hani vardır ya, tek yön tabelası işaretli girdiğiniz sokakta, karşıdan yol ihlali yapabilecek bi' densize denk gelme ihtimalinin sizi ikircikli bi' heyecana sürüklemesi ne kadar çok adrenalinse, regl kanı tek yöne yönlendirilmiş türbanlı bir dilberin vereceği şuhluk o derece gerçektir. Çünkü tek yön. Üstü kapalı, altı şuh kızıl bir şelale.
+ aribra ii günler diler.
ben en çok siyah beyaz çekilmiş fotoğrafları severim. nedeni basit. onu istediğim şekilde renklendirme kudretine sahibim. bi' nevi photoshop. üstelik sevgilimin regl kanıyla boyadığım ve biçimlendirdiğim gülümseyen fotoğrafında tutkuyu dudaklarına hatta yanaklarında görmeyi severim. tutku bir kaç damla az ötede demlenirken güzel ve çirkin dediğimiz görecelilik az ötemizde duruyor. tanrı bize imkan vermiş. bu dünyayı renklendirmek irademizin en güçlü yanı değil mi?
+ bak sevgilim nasılda güzelleştin.
- off sevgilim bırak bunları da gel yanıma.
+ yaşam pınarımda hala bir kaç damla taze kan var. şimdi bunların hepsi benim mi?
- sarıl bana hadi, evet hepsi senin.
+ ımmm nefis!!
+ farkında mısın?
- neyin?
+ aşk tanımazlığının
- o ne demek şimdi?
+ boşver.
iyiniyetlerimi güneşe yatırdığımdan beridir kavrulur damarlarım. kanım yine kaynıyor... sıcak bir çölün esrarengizliği altında içimdeki ketumluk beni bitiriyor. sokak lambasından akan siyahi bir gecede yağmur yağsa ve beni alıp götürse sana doğru. ayaklarına kadar gelsem...her şeyi sana anlatsam. yüzüne haykırsam... ama yapamam. kırılırsın. sen de sevmeyi denesene biraz artık kendini.
+ deneyecek misin?
- bilmiyorum
oysa birkaç damla umuttu.
yine pıt pıt aktı.
hakkında ferman yazılmıştı
kimselere bulaşmasın
işine gücüne baksındı
ama o bulaştı.
kızıl bir kıyamet
şafak vakti
sıcacık
kanla yazdı adını
artık kenarı dantelli
azınlığı beyaz
çoğunluğu tutkulu
kızıl bir başlangıçtı.
çam kokularının arasında ötüşen kuşlara: 'n'olur devam edin daha hızlı daha hızlı' dediğiniz anlar vardır. ya da yeni çıkan kekiklerin taze kokusuna karışan dağ menevşelerine 'vallahi koku olarak kekikten 3 tık geridesin, performansını artır da güzel bir koku combosu olsun hadi' diye serzenişte bulunduğun anlar hiç olmadı mı peki! benim oldu.
sevgilim bin bir panikle çişini yapmak için kendini tenhaya attığında... elbette onu seyretmek benim gibi bir centilmenin birinci vazifesidir.
gözümden hiç gitmiyor. ormanın ve doğanın bunca sadeliğinin arasından senin eşsiz güzelliğinden kalçalarının arasından akan küçük bir derecik. şırıl şırıl...akışkan ve sıcacık. kokunun sıvılaşmış hali, kim bilir.. düştüğü yerde karıncalar kaçışıyor. aldırma sen onlara kaşışsınlar işleri güçleri çalışmak zaten. hem ne anlar onlar estetikten, güzellikten.
o da ne! küçük şelalemizin debisi yavaşca geriye çekiliyor. kesildi..ımmm bu kadarmış. yüzün gözün açılıyor. biraz önceki sıkıntılı halin dağılmış gitmiş. ımmmm yarasın. (sağlı sollu pantolununu çekiştirme ve finish)
- kimsecikler yoktu değil mi sevgilim?
+ yoktu bi'tanem. yoktu.
şimdi bütün anlaşılmamış şiirlerimi yaksam kafiyelerini de rüzgarın esaretinde sana göndersem sesimi duyabilir misin? mısralarımda beni ben olduğum için sevebilir misin, hayalindeki o adamla beni tek celsede buluşturabilir misin? bütün bunları sana soruyorum çünkü seni bilmediğin kadar seviyorum.
yaza giriş akşamlarında bisiklete bindiğimiz günler olurdu. sen hemen önümde demirin üstünde yan dönmüş seke seke giderdin. gülüşmelerimiz tehlikelere karışırdı. sana dayanamazdım. selede oturan ben arkaya kayardım sen ise seleye yerleşirdin. baldırların yerleşirdi önce bir güzel. pedala bastıkça ne güzel oynaşırlardı. mutluluğa hınzırlığın karışırdı. nefesinin rengi değişirdi. seni o zaman ensenden öperdim. elim eteğinin boşluğunda iç çamaşırının arasından kıvrılırdı. selenin o sertliğini bir nebze olsun parmaklarımla yumuşatırdım. engebeler yardımına koşardı. zevklenirdin, zevklenirdim... saçlarının arasından öperdim. sonra çok sert bir kasiste işin biterdi. parmağım sırılsıklam olurdu. sonra onu bir güzel yalardım. yol uçurumda biterdi. sırt üstü uzanır gökyüzünden dilek dilerdik.
olmasaydın olmazdık.
"kim ki alemlerde yaratıcının dişit varlığa bahşettiği o eşsiz öncüsünü iğrenç bulursa o kişi midesizdir. zerre yaklaşmayın su verse bile şüpheyle durun. şüphesiz yaratıcınız sizin için en iyisini bilir" aribras suresi regl suresi.
yahu kardeşim sen kimsin ki, tanrının bahşettiği o kızıl sihiri iğrenç bulabilirsin. bir kadının çocuğuna kavuşamama hüznünü alıp götüren bu doğa olayına mesafeli yaklaşabilirsin. öyle dudak büküp burnunu sıkıştıp ortamdan uzaklaşma moduna girebiliyorsun. kimsin ulan sen. niye böyle yapıyon ulan beyefendi. konuşsana hadi...yoo konuşaman.
masumiyetin kardelenliğini kanattığım zamanlar oldu. hiç de pişman değilim. yine yaparım, yine yaparım.
aniden gelen bir keskin jilet darbesindeki o kısacık anda acıyla uzaktan yakından ilgisi olmaz insanın. acı sonradan gelir. çünkü o aralıktan sızan kanın olağanüstü durumu bizi ürkütür. çünkü o hep içerlerde sessizce akmalıdır. o hep görünmemelidir. renginin kırmızı olduğunu bilmemiz yeterlidir.. otur sıfır... oysa birazdan akıp gider ve yara kapanır. kabul edin, daha küçükken aşı için okulunuza gelen hemşirenin iğnesinden korkmuş olmalısınız. yalan söylemeyin, korktunuz... oysa acı; küçük bir iğneyi oraya batıran hemşirenin yaşadıklarının ve hayal kırıklıklarının taa kendisidir.
sepetinde envai çeşit nesnelerle neşeli şarkılar içinde dolaşan kırmızı başlıklı güzel kız: yolunu bilerek kaybettiğini düşünüyorum. çünkü giyimine kıyafetine ve sepetine bakınca bunu anlayabiliyorum. gitmen gereken yerin tam tersine kurt adamın oturduğu ormanın karanlık bölgesindeki kocaman demirden kapısı olan malikaneye götürüyor seni adımların. sepetinde renk renk siyahi tırtırlı aletler var. kırmızı başlığından başka masum hiç bir nesne yok. ruhun kızarmış jartiyerin kararmış. kapılar açılıyor gürültüyle ve sen eşsiz yatağın üstünde kurt adamınla baş başasın. acı ve ihtiras ve zevk çığlıkları bütün yarasaları ürkütüyor. bir kaç damla kan sızıyor bacaklarından. bekaretin hayasızca alındı. şimdi sıra senin isteklerinde ve sepetinde getirdiğin diğer aletlerde...
(to be continued) maybe.
nefistir.
hiç düşündünüz mü? her yıl, dünyada kaç güzel kadının kaç ton regl kanı boşu boşuna amaçsızca akıp gidiyor? bir kaç santimetre kare alanda hunharca toplanıp diğer değersiz çöp yığınlarının arasında kayboluyor. bütün bu koyu kızıl şuh renk, hüznün ölüm sessizliğiyle kararıyor? bütün bu canların hesabını kim verebilir. bütün bu günahlara rağmen dünya hala dönüyorsa; sakalları değirmende beyazlamış emmilerin yüzü gözü ve taşların altında ezilen buğday başaklarının tozu mozu hürmetine dönüyor. her neyse...
şimdi sen yine kanıyorsun ve ben seni seyrediyorum. yüzündeki kasılmalar gözlerindeki değişimlerle erken uyarı sistemim çalışıyor. beynimin her tarafından savaş sirenleri patlak ışıklarla sos veriyor. elimde mini kabımla o şuh sızıntına doğru koşuyorum. bir kaç damla regl kanın akarken gözlerimden delice bir ışık yayılıyor. görüyorsun, görüyorum. şimdi dövülmüş ceviz parçacıklarını atmamın tam zamanı. gözlerinin içine baka baka yiyorum. dudaklarım ağzım yüzüm kan.
şimdi biraz sessizlik..ımmm nefis. ve beni nasıl istediğini çok net görüyorum.
- gel!
+ ...
kafalarına ıslak terlikle vurulası insan tipidir.
dünyanın bir çok yerinde de bu tiplere insan demeye bin şahit ister. 999 tane şahit buldum bi' tek kişi kaldı. o da sen olabilirsin. olur musun, hıı? bak ceviz veririm hem de ayıklanırken ortasından bile ayrılmamış bütün bir ceviz. olma mı ya la. ha bir de ne demişler onlar konuşur ak parti yapar. süper motto.
vardır böyle toplayıcı tipler. neymiş efendim boşa gitmesinmiş. yesinlermiş. bak söylüyorum bu tiplerden hiç bir cacık olmaz. küçük kırıntıları kırdıkları kabukların arasından utanmazca toplayıp ağızlarına atanlar o kocaman ayrılmış büyük parçaların eşsiz lezzet özlemine ziftli bir katran katarlar. hayalleri küçüktür. oysa biraz daha sabretselerdi alacakları ve tadacakları lezzetin eşsiz lezzetine vuslat olabilirlerdi.
+ ceviz kabuklarıyla sımsıkı sarıyorum sizi.
++ ii günler.
sevmenin bozkırlarından çatlayan beyaz bir tomurcuk kadar gerçektin. kardelen demeye buz tutardı dilim. o yüzden papatyalara karşı hassasiyetim.
şimdi sen kanıyorsun ve yüzündeki gülümseme kaprislerden çok uzak. memnuniyetsizlik kıyılarında bıraktığın kirin. bana kızman için bir sebep söyle. söyle ki senin yerine kanayabileyim. söylemek mi zor yoksa bahanelerin arkasına sığınmak mı kolay. işte bu yüzden çekip gitmelerim. bir gün yalansız sevdalarda bas bas bağırdığımızda ikimiz el ele veriyorsak hiç bir güç bize çamurlar atamaz.
işte yine kanıyorsun ve kırmızı oluyor yüz hatların. bir kaç mimik gözlerinden ödünç alıyor o sıcak aldrımaz kasılmaları. sen böyle kızıl bir şuhlukta kanarken gülüyorsun yaa..
işte bütün mesele bu.
+ biz sevmeyi kelimelerden öğrenmedik ki!
gözlerimin derinliklerine girebiliyor musun sen?
bir hayalin peşinden koşarken serseri bir kurşunla yere kapaklandığın oldu mu peki. yüzüstü bir mahkumiyet ve çaresizlik, ağır küfürlerle dile geldi mi soğuk asfalta? yine de, usulca kalkarak yarışmayı alkışlar içinde bitirdin mi? hiç sanmam...
şimdi sen güzel dilber: regl kanın bacaklarının arasından bir yol çizmiş , sol yanı seçmiş ve ağır ağır sıcak sıcak akmakta. nedense ben tenin oluyorum. kararsız her engelin kıvrımlarını ruhumdaki şuh katalizörlerle açıyorum. akışkanlık beyaz baldırlarının arasından süzülüyor. çikolatalı ve ahududulu soğuk topları yalıyorsun ya. bir tarafın sıcacık kırmızı bir tarafın soğuk ve uyuşmuş. ne olur bana öyle bakma. sadece göz kırp. işaret parmağın beni kanca gibi kendine çeksin. soğuk sıcak tenimde karışsın. ahh evet..
+ biz sevmeyi kelimelerden öğrenmedik ki.
olmaz olası kör ve karanlık zihniyet. nasıl olmasın ki!
bir kadının kendinden gelen en güzel isyanını ve hüznünü kendi elleriyle engellemesini biri bana açıklayabilir mi acaba. 'söz savunmada' diyerek mahkemenin sukunetini bozucu bir cümle bıraksam ve yükselen bir sese bir kadından cevap bekliyorum. şimdi düşünün. burnun akıyor ve sen burun deliklerine kağıttan tamponlar yaparak onların geçişini engelleyecek bir düzenek kuruyorsun. böyle bi' şey... bütün tanrılar hayretler içinde kıçını kaşır. neden asi bir kızıllığın geçiş önceliğini ve özgürlüğünü pis bir darbeyle bastırıyor bu kadın gız milleti. neden tanrının onlara verdiği bu muhteşem yenilenmeyi reddeder bu dişi varlık. aklım almıyor.
eğer bir gün aribra ile sevgili olursanız regl kanlarınız onun dilinden sizin dudaklarınıza şuh bir ruj olarak geri dönecektir. işte o gün bütün bozkırlar yeşerecek, kuzular çimenlerde henüz 1 yaşına geldiğinde kesilmek düşüncesinsen kurtulup kendilerini bilime ve sanata verecekler.
biliyorum olacak.
++ ii günler.
siz ne anlarsınız müzikten allahın kezoları, allahın barzoları. allahın adını verdim ki onun gazabı sizin duyarsızlığınız üstüne atilla'nın kılıcı gibi çöksün ve içi boş beyninizi tam ortadan yarsın. ortalığa kurtcuklar yayılsın. ne yapalım yani. kurtcuklardan korkan sizin gibi olsun. siz yine bu videoda bu güzel kadının göbeğinin güzelliğine odaklanacaksınız ya da giydiği eteğin şalvar haline kendi kültürünüze dem vuracaksınız. oysa onun güzelliği ruhunun derinlerinde bir keman yayı kadar hassas. engelli ve kendini ifade edemeyen bir çocuğun hayata isyanını gösteren dansı kadar güzel. hepinizden gerçekten ama gerçekten nefret ediyorum. https://www.youtube.com/watch?v=awHuYtcsYQ8 jenny o'connor
aribra'nın idolleri yoktur.onun idolü tanrı'nın taa kendisidir. tanrı bize aklı neden vermiş. aklı duygularımızla uyumlaştırarak doğruya en yakın şeyleri yapmamız için. dikkat edin doğru demiyorum. doğruya en yakın diyorum. mutlak doğru inancı insanları despot ve sabit fikirli yapar. ve onları bir felakete sürükler.
benim tezimden hareketle insanoğlu otcul ve etebur bir canlı. bir besin zinciri var. her canlı bir diğerine av olarak aslında bu düzene farkında olmadan hizmet ediyor. yaradılışı gereği aslında dönüyor. yani allaha..
at eti yenir. hatta eşek eti bile yenir. otla beslenen hayvanlar. ohh miss gibi. sütünü de içerdim ama yok. şöyle eşek sütünden yapılan dondurmaya hayır demezdim.
ama ben domuzu yemem mesela. kendi pisliğini yiyebilen bir hayvan. bir de tavuğu yemeyi kestim.
kadınların başını kapatması haram veya helal olabilecek bir mevzuu değil. yakışıyorsa kapatsın. zaman zaman sıkılınca açsın. banane umurumda bile değil.
isyankar bir başkaldırı adı altında sihirli sözcükleri kısacık bir şeride sığdırdığınız oldu mu sizin? aşkın o sıcak gölgesinde uçsuz uçurumlara kendinizi ölümün tatlı hüznüne bıraktınız mı hiç? kanatların varlığıyla tanrının izini koklayarak bulduğunuz oldu mu peki. bir kadının sizi düşündüğünde dünyanın bütün çiçeklerinin aynı anda beyaz beyaz size göz kırptığını?
bütün bu duygular bana niye gelir hiç bilmem. bilmek de istemem.
şimdi sen, duygusal zamirlerin en belirgini, keman çalabilen sözlük kızı: herşeyden evvel, bir sesin hükümdarlığının tanrısal izdüşümlerini benim kalbime düşürmeye ne hakkın var. içime sıcak tohumları ekmeye niyetli misin?
herşeyden evvel şunu belirtmek isterim ki; ciddi bir ikazın getirmiş olduğu sükse yeterli değilse ikincil dalga ciddiyet vuku bulur daha ciddi bir başlıkta dile gelir ve hasbel kader kendi yolunu bulur. bundan yola çıkarak kendilerine çeki düzen vermeyen bazı erkler şunu akıllarına getirmelidirler: özgürlük her istediğini yapabilmek olsaydıi bütün kuşlar kainatın efendisi olur, yüksek kanatlarının altında bütün insanlığı tamahkar bir cüretle nesilden nesile inim inim inletirlerdi. bu sebepten sözlüğü bir holikopter oyununa bağlayarak teknik bir takım yenilikler adı altında kapatmak faşizmin gümbür gümbür gelen ayak sesleri değilse bile tepeden inme bir bencilliğin muhtırası olarak kabul edilebilir.
insanlardan oldum olası nefret etmişimdir. zall'a bakınca o da bir insan. neden ondan nefret etmeyeyim. sırf bu sözlüğün kurucusu diye ona iltimas geçmek ancak soytarıların ve zayıfların ruhani halini temsil eder ki, bu katagorinin içine girmeyi hayal etmek bile insanı insanlıktan çıkartır ve kendisinden bile nefret eder hale getirir. insan kendinden nefret etmeye görsün. o zaman ne mi olur? onu ben de bilmiyom.
batı toplumlarının sanat ve biliminin daha iyi anlaşılması için harf inkalıbını bu ülkeye getiren rahmetli mustafa kemal'i ağır dille eleştiren bazı kukuman kuşları neden şimdi ismini vermek istemediğim bu şahsa tek kelime etmezler. çekirgeleri yiyen, böcekleri kemiren, maymun beyninden yemekler yapan bir medeniyetin alfabesini yenilik diye bize yutturan bu şahsı ciddi bir ikazla uyarmazlar. oysa ikaz müessesi çalışmazsa neler olur hiç düşündünüz mü? terbiye edilmemiş oğullar ve kızlar davulcuya zurnacıya kaçar, karılar kocalarını bir yakışıklı görünce terk eder, askerler silahlarını bırakır karşı cephedeki düşman askerle viski şarap içer, eve yeni alınmış kedi köpek evin her tarafına sıçardı.
son olarak şunu da belitmeden geçemeyeceğim. reklamlardan doldurulan paraların karşılığında faturalar kesiliyor mu. vergilendirilmemiş kazanç kutsal değildir.
++ ii günler. *
ahmet altan'ın son kitabı. way bee kitapla ilgili hiç bir bilgi entrysi girilmemiş. burası uludağ sözlüktü di mi... pardon.
ahmet altan bu kitapla gözümden düşmüştür. kitabın kalın olması için uğraşmış. önceki romanlardaki karakterlere benzer karakterler. mesela o şeyh karakteri.. yine mi? tekrar tekrar betimlemeler, piskokojik tasvirleri uzattıkça uzatmalar... son bölüme gelindiğinde merak edilen bir sürü konunun adete sıkıştırılması ve aceleye getirilmesi..hele ki son iki sayfa tasarımında ilk romanlarından ikisini bu romandaki bir karaketere bağlayarak geriye ket vurması ve ucuz pazarlama taktiği. kısaca kendini tekrar etmiş. hiç bir yaratıcılığı da yok. okumayın. zagor tommiks okuyun daha eğlenceli.
+ tüü sana... *
keşke milyonlarca aribra olsak hepsini de türkiye komünist partisine (bkz: tkp) atar iktidara bir çekiç gibi gelir orak gibi bütün yolsuzlukları biçerdik. ama malesef tek'im. ama benim gibi düşünen milyonları gönlümün bir kenarında hissedebiliyorum.
atatürk yaşasaydı onun oyu da tkp'ye giderdi. valla bak. soyvetlerden az mı yardım aldı. stalin dengesizi yüzünden araları açıldı. neyse.
bakıyorsun akp, chp, mhp hepsi asıllarını kaybetmiş birbirlerine benzeyen suretler. hdp dersen karmaşadan beslenen ne idüğü belirsiz kürt partisi.
ortada idealist ve ilkeli tek parti kalıyor. pratikte asla eşitlik ilkesi geçirilemese bile teoride sapına kadar bunu savunuyor. en azından fena olmaz.
oyları chp ye akp ye mhp ye hele bdp ye atıp bölücü olmayın.
oylar tkp'ye.
metroda, otobüste, tramvayda, metrobüste oluşan yüksek rütbeli karizmadır.
bazı dengesiz tipler var bindikleri gibi boş koltuklara gözü dönmüş gibi bakıyorlar. yahu insan şöfere makiniste bir günaydın der selamün aleyküm çakar. ne bileyim yanındaki demire yaslanıp karşı yola bakaraktan bu direksiyon emaktarlarıyla iki çift sohbet eder, çalışma stresini alır. yoookk illa oturacak yer bakıcak. bulamazsa tutunacak. neymiş düşermiş. iki ayağını omuz hizasında aç bakiyim düşüyor musun. madem ısrar ettin, neden düşersin ben sana söyleyim. çünkü dengesizsin, korkaksın. ne olur ki en fazla araba fren yapınca önündeki dünyalar güzeli sarışın ablayı fordlarsın. sen mi istedin bunu? senin suçun yok. kaderin ince bir cilvesi.
iki dakka karizmatik olun bee!
hepinizden nefret ediyorum.
ivit,
siz nifretlerle dolu olduğum sözlük yazarlarına özel açtığım başlık. size bırakın bitimi, çürük dişimi bile virmem. şimdi dağılın alt parağrafa naş naş.
artık neye inanacağını bilmiyordu. kendisine sorular sormayalı henüz bir kaç saat olmuştu. üstünkörü elinin tersiyle masanın kenarına doğru yığılan eşyalar gibi birikmiş tortularını bir kenara bırakmıştı. kayıtsız bir dinginlik... içindeki neydi huzur muydu, emin değildi. iyi alınmış bir uykunun ertesindeki derin mağrurluğun bunda bir etkisi olduğunu da düşündü. aşk sinsice yaklaşan ve onu yavaşca ele geçiren zehirli bir sarmaşık mıydı. neyse neydi. bak yine sorular sormaya başlamaştı kendine. bu durum güldürdü onu. güldüğü zaman daha çekilir biri olduğunu düşündü. ona yakışıyordu.
aslında onunla aslında pek bir şey paylaşmıyorlardı. birbirleri hakkında çok az şey biliyorlardı. gündelik hayatta en çok kullanılan "nasılsın" sorusu bile aralarında dolaşmıyordu. hissettiklerine yanılgı olmalı diye düşündü. ne de olsa aşk bir yanılsama değil miydi? aşkı biliyordu ve onun azgın dişlerine artık kolay kolay teslim eder miydi kendini. gerçekçilik ve hayalperestlik arasındaki çizgide olduğunu düşündü. zaten şu an tam da ortadaydı. yoksa ?
aklına birden ona dair bir imge geldi.. onun bilinmezliğini çok merak etse de hiç sormamak ona tuhaf bir özgürlük veriyordu. kendisine de hayatının derinlerine ait bir şeyler sorulmamıştı. bu durum aralarında görünmez bir merak ve bir o kadar görünmez bir bağ içeriyordu. birbirlerinin özgürlüklerine ve kendi dünyalarına saygı duymalarına yol açıyordu. bu aşk mıydı tartışılırdı ama aslında bitini bile virmemekti bunun nedeni.
++ ii günler.
yeni bir din. buna inananlara da (bkz: kuranist) denir. toplaşın toplaşın beyler. açıklayacağım.
dalga geçtiğimi sanan varsa çabuk bir adım öne çıksın. yoksa hepimiz: yani biz inananlar geriye doğru adım atarız ki, aramızdaki bu fitnecilerin mecburen gizli inançsızlığı ortaya çıkar. bu da mevla'nın yani Tanrı'nın hiç hoşuna gitmez. tabi fitneciyi yargılamak biz zavallı kuranistlere düşmez. kuran'da kibir ziyadesiyle yasaklanmıştır. inanmayan ayetlere baksın.
phonetik olarak bile versus'un ilgi göreceği bir karşılaşma.
ilk taşı atıyorum. bre (bkz: müslümansız) kendisine buradan hodri meydan diyorum. öyla atıp tutması değil. selia yani kendisine kafir diyen yazar. bu kuran'ı bir açıklasın. kuranist oluruz belki kimbilir!
kalemler yazsa kelimeler şaha kalksa neye yarar? bir duygunun gerçekliği ve ifadesizliğiyle hiç boy ölçüşebilir mi?
sen, beyaz kadınım: balık etinin kusursuzluğunda ilerliyorum yine.
titreyen göğüslerin adımlarını sıklaştırıyorlar. ne kadar da kararsızlar öyle. dudakların, hazların bükümüyle zorunlu iniş yapmış. pusmuş ısırmış kendini. bacakların havada büklüm olmuş... kadınlığının tam derininde bak yine ben. esmer bir mekanizmanın kararlı çelik iradesi... yüzümde merhamet tanrısının mahzun yüzü... sen bu halde zevkten inim inim titrerken ve kollarımın altında erirken erkekliğimi asi bir atı dizginler gibi kementlerle bağlıyorum. içinin kıvrımları beynimin oto biyoğrafisi gibi. görüyorum... ve sen fena halde gözlerini kapatmışken, kırmızı incecik topuklu ayakkbıların ince bileklerinde öylece salınırken, sözlerin ne ehemmiyeti kalır ya da kelimelerin? elbette:
+ biz sevmeyi kelimelerden öğrenmedik ki!
ne demişler erkeğin karnından dayağı sırtından kırbacı eksik etmeyeceksin. hele bunu bir de sevimli mi sevimli çıtı pıtı bir kız yapıyorsa. japon anime çizgi filmlerinden çıkmış deri pantolunlu pembe yanaklı bir kızsa bu.. kalçaları deri pantolunun potluğunda bir o kadar geriye isyankarsa. şimdi olacaklar tarihe not düşülsün. ince bileğine kuvvet: hadi bismillah..
günahların kefareti için tanrı'ya yakardığım an tanrı sesimi duymuş olacak ki, bileklerimi sıkan demir halkalarla kollarımı açmış peştamalimle çırılçıplak o'nun huzurdaydım. karşımda + ya benzer bir işaret vardı. acaba neresiydi burası? karşı duvarda bana benzeyen daha ince yüzlü esmer bir adamın boynu bükük tasviri vardı. ne günah işlemiştim de savunmasızdım. ayak sesleri... topukların sivriliği ölçüsünde çekici..tık.. tık..tık..tık.
/şaaaaaaak
+ sen.. tatlı kız!
- evet ben. konuşma. konuştukça kırbacımın sayısını daha çok tadacaksın.
+ endamını parçalayacağım.
- sus!
/şaaaaaak
/şaaaaaak
/şaaaaaak
+ ahhh
- şimdi gel ve parçala. azat ettim seni.
elleri arkadan sandalyeye bağlı sadece boxerı ile başbaşa kalmış zavallı bir erkeğin başına gelenler.
- yüzündeki mahzun ifade...acımak mı? deli olmalısın!
+ yapma!
- al bakalım.
+ !?!
- ımmmmm.
kadın bileğinin iç kısımlarının zarefetiyle süslenmiş o nadide beyaz parmaklar hiç bu kadar acıtabilir miydi? şarap rengi ojelerin parlak dişleri kaslı baldırların koruduğu ve kabaran vahşi hayvanı hiç bu kadar terbiye edebilir miydi?
nefretin ve acının şuh lirizmi zehirli bir şiir gibi karlar kraliçesinin ayaklarında yükselebilir miydi?
+ sanırım evet. tüm kalbimle seni seviyorum.
- sus konuşma! ımhhhh. şimdi sarıl bana sevgilim.
+ ...
+ ne demek istiyorsun? sana susman gerektiğini kaç kez söyleyeceğim.
- ııııghh ıııhghh..
+ bir kırbaç daha mı?
- ?!!?
+ peki... al o zaman.
(ses efektine gerek yok. isteyen kalbinin tüm derinliklerinde duyabilir ve duysun da.)
şu gördüğün esmer bedenimin elçisi kapkara şuh bir acının kalın dili: kırbacım... acının tavaf ettiği bedenine inen ve değdiği yerde acının ve nefretin günahı. şeytanın elime tutuşturduğu isyankar hınç... görüyorsun beyaz bedenine ne çok yakışıyor. ne çok ses getiriyor bana. dudaklarının içe büküşünü görüyorum. sus pus olmuş dudaklarının arasındaki paçavrayı ıslatıyor şuhluğun. peki ya vajinanın özgürlüğü ve hoyratça bir kabak çiçeği gibi açılmasına ne demeli, hıı?
içine sıkıca bastırmak istediğin ellerin bağlı. sana acıyor muyum sanıyorsun? bunu bir düşün. kocaman açılmış gözlerinde acının tatlı izleri. şimdi bana ne yapacak der gibi
sana ne mi yapacağım. sen acı veren zevkle titrerken senin içini boşaltacağım ve onu bir güzel tadacağım.
işte böyle...
- ımmmmmmhh
+ offf nefis. deli gibi seviyorum yine seni.
biraz kuruca olan dudak büzüşünün arasında gözlerin sanki hadi der gibi.
-çıplak kardelen bedenime kızıl bir günah çak. cezalandır beni. kurtulayım.
saçının perçeminde bir kibritçi kızının zavallılığı ve muhtaçlığı var. ikimiz de biliyoruz sevginin halledemediği bazı durumlar var. nefret ve acı dibinde olgunlaşan toprağa düşmeli. düşmeli ki nefretten boşalan yeri şuh bir sevgi alsın.
- hadi artık cezalandır beni.
+ sus konuşma!
(burada ses efetkti yapacak değilim)
şimdi sen ruhunu azat ettiğim ve her acıda titreyen bedeninle arzularınla sarıyorsun beni. kırbacımı tutan ellerimden yavaşca kendine çekiyorsun. içinde sertçe kaybolurken kalçalarının ve sırtındaki kızıl izler hapis korkuluğum oluyorlar. için sıcak ve ıslak. gözlerinde derin uçurumların derin hazları var.
+ işte şimdi gerçekten titriyorsun ve ben seni deli gibi seviyorum.
boynerdeyim. tarihler çok yakını gösteriyordu. anlatayım.
kendime mütevazi bir ayakkabı almak için en yakındaki boyner'in yolunu tutmuştum. columbia reyonuna gittim direkt. tezgahtar kolay bir müşteri olduğumu hemencecik anladı. ayağımdaki kışlık columbia botlarımı görmüştü çünkü hınzır. satış politikasına ben de yağ sürdüm. bak dedim bu ayakkabıyı 6 aydır giyiyorum ve havalar ısınmasa emin ol bir 6 ay daha çıkarmam ayağımdan. güldü. tabi ki dedi. bakın bu yeni sezon. üstelik yağmur yağsa bile içindeki özel kumaş sayesinde nemi dışarı atan dry bilmem ne teknolojiye sahiptir. falan filan derken zaten ayakkabının tipinden ve rahatlığından hoşlanan ben hemencecik tav olmuştum. alıyorum dedim. denediğim 42 numaraydı. ama bunun 41 i olur bana dedim. çocuk gitti bir kutuyla geri döndü. bu arada sakın ola ki ayakkabı numaram ile bazı uzuvlarımdan paralellik kurmaya çalışmayın. çünkü yok öyle bir dünya. sizi bu düşüncenizden men ederim. matematikte ters orantı diye bir şey vardır di mi ama. en sevdiğim ters orantı sayı problemleriyle alnınızı ters ters karışlarım. neyse konumuza dönüyorum. döndüm. eve gidip tekrar denediğimde arkadaki potluk dikkatimi çekti. dil kısmına baktığımda ne göreyim 42...
hayal kırıklığıyla yemekten sonra geri döndüm. eğer bu satış politikanızsa bundan hiç hoşlanmadım diye atarımı yaptım. bin bir özür ve personelin yeni başladığını söyleyen savunmayla bu işin iki gün içinde halledileceğini başka bir mağazadan getirtileceği söylendi bana. atarımı yapmış olmanın verdiği rahatlıkla hay hay dedim. uzatmaya ne gerek vardı di mi ama. 2 gün sonra haber verdiler. burkino fasodan istanbul'a yeni transfer olmuş siyahi bir futbolcu gibi heyacanlıydım. müşteri hizmetlerine girdim. iç kısımdaydı. değişim kartımı gösterirken mavi gözlü şık siyah takım elbiseli bir güzel hatunceğiz geldi. tavırlarından yüksek rütbeli olduğu anlaşılıyordu. ayakkabımı değişim elemanından aldım. içini açtığım sırada onunla göz göze geldik. başka bir konu için diğer ayaktaki elamanla gözlerime mavi gözlerini dikmiş konuşuyordu. şöyle cümleler geçti:
- loft pantolonu değişime aldığımızı ve imalat hatası olduğunu söyle.
anlamlayamadım. o kadar yakındık ki. sözleri ve aramızdaki alakasız kilitlenme anlamsız gibi görünüyordu.
birdenbire ben
+ ben o değilim dedim.
şaşkınlıkla bana bakmaya devam etti. o sırada ben ayakkabı numarasını kontrol etmiştim ve kutunun kapağını kapatmak üzereydim.
- elbette siz değilsiniz. siz güzel bir ürün almışsınız. dedi.
+ evet güzel bir ürün dedim. gülümsedim.
- yardım edeyim dedi.
kapağı kapatmak için kutuya elini attı. ben de aynı anda kapağı kapatmaya çalışıyordum. ellerimiz birbirine değdi o an. kapak kapandı.
teşekkür ettim çıktım. masa başındaki elamana da,
+ii günler dedim. çıktım.
sonra içerde kendime gömlek baktım. hoşuma gitmedi. parfümeriye giderken ne göreyim. yine o. üstüne testerlardan fıs fıs bi' şeyler sıkıyordu. beleşcimiydi neydi. aslında o anda anlamalıydım ne mal olduğunu. yanına yaklaştım.
+ aaa tesadüfe bak. yine siz.
civit mavisi gözleriyle gülümsedi.
- evet dedi.
+ ben sizi daha önce görmüş gibiyim. hiç yabancı değilsiniz.
- ben müşteri ilişkilerindeyim. boyner müşterisiyseniz mutlaka görmüşsünüzdür.
+ müşteri hizmetlerine ilk defa geliyorum ama. paça bile yaptırmam.
- ben her reyonda dolaşırım ama.
+ belki... ( içses kesin reddeliceksin. bu cümleler hayra alamet değil)
+ ama ben sizi çok eskiden tanıyor gibiyim. ( son çırpınışlar, intehar öncesi derin bir nefes alma)
+ benim tarzım bu değildir ama sizden hoşlandım. görüşmek isterim.
sağ elini göreceğim şekilde bir hristiyan yemini eder gibi yukarı kaldırdı. gülümseyerek:
- ben evliyim...
kesinlikle eline bakmadım. civit mavisi gözlerine bakarak:
+ öyle mi, ben evli değilim. özür dilerim dedim. oradan ayrıldım.
poşetimdeki 41 numara columbia ayakkabım bana gülümsüyordu. ben de ona gülümsedim.