Batı görevini yerine getirmek için 10 gün önce londra'ya yerleşmiş ve iş yerine yakın bir daire kiralamışsınızdır. Evinizin doğuya bakan tarafında, muhteşem mimarisi ile gözlerinize sabah ziyafeti yaşatan saint paul katedral'i bulunmaktadır. Bir alt katınızda, adıyaman tütünü satan, oldukça tanınmış bir adam olan jack kalmaktadır. Şehri henüz iyi bilmediğinizden sık sık jack'i rahatsız eder ve bazı yerleri sorarsınız. Jack evinde bulunan bütün duvarlara alman filozoflarının resimlerini asmış ve tuvaletteki duvara ise kant'ı layık görmüştür.
izinli olduğunuz ve boş olduğunuz bir gün nihayet gelmiştir. Elinize wittgenstein'a ilişkin yazılmış bir makaleyi alıp okumaya başlarsınız:
geç dönem wittgenstein; dil oyununun dilden öncesel olduğunu ve bu ontolojik önceselliğin, "dildeki sözcüklerin anlamlarının bulundukları bağlamlara göre belirlendiğine" işaret ettiğini ifade eder. Bu açıdan bakıldığında geç dönem wittgenstein'ın "dil, dünyayı resmeder" görüşünü terk ettiği görülür. (...)
Okumaya devam ederken düzensiz bir şekilde çalınan kapının sesiyle irkilirsiniz. Makaleyi sağ tarafınızdaki kahverengi sehpaya bırakıp, sigarayı ağzınıza alıp kapıya doğru ilerlersiniz. Kapıyı açtığınızda karşınızda jack'i bulursunuz. Beklemediğinizi istemsiz de olsa ima edersiniz, eğer bilinç öznede konumlu olsaydı bunu her seferinde rahatça gizleyebilirdiniz lakin öyle görünüyor ki freud öznenin konumu hususunda descartes'tan daha haklı. Siz bunu düşünürken jack kaba irlanda aksanıyla sizi bara götürmeyi teklif eder, siz kısa bir süre düşünürsünüz eğer sıkı bir nedensellik varsa bu teklifi kabul etmek hayatınızı baştan sonra değiştirecektir; nedenselliğin geçerli olması için dua ederek jack'in teklifini kabul ettiğinizi belirten kafa sallamasından yaparsınız. Ona, sigaranızı ve hello kittyli çakmağınızı alıp hemen aşağı ineceğinizi söylersiniz.
Jack, "tamam" dedikten hemen sonra aşağı inip arabasına biner ve kontağı çevirip arabayı ısıtmaya başlar lakin siz, daha araba sıcak havayı üflemeden orada bitevirirsiniz. Jack'e nereye gideceğinizi sorarsınız, jack "trafalgar meydanına yakın bir yerde içkileri ucuz olan, serserilerin az olduğu bir mekan var. Oraya gidiyoruz, eğer şansımız yaver giderse hatun bile düşürürüz ayol eheh diye cevap verir. Siz jack'in bu üslup karmaşasına hala alışamamış olsanız da üzerinde durmadan "tamam" dersiniz.
....
Nihayer o bara varmışsınızdır, dışarıdaki korumalar dikkatinizi çeker; zira her birinin t-shirt'ünde "ispatı gerekli önerme" yazmaktadır. Siz onların david hume taraftarlarından olduğunu anlarsınız. Bu yazı ise david hume un çatalıNa atıftır, yani kendilerinin matematik gibi ispatlı olmadıklarını, deneylenmeleri gerektiğini söylüyorlardır.
Jack, sizin onlara dikkat kesildiğinizi fark ederek "hayır, hayır. Onlara sakın bulaşma. Ampiristlerin ahlak anlayışına kalırsak halimiz yaman bebişim" der. Siz de onun haklı olduğunu düşünerek kapıdan geçerken "locke sizi kutsasın" dersiniz. Ama onların sizin için başka bir planı vardır: sizi durdurup damınızın nerede olduğunu sorarlar. Sizin bu soruya verebileceğiniz bir cevap yoktur. Çünkü dam, tam burada bir anlam ifade eden bir kelimedir. Eğer burada bir damınız yoksa, damızın hiç yok demektir. Sevgiliniz olsaydı dahi burada olmadığından, yani bu bağlamda var olmadığından ona dam diyemezdiniz. Kelimelerin anlamları bağlamlara bağlıdır.
Aklınıza bunu o korumalara söylemek gelir, anlatmaya başlarsınız. Korumalar da düşünceniz kendi içinde tutarlı olduğundan "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" derler hep bir ağızdan.
içeri adım attığınızda burnunuza ilk değen kokudan barın iq ortalamasını belirlersiniz. Bu düşük zeka seviyesinin yoğunluğunun az olduğu bir yer seçerek oturursunuz, çünkü kimya bilginiz de fena düzeyde değildir.
Hemen garsonun biri damlar, "merhabalar, efendim; ne arzu edersiniz, istencinizi dinleyin" der gülümseyerek. Siz de bir "martini heidegger" istersiniz. Garson "harikulade seçim" der ve jack'in de siparişini aldıktan sonra barmene doğru gider.
O anda bir yerden gelen telefon sesine yönelirsiniz, bilinçtir bu ya; her zaman yönelir, hep "bir şeyin bilincidir." Fenomenoloji de bunu söyler. Akabinde çalan telefonun melodisini çok kötü bulursunuz, birden jack "ah, benim lanet telefonum" diyerek telefonu açar ve hızla dışarı çıkar.
Aradan 20 dakika geçmesine karşın jack geri dönmemiştir, siz kafanızı sinirli sinirli sallayarak "lanet herif, içkileri bana kitledi" diye sayıklarsınız.
Bir tane husserl daniel's içip kalkmaya karar verirsiniz, gözleriniz garsonu ararken aslında var olduğunuz ilk andan beri bilmeden ama hissederek aradığınız o şeyi görürsünüz. Gördüğünüz bu şeyin varlığının özü estetiğin arı formu olmakla belirlenmiş ve felsefenin dahi sizi ondan koruyamayacağı bir etkiye sahiptir.
Hemen yerinizden kalkıp, bu tek başına oturan hanımın yanına gider ve konuşmaya başlarsınız:
- ah, leydim, ah... Evrimin gayesi size ulaşmak olsa gerek, bunca yıldır canlılar tüm bu seleksiyon ve modifikasyon derdini size evrilmek için çekmiş... Merhabalar.
- hey, merhaba; kendinde nazikliği barındıran adam. Ben carol.
- carol... isminle hitap etmemde bir sakınca var mı? Yoksa şimdi resmi başlayıp sonra, zamanla samimileşebiliriz.
- çok tatlı bir formdasınız, sayın tatlılık ideası ama zaman dediğiniz şey saf görünün bir formudur.
Hayalleriniz suya düşmüş; insanlık suda kurduğu medeniyete dair tarihsel tüm birikimini kaybetmiş ve o hayalleri ölüme terk etmiştir. Yalnızca carol ya da başkası suçlu değildir bu hayallerin katlinde, yapılan bir şeyin sorumlusu ya herkestir ya da hiç kimse. Üstad- azam hz. Heidegger (r.a.) söylemiştir bunu. Ah, aristoteles; ne kadar da haklı çıkmıştır "umut, uyanık adamın rüyasıdır." Derken. Ah, nietzsche ne değin doğrudur "umut işkenceyi uzatır" dediğinde... Ah, felsefe alemi... Söylediği tüm menfi tespitlerinde haklıdır.
Carol, neden birden durulduğunuzu dünürken içinden, "lan bu amk salağı yoksa bilmiyor mu, sezginin formunu" diye geçirir ve bu tahminini deneyler:
- ehem.. Kant, ilahi dediğimiz sezgiden farklı olarak formları olan bir görüden bahseder. Bu görünün nesnesiz bir şekilde bir bilgiye dolaysız sahip olmaktan farklı olarak, nesnesi verili olan bir bilgiye dolaysız sahip olmaktır. Bu kavrayış ise zaman ve mekanın varlığını gerektirir ama "zaman ve mekan, nesnelerin kendisinde olan şeyler değildir; zihnin nesnelere yüklediği şeylerdir, işte tam burada bunların kavram olamayacağını söyleyen kant, zamana saf sezginin bir formu demiştir. Mekana da öyle."
- carol, bilmediğimi düşünerek anlatman gerçekten çok nazik bir hareket ama...
Cümleniz -bırakın ağzınızdan çıkmayı- zihninizde dile dökülecek biçime gelmeden kesilmiştir şiddetli bir patlama ile. Herkes süslü bedenleriyle yere serilmiştir.
Siz son nefeslerinizi verirken yüzleri maskeli, boyunlarında marx dövmesi olan bir grup patlamanın hemen ardından silahları ile içeri girmiştir. "Hegel'in diyalektiği, yıldıramaz bizleri" sloganı atarken, arkalarından yetki bakımından daha üstte olduğunu düşündüğünüz birisi içeri girip "salak herifler, burası hegelcilerin barı değil; karma burası" der azarlayarak. Evet, yanlış yeri patlatmışlardır ama siz carol'dan kaynaklı hayal kırıklığınız için zaten ölmek istemiştiniz, "iyi oldu ya böyle" diyerek son nefesinizi alırsınız.
Evden çıkarkenki determinist duanız kabul olmuştur.
Ayakkabı boyacılığı işiniz gereği aberdeen'e taşınmak zorunda kalmışsınızdır. Orada 2+1 bir daire tutmuş ve yaşamınızı sürdürmektesinizdir. Yaklaşık bir ay geçmiş ve siz şimdiden tüm kente hakimsinizdir. Adınız duyulmuş ve her hafta "haftanın en iyi ayakkabı boyacısı" ödülünü alırsınız. Çünkü şehirde tek seyyar ayakkabı boyacısı sizsinizdir. Her sabah duş alır, ardından kahve ve sigara içerken hep neden bu iskoç şehrinde hiç etekli erkek olmadığı sorusunu sorarsınız.
Yine böyle bir günün sabahında duş almak üzere hello kittyli bornozunuzu alıp banyoya gidersiniz. Bornoz banyoda değildir, çünkü yatarken de evde otururken de onu giyersiniz; hem rahattır hem de daha ucuz, aynı zamanda sürekli sizinle birlikte temizlenmektedir ve hep güzel kokar. Banyoya girip duş telefonunun altına geçer ve gözlerinizi kapatıp musluğu çevirirsiniz. ilk saniyelerde hep soğuk aktığından kendinizi hazırlarsınız titremeye. Ne var ki duş telefonundan hiç su gelmemektedir. Siz o anda sezersiniz ki su tesisatında bir arıza çıkmıştır. Nereden ve nasıl sezdiğiniz saçma bir sorudur, zira sezgi zaten aniden ve dolaysız olarak kavramaktır.
Bu, durumla alakasız düşünceyi bırakıp iki blok ötedeki tesisatçıya gitmeye karar verirsiniz. Ama daha önce telefonu çıkarıp hazır zaman varken teksas'taki sevgiliniz, carol'ı ararsınız; telefon açılır:
- merhaba, carol.
- merhabaa, sesini duymak çok iyi oldu bu saatte.
- evet, su tesisatımda bir sorun var. Duş alamadım. Tamirci getirmeye gitmeden önce bir arayayım dedim.
- oww, benim düşünceli sevgilim, ben de husserl'den "fenomenoloji üzerine beş ders"i okuyordum, baba natüralistlere sokuyor çıkarıyor.
- öyledir, üstad. Hele şu dünyayı psiko-fizik olarak görmek üzerine eleştirisi... Hahaha
- evet ama sevgilim. Şimdi kapatmam gerek.
- hey, neden? Carol?
Telefon kapanmıştır. Siz de zaten neredeyse tesisatçının önüne gelmişsinizdir. Telefon olayını düşünmeyi bırakırsınız, zira hayatı farklı kulvarlarda yaşamaktan yanasınızdır.
Dükkana adım attığınız anda kulaklarınızı tırmalayan sessizlik size orada kimse olmadığını anlatmaktadır. Oradaki boş tabureye oturup beklersiniz, hemen hemen bir buçuk saatçik sonra içeri pos bıyıklı, seksi bir amca girer. O da en az sizin kadar şaşkındır içeride kimse olmamasına, sizden farklı olarak kızgındır da. Siz, bu kızgınlığından dolayı onun, o dükkanın sahibi olduğunu ve elemanının ortalıkta olmadığına sinirlendiğini anlarsınız. Onu sakinleştirmek için "bayım, pratik yasa ve maksim arasındaki farkı biliyor musunuz, yarın ödevim var da" diye sorarsınız. Adam birden hareketlenir ve koşara içeri girip elinde bir kitapla döner.
- bak, yavrucum; oku da gözünün önüne bak, bak biz okumadık böyle tesisatçı olduk.
- peki, amca.
- affedersin evladım. Bilinç-dışı devreye girdi, başka bir şey söyledim yanlışlıkla. A bak, bu olay aslında "düşünüyorum, o halde varım" önermesini değiller niteliktedir. Zira insan düşündüğünün farkına vardığında var değildir, descartes'ın bu kesinlik arayışı bunu gözden kaçırmAsına neden oldu.
- amca, pratik yasa...
- ah. Kusura bakma, evladım. Bak, pratik yasa bir durumda öznenin yaptığı eylemin, zorunlu olarak herkesin yapacağı eylem olmasıdır. Maksim ise, bir durumda yapılan eylemin özgürce seçilmesi ve o eylemin herkes için bir ahlak yasası olmasıdır.
Tam sözünü bitirmişken dükkanın arka tarafından bir öksürme sesi gelmiştir. Siz içinizden "benim carol'ımın öksürüğüne ne kadar da benziyor" diye geçirirken, amca "carol!!! Buraya gel çabuk" diye seslenir.
Şaşkınlıktan küçük dilinizi kusmuşsunuzdur. Sevgiliniz carol'ın burada ne işi olduğunu anlayamaZsınız. O arada amca "evladım, carol gitsin seninle, arızaya baksın. Hadi carol" der. Siz sevgiliniz rencide olmasın diye çaktırmazsınız, "tamam, amca sağ ol" diyerek dükkandan çıkarsınız.
3 dakika kadar yürümüşsünüzdür ama ikinizin de ağzı açılmamıştır. Siz carol'ı teksas'ta mermercilik yapıyorken bırakıp buraya gelmişsinizdir ama o her nasılsa burada tesisatçıdır.
Evin kapısını açıp içeri girersiniz. Birden öpüşmeye başlayıp cinsel seks ettikten sonra carol üzerini giyinip işe koyulur. Siz, o tamiri yaparken alet çantasından onun istediği aletleri verirsiniz. O istediği aleti aldı aslında ama. Şşt terbiyesizleşmeyin, tanrısal bakış açısı, her şeyi bilebiliyorum.
Tam 10-11 anahtarı ona uzatırken o biraz daha eğilir. Ve kuyruk sokumunu görürsünüz. Bakmak istemezsiniz ama orada bir yazı çok ilginizi çekmiştir. Heceleyerek okursunuz: hume un çat.. Çatalı. Siz okumayı bitirir bitirmez o aniden ayağa kalkar ve "Açıklayabilirim, lütfen" der ağlamaklı ses tonuyla. Siz kafanızı yazıklar olsun sallamasıyla sağa ve sola sallarsınız. "Tüh sana hemi!" Dersiniz. Carol, "aşkım, dur. Babam kocam olsun ki açıklayabilirim" der. Siz adil ve makul bir adam olduğunuzdan "açıkla bakalım" dersiniz. Carol başlar:
şimdi bak, hume'a göre yalnızca ve yalnızca iki tür önerme vardır. Bunlardan birisi matematik gibi ispatlı kesinlik taşıyan önermelerdir. Diğer tür önermeler ise deneylemeye muhtaç olan önermelerdir. David hume'a göre bu iki önerme dışında başka bir önerme yoktur. Bu iki seçenek zorunlu olduğundan buna "hume un çatalı" denir.
Siz bunu Zaten biliyorsunuzdur. Ondan açıklamasını istediğiniz şey "neden bu dövme, neden dasein ya da varlık vb. Şeyler değil de bu lanet yazı" olduğudur.
Carol, Sizin içerisinde bulunduğunuz buhrandan habersiz bakarken gözlerinize, bir off demesiyle söner onun için yanan aşk ateşiniz. Ona çevirip yalnız ona bakmak için var olan gözlerinizi, şu üç kelimeyi döker onun adını damgaladığınız diliniz: akp döneminde yaşanmıştır.
Ardından hemen tezgahın üzerindeki çantanıza hello kittyli bornozu ve pembiş boxerınızı koyup terk edersiniz binayı. Ama terk edilen bu bina, çevreleyen-dünya-içinde-olmaklık açısından aslında carol'dır.
Paris'te şirin bir kafede tanıştığınız ve hemen oracıkta sevgili olduğunuz carol ile ilişkiniz henüz oldukça yenidir, Birbirinizi çok iyi tanımıyorsunuzdur. Yine de carol'ın ziyadesiyle etkileyici zekası sizi ona bağlıyordur. Saçları dalgalı ve omuzlarına kadar dökülen, gözleri yuvalarında kendinden pek emin ve kuşkuyla dolu, yüzü soluk, burnu ise fransız burnu olan carol 23 yaşında bir kamyoncudur.
Yeni olan ilişkinizi düşünüp daha fazla yakınlaşma için bir şeyler planlarsınız. Carol'ın numarasını çevirip telefonu kulağınıza götürürsünüz:
- merhaba!
- merhaba, carol. Bu akşam tanıştığımız kafede buluşalım mı, ne dersin; sana küçük bir sürprizim var?
- şey... Bugün nice'e mal yıkmam gerekiyor aslında, 4 ton karpuz geldi de. Neyse bekleyebilir. 9 nasıl?
- benim için uygun, carol. 9'da görüşürüz.
- görüşürüüüz.
Telefonu kapattıktan sonra aslında konuşurken söylediğiniz küçük sürprize ilişkin hiçbir fikriniz yoktur. Ama düşünmek için yeterince zamanınız vardır. Kaz boku yeşil renkteki paltonuzu giyip pembiş gözlüklerinizi taktıktan sonra dışarı çıkarsınız.
Carol, kamyoncu olmasına rağmen verdiği molalarda iyi bir okur olmaya çalışmaktadır. Sizin anladığınız kadarıyla felsefeye de hakimdir. Bunu düşünerek ona heidegger'den varlık ve zaman'ı almak üzere bir kitapçıya gidersiniz.
- merhaba, varlık ve zaman, istediğim kitap.
- hemmen, biyruun.
- teşekkür ederim, ne kadar?
Parayı verip çıkarsınız. içinizde büyük bir sevinç vardır. Zira carol'a en çok beğendiğiniz filozofun en çok beğendiğiniz kitabını almış ve o kafede o kitap üzerine konuşacaksınızdır. Heidegger'in batı metafiziğine karşı duruşunu, kant'ı metafizik temellendirmesi yapması yönünden eleştirmesini ve descartes'ın uzamsal dünyasının heidegger'in mekan'ından nasıl ayrıldığını, neden ayrıldığını anlatacaksınızdır.
Vakit gelmiştir. Hello kittyli eldivenleri ellerinize geçirip, bej smokininizin altına yavruağzı ayakkabıları giymenin akabinde kitabı yanınıza alıp kendinizi malum arza baliğ eylemek suretiyle yola çıkarsınız.
Şirin, tatlış kafeye gelmişsinizdir artık. içeri girer ve isminizi söyleyip ayırttığınız masaya oturursunuz. Hemen 1 dakika sonra carol, ağzındaki uzun parliamentiyle içeri girer. Sigara ağzına çok yakışmıştır. Kamyoncu olmasından mütevellit çıt çıtlı atletle gezer hep carol, özel günlerde özel çıt çıtlı atlet...
O anda aklınıza aristoteles mantığıyla bir şaka yapmak gelir:
- carol, oturmadan sorularıma cevap ver.
- tamam, dinliyorum.
- uzun parliament neci sigarasıdır?
- kamyoncuuu...
- kamyoncular yolda mıdır?
- kamyoncu olmak yolda olmaktır ehehe.
- peki felsefe karl jaspers'a göre nedir?
- yolda olmaktır.
- uzun parliament kamyoncu sigarasıdır, kamyoncu olmak yolda olmaktır; felsefe de yolda olmaktır, o halde uzun parliament felsefeci sigarasıdır.
Kız yarılır.
Zaman çok hızlı geçmektedir, 21.01'de buluşmuşsunuzdur ve saat 21.07 olmuştur bile şimdiden. Artık hediyeyi vermek gerektiğini düşünerek sarı-pembe sırt çantanızdan "varlık ve zaman" adlı eseri çıkarırsınız. O arada carol menüye bakmaktadır. Siz hediyeyi vermek üzere şirin şirin "carol" diye seslenirsiniz, o duymaz; ardından bir daha şansınızı dener ve daha keskin bir şekilde "carol" dersiniz ve carol size bakmadan "ne var amk, ne!" Diye bağırır.
Nihaıet kafasını kaldırmıştır, elini kitaba uzatıp "ayy" diye sevinerek eline alırken suratını ekşitip yapmacık bir nezaketle "va-varlık ve zaman..." Der. Siz -salak salak- onun sevindiğini düşünerek "ne düşümüyorsun" diye sorarsınız.
Carol, kitabı hemen önüne bırakıp "şey... Teşekkür ederim. Varlık, zaman, dasein falan..." Der gülümseyerek. Siz tam o anda pnun hediyeyi beğenmediğini anlarsınız. SiZin suratınızın düştüğünü görünce tuvalete gitmek için izin ister.
O tuvaletteyken siz, onun neden hediyeyi beğenmediğini düşünmeye koyulursunuz. Gözünüz onun cüzdanına takılı düşünürken birden cüzdana uzanıp içini açarsınız.
Meraklı bakışlarınız cüzdanın her bölümüne nüfuz etmişken bakmadığınız tek bir yer kalmıştır. Oflayarak orayı açar ve bakarsınız.
Baktığınız ilk anda bir anlam veremezsiniz. Çünkü karşınızda ne olduğu belirsiz bir resim vardır. O sırada geçen garsonlardan birisi "oo descartes'ı siz mi çizdiniz, biz fransızların gurur kaynağıdır" der gülümseyerek. Siz "ehehe yok canım, ne çizmes..." Aman tanrım, bu bir descartes'tır. Tavşanı besler gibi beslediğiniz sevgiliniz, hölderlin'den dizeler okuyup heidegger'den satırlarla seslediğiniz şirin carol'ınızın, sevgiliniz cüzdanında o herifin resmini taşımaktadır: descartes'ın... Fenomenal dünyanız da fenomenolojik dünyanız da başınıza yıkılmıştır.
Siz yağmura kafa tutar gibi ağlarken o şıllık masaya gelmiştir. Durumu fark eder fark etmez konuşmaya başlar:
- hey, sana söyleyecektim...
- ne zaman, carol; ne zaman söyleyecektin? Cüzdanında özneyi tanrıdan insana indirgeyip düşünmeyle var olmayı bir tutan bir adamın resmi var... Düşündüğü an ile Düşündüğünün farkına vardığı an arasında geçen zamanı nasıl açıklayacak he? Söyle nasıl!!
- dinle, bu bir a priori. Bunun mantıksal bir sonuç olduğunu düşünmemelisin
- carol, bu adam "tanrı beni aldatıyor" olamaz diye felsefesini temellendiren bir adam, lütfen.
- evet, tanrı aldatmaz. Descartes iman edenlerdi.
- tanrı aşkına, sen hiç fenomenoloji okuması da mı yapmadın, carol? Tamam, bırak bunu. Felsefi bir önermeye "tanrı beni aldatıyor olamaz" diye bir gerekçe getirmek... Hadi ama.
- eeh, yeter be. Heidegger'inin de dasein'ın da aq. Ben descartes'ı özneyi konumlandırması bakımından bile doğru buluyorum.
- hah, seni cahil. Lacan bile fark etti bunu. Bilinç-dışı diye bir şey var duydun mu hiç? Her neyse sen bu kitaba elini sürmeyi bile hak etmiyorsun. Eksistansiyal ile kategori ayrımını bile yapamazsın. insanı kategorilerle açıklamak, düşünen şey olmaya ters değil mi?
- dur, bir dakika. Haklısın. Düşünen bu şey kategorilerle açıklanırsa diğer şeylerden farklı kalmaz. Tanrım, gözümü açtın.
- evet, carol, evet. Dasein'ın analizi descartas'ın öznesinin analizinin ihmallerini de gideriyor. Bak mesela dasein varlığının anlamını kendisine sorun eden tek varolan olduğundan müstesnadır ama bu varlığının kanıtı değil, karakteridir.
- devam et.
- burada düalizme de gerek kalmıyor dasein'ın bilmesini açıklarken.
- nasıl yani, dasein kendisini aşarak kavramıyor mu bir şeyi?
- hayır, carol. Heidegger'e göre bilmek o şeyde var olmaktır. Ama şeyde var olmak için kendisini aşmaz, o şey zaten alettir ve dasein onu, onunla ilgilenerek kavrar.
iki sene önce, yoğun siyasi baskıdan ötürü sevgiliyle kaliningrad'a (königsberg) taşınmış ve burada gider temizleyici olarak iş bulmuşsunuzdur. aldığınız haftalıkla kendinize ve sevgilinize kitaplar alır, aldığınız akşam yatağa geçip birlikte okursunuz. siz fazlaca yorulduğunuz için okuma sırası ona geldiğinde uyuyakalırsınız. siz uyuduktan sonra her gece aynı saatlerde bir kapı kapanma sesi gelir ama siz hırsızdır diyerek önemsemeyip uyumaya devam edersiniz.
soğuğun gökyüzünü deldiği sisli bir gecede su içmek üzere uyanırsınız. gözlerini ovalayıp, büyükçe esneyip göbeğinizi kaşıya kaşıya mutfağa gidersiniz. 1,5 litre su içip yatağa geri dönersiniz. yatarken sevgilinize "nasıl da sessiz, yok gibi" derken o da ne, sevgilinizin hakikaten yok olduğunu görürsünüz. telaşlanıp düşünmeye başlarsınız: işte yokluk ve hiçlik arasında farkın örneği. benim sevgilim varolan bir şey ama burada, erişim imkanımın kapsadığı yerde olmadığı için "yok." hiç ise varolmamıştır ne burada ne de başka yerde. tabii bu oldukça natüralist bir düşünce ama temelde böyle.
bunu düşünmeye devam ederken yanlış şeyi düşündüğünüzü fark edersiniz, düşünmeniz gereken aslında sevgilinizin neden burada olmadığı ve nerede olduğudur. "her neyse" deyip uyursunuz.
ertesi gün ona hiçbir şey çaktırmazsınız ama o gece onu takip etmeye karar verirsiniz. işe gider ve bir günde 78 gider temizliği yapıp eve dönersiniz.
yemekte portakallı ördek vardır. sevgiliniz "hadi aşkım, yemeğini ye, kahveni iç ve uyuyalım" der. siz bir dedektif edasıyla çaktırmadan "tamam, varoluş evrem" dersiniz ve yemeği yersiniz.
saat 01.11 olmuştur ve göz kapaklarınız planınıza ihanet etmektedir, zindelikten sıyrılmış uykuya biat eden vücudunuzu yatağa zar zor atarsınız. hello kittyli pijamalarınzı giyip soğuk yorganın altına titreyerek girip gözlerinizi şakacıktan kapatırsınız. sevgiliniz yanınıza serilir ay ışığından tezahür etmiş vücuduyla. saçlarının kokusu size ilk yediğiniz pudingi hatırlatır. o saçların dalgalarında avuçlarınızla sörf yapmak arzusu 5464831313 yıl geçse de yok olmaz. neyse.
siz masusçuktan horlamaya başlarsınız ve sevgiliniz yavaş yavaş kalkmaya başlar. bunu göremezsiniz ama ben görürüm, çünkü ilahi bakış açısı; ne hissettiğinizi ve düşündüğünüzü bile bilirim.
kapının kapanma sesini duyduktan sonra biraz bekleyip takibe koyulmayı planlarken tanrı güler. çünkü insanlar plan yaparken tanrı güler, bunu düşünürken siz de gülersiniz. sonra boğazınızı temizleyerek ayağa kalkarsınız, üzerinizi hiç değiştirmeden deniz geçmiş montunu giyip dışarı çıkarsınız.
sevgiliniz yolun karşısında rüzgardan gözünün önüne gelen saçlarını yüzünden çekip ellerini cebine koymuş ve hızlı adımlarla yürümektedir.
....
siz yaklaşık 2 mil takip akabinde sevgilinizi o yere giderken görürsünüz... aman tanrım... hüzün.... hazan.... hüsran.... dasein diyerek sevdiğiniz, varoluşunu öpüp kokladığınız o sevgiliniz sizi ve daha önemlisi heidegger'i bırakıp kant'ın mezarını ziyarete gelmiştir. o anda aklınıza birden logos gelir. logos'un eski yunanca söylemek anlamna gelen "legein"den türeyen "söz" anlamındaki bir kelime olduğunu düşünürsünüz.
o lanet mezar başında ağlayan sevgilinizin arkasından yaklaşıp "böh" demek istersiniz ama ciddi olmanız gerektiğini bilerek "sana diyecek hiçbir logos'um yok, yazıklar olsun" diye sitem edersiniz. o bunu duyar ancak arkasını dönmeden "beni anlamalısın: eğer şeylerin ardında değişmez asıl gerçeklik yoksa görünen nasıl olur da gerçek kabul edilir, görünüm sürekli değişir. morphe yi hatırla. res extensa'yı, capax mutationumu hatırla, uzamsal şey değişebilirliğe sahiptir. bu nasıl gerçek olabilir?" der ağlayarak.
siz biraz bekleyip yazıklar olsun gülümsemesiyle "ah ah... fenomenden başkasına algınla erişemezken fenomenin ardındakisözde numeni bilemediğini dahi kabul ederken onun gerçekliğinden ötekini değilleyerek nasıl emin olabilirsin? husserl belanı versin. sana yönelen bilincimin iq. sartre 'aşk bilinçleri birleştirme çabasıdır ama bu çaba boşunadır, herkes kendi bilincine mahkumdur' derken ne kadar da haklıymış" der ve titreme başlarsınız, titrerken elinizi cebinize koyup "amma soğuk ha" dersiniz, sevgiliniz "aynen bro, bayağı soğuk ama sana göre daha soğuk ve bana göre daha az soğuk olması rölativizme örnektir" der.
siz onu onaylarsınız ve etrafa bakınırken başınızın arkasında bir acı ve ses duyarsınız. yüce hades, sevgiliniz bir colt pythonla ateş etmiştir. sizi öldürmüş ve hiç kant bırakmayacaktır. sonra sevgiliniz kaynağını bilmediği bir korkuya tutulur. bu korku "ölümün yanıt yokluğu" olmasından ötürü gelir. evet, levinas haklıdır.
yaz yağmurunun ıslattığı kaldırımlarda ağır ağır yürürken hemen sol tarafınızda kalan ufak bir kafeye ilişir gözleriniz. daha az önce kahve içmiş ve o gün toplamda 220 mg kafein almışsınızdır ama yine de umursamazsınız ve istencinizi dinleyip o kafeye yönelirsiniz, yorgun ayaklarınız hiç şikayet etmeden devinir o tarafa doğru.
kafenin içerisine adımı atar atmaz kapıda, şapkasında "i don't give a shit!" yazan bir genç karşılar sizi:
- merhabalar, efendim. hoş geldiniz.
- merhabalar, teşekkür ederim.
- rica ederim. eğer sadece kahve içmeye gelmişseniz şuraya oturun. tuvaletiniz çabuk geliyorsa şu tarafa lütfen. sigara içiyorsanız buraya alayım. eğer kız kesmeye geldiyseniz 270 derece görüş açısına sahip şu yer tam size göre, üstelik sadece artı 5 tl'ye sizindir.
siz "nasıl bir yer burası" diye geçirirken içinizden artık görmeyi yalnızca inceleme bakımından sağlayan gözleriniz, tahayyülde dahi varlık imkanı bulamayacak kadar estetik bir kıza takılır. "oh benim tanrım, bilincim tamamen ona yöneldi" dersiniz. ardında hemen genç adama "şu tarafı iyi gören bir yer lazım" dersiniz telaşla. genç adam hınzırca gülerek "az önce bahsettiğim koltuk tam size göre, hadi durmayın"der ve size oraya kadar eşlik eder.
bahsettiği yere oturursunuz, menüyü elinize alıp göz gezdirirsiniz. menüde "sex on the peach" adında bir kahve çeşidi görürsünüz ve merak edip istersiniz. garson gittikten sonra uygun bir pozisyon alıp kızı kesmeye başlarsınız. sürekli devinim göstererek kız için öne çıkan bir uyarıcı olmaya çalışırsınız, çünkü mükemmel derecede zihin felsefesi bilirsiniz. sonunda kız sizi, siz nefes verirken fark eder.
ve o da size diker geçmiş zamanın destrüksiyonunu yapan gözlerini. yaklaşık 30 saniye boyunca kesişirsiniz. ama bu dışsal zamandır, size göre bu zaman saatle ölçülür değildir; zira içsel zaman algısının birimi yoktur. kesişme sürerken birden bir şey olur. kız gözleriyle bir şeyler anlatmaya çalışmaktadır.
vay canına, o da ne! kız "ben berkeleyciyim" bakışı atar. işte o anda en başından anlarsınız o kızla bir geleceğinizin olmadığını. çünkü sizi algılamadığı zaman yoksunuzdur onun için, çünkü o bir özdeksizcidir. ah, varoluşsal sancılı başım diyerek kahveden bir yudum alırsınız. o sırada garson yavaş yavaş yanınıza gelip kulağınıza "isterseniz tam şu köşede lacanci bir kız var, onu kesebilirsiniz" diye fısıldar. siz de "şimdi bilinç-dışı, özne konumu ve kesinlik üzerine kim bakışacak" diye düşünüp üç kişiyle aldattığınız eski sevgilinizi ararsınız, onunla yeniden çıkmak kolaydır; zira o öznel idealist olduğundan onu, "tek yönlü bilinç" "görünenin aldatıcı olduğu ve ideanın böyle olmadığı" gibi konularla kandırabilirsiniz.
Bundan 384 yıl önce bugün dünyaya gelen john locke, aydınlanmanın asıl babişkosu olarak anılır. John locke hakkında konuşulan şeyler genelde boş levha fikri ve liberalizmidir. Ama bunun yanında -bana göre- daha fazla önem arz eden başka bir konu vardır -ki bu her ne kadar epistemoloji temelli olsa da- oda ontoloji alanındaki görüşleridir.
John locke, her empirist gibi duyuya fazla bağlı olduğu için eleştirilir. Pekala ben de bu eleştiriyi haklı bulurum. Rasyonalizmin bilginin kaynağını akıl olarak görmesi onu fazlasıyla rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığını felsefi olarak ifade ederek akıl yerine deneyi (deneyim ve deney tartışmasına girmemek adına direkt deneyi kullandım) bilginin kaynağı olarak kabul etmiştir.
Bu oldukça klasik anlatımlardan biraz uzaklaşarak locke empirizmi ile fenomenolojinin bazı -ayrıntıdaki- benzerliklerinden bahsedelim.
Fenomenoloji her ne kadar en başta maddeci felsefeye tepki göstermişse de heidegger'e geldiğide bu tepki batı metafiziğinde yoğunlaşmıştır. bu aşamada fenomenolojide; Şeylerin gerçeklikleri, bilgisi, neliği ve nasıllığı gibi hususlar üzerine insanın kökensel verilerini yadsıyarak spekülasyonlar getiren batı metafiziğine karşı algı savunulmuş ve metafizikçilerin söylediği gibi şeylerin ardında bir gerçeklik varsa da bunu bilemeyeceğimiz ve bunlardan ötürü "fenomen"lere, eşyanın kendisine yönelmemiz gerektiği ifade edilmiştir. dikkat edildiği üzere bu yönden fenomenolojinin formülasyonu (kendisi de bir yöntem olarak düşünülse de) empirizmin temel yöntemiyle benzerlik gösterir. john locke, bu nedenle hem kendisinden önceki rasyonalistlerin hem de -kendisi doğrudan olmasa da- sonraki batı metafiziği görüşlerinin ziyadesiyle haklı bir yönden karşısında durmuştur.
ne var ki kendisi de tıpkı rasyonalistler gibi "yalnızca" hastalığına tutulmuş ve görüyü tamamen dışlayarak, diğer bir ucun savunucusu olarak epistemolojik temelden yükselip gerçeklik iddiasında bulunmuştur. bu düşüncesi ise onu, "bir uçtaki kurgusallık" bakımından idealistlerle aynılaştırmıştr. (tırnak içine dikkat)
bu aşamada "hah işte kant ikisini birleştirdi" demek fazla erken ve deneysiz bir yargı olacaktır.
elbette bir konuya da parmak basmak gerek: john locke'ta fenomenal yaşantılar hiç mi yer tutmaz? bu genelde kaçırdığımız bir noktadır. zira deneycilik denen bu anlayışın bir de "içsel/iç deney(im)" kısmı vardır. burada mefhumlar ve tasarımlar içinde olmak üzere ideler yer bulur. tabii ki bunlar yine deneyimle bilinen ya da ortaya çıkan idelerdir. burada ideyi idea gibi anlamak yerine daha fazla eiodos gibi düşünelim.
john locke hakkında söylenecekler bununla sınırlı değildir lakin doğum gününü kutlamak amacıyla girilen bir entrydir bu. açıkçası, epistemolojik ve -dolaylı olarak- ontolojik görüşlerini pek onaylamam ama nihayetinde bir felsefeci ve aileden.
not: siyaset, toplum vb. alanındaki görüşlerinden çok bilgi ve dolaylı olarak varlık alanındaki görüşleri ilgilendiğim kısım. o yüzden yalnızca bu yöndeki görüşlerine ilişkin oldu entry.
Goethe'yi, okur ya da okur olmayan herkes bilir, Zira ünü yazını aşmıştır. Goethe yalnızca bir edebiyatçı değildi. Eserleri edebi yönden olduğu kadar felsefi Yönden de derinlik ve yoğunluk taşımaktadır. Bilindiği üzere birçok filozofu derinden etkilemiş ve hatta birçok felsefe kitabında kendisinden ve yazdıklarından söz ettirmiştir. Bunun en iyi örneği schopenhauer sanırım.
Benim en çok beğendiğim ve dönüp ara sıra tekrar okuduğum eseri faust'tur. Her eserinde aynısı hissedilse de Bu kitapta antik yunanın şiir ve edebiyatla yaptığı felsefe hissedilir.
iyi ki var olmuş ve varlığını olabilecek en müspet şekilde ve yolla hissettirmiştir.
246 sene önce bugün, hegel Stuttgart'ta dünyaya geldi. Tinin fenomenolojisi adlı eseri, sadece önsözüyle felsefe dünyasını sarstı. Kendisini en çok eleştirenler dahi zaman zaman onun yapıları içinde hareket etmekten kurtulamadı.
Geist'ı, diyalektiği, ideası, fenomenolojisi kendisinden sonra gelen hemen hemen tüm filozoflarda yer buldu ve onları etkiledi.
Bu adam hatırlanmayı en çok hak edenlerden ve üzerine en çok konuşulması gerekenlerden. Hegel yalnıZca marx ile olan ihtilafından ibaret değil.
Henüz doğru kullananına rastlamadım. Çoğunlukla insanın doğduğu ve büyüdüğü çevreden aldığı dile "ana dil" deriz. Bu yanlıştır, "ana dili" doğrudur.
Ana dil ise çok daha başka bir anlamdadır. Örneğin ana türkçe bir ana dildir ve x türçesi, y türkçesi gibi kollara ayrılır. Kendisi lehçelere de ayrılır. Yani ana dil dediğimiz şey lehçelere ve farklı türlerine bölünen dildir.
Yani kısaca;
Ana dil: lehçelere ayrılan temel, bütün dildir.
Ana dili: doğduğumuz ve büyüdüğümüz çevreden öğrendiğimiz dildir.
En mutlu gününüzü berbat, en huzurlu günüzü zehir edecek vahim ve utanç verici durum.
Hoşlanılan kızla zar zor bir buluşma ayarlamıştır. En güzel smokininizi, hello kittyli boxerınızı giyer ve fedora şapkanızı takar malum Kafe'ye hızla gidersiniz. Masaya oturup eğer bu olmazsa diye yürüyeceğiniz kızları keserken o kız gelip arkanızdan dürterek "merhaba" der. Sizin tikiniz yoktur ama huylanmışsınızdır yine de. Şaşırıp "merhaba" der ve sandalyesini çekip oturtursunuz.
Kız sizin şaşkınlığınızı görür ve "şaşırmanı anlayabiliyorum, zira ben de görünenin ardındaki gerçeği Görsem şaşırırdım" der. Siz gözlerinizi çakıl taşı büyüklüğünde açarsınız ve kız "görünenin ardındaki gerçek, yani ding an sich, felsefe" diye ekler. Siz, "Evet, evet biliyorum da kant'ın bu fikrine katılmıyorsunuzdur sanırım, şakaydı; değil mi?" Diye sorarsınız umutla.
Soruya cevap vermesini beklerken güzel bir garson menüyü bırakıp gider. Hoşlanılan kız o arada "elbette tam anlamıyla değil, aslına biraz karışık; ben yeni kantçıyım aslına bakarsan Der ve o anda başınızdan kaynar sular dökülür gibi olur. Kalbiniz sıkışır. içinizden "tanrım, yeni kantçı mı? Ben nasıl sezemedim bunu, gerçi Ben sezgici değilim ama anlayabilirdim" dersiniz. Kız sizin kötü halde olduğunuzu görür ve "hey, ne oldu" diyerek elini omzunuza atar.
Siz hışımla ayağa kalkıp "yeni kantçı mı? Peh, yazık. Heidegger ıslah etsin" deyip, kafenin bulaşık bölümüne gidip bıçağı alıp geri dönerek kızın gözüne saplarsınız. Ardından itfaiyeyi arayıp teslim olursunuz.
Öğle yemeğinin ardından hastanede kalan dedenizi ziyarete gitmek üzere patenleri giyersiniz. Yola koyulduktan sonra dedenizin yattığı hastanedeki genç ve güzel hasta bakıcılarından aysuncangülnursu'yu ararsınız ve dedenizi ziyarete geleceğinizi söylersiniz.
Aysuncangülnursu'un sesi oldukça titremektedir, ne olduğunu sormaya kalmadan "gelin" diye ekler, akabinde telefonu kapatır.
Hastaneye vardıktan sonra, hastanenin özel paten alanına pateni park edersiniz. Dedenizin kaldığı odaya girmişsinizdir artık. Doktor ve hasta bakıcı aysuncangülnursu oradadır. Ne olduğunu anlamak için doktora ne olduğunu sorarsınız. Doktor "ne yazık ki dedeniz akıl sağlığını tamamen yitirdi" der başını iki yana sallayarak. Siz kahrolsanız da belli etmezsiniz.
Ama o da ne, dedeniz bir anda ayağa kalkar ve "ay var ya Vernunftwesen gibiyim" der. Herkes şaşkınca bakarken. "Ay ahaha kodumun cahilleri 'Vernunftwesen' fichte felsefesinde 'rasyonel varolan' demektir, yani aklım yerinde ayol" diye sözünü bitirir.
Siz de çok mutlu olup Aysuncangülnursu'yu öpersiniz.
Çok merak ettiği için, Heidegger'in varlık ve zaman adlı eserinin hediye edildiği sevgiliden 3 gündür haber yoktur; yine Ondan habersiz olduğunuz bir gece tam uykuya dalacakken telefon çalar, arayanın kim olduğuna bakmadan açarsınız, birisinin hızlı ve düzensiz soluklarını dinlersiniz; o anda telefonu kulağınızdan çekip bakar ve arayanın sevgiliniz olduğunu görürsünüz. Birden konuşmaya başlar, doğrudan "yaa aşkıım, ben bir şeyi anlayamadım, mekansallık varoluş kipi midir?" diye sorar.
Siz de yatakta doğrulup "evet, Agathon'um, mekansal olmak Dasein'ın dünya-içinde-olmaklığından kaynaklanan ve onu da içeren bir varlık minvalidir. Yani evet, varoluş kipidir." Dersiniz ve telefonu hemen kapatır. Tekrar ararsınız ama "aradığınız kişiye ulaşılamıyor" diyen kadını duyarsanız. O kadına küfür edip yatmaktan başka bir çare yoktur.
Şimdi bu ziyadesiyle mühimdir; Kant hususunda çalışan veya kant ile ilgilenen ya da hiç olmadı felsefeyle bağlantılı olan herkesin dikkat etmesi gereken, pek göz önünde durmayan ama -adeta- temel bir ayrıntı olan konudur.
Kant "pratik aklın eleştirisi"nde, saf aklın nesnelerinden (yani bilme nesneleri) "isteme nesneleri"ni ayırır -haliyle. isteme nesneleri, ahlak yasasını temellendirmesi için kant'ın üzerinde durduğu ve hatta pratik aklın eleştirisi adlı eserinde en yoğun işlediği konudur. Bilindiği üzere kant maksimde cümleye şöyle girer: öyle bir şey "iste" ki... Bu eksik cümledeki "iste" ifadesi kant'ın ahlak yasasının temel taşıdır.
isteme nesneleri, özgürlük ve ahlak yasası arasında çok sıkı bir bağ vardır. Eğer özne "istemek"te "özgür" olursa bu "ahlak yasasını" mümkün kılar. Kant, özgürlüğün mümkün olduğunu göstermek zorundadır. Bu yüzden isteme nesnelerini uzun uzadıya inceler.
isteme nesnelerini de ikiye ayırır -ki bu başlığın direkt işaret ettiği konudur.
Buna göre;
(i) Bir isteme, mevcut koşullarda yalnız özneye ait ise, -önemli- özgür bir isteme ise bu isteme, maksim. Zira maksim olması için özneye mahsus bir isteme gerekmektedir. Öyle bir şey istemelidir ki özne evrensel bir ahlak yasasını teşkil etsin. Son cümle oldukça mühim.
(ii) pratik yasa olarak adlandırdığı şeye gelirsek -bu aynı zamanda kant'ın gözden kaçırmadığı ve tebrik edilmesi gereken bir şeydir- mevcut koşullarda isteme, -yine öznenin istemesi olarak- "o koşulda bulunan herkesin yapacağı bir isteme" ise bu, 'evrensel isteme'ye pratik yasa Adını verir kant.
Kant'ın iki eserinde (saf aklın eleştirisi ve pratik aklın eleştirisi) ayrımını yaptığı nesnelerdir. Buna göre;
Saf aklın nesneleri, "bilme"mize ait olan nesnelerdir. Oldukça basit bir biçimde anlama, duyu ve sezgiye ilişkin nesnelerdir.
Pratik aklın nesneleri ise; kant'ın bilme ve isteme ayrımını yaparak, istemeyi temellendirmek yoluyla özgürlüğü mümkün göstermek ve bu mümkünlük ile ahlak yasasını temelli kılmak amacına uygun olarak; pratik aklın eleştirisi'nde bahsettiği, serimlemesini yaptığı "istemenin nesneleri"dir, istenç nesneleri ve tasarım nesneleridir.
Anlamanın kategorileri, bilme nesnelerinde sezginin formları; istemenin ikili formu gibi hususlar başka başlıklarda olacak.
Heidegger'in 'sein und zeit', yani varlık ve zaman'da ortaya koyduğu ve önemini anlattığı "dasein'ın varlığının anlamından, varlığı anlamasından yola çıkarak 'varlık'a hareket etmek" ödevinden; "varlığın kendisinden, varlığın anlamı yorumlama ve dasein'ın hermeneutiğine" "dönüş"Ü ifade eden ve heidegger için genel olarak da zaten "dönüş" olarak çevrilen kavramdır.
Daha basit bir ifade ile heidegger, soruşturmaya ilk başladığında varlığın anlamını ve insanın varlığının anlamını anlamasını, "insan"ın yorumlanmasından hareketle açıklamaya çalışıyordu. varlık ve zaman -planlandığı gibi- daha birçok cilt doğuracak bir kitaptı. Fakat heidegger, buradan bir dönüş yaparak insandan hareketle varlık değil, varlıktan hareketle -her şey ve- insan formülasyonunu, düşüncesini benimsedi.
Kehre, Geç dönem heidegger ('geç dönem heidegger' - bu adlandırmaya katılmıyorum, zira heidegger bu dönüşüyle başka bir felsefe yapmamış ya da Wittgenstein vb. Filozoflar gibi iki felsefeci kimliği göstermemiştir. Heidegger bu dönüş ile varlık sorusuna başka bir boyut kazandırmış ve bu boyutu başka bir formülasyon ile incelemiştir.) felsefesini karakterize eden "dönüş"tür.
Bu kavrama ilişkin ya da bundan kaynaklı başka bir husus var ki o da heidegger'in bu şekilde ontolojiden metafiziğe geçiş yaptığı gibi oldukça ahmakça (affedersiniz) olan yanılgıdır. Varlığı, varlıktan hareketle yorumlamak ile varlığın metafizik konusu olduğunda incelenme biçimini ayırt edemeyen akademisyen ve felsefeciler (!) heidegger'i, milyonlarca kez söylenmesine rağmen metafizikçi olarak ilan etmekten ya da metafiziğe kaydığını söylemekten çekinmemiş görünen o ki. Tuhaf ve trajikomik.
pek sevgili heidegger'in, yanlış anlaşılmasından ötürü topa tutulmasına neden olan sözüdür. Şimdi elbette burada da cümleyi iyi anlamadan eleştiriler olabilir, o yüzden şunu belirteyim; bu söz bilimin "ontolojik" olarak düşünmediğini ve düşünmeyeceğini, bilimin ontik olduğunu ifade eden sözdür. Zaten bir röportajda bilim ve teknikle bir sorunu olmadığını, sözünün hangi açıdan söylendiğini belirtmiştir.
Aynı heidegger felsefe için de "felsefe bilimler içerisinde çözünüp bitti" demiştir. Bu söz de aynı yukarıdaki gibi yanlış anlaşılmış ve heidegger'in eleştirilmesine neden olmuştur. Eleştirilmesi değil problem, sorun anlaşılmaması. Heidegger için felsefe denilen şey iki anlamdadır. Birincisi geçmişteki "metafizik" daha özgün ismiyle "ontoteolojik" felsefe ve diğeri -ona göre asıl olan- varlık üzerine ve varlıktan yola çıkarak düşünme olarak felsefedir. Heidegger felsefenin bilimler içerisinde çözünüp bittiğini söylediğinde ontoteolojiden bahsetmektedir. Bunun üzerine bir başlık açtkm (bkz: felsefenin sonu ve düşünmenin görevi)
Not: ikinci paragraf başka bir konu aslında ama içimden geldi yazmak.
Kant'ta saf aklın nesneleri olan "bilme nesneleri"nden ayrı olarak pratik aklın nesneleri olarak kullanılan, isteme nesneleridir. Pratik aklın eleştirisi'nde kant, isteme nesnelerinin özgürlüğü mümkün kıldığını belirtmiştir. Daha önce verdiğim bir örneği vereceğim:
...öyle bir şey 'iste' ki... ifadesindeki 'iste'nin imkanıdır.
Heidegger'in dünya-içinde-olan dasein'ın aletleri kullanması için onların kullanıma açıklığını, uygunluğunu ifade etmek için kullandığı kelime grubu.
Heidegger'de bir kavram ya da deyiş katiyen diğerlerinden ayrı bir biçimde ele alınamaz. Alındığından bir sözlük bilgisi verebilir ama bu o kavramı bilmek olmaz.
Daha önceki başlıklarda -dünya içinde olmaklık- dasein'ın mecburi varlık tarzlarından olan dünya-içinde-olmak'ı gösterdik. Dünya-içinde-olan dasein'ın dünyayla karşılaşmasının eylemlerle olduğunu söyledik ve bu eylemler için kullandığı "alet"i ifade ettik.
işte dasein'ın ilgilenirken kullandığı aletin, amaca yönelik kullanıma ait olma durumunu ifade etmek için "el-altında-olmak" kullanılmıştır heidegger tarafından.
El-altında-olmak'lığı tüm yönlerinden serimlemedik bununla. Zira el-altında-olmak'ı kontrol için dasein'ın (i) ilgilenerek müşahedesi ve (ii) yalnıZca müşahedesi vardır.
Aslına bakılırsa heidegger, varlık ve zaman'da bu kavramları onlar üzerine yazılan her yazıdan daha iyi açıklamaktadır. Lakin kullandığı kelimeler yine kendinde kendine has bir anlam ifade ettiği için önce onun terminolojisini bilmek gerekir. Ayrıca bu yüzden, heidegger parçalanamaz.
Heidegger felsefesinde insanın bir kerelik varoluşuna işaret eden, burada-olan anlamına gelen ve insanın yerine kullanılan dasein'ın zorunlu olarak, varlığının bir mecburiyeti olarak içerisinde bulunduğu iki varlık tarzıdır.
dümya içinde olmak: Bu varlık tarzlarından ilki: "dünya-içinde-olmak"tır.
heidegger'e göre dasein'ın "ben"i ve dışarıdaki dünya ayrı şeyler değillerdir. ikisi aynıdır demiyorum, birbirinden ayrı değillerdir. Dasein için var-olmak her zaman dünya-içinde-olmak'ı beraberinde getirir. Burada dünya-içinde-olmak'ı bir şeyin içerisinde uzamsal olarak ya da fiziksel olarak olmak olarak anlamamak gerek. Dünya-içinde-olmak herhangi bir nesnenin dünyada olması gibi değildir. zira dasein, dünya ile karşılaşır. (Varlık ve zaman)
Bu karşılaşma "yapmak" ile olur, eylem ile. (Diğerlerinin aksine bilmek ile değil) dasein, eylem için "alet"lere ihtiyaç duyar -alet heidegger'in, diğer filozoflardan farklı olarak 'nesne' yerine tercih ettiği kelimedir. Ona göre nesne insana asli itibarıyla işaret etmemekte ve heidegger bu yüzden alet kelimesini kullanmaktadır. Çünkü alet, her zaman bir faile ihtiyaç duyar- ve her alet bir alet bütününe işaret eder. Bu alet bütünleri de -tamamen- dasein'a yöneliktir. Dolayısıyla dasein, için dünya bir konstitüsyon, işlevdir.
---
birlikte olmak: Varlık tarzlarından ikincisi ise "birlikte-bulunmak" veya "birlikte-olmak"tır.
Dasein, varoluşu sırasında dünyadan başka bir de öteki insanlarla, dasein'larla karşılaşır. (Burada öteki dasein deyiminin doğru olup olmadığını araştırmak için tekrardan varlık ve zaman'a döndüm ve heidegger'in 'diğer daseinlar'ı kullandığını gördüm. Dileyen varlık ve zaman'ı kontrol edebilir) onlarla ilgilenir, onlar için kaygılanır. Lakin dikkat edilmelidir ki dünya-içinde-olmak'lıkta şeyler, dasein için 'alet'lerdir, el altında bulunurlar Ama öteki insanlar birer alet değildir. Onlar dasein'ın birlikte-varolduğu şeylerdir.
Burada birlikte-olmak'lık konusuna ilişkin "kaygı" ve kayıtsızlık" kavramları açıklanmalıdır. Ama onu başka bir entry için tutuyorum.
Martin heidegger felsefesinden anlayanlara mahsus bir yazı, şiirimsi. Öteki türlü anlamsız gelecektir.
Sesli:
0:001:54
Burada-olmak...
Farkında olmak varlığının.
Ve onun anlamını
Ya da ona anlam aramak.
Durmak...
Sükûnla-daimi-olmak...
Sükûndan sıyrılmak
Ve sonra...
Açılmak.
Mevcudiyet,
Bir piyanonun tuşları altında-olmaktır.
Müziği istemek,
Notalarca ezilmektir.
Burada-olmak
Diğer her şeyi orada kılar.
Ve uzaklığı metreler ölçmez
Zamanı, saatler hiç değil.
Zira 'burada-olan'
Burada olan mevcudiyetiyle
Yalnızca Buradalığa tâbidir.
Burada-olan orada olamaz
Zira burada-olan,
Nerede olursa olsun
Burada'dır.
Burası her daim değişir,
Ama burada-olan hep buradadır.
Bir hatadır burada-olmak,
Sorumlusu burada-olan olmayan.
Burada-olmamak da öyle.
Lakin... Lakin
Mum devrilir,
Kağıt alev alır.
Su devrilir,
Ateş söner.
Bir hatanın telafisi
Başka bir hatadır.
Çok fazla bilinmeyen edmund husserl eseri. Aslında çok ünlüdür ama bizler tarafından pek bilinmez. Kitap husserl tarafından basılmamıştır, heidegger tarafından derlenmiştir. Genel hatlarıyla eser; zaman bilinci, Zamanın algısı gibi felsefenin ve dahi diğer disiplinlerin üzerinde çok uzunca zamandır kafa yorduğu ve yormaya devam ettiği, çetin konulara fenomenolojik açıdan bakmaktadır.
Fenomenolojide zaman ve bilinç oldukça ciddi bir yer tutar.
Kitaba ilişkin açıklamayı yapması için sözü üstad heidegger'e bırakıyorum:
“Elinizdeki araştırmanın baştan sona konusu, saf bir duyuş Verisinin zamansal Kurulması ve ‘fenomenolojik Zaman’ın böyle bir Kurulmaya temel oluşturan Kendi-kurulmasıdır. Ayrıca Zaman Bilincinin yönelimsel karakterinin ortaya çıkarılması ve genel olarak Yönelimsellikin artan temelden açıklanışı belirleyicidir. Tekil tahlillerin kendine has bir içeriği hariç bu bile, elinizdeki incelemeleri, Yönelimselliğin, “Mantık Araştırmaları”nda ilk defa girişilen, ilkesel açıklığının kaçınılmaz tamamlanması haline getirir. Bugün dahi Yönelimsellik ifadesi, bir parola değildir, aksine merkezi bir sorunun başlığıdır.”
Evet, onsuz geçen her Zamanın harcanmış olduğu ve onunla beraber içinde var olunan Zamanın kullanılmış olduğu, felsefenin ve dahi düşüncenin beden almış hali, varlık sahasının hem en müstesna var-olanı hem de substantiası, şansı hesaplanmamış olasılık olarak gören ve bu yüzden yetkinliği ve yetilerini talihe katiyen bağlamayan, descartes'ı sevmeyen, platon'dan gıcık olan, kant'ı yetkin gören ama samimi bulmayan, Hegel'i marx'tan daha çok beğenen ve üstad heidegger'in yeryüzündeki temsilcisi olan ontolog teşrif etti.
Brentano'nun kendisinden sonra felsefede büyük bir kırılmaya sebep olacak fikridir. Kendisinden sonra, çünkü talebesi husserl bu fikri alıp üzerinde çalışıp bundan hareketle fenomenolojiyi ortaya atmıştır.
Yönelimsellik aslında oldukça basit bir şekilde anlaşılabilir: bilincin her zaman bir şeye yönelimi olduğubu temel alarak, yönelimselliğin bilincin bir kipi olduğunu ve bir bilincin her zaman bir şeye yönelmiş bilinç olduğunu, yani bilincin her zaman (bir şey)in, (bir şey)e bilinç olduğunu; başka bir ifade ile bilincin var olduğu her an yönelimin de var olduğunu ifade eder.
Aslında psikoloji alanında da oldukça etkili olacak olan bu fikir, pozitivist ve natüralist yarı-kör akımların boy gösterdiği dünyada o kadar fazla yer edememiştir. Lakin daha sonra gerek husserl ve gerekse -daha fazla- heidegger ile beklenenden daha büyük yankı uyandırmıştır -dolaylı olarak.