çok etkileyici, düşündürücü ve mutlaka izlenmesi gereken 2007 iran yapımı film. baktay'ın okula gitmek istemesi üzerine kurulmuştur. ancak buda'nın heykellernin yıkıldığı bir coğrafyada, bu mantıkla büyüyen, tek eğlenceleri savaş oyunu olan çocukların arasında bunun neredeyse imkansız olduğu gösterilir. baktay rolündeki çocuk için bile izlenilesidir aslında. onun masum ve tombik yüzü için... ayrıca filmdeki küçücük çocukların hiçbirinin ellerinin çocuk eli gibi olmaması yıpranmış çatlamış olması da dikkati çeker.* "seni rahat bırakmaları için öl baktay!" cümlesi ile de biter.
orijinal hikayesi, mükemmel diye tanımlanabilecek görselliği ile beni benden alan tim burton filmlerinden biri. fabrikanın içi hayal gücü sınırlarını zorluyor insanın. ayrıca film johnny depp'in her karakteri mükemmel biçimde canlandırabildiğini de kanıtlıyor. fakir ama gururlu ailemizin yamuk yumuk evi de çok sevimli.
yorucu bir günün ardından eve gelmiş çantanızı boşaltırken arkadaşınızın telefonunun sizde kaldığını gördüğünüzde yaptığınız dalgınlıktır. arayan olursa açmayayım şimdi diye önce onun telefonunu kapar ardından kendinizinkini alıp mesaj bölümüne girer, "telefonun bende kalmış,yarın görüşelim de vereyim." yazarsınız. gönder tuşuna bastığınızda bile hala dank etmemiştir durum. hatta inatla iletim raporu beklersiniz.
insanların neden katil olduklarına dair bir ipucu veren olaydır. uzun mesajı yazan kişi, yazmak için o kadar düşündüğüne mi, acıyan parmaklarına mı yansın yoksa karşısındakine mi dalsın kararsızlık yaşar. aynen yaşanmış bir örnek vermek gerekirse;
x: sensiz hiçbir anlamı olmayan bi tozlu kirli sıralarda alttan ...'nın küçük beyaz ayaklarıyla vurduğu darbelerle, sensiz kantine gitmeyen ayaklarım ve yine sensiz anlamını yitirmiş bir benle geçen bu günü hayatımda hiç yaşanmamış kayıp bir zaman dilimi olarak görmemi hiç kimsenin değiştiremeyeceği gerçeğiyle yaşamak zorunda olmak kadar zor bir gerçekle devam etmeye çalışmak ve bu cümlenin bitemeyişi ne acı.. pek acı... derse gel artık!
çocuğun muhtemelen yapmaktan hiç sıkılmadığı hadisedir. anne yorgun argın işten dönmüş, kapıyı çalmıştır. odasında kulak kesilmiş olan küçümenimiz fırlayıp asansör kapısının yanında pusuya yatar. asansörün kata ulaştığını haber veren ding sesi ve kapının hafif aralanmasının ardından aniden hooop çıkıverir annesinin karşısına "bööö" nidası eşliğinde. yazık kadıncağızın yüreği ağzına gelir, ufak çığlığı bunun göstergesidir. ancak bu korkutma eylemi birinci yılını tamamladığında anne artık sadece korkar gibi yapmakta ve yavrucağının gönlünü hoş etmektedir. söz konusu yavrucak ise bu eylemden hiç sıkılmaz, aksine her geçen gün aldığı zevk artar.
arkadaşa gece yatısına gidildiğinde karşılaşılması muhtemel hadisedir. taraflardan daha heyecanlı olanı "hiç uyumayalım taam mı, tüm gece ayakta kalalım, yemek yiyelim, konuşalım taam mı, ha hoo?" gibi cümleler sarf eder. gecenin başlarında adeta şakır, ve hatta arkadaşını "ya bak sen uyuyacak gibi duruyorsun. al şu koca termos kahveyi, garanti olsun işimiz." diyerek çeşitli uyku kaçırıcı eylemlere bile maruz bırakır. saat gece yarısını henüz geçmişken film izlenmeye başlanır. filmin ortalarında kahveyinin de etkisiyle cin gibi olan arkadaş yorumlar yapıp yapıp tepki alamamasından kıllanır ve kafasını hafifçe çevirince acı gerçekle karşılaşır..!
söz konusu mevsim yaz ise kendisini evden kovmaya can atan bir ağabeye/ablaya sahip olması muhtemel çocuktur. diğer çocukların ebeveynleri güneşin tepede olduğu ve insanı kavurduğu bu saatlerde nice yalvarmalara karşın izin vermemişlerdir çocuklarına. ancak söz konusu yavrumuzun gözetmeni bu gibi unsurları dikkate almamış, bencilce kendisini düşünüp ve salıvermiştir sokağa. yavrumuz, nafile zillere basma, balkondan bağırma çabalarının ardından kuyruğu kıstırıp eve de dönmek istemediğinden tek başına anlamsız oyunlar üretir, top oynar... sıcak yavaş yavaş beynini ele geçirirken de el mecbur eve döner... vah ona vahlar onadır.
kendisinin aksine hayatı boyunca yarım litrelik su şişesi görmemiş nice cahil insanlara hava atan sonradan görmedir. zira kendisi de bu su şişesi ile sonradan tanışmış, kendisini sınıf atlamış hissetmiş ve sokağa çıkıp jet sosyeteye ilk adımını atmasını herkesin gözüne sokmak istemiştir.**
--spoiler--
saçma bir biçimde kız erkek ilşkileri üzerinde çokça duran filmdir. önceki filmlerin senarist ve yönetmenini, filmi bolca aksiyonla doldurup yatılı okul yaşamına fazla önem göstermedikleri çok değerli sahneleri kestikleri için eleştirdiğim halde bu filmde de aksiyonu az buldum. zira okul hayatı sadece öpüşmekten ibaretmiş gibi gösterilmişti. dumbledore'un bile harry'e hermione ile aralarında bir şey olup olmadığını sorması saçmaydı bence.
tom felton* filmdeki en iyi performanslardan birini sergileyen oyuncuydu. emma watson* ise yine abartılı kaş hareketleri ve gereksiz yere ağlak ifadesiyle vasattı. daniel radcliffe de hani ölüyordu yav?
filmin sonunda dört gözle dumbledore'un cenazesini bekledim ama yoktu. kitapta hogwarts bu nedenle geç kapatılıyordu ve bu da dumbledore'un anısına saygıydı; ama filmde yer almıyordu.
ölüm yiyen yani voldemortun yandaşları ısrarla ruh emici olarak geçiyordu.trende harry "malfoy bir ruh emici olmuş" dediğinde "haydi ya,öyle sonradan olunuyor muymuş,hiç de belli etmiyor bak kukuleta filan..." diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi.
ginny nedense pek bir geyşa ruhluydu. harry'e elleriyle yemek yedirmesi, ayakkabısını bağlaması...zaten gönül gözün açılsın repliği ile salonu kırıp geçirmiştir.
ayrıca tom riddle'ın slughorn ile olan sahnelerinde tom riddle'ı oynayan oyuncunun kız olduğunu şiddetle iddia ediyorum.
--spoiler--
her albümlerinde aynı kaliteyi yakalamayı başaran mükemmel fin grup. gerçi son albümlerinde timo tolkki'nin yokluğu az da olsa hissedilmiştir sanki. harika melodik soloları ile power metalin en güzel örneklerindendir yine de. coming home, forever ve destiny şarkıları dinlenilesidir.
öğretmenlerin, servisi erken geldiği için sıranın en önünde duran zavallı masum yavruları çekiştire çekiştire çıkarttıkları kürsüde and okutmalarıdır. şaşırdığınız yerde yanınızdakine bırakırsınız sözü veya dudak kıpırdatırsınız. yok yanınızdaki de sizin kadar şaşırmışsa kürsüdeki müdür muavinin onca kişinin önünde "la hoca hanuum, alun bu işe yaramazlaru burdan, nerden buldunuz bu yeteneksiz havuçla kara gafayuu!" diye bağırıp kafanıza vurmak suretiyle gülüşmeler arasında sizi sıranıza geri yollamasına maruz kalırsınız.
(bkz: çocukların psikolojileri nerede bozuluyor)
çok ilgi görmemiş, ingilizce altyazısının çıkması bile bir yıl alan güzel filmdir. lisede ponpon kızların lideri olan, okulun en yakışıklı çocuğuyla çıkan popüler rose lorkowski kendini çocuğuna tek başına bakmaya çalışan bir temizlikçi ve evli, çocuklu üstelik karısı hamile bir adamın metresi olarak bulur. bu adam ona suç yeri temizlemekten, bunun normal temizliğin sadece biraz daha kanlısı olduğundan bahsedince suç mahali temizleme işine girer. kızkardeşi ve babası da ona yardımcı olacaktır. izlenilesi bir filmdir.
sonunda makul birinciler çıkaran öss'dir. zira bu seferki birinciler çıkıp "ben öyle çok çalışmadım. düzenliydim. hani gezdim de eğlendim de. beklemiyordum da zaten,sürpriz oldu." gibi insanı katil eden açıklamalar yerine daha gerçekçi açıklamalar yapmışlardır. "sadece yemek yiyip tuvalete gittim.","ders notlarını duvara yazarak çalıştım." gibi...
ha bunlar çok güzel takdir edilesi şeyler midir? hayır.. öğrenciler açısından değil, onları buna zorlayanlar açısından... ama en azından bu senekiler ben çok zekiydim hiç yırtınmadan birinci oldum saçmalıklarına başvurmamışlardır.
yönetmenliğini tim burton'un yaptığı hemen anlaşılan 2007 yapımı alışılmışn dışında film. müzikler harikadır. johnny depp ve helena bonham'ın sesleri ve oyunculukları ile daha da güzelleşir. bazı anlarda kan biraz fazlaymış, film biraz garip bitiyor gibi gelse de keyif alınası bir filmdir.
tavsiye edilesi biraz fantastik biraz maceralı film.*** yeraltında yaratılan kısıtlı olanaklı, kısıtlı meslekli hayat ve şehir oldukça güzel tasarlanmıştır. belediye başkanının yaptığı kötülükle bağlantılı göbeği dikkati çeker. ayrıca ana karakterler olan lina, lina'nın kardeşi ve doon'un dünyaya çıktıklarında geceyle karşılaşmaları ve hayal kırıklıkları da güzeldir.
sınıf mevcudu kalabalıksa okulun inlemesine neden olan şarkılardır.zira küçücük çocuk ne anlayacak,bağırır avazı çıktığı kadar.
bize pınar başı'nı ezberletmişlerdi.o zamandan bilemezdik tabii bu kadar çok amaçlı bir türkü olduğunu.maçlarda tezahurat bile oldu.bir örnek daha vermek gerekirse;
"darbe zamanları çok tuttu diye suyunu çıkarmanın alemi ne?" şeklinde bir önyargıyla gitmeme rağmen çok çok beğendiğim bir film;zira hiçbir şey abartılmamış,her şey dozunda bırakılmış.
--spoiler--
filmde epey bir küfür kullanılmış;ama o küfürlerin büyük kısmı demet akbağ'ın ağzından,muhteşem oyunculuğundan döküldüğü için çok rahatsızlık vermiyor,gerçeklikten kopmuyor.demet akbağ'ın küfürleri dışında akıllara kazınan harika diyalogları mevcut.bir de bu karakterin evlilikten beklentileri düşündürücüydü:çay bahçesine gidebilmek,akşam beraber televizyon izlemek ve kocasının eve alışveriş yaparak gelmesi...
ipek tuzcuoğlu'nun ölmeden önceki son sahnesi göz dolduruyor.ayrıca genel türk filmlerinden beklenesi "oğlanın aşka gelip silahını atması ve anneciğine sarılması" tereddüt olarak bile yok.zaten bu sahne,müziğiyle de sarıyor sizi.
sarp apak ise bence karakterine* biraz daha bir şeyler katabilirdi.dona'ya olan aşkı bana yavan geldi.vurgun yedim,vurgun yedim...ee?bir de bir diyolog biraz saçma geldi.şöyle ki:
dona ona "sen de burada büyümüşsün..." diyor."demek sen de bir o..çocuğuymuşsun" demeye gelmiyor mu?
filmin en sevimli karakteri ise bence <abi bir fikrim var hayati>.çocuk her durumda günü kurtardı.gerçi yalnız bir kadının o kadar çocukla italya'da ne yapacağı muamma ama..
özgü namal'ın ise son sahnesi* biraz kötü gibiydi.onun dışında belirtmeden edemeyeceğim,nasıl güzel bir sırtı vardır o insanın yaa.*
--spoiler--
basketbol bilen birinin bir maç hakkında bu kadar erken hüküm vermemesi gerektiğini düşünmeme rağmen umutsuz olduğum maç. yine el-amin'in imkansız üçlüklerini izliyoruz ama...
elinizde kapı gibi biletiniz de olsa pota arkasındaki merdivenlerden izlemek zorunda kalabileceğiniz,oldukça heyecanla uzatmalara giden maçtır.hakemlerin çok bariz hataları mevcuttu zanlımca. uzatmaların son dakikalarında el-amin'in "insan mı bu?" dedirtecek türden imkansız üçlüklerine rağmen maçı fenerbahçe ülker kazanmıştır. ah o sondan bir önceki fener hücumunda savunma ribaundu alınabilseydi her şey farklı olurdu dedirtmiştir. ayrıca fenerbahçe taraftarı da ilginç bir biçimde vidmar oyundan çıkarken salonu inletmiş ancak ömer onan çıkarken hiçbir reaksiyon göstermemişlerdir.
30 haziran günü ankara'da nermin mehmet çekiç anadolu lisesi'nde bütün önyargıları yok eden çok güzel bir konser vermiş şarkıcıdır.konser boyunca kendisine atılan bileklikleri almış, küpeleri takmış, rujları sürmüş bir de yanında allık istemiştir.*