa muhsin ertuğral gerçekmiş, harbiden de geliyormuş sivas'a. ulan koskoca ntvspor yalan mı konuşacak diye inanır gibi oluyorum, ardından yardımcısı da fani madida olacakmış diyorlar. ulan fani madida ne! kendisi aykut hakan ayşe adlı tuhaf grubun çilli bom klibinin sonunda gelip, hatunu götüren adamdı. o olaydan sonra gören olmadı kendisini. ben bilmem aga! muhsin ertuğral ve fani madida o uçaktan inene kadar inanmıyorum ben bu adamların yaşadığına. ha varlarsa fenerbahçe'de peter pan sesleri manşetine bile inanırım bundan sonra.
insani bir istek elbette, merak ne güzel şey güzel şey merak. lakin gerçekleşmesi pek iyi sonuç vermez. hatta, oylama meselesini kan davası haline getiren yazarlardan dolayı sözlüğe zarar verebilir. bu sistemin var olduğu sözlüklerde bir entrye verdiğiniz eksi oyun ardından entrynin yazarı, çoğu zaman "sen nasıl bana eksi oy verirsin lan!" temalı mesajlar yazar. hemen ardından da entrylerinizi seri halde eksiler. yetinmez, ara sıra mesaj atarak bu kavganın hiç bitmeyeceğini size hatırlatır. bir yerden sonra ulan bu manyaklarla mı uğraşacam düşüncesiyle eksi oy vermekten vazgeçersiniz. bu da böyle bir anımdır, evet.
telekomünikasyon iletişim başkanlığı'nın fuhuşa teşvik gerekçesiyle kapattığı site. site yöneticileri ise tib'in gerekçesini mesnetsiz, idari tedbir kararını hukuka aykırı bulduğu için yasal mücadele başlatmaya hazırlanıyor. bu dava açılırsa tib'in erişimi engelleme kararına karşı başlatılan ilk hukuki mücadele olacak.
bu yıl içinde vizyona girmiş olan gölge'nin yönetmenidir ve filmiyle pek çok izleyicinin dikkatini çekmiştir. yok aslında çekmemiştir, bildiğim kadarıyla pek gişe yapmadı film. ama keşke yapsaydı, ne güzel olurdu. ha bir de;
(bkz: kimse bilmez)
doktor ve avukatların kamuda çalışan istisnalar dışında birer serbest meslek erbabı olmasından kaynaklanmaktadır. daha çok müvekkil veya hastaya sahip olmanın yollarından biri de daha çok insanla tanışmaktan geçer. haliyle; bir davette, "ben avukatım, sizde kartım var mıydı?" ya da "doktorum ben, muayenehanem sıhhiye'de." cümlelerini sarfetmeleri aynı davette bir adamın, güzel bulduğu bir kadının dikkatini çekmek için türlü maymunluklar yapması kadar olağandır. hatta avukat ve doktorların yaptığı daha olağan bile olabilir lan.
ankara hukuk fakültesi'nde ceza hukuku genel hükümler ve ceza hukuku özel hükümler derslerini veren akademisyen. pek kibar, pek sakin ders lakin bilhassa finallerde çok canlar yakar, dikkat etmek lazım. ha adam yeri geldi neredeyse tüm sınıfı bütünlemeye bıraktı, neye dikkat edeceksin.
çekimleri aynı zamanda romanın geçtiği şehir olan ankara'da tam gaz devam etmekte. filmin başrollerinde ilker aksum ve fatih al var. barış bıçakçı'nın romanı kadar vurucu bir film yapabilirlerse ne ala.
doksanlı yıllar için oldukça astronomik bir transfer ücretiyle fenerbahçe'ye gelmişti. bu transferin fenerbahçe'ye pek bir faydası olmadı. ancak gençlerbirliği'nin altyapı tesislerinin yapılmasına büyük katkısı olduğu muhakkak.
bazı eserlerinde kullandığı server bedi takma adı için "server bedi olmasaydı peyami safa açlıktan ölürdü." demiştir. bu sözün altındaki anlam; üstadın server bedi imzasıyla yayınladığı eserlerinin peyami safa imzasıyla yayınladıklarına oranla daha özensiz ve amiyane tabirle piyasa işi olmasındandır.