aşkın ve tutkunun dansı olarak da bilinen tango isimli müzikli hareketler bütününün öğretildiği ve/veya öğretileceği iddia edilen müessese/ler.
şöyle ki; tango kursu adıyla bilinen müesseseler mevcut, bunda hemfikiriz zannediyorum. iddiaları da aşkın ve tutkunun dansının nasıl icra edileceğini bireylere aktarmak. bu iddianın satır araları okunduğu takdirde; aşkın ve tutkunun öğrenilebilir ve hatta öğretilebilir olduğu neticesine varmak hiç de güç değildir.
hanımefendiler ve beyefendiler. istirham ediyorum sorumu yanıtlayınız. aşkın ve tutkunun öğrenilebilir olduğuna dair bir fikre ne zaman kapıldınız. tek başına ve ancak savrularak, sağa sola çarparak, sevinerek, üzülerek, korkarak, sinirlenerek; öğrenilmek bir yana yalnızca hakkında kaba bir fikre sahip olunabilecek bu iki ruh hali ne zamandan beri belirli bir meblağ karşılığında "öğrenilebilir" hale gelmiştir.
"ama kurallarını da bilmek lazım" mı dediniz. lütfen.. aşkın formülünü mü çıkarıyorsunuz, tutkunun grafiğini mi çiziyorsunuz? nedir bu, hayata karşı önü alınamaz kazuistik yaklaşım?
her şeyi bir kenara bırakalım; hangi aklı başında bünye, dansın kuralı olduğu safsatasına bel bağlayıp omuz verebilir? samimiyetle söylüyorum dionysos bunları duysa tapınağında ters dönerdi.
sünnet yaşı gelen erkek çocuklarına, modern zamanlarda olduğu gibi steril ameliyathane ortamında değil de, genellikle evin salonunun ortasında müdahale edildiği dönemlerde, sünnete maruz kalan er kişiye söyletilen ve hatta yerine göre haykırılması uygun görülen sevinçle karışık hüzün nidası. **
üniversite sırasında ve/veya sonrasında sosyal hayattan * beklediğini alamamış bünyelerin, aman tanrım ne kadar modern, ne kadar estetik, ne kadar romantik diyerek kendilerini adadıkları müzikli hareketler bütünü.
aslında hiçbirşeyin o kadar da basit olmadığını hepimiz biliyoruz da bir türlü dile getiremiyoruz. sizi bilmem ama ben birkaç defa tango kursu ve milonga gecelerinde bulunma talihsizliğine eriştim. o loş ortam, o sırtlan duruş, ortamda illa ki bulunan ve adeta bakanlık onayıyla orada bulunması gereken bir demirbaşmışçasına mekanda bulunan beyaz uzun saçlı yaşlı adam ve/veya adamlar. bu adamların kur yaparak kahkahalar attırdıkları ,tercihen, üniversiteli kızlar. benim masadaki birayı göremeyişime nazire yaparcasına gözlerden düşmeyen güneş gözlükleri.
denebilir ki ne var bunda. o saatlerde gidebileceğin her mekanda aynı görüntüler fazlasıyla ve fazlasıyla var. haklısınız lakin bahsi geçen ortamlarda zaten içerideki kalabalığın amacı apaçık ortada. sorunun çıkış noktası tam da bu. tango çaça salsa üçgenine dahil kime sorarsanız sorun size ortamın ne kadar elit olduğundan, erkeklerin ne kadar beyefendi, kibar ve modern olduğundan, kızların ne kadar asil, hanımhanımcık ve yine modern olduğundan bahsedecektir.
yüzümde pişkin bir sırıtışla, tango yaptını söyleyen bir arkadaşıma; e sen güzel bi' kızsın, sen bari yapma demiştim. o da bana yukarıdaki cevabı vermişti. açıkçası o an ben de keriz gibi yemiştim bu hikayeyi.
velhasıl kelam yalnız mısınız geceleriniz tek başınıza mı geçiyor? tango kursları ve milonga geceleri tam size göre. hem modern hem elit hem de kızlar dansa kaldırıyormuş ooluuummm...
yukarıda belirtilen (1 nou başlık) standartlardan yola çıkarak yazarının türk olmadığı ya da türkiye'de yaşamadığı, hiç olmadı; en son 80lerde bu coğrafyada ikamet ettiği sonucunu çıkardığımız önerme.
1. küpe mutlaka olacak
2. ismail yk tadında müzikler dinlenecek
3. arabada marka önemsizdir mühim olan dışarıya çok ses verebilen cep telefonuna sahip olmaktır
4. kavgaya hazır olacaksın
5. askere gidene eğlence kısmı konumuza nereden dahil oldu onu ben de anlamadım.
benzer bir duru pelinler için de geçerlidir. pelinler her zaman güzel olurlar. ancak zeka seviyeleri, konuşkanlıkları gibi kriterler hepsinde farklıdır.
329 kd olarak acemiliğimi tamamladığım askeri okul. sazan dönemi olarak epey kalabalık geldiğimiz için 5. bölüğü de kısa dönemlere ayırmışlardı. başta asteğmen ilter masır ve yüzbaşı sabri coşkun (5. bölük) olmak üzere olağanüstü subay astsubay ve çavuşlara sahip askeri birliktir. sinema ve uyuma aynen devam etmiştir. ayrıca bizlere verdikleri disiplinin ne derece sıkı olduğunu usta birliğinde kavradığım yerdir. keşke hiç ayrılmasaydım da dağıtımım mebs'e olsaydı demekteyim an itibariyle. lakin 2. bölük korkusu duymamak da ayrı bir lütuf olsa gerek. *
Rosa que al prado, encarnada
te ostentas presuntüosa
de grana y carmin banada:
campa lozana y gustosa;
pero no, que siendo hermosa
tambien seras desdichada.
bununla ilgili fantastik bir film vardı.* asla varolmamış ama herkesin bildiği bir kumsal, tamamiyle geceyi yaşayan fakat kesinlikle bunun farkında olmayan insanlar... hatta kimsenin görmemesine ve gitmemiş olmasına rağmen herkesin kumsalla ilgili bir anısı vardı ve nasıl gidildiği sorulduğunda hatırlamıyorlardı.
be hey bu bahtsız diyarın karayağız delikanlıları... nedir derdiniz onu deyin evvela... memleketin çöpü sapı düzeldi, heryer güllük gülistanlık da bi harry* mi sizi gerdi a can dostlar, a gönül adamları, fakir babaları, mazlum bekçileri....
efendiler; yapmayınız etmeyiniz, sinirinizi, kibrinizi, öfkenizi, sevginizi ve dahi şefkatinizi çarçur etmeyiniz.
prince sana söylüyorum darkness sen anla; bırakın bu gereksiz "benim sevdiğimi herkes sevmeli, en kötü takdir etmeli, o da olmadı diyelim taşak geçmemeli" zihniyetini. sen sevdin de ne oldu ben taşak geçtim de ne oldu...
ulan eşşek sıpası bu vakte kadar nerdeydin, medem ki teknlojin var idi ne diye bu vakte kadar hayırlı bi' iş için kullanmadın diye söver, kızıp bi' daha döverdim.
yamuluyorsam düzeltin a dostlar... bu işin öss'si var efendime söyleyeyim sınavı var finali var vizesi var. hayır bi' kız meselesi olur ona bi' yardımı dokunur ne bileyim.. gelsene sen zamanında..
hayır şimdi ben bunları yazdım ya gelecekteki ben bu sefer de korkusundan gelmeyecek ona yanarım ben.......
(#464433) andy kaufman bu esnada; yıllardır insanlara yaptığım şeyi şimdi bana yapıyorlar der. jim carrey'in o anda yüzünde beliren donuk gülümseme için dahi oscar alması gerekirdi.
türkiyenin batısından doğusuna karayoluyla geçilmek istendiğinde mutlak suretle, isteseniz de istemesenizde içinden geçeceğiniz ilçe. tek istisnası istanbul ankara arasındaki otobandır. kalan bütün yollar buradan geçer
istanbul'dan yola çıkıp eskişehir üzerinden daha doğuya gitmek için ilçe çıkışından doğru devam etmeniz, istanbuldan kütahya, afyon üzerinden güneydoğu yönüne gitmek için ilçe çıkışında kütahya kavşağından dönmeniz gerekir.
ankara'dan ege bölgesine, marmara bölgesine gitmek için yine zorunlu istikametiniz bozüyük üzerinden geçer.
tren yolu ise yine alternetifsiz olarak buradan geçer ve çok önemli bir korozman noktasıdır. şehir merkezlerinde dahi durmayan trenler bu ilçede durur.
ulaşım imkanlarının bolluğu nedeniyle tam bir fabrika cennetidir.
her saattte türkiye'nin her yerine otobüs bulunabilir. ulaşım olanaklarıyla ilgili bir örnek gerekirse; askerlik görevi için şırnak'ın bir köyüne giden bir arkadaşım tek otobüsle gideceği yere varmıştı.
halkı genellikle işçidir. fabrikaların çokluğu, şehirlerarası yolun ilçenin içinden geçmesi nedeniyle ticaret de canlıdır.
bilecik'e bağlı olmasına rağmen eskişehir ile daha kuvvetli bağları vardır. ilçe merkezinden eskişehir'e 15 dakikada bir minibüs seferi vardır ve geç saatlere kadar devam eder.
son olarak hiçbir bozüyüklü nereli olduğu sorulduğunda bilecik yanıtını vermez. sanki herkesin bilmesi gerekirmiş gibi bozüyüklü olduğunu söyler*. bu gereksiz daialogla muhattap olma istemeyenler ise doğrudan eskişehirli olduğunu söyler*. çünkü il merkeziyle gizli bir çekişme vardır. nedeni ise bozüyük'ün bilecik'ten büyük olmasıdır.
efendim malumunuz istesek de istemesek de herbirimiz tartışmasız ve kaçınılmaz olarak fiziğin ve dahi biyolojinin talihsiz köleleriyiz. özellikle havaların ısınmasıyla birlikte hormonlarda meydana gelen aşırı genleşmeden dolayı er kişilerde yarçekimine olan isyan had safhaya ulaşır. dişi kimselerde ise vücut sıcaklığındaki artıştan olsa gerek fazlaca seyrek giyinme ihtiyacı gündeme gelir
işte tam bu aşamada hormon denen sinsi dostumuz - hoş; dost mu düşman mı bilinmez ama - devreye girerek hareketlerimizi, düşüncelerimizi kısaca bütün bedenimizi ele geçirir. herşeyimizi hormonlarımızı memnun etmek üzerine kurarız.
o hormondur ki mecnun'u çöllere düşürür, ferhat'a dağları deldirir.
halbuki hiç hormon olmasaydı, efendi efendi yaşamaya devam etseydi insanoğlu, aşk olmasaydı, acı olmasaydı, sürünmeseydik çöllerde, dağlar bir bütün halinde yerinde dursaydı.
ama işte yapacak birşey yok. malesef hormon bu; şişede durduğu gibi durmuyor.
aslen bir devdir. ancak sonradan aslara katılmıştır. kehanete göre tanrıların sonunu getirecek olan savaş onun yüzünden çıkar. her şekle girebilir.
kötülük yaparken bazen de iyi şeylerin ortaya çıkmasını sağlar. en büyük örnek thor'un çekici mjöllnirdir. ancak lokihöd'ü kandırarak balder'i öldürmesini de sağlamıştır. zaten aslar hiçbir zaman tam olarak güvenmemiştir loki'ye
vilayetler ekek öğrenci yurdu/çapa. mekan 101 numaralı oda. saat gece 4 civarı.
oda arkadaşım çamaşırlarını yıkamış kurutmuş odaya getirmiş. bu sırada da diğer bir oda arkadaşım da yatmak için odada.
andodos kişisi aniden yataktan fırlıyor ve avaz avaz "bi' daha öyle bi'şey yaparsan var ya yirmi sene kovalarım seni" diyor, demek ne kelime haykırıyor ve uykuya devam ediyor. arkadaşlar şok olmuyor, ses çıkarmıyor hatta şaşırmıyor bile. neden? alışıklar da ondan....
abdurrahim albayrak'ın roma maçı sırasında sarfettiği efsane cümle. bir yandan soyunma odasına giden koridora sığınan futbolcuları korurken bir yandan da sahadan birşeyler fırlatanlara ve stad görevlilerine bu şekilde bağırmıştı. *
ne olması bekleniyordu ki.. illa bu memleketi soyanlar mı siyasete girecekti. evet kardeşim manavı da girecek siyasete, bakkalı da, kahvecisi de, işçisi de, çiftçisi de. ne demek kahve işletmeciliğini bırakıp siyasete girmiş. siyaset belirli bir zümreye ait bir faaliyet midir ki? illa mason veya ne bileyim leo ya da tarikatçı mı olmak gerekir. seversin sevmezsin o ayrı bir platformun apayrı konusudur.
ben de çok takdir etmem berhan şimşek'i ama anlatacak mantıklı birşeyleri varsa daha doğrusu söyleyecek sözleri varsa her kim olursa olsun dinlerim. küçümsemem. haddim değildir bir insanı küçümsemek. kimsenin haddi değildir. eleştirmek ve beğenmemek bu kategorilerin dışındadır. kaldı ki eleştirmek ve/veya beğenmemek tamamen kişinin kendi inisiyatifindedir va tartışmasız bir haktır.