uluslararası uzay istasyonuna test uçuşu yapacak taksidir.
abd'nin desteğiyle özel sektör tarafından üretilmiş. 2012 yılında test uçuşu yapacak imiş ve uzay taşımacılığına adım atmış bulunacaklar. bir dahaki test uçuşu ise 2021 yılında olacakmış. tam olarak seyahat etmeye hangi yıllarda başlanır bilinmez.
modern zamanların acınası durumlarımdan biridir. kime baksam yüzünde bir huzursuzluk, bir memnuniyetsizlik. gülmeyi unutan zavallı gözlerimiz var artık. önceleri hayat dutluk iken böyle miydi acaba? bir büyüğe danışmak lazım. ama duyumlarıma göre mutluymuş eski zamanlarda yaşayan insanlarımız. güler yüzlüymüş, huzurluymuş, mutluymuş.
paris merkezli ekonomik kalkınma ve işbirliği örgütünün düzenlemiş olduğu 'hayat nasıl' raporuna göre türk'ler bu rapora göre iş konusunda çok mutsuz ve listenin sonlarında yer alıyor. mesai saatlerinin fazlalığından ve az kazanmalarından dolayı memnun değilmiş türk vatandaşı.
nasıl olsun ki? nasıl olsun? iş verenlerin haklarının işçilerden daha fazla korunduğu bir ülkede çalışanlar ve halk nasıl mutlu olabilir?
türk insanı sadece mesai saatleri konusunda değil birçok konuda muzdarip. yeşil bir çevre konusunda duyarlı vatandaşlarımız varmış, gözlerim yaşardı gerçekten. parsel parsel yeşil alanları satın alıp betonları dikenlere karşı pek sesimiz çıkmasa da yeşil alanları isteyenler çoğunluktaymış. ve şikayet raporuna gmre 2.sırada yer alıyormuş türkiye.
rapora göre meşru olan ve normal olan tek şey ülkemizde yaşlı nüfusun istihdam konusunda geri planda olması imiş. ee doğal tabi. genç nüfusa fırsat verilmesi gerektiğini biliyorlar.
evlenecek kadar durumu ilerletmiş bulunan birinin şok haline bürünmesine ve hatta oracıkta kalp krizi geçirmesine neden olacak bir durumdur.
bunu yaşamış birisi var. gündeme bomba gibi düşen bu kadın haberi duyan herkesi şaşırtıyor. yahu insan nasıl anlamaz inanın aklım almıyor. kadın 5 yıl boyunca beraber olduğu ve cinsel ilişki yaşadığı birinin erkek olmadığını nasıl anlamaz yahu. ilişkinin bu kadar çarpık bir hale gelmesi de enteresan. evlenme kararı alana kadar haberi olmayan kadın polisin evleneceği kişinin kadın olduğunu söyledikten sonra uyanmış. polis söylemese yine farketmeyecekti demek ki. ne diyelim bravo. tüm alkışlar hemcinsini erkeğim diyerek 5 yıl boyunca kandıran kadına gelsin. ve bu duruma da hiçbir şey diyemiyor insan.
--spoiler--
radikal'in haberine göre, cinsel ilişkilerini karanlıkta yaşamayı tercih ettiklerini söyleyen lindsay, brooksun kendisini tuvalet kağıdı tutucusu ile kandırdığını da gözyaşları içinde ekledi.
--spoiler--
birçok kişide duyduğumuz "gönlü güzel olsun, bana dış görünüş lazım değil, geçici güzellik istemiyorum" diyenlerin çok fazla seçici olup, karşısına çıkan kişilere bırak manevi güzelliğe bakmayı yüzüne bakmadan önyargılı davranıp bir tarafa atma durumudur.
Tanıdığım bir arkadaşım bana yalvarıyor; ne olur bana birini ayarla, gönlü güzel olsun yeter, biliyorsun.
Tamam arkadaş arkadaşın şeyidir de, bu ne perhiz bu ne lahana, patlıcan, hıyar turşusu bre. Hem tanıştırdığım kızı beğenme, hem skoda bacaklı de, hem de gönlü güzel olsun de, gelen kişiye sırf fazla güzel olmadığı için mırın kırın yap. Oldu canım. Hani gönlü güzel olacaktı?
Uzun lafın kısası; kanmayın bu 'gönlü güzel olsun' kuralına. Aman diyeyim. O gün bu gündür çektim elimi eteğimi tanıştırma işinden. Yazık günah o kızcağızın da gururu var, duyguları var. Senin gözünü doyuramadı diye yaptığına bak. Hayır görüşmeden önce günlerce sohbet etmeseniz tamam diyeceğim, fikir çatışması yaşıyorlar diyeceğim ama. Günlerce sohbet edip görüşme kararı aldınız. Aynı şeyleri kıza da söyledin. Ayıptır lan. Gözü güzel değilmiş, yok saçları kıvırcıkmış. Yuh!
Niyeti açıkça ve erkekçe belirtmeli insanlar. 'arkadaş ben sadece gönül güzelliği değil, yüz ve fizik güzelliği de arıyorum' de yani bunu. Söylemesi zor değil. Karakterinin sağlam ve kararlı olduğunu belli eder bu. Ama sempatik olacağım diye gönlü güzel olsun ayakları yapma bana. Manevi güzellik aramayan, taş bir hatun istiyorum de.
iyi işverenlerin bir rüya gibi çok uzaklarda kaldığı, ulaşılması güç ve büyük bir sorunsaldır.
yaklaşık 2006 yılından bu yana iş hayatında arz-ı endam ediyorum. envai çeşit sektörde çalıştım. gazetecilik, muhasebe bürosu, mobilya mağazası, alışveriş mağazası, nakliyat, bakliyat, bilgisayar. tüm bu saydığım sektörler suyumu sıktı ve posamı belediye çöplüğüne attı desem yeridir. sadece yaşadığım yeri örnek vermek istemedim zira; yaptığım araştırmalar sonucunda özel sektörün işverenlerinin birçok kısmının(!) pislik, kapitalist düzenin oyuncağı, para düşkünü, cimri olduğuna yapılan yorumlardan sonra daha da bir kanaat getirdim.
sene 2006 mezun olmadan iki ay önce bir tanıdığımız 'sakın söz verme hiçbir yere, yanımdaki eleman evleneceği için çıkacak, seni alacağım yanıma' dedi. ne güzel mezun olur olmaz, çalışma hayatına atılacaktım. sevindim. iki ay geçtikten sonra babamın aracılığı ile bulunan tüm işleri söz verdiğim için geri teptim. tepmez olaydım. bana başka bir yere söz verme diyen kadının patronu, hali hazırda elinin altında bir metresi olsun diye, bir başka kadın elemanı almış yanına. görüşmek için yanına gittiğimde, elemana ihtiyacı olmadığını söylemesi üzerine ilk darbeyi yedim. adam metres arıyormuş yanına. ben odadan çıkarken, aynen şunları söyledi; özel sektör böyle kızım.
çalıştığım birçok iş yerinde benim mekanik olduğumu düşünen işverenler ile muhatap oldum. biyonik bir dış görünüşüm mü vardı acaba? yemek yemeyen, teknoloji sayesinde evine ışınlanarak giden ve yol parasına ihtiyacı olmayan, ağzı var dili yok. andorid bir eleman. oh ne güzel. götü çatlayana kadar çalıştırılan eleman, ay başı geldiğinde parasını tam olarak almak ister. hakkı olan parayı. asgari ücretin çok çok altında olan parayı. ama adamlar, 'ne kadar ertelersem maaşı, o kadar kardır' felsefesi ile insanları çalıştığı halde muhtaç ediyor başkasına. yapılan iş gözümün önünde arkadaş, benden mi saklıyorsun? iş yerinin borcu, harcı, özel durumları elemanı ilgilendirmez. o zaman eleman almayacaksın yanına. o yetmez, aşağılamaya çalışırlar insanları, tepeden bakan, memnuniyetsiz suratlar, sinir ile konuşmalar, her şeyi yapma zorunluluğun olduğunu düşünmeler. senin görevinin dışındaki her şeyi yaparsın, yine memnun olmaz. hayvan gibi yorulmuş bir elemanın dinlenmeye hakkı yoktur bu sektörde. yemek için vakit ayırmasına bile şöyle bir tepki gelir 'çabuk yer misiniz? bankaya gitmeniz gerekiyor' insanlıktan nasibini alamamış, nefesi üç kuruş etmeyen, yolda görsem yüzüne tükürmeyeceğim adamların altında ezilmek kadar aşağılayıcı, bezdirici, ömür törpüleyici bir durum yoktur. ama sıkıysa çalışma, üstelik ailenin durumuda ortada ise, ne yaparsan yap o sorumluluğun altında ezilmemek için çıkamazsın o iş yerinden. nicesiyle karşılaştım. ben bir kadınım üstelik, erkek çalışanların ne yaşadığını düşünemiyorum. 'anaç hanım, şunu yap, bunu getir, sonra şuraya git para tahsil et, sonra onu bankaya yatır, diğer müşteriye uğra ondan aldığın parayı maliyeye yatır, hee unutmadan zıkkım beyden evrakları al, onları bana getir' tüm bunları tabana kuvvet ile halledip gelmen lazım. sana yol parası veremeyecek kadar zengin adamlar, küçük hesapların insanları çünkü. bu şekilde zengin olacaklarını düşünen yapıya sahipler. yapıp geldikten sonra azıcık oturup dinlenmeyi düşünüyorsan yanılıyorsun. düşünce ne gezer. adamın altında araba var. gidilecek yerler yolunun üstünde de olsa tenezzül edilmez. burda eleman varken bana mı düşer modunda adam. bir gün, patronlarımdan biri ile aramızdaki diyalog;
- anaç hanım, pazar günü ev taşıyacağım ehehe.
+ hayırlı olsun zıkkım bey.
- pazar günü gelseniz olur mu?
+ pardon?
- yardıma yani. hanım yorulmasın. birkaç kutulama işi felan varmış sanırım. yeni ev temizlenecekmiş.
+ pardon zıkkımın dibi bey de, az yemeniz lazım, köle tutun mk!
tam olarak bu şekilde cevap vermedim ama, bu teklifin karşısında, sinirden vücudumun zangır zangır titrediğini hatırlıyorum. elbette kabul etmedim. ki bu en doğal hakkım olmasına rağmen, pazartesi günü, kırk karış surat ile karşılaştım. iş yerinde bulunan koca bir test ekipmanı satışı yapılacak. tek dayanak benmişim gibi bana herkül muamelesi yapması ayrı bir dert. 'anaç hanım bu ekipman sökülecek, şuraya götürülecek' vay bee! 300 kg ağırlığındaki ekipmanı benim taşımamı istiyor. 'tabi zıkkım bey, herkül yanımda halt etmiş. ben hallederim çekil ordan. rööaağğrr'.
neyse; ama ben yeri geldi özel sektör adı altında çalıştığım yerdeki patronumu çok sevdiğim iş yerinde de çalıştım. yaklaşık 20 elemanı vardı üstelik. hepimize ayrı özen gösteren, dünyalar tatlısı bir patronum vardı. sağolsun. ama dünya üzerinde nesli tükenmek üzere olan bir adamdı. en yakın zamanda kopyalanması gerektiğini düşünüyorum. eski bir öğretmen emeklisiydi. iş yerinin muhasebe kayıtlarını ben yapıyordum ve gün geçtikçe düşen satışlarımızın olduğunu gözlerimle görüyordum. 9 kişi çıkarmak zorunda olduğunu açıkladı. sesi titrek bir halde. pamuk kalpli bir patrondu. 20 yıllık elemanlarını bile çıkarmak zorunda kalmıştı. çıkarken tüm hakkımız olanı hatta hakkımız olmayanı bile vermişti. hatta iki-üç elemanın sigortalarını yatırmayı vaad etti. emekli olmalarına az kalmıştı çünkü. konuşmasını, oturmasını, kalkmasını bilen, insan psikolojisinden anlayan, yeri geldiği zaman tepki veren fakat sınırlarını aşmayan, tatlı sert biçimde saygı kazanmıştı. keşke tüm özel sektör işverenleri öyle olsaydı.
sonradan görme, insan dilinden anlamayan, ne oldum delisi, göteriş meraklısı, yanındaki elemanı ezmek için elinden geleni yapan, emekleri görmezden gelen, ufacık bir şeyde insanların kalbini kırmaktan çekinmeyen, bilgisiz, nerde nasıl davranacağını, nerde nasıl konuşacağını bilmeyen özel sektör işverenlerine, belediye aracılığı ile özel kursların düzenlenmesini istiyorum. canı gönülden hem de. yontulabilecek olanları ayırıp eğitmelerini talep ediyorum. devlet bu duruma bir el atmalı. bu sorunsal gittikçe büyümekte. üniversite okumuş insanların yerini, babadan oğula geçen taht olarak aktarılan iş yerleri olduğu sürece, iş yerine sadece yakınların alınmasından kaynaklanan, iş arayan insanların çoğalmasına bir an önce bir el atılması lazım. özel sektör insanların anasını ağlatmaktan başka hiçbir işe yaramıyor. yıllardır sosyal bir güvencem yok benim mesela. sadece o çok sevdiğim patronum sigortamı yatırmıştı. helal olsun ona harcadığım tüm emekler. şu an yeşil kart çıkarmış bir elemanım ben çalıştığım yerde. işte böyle kapitalist düzenin oyuncağı elemanlarız biz. asgari ücreti bile çok gören işverenlerin bulunduğu bir memlekette nefes alıp veriyoruz. sonra kamu alanlarına kapağı atmak isteyenlerin çoğalmasını kınarsınız, nankörlükle suçlarsınız, salla başı al maaşı modunda olduğumuzu söylersiniz. az ile yetinmediğimizden dem vurursunuz. o zaman insanlığımızdan utanalım biz. o zaman insan olmayan insanların elinde harcanalım biz, okuyan ve okuduğu için bu düzene lanet edenler olarak biz; önlisans mezunları, lisans mezunları, yüksek lisans mezunları. aza tamah edelim, ezdirelim kendimizi. hakkımız olanı almayıp, boyun eğelim böyle düzenbaz, paracı insanlara.
benim diyeceklerim burda son bulur iken, yine sinirden titreyen vücudumu durdurmak için yüzüme bir su çarpmam lazım. gerçeklerin yüzüme çarpmasına daha fazla katlanamayacağım.
son olarak; özel sektör böyle kızım.
edit: benim durumumun üzerinde daha zor şartlar altında çalışan kişilere birkaç lafım var; emeklerinizin karşılığını aşağıya indirgediğiniz sürece, bu adamlar beleş işçi peşinde koşacak. unutmayın. hala 200 tl, 300 tl, 400 tl'ye çalışan kişileri tanıdığım için söylüyorum. 'vasıfsız eleman candır' düşüncesi ile köle gibi kullanılacaksınız. siz emeğinizi ucuza sattığınız sürece bu ülke kalkınamayacak kadar ayaklar altına düşecek. bizler bu sayede özel sektörün kurbanı olurken, onlar servetlerine servet ekleyecek!
masum ve flört kelimesi yan yana geldiğinde çelişki yaratacak bir flörttür. ayrıca tanımını yapmakta güçlük duyduğum flört türüdür. yeni, taptaze, sıcacık bir flört türü.
ikoncan olarak anılan ivana sert'in eşi yurdal sert'in yapmış olduğu açıklama. barda gördüğü dansçı kadınla samimi bir şekilde dans eden yurdal sert, şöyle bir açıklama yapmış; ivana da masum flört yaşayabilir. dans ettik, eğlendik, çorbacıya gittik, etkilendim ama gecenin sonunda o da bitti diyerek ifade etmiş kendisini. her şey olabilir ama aşka dönüşmesin, o kötü olur demiş. vay arkadaş. yıl 2011. masum flört sahnede.
böyle bir şey yok efendim. masum flört diye bir şey olamaz? flört; yatak dışında her türlü aktiviteyi gerçekleştirmektir. türk erkekleri eşlerine masum bir flörtün olsun demez, demeyi bırak elma alırken esnafın hafifce eli eline değdi diye kavga eden erkekler buna göz yumamaz.
kadın açısından düşünelim; adam gitti dans etti, etkilendi, çorbacıya götürdü kadını, hahaha hihihi yaptılar ve gecenin sonunda sen yoluna ben yoluma dediler. erkek, eşinin yanına gitti. türk kadını kaldıramaz. benim gözlemlediğim kadınlardan yola çıkıyorum kaldıramaz bu tür şeyi. cıks cıks cıks diyoruz efendim. cıks cıks cıks.
edit: kıskançlığımdan değil ama ben tasvip etmiyorum arkadaşım. evli erkek sınırlarını bilmeli. yoksa bana ne canım! he bilmiyor ise kapı orada yaniiee!* medeni olamıyorum anlıyor musunuz? olamıyorum! paylaşamam ben!
anlaşılmayan gerçektir. insanları ikilemde bırakan gerçektir.
özellikle günde 2.5 litre su tüketmemiz gerektiğini vurgulayan araştırmacıların ortaya attığı bir savunmadır. amaç ne anlamış değiliz. birisi diyor ki; muhakkak 2-2.5 litre su tüketeceksiniz, diğeri de böbreklere zarar veriyor diyor. marka yiyecek gibi bir muamele olmuş. diğer markayı kötülemek amaçlı yapılan viral reklamlara benzemiş. ama su bu sonuçta. sağlıklı mı? değil mi? karar verin sevgili araştırmacılar. bir an önce bu çelişkiye de son verin. ben 2 litre ve üzeri su içen birey olarak, meraklar içindeyim. endişe dolu gözlerle yapılacak açıklamayı bekliyorum. geçmiş araştırmalarda böbreklere zarar verdiği gerçeğini değiştirmemiş aslında.
isviçre'li bilim adamlarından sonra,tanzanya'lı bilim adamlarının iş başında olduğunu gösteren, sıtma ile savaşmak açısından yararlı olacağı savunulan spreydir efenim.
tanzanya'lı bilim adamları müthiş bir buluş ile karşımızda. ayak kokulu sivrisinek kovucu. kovucu mu desek, toplayıcı mı desek? bilemedim. sivrisineklere çekici gelen bir koku olduğunu düşünen bilim adamları ayak kokusunu seçmişler. gönüllülere giydirdikleri çorapları belli yerlere koyup sivrsineklerin geldiğini saptamışlar ve avlamışlar. nasıl bir yol izleyecekleri bilinmiyor ama düşünemedim onları şimdi. pöff! kokudan kafaları güzel olmuştur o adamların. ama insanlık için büyük bir adım olacak sanıyorum. dünya üzerinde sivrisinekler yüzünden ölen onlarca kişiyi kurtarmak imiş hedefleri. iyi, güzel, hoş. ne bileyim, bambaşkaymış bu tanzanya'lı bilim adamları.
ergenliğini yeni tamamlamış ve biliçsiz hareketleri üzerinden atamamış genç kızların yaşadıkları herhangi bir ilişkide fütursuzca söylediği bir cümle. sonrasında her türlü davranışa müstehak olacaktır kendisi.
misal veriyorum; dostluk ve arkadaşlık aseksüel ilişkidir.
arkadaşlık ve dostluğun dışında kalan ilişki türü de olabilir. kadınların özellikle, bazı nedenlerden dolayı başvurduğu ilişki türüdür.
erkeklerin bir kısmı da bu tür ilişkiden yanadır.
nedenleri;
* kırgınlık
* travmalar
* insan hayatındaki sorunlar
* içine dönük yaşamak
uzun süreli ilişkilerinden yıkım yaşayan insanların yaşaması muhtemel bir ilişki türüdür.
daha çok 37 ve 47 yaş arası insanların yaşadığı psikolojik bir hastalık olarak da karşımıza çıkabilir.
fakat bu ilişkiyi destekleyen, yeni nesil insanlar da vardır. 20'li yaşlarda bulunan ve birebir cinsellik yaşamayı merak etmeyen gençlerde de oluşabilen ilişki türüdür.
sanal sekse yönelen ve cinsel isteğini sanal olarak karşılayan insanlarda yavaş yavaş aseksüel ilişkiyi tercih edebilir duruma gelebilir.
insanlarımızın ne kadar bilinçsiz olduğunun bir kanıtıdır. yaşının küçük olması bunu değiştirmez. yanıcı bir madde ile şaka olamayacağının farkında olması için bir hayatın yanması öğrenmek için yeterli mi dersiniz?
unutulmaz listesinin en ücra köşesine sinmiş bir göksel şarkısı. hiç umulmadık anda karşına çıkar ve mazideki tüm anıları gözlerin önüne serer bu parça.
lisedeydik o zamanlar mırıl mırıl mırıldanırken ağızlardan çıkardı; parıl parıl parlar, ışıl ışıl yanar, mavi mavi boncuklar dağıtır hep kandırır. tekrar tekrar dinleyelim o zaman bu göksel parçasını. bazen ufacık bir şarkı sözü zihinlerde nasıl da hüzün yaptırıyormuş. bakın şimdi siz de yapacaksınız o hüzünü;
piskolojik bir hastalıktır. kilo ve diyet konusunda takıntılı davranışlar gösterir bu kişiler.
* işten, okuldan, arkadaşlarından zaman çalarak egzersiz yapar.
* egzersiz onun için eğlenceli bir hırs olmuştur.
* performansı her şeyden önemlidir.
* sportif başarılarını az bulur ve daha fazla çalışır.
* etrafındaki insanlara kendisi gibi ince ve zayıf olmaları konusunda bilgi verir onları zorlar.
* çevresinden alamadığı ilgiyi egzersizle sağlamaya çalışır.
* genellikle yalnız ve az arkadaşı olan insanlardır.
* Egzersiz yapmasındaki amaç kilo vermenin dışında, kendi özgüvenini artırmak, egzersizi öne sürerek performansıyla kendini saygı gören bir kişi yapmaktır.
yahu arkadaş madem gayri meşru ilişkin var, ne diye korunmuyorsun da böyle vahşet saçıyorsun sen. insanlıktan çıktık artık. maymundan evrildik ve tekrar maymuna gidiyoruz. ama fiziksel olarak değil. zihinsel olarak.
gayri meşru bile olsa, anne olarak nasıl gönlün razı oldu bu duruma acaba?
dövülmesi haklı olabilecek kadın budur işte. kaba kuvvet bu kadının vücudunda hayat bulabilir.
karakter sınırına takılan asıl başlık şöyle olacaktı; angelina jolie dudaklı henry cavill e benzeyen gamzeli erkek. takıldı işte.
tanım; yer yüzünde bulunduğuna dair bir belge olmayan erkektir. olsaydı zaten kızlar tarafından parçalanıyor olurdu. hem angelina jolie dudaklı olacak, hem henry cavill benzeri olacak, o da yetmezmiş gibi bir de gamzeleri olacak. vay anam vay! eğer öyle bir erkek var ise; selam ederim.
yapımızda bulunan memnuniyetsizlikten mütevellit oluşan psikolojik bir durumdur.
özetlemek gerekirse; insanoğlu doyumsuzdur. bazı şeylerden örnek almayı bilemeyecek kadar da çocukluk barındırır bünyesinde. sağlıklıdır, eli ayağı tutuyodur, belki çok zengindir, belki kendi yağında kavruluyodur ama hiç bir zaman şükretmeyi bilmeyen bünye bunda bile bir huzursuzluk arar. suratlarda görülen memnuniyetsiz ifade ise, bundan kaynaklanır. içten bir gülüşü olan kişiler sınırlıdır.
özürlü insan ise; zaten yeniklik ile başlamıştır hayata, kaybedecek daha fazla bir şeyi yoktur zaten. bir de özürü için hayıflanırsa, yaşamının güzel yanlarını nasıl göreceğini düşünür. ufak şeylerden mutluluk duyar. keyif alır. psikolojisini kendisi düzeltmeye çalışır.
normal bireyler ise, kendine dert edinmek için her türlü kapıyı çalar. negatif düşüncelerine set çekmeyi beceremez. birçok sağlıklı bireyin hayıflandığı bir konudur. herhangi bir özür ile dünyaya gelen bir insan gibi mutlu olmayı beceremeyiz. ne yazık ki acı ama gerçek bu.
birçok insanın utandığı, kimselerle tanıştırmak istemediği, hatta 'neden böyle bir annenin evlâdıyım' diyerek sorguladığı bir konudur.
oysa ki anne cana can katandır, o da yetmez ömüründen ömür eksiltendir. annedir en nihayetinde.lise mezunu olmasa bile dokuz ay karnında taşır, uykusundan olur büyütene kadar, üstelik lise mezunu bile değildir.
emzirir, besler, korkar, tasalanır, uyurken baş parmağını burnuna yaklaştırıp nefes alıp almadığını kontrol eder, ders verir, emek harcar, ecel terleri döker, azıcık öksürseniz ömründen ömür gider. düşüp dizlerinizi yaraladığınızda, içi sizden daha çok sızlar ve yerden kaldırdığında gözlerinize bakıp "annem benim" deyip sımsıkı sarılır size. yıllar sonra o düşme anınızı her hatırladığında "kurban olurum nasıl düşmüştün öyle" diyerek acı çeker yeniden.
en büyük sırdaşınız olur.tek arkadaşınız. yıllarını hebâ eder kısaca ve lise mezunu bile değildir. tüm bunları hissederek yapabilen annedir, o lise mezunu bile olmayan anne.anneliği diplomasında yazmaz hiç bir annenin,zira yüreğindedir annelik...
lise mezunu bile olmayan bir anneye sahibim...candır,candan ötedir.uğruna ölebileceğim tek varlıktır o ve ben gurur duyuyorum onunla.
hatay yöresine ait yeni bir döner çeşidi. mersin cafelerinde de yerini aldı. hem doyurucu, hem ucuz, hem lezzetli bir gıda.
şöyle oluyor kendisi;
- tavuk döner
- cips
- ketçap ve mayonez
- turşu
- salata
- sos
- bu dönerin kendine ait özel ekmeği. değişik bir şey, o da özel bir sosa batırlıyormuş sanıyorum.
cumhuriyet döneminde bakanlar kurulu ile yasaklanmış kitaplardır. Kitap yasaklama neredeyse yazılı tarih kadar eskidir. Antik çağ Yunanistan'ında Sokrates, yaptığı konuşmalarda dile getirdiği düşünceleri nedeni ile yargılanmış ve M.Ö. 399 yılında baldıran zehiri içerek yaşamına son verme cezasına çarptırılmıştır. Hıristiyanlığın ortaya çıkması ve yayılmaya başlaması ve daha sonra da Roma Devleti'nin resmi dini olması ile birlikte kitap ve açıklanan düşünceleri yasaklama uygulamasının yaygınlaştığı görülmektedir. eski tarihlerden itibaren yasaklanan kitap olayları cumhuriyet tarihine kadar sürmüştür. ABD'inde Amerikan Kütüphane Derneği diğer bazı derneklerle birlikte, 1982 yılından bu yana her yıl Eylül ayının son haftasını Yasaklanmış Kitaplar Haftası olarak ilan etmiştir. cumhuriyet döneminde de kitap yasaklamaları devam etmiştir. başta nazım hikmet ran olmak üzere yasaklanan kitapların bulabildiğim bir kısmı ise şöyledir;
ATiLLA iLHAN - BÖYLE BiR SEVMEK
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular / yağmur giyerlerdi sonbaharla bir / azıcık okşasam sanki çocuktular / bıraksam korkudan gözleri sislenir / ne kadınlar sevdim zaten yoktular / böyle bir sevmek görülmemiştir Dizeleriyle başlayan; Böyle Bir Sevmek isimli şiirin de yer aldığı 1979 yılında basılan Atilla ilhan kitabı 80 darbesi sonrası yayından kaldırılan ve toplatılan kitaplar arasında yer aldı.
NiHAT BEHRAM - DARAĞACINDA ÜÇ FiDAN
Deniz Gezmiş, Hüseyin inan ve Yusuf Arslan'ın yakalanmalarından idamlarına kadar olan süreci ele alan kitap 1976 yılında yayınlandıktan hemen sonra yasaklandı ve tam 22 yıllık sansürün ardından tekrar 1998 yılında piyasaya sürüldü.
ADALET AĞAOĞLU - FiKRiMiN iNCE GÜLÜ
Fikrimin ince Gülü, Adalet Ağaoğlu'nun hem Almanya ve öteki olmak gerçeğine, hem de sistemin insanı neye çevirebildiği üzerine öncü ve farklı bakışıyla öne çıkan ikinci romanıdır. Roman hakkında, askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif (küçük düşürmek) suçlamasıyla dava açıldı. Kitap, 1 Haziran 1981 yılında dördüncü basımından sonra toplatılır. iki yıl süren davanın ardından Ağaoğlu aklandı.
HENRY MiLLER- OĞLAK DÖNENCESi
Yirminci yüzyılda cinselliği konu alan, bu bağlamda aşkı yazan yazarların başında Henry Miller gelir. Yazarın Oğlak Dönencesi'ni, tutkunun ve erotizmin romanı olarak anmak gerekir. 1985 yılında kitap, müstehcen bulunduğu için toplatıldı. 1988 yılında 39 yayınevi bir araya gelerek kitaptaki müstehcen olduğu iddia edilen cümlelerin yerlerini boş bırakarak Oğlak Dönencesini yayımlandı. Eser Amerika'da da 1960 senesine kadar basılması yasaklanmıştır.
GEORGES POLITZER - FELSEFENiN TEMEL iLKELERi
George Pulitzer'in Paris işçi Üniversitesindeki öğrencileri tarafından alınan notlara dayanan ve ölümünden sonra (1945) yayımlanan eseri Felsefenin Temel ilkeleri (Principes Élémentaires de Philosophie) Türkiye'de de geniş bir okuyucu kitlesi buldu ve 12 Eylül darbesi sonrasında yasaklanan ilk kitap oldu.
YAŞAR MiRAÇ - TRABZONLU DELiKANLI
Şair Yaşar Miraç'ın şiir kitapları da 12 Eylül 1980 sonrasında yasaklanan kitaplar arasında yerini aldı. Trabzonlu Delikanlı Taliplerin Ağıdı ve Gül Ekmek adlı şiir kitapları yasaklanan şairin kitaplarının yasağı tam yedi yıl sürdü.
PINAR KÜR - BiTMEYEN AŞK
1985 yılında Pınar Kür'ün Bitmeyen Aşk romanının halkın ar duygularını incittiğine karar verilmesi nedeniyle raflardan indirildi. Aynı yıl toplatılma sırası Pınar Kür'ün bu defa Asılacak Kadın romanındadır.
ELiF ŞAFAK - BABA VE PiÇ
Elif Şafak'ın Türk ve Ermeni asıllı bir ailenin iç içe geçmiş tarihini anlattığı romanı Baba ve Piç hakkında Türk milletini soykırımcı olarak göstermek, Türklüğü aşağılamak iddiasıyla dava açıldı. Elif Şafak ve kitabın yayım evinin editörü hakkında soruşturma başlatıldı. Ancak Avrupa Parlamentosunun 2006 Türkiye Raporu görüşmelerine dahi konu olan dava beraatle sonuçlandı.
NEDiM GÜRSEL - ALLAH'IN KIZLARI
2008'in mart ayında basılan Nedim Gürsel'in Allah'ın Kızları adlı romanı, gelen şikâyetler üzerine, temmuz ayında halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik suçlamasıyla, takipsizlik kararı verilerek sonuçlanan bir soruşturma başlatıldı.
ADOLF HiTLER - KAVGAM
Hitler'in başarısız bir darbe girişimi sonucunda hapse girdiği dönemde Landsberg cezaevinde bir dostu tarafından kaleme alınmıştır. Kitapta, Hitler, ikinci Dünya Savaşı´nda on milyonlarca kişinin ölümüne yol açan Nazi rejiminin ideolojik altyapısını hapishanede olduğu yıllarda kaleme aldığı bu kitapta açıklıyordu. Almanların üstün ırk olduğunun vurgulandığı ve Yahudi karşıtı görüşlerin yer aldığı kitabın yayımlanması ve satışı Almanya´da ve Fransa ikinci Dünya Savaşı´ndan beri (1939) yasak. Türkiye´de yayımlanıp satılması ise Alman mahkemelerinin girişimiyle 2007'de yasaklandı.
LEWIS CARROLL - ALICE HARiKALAR DiYARINDA
Hemen herkesin çocukluğunda elinden bırakmadığı Alice Harikalar Diyarında kitabının yasaklanma sebebi bir hayli ilginç. Kitap, Çin'de 1931 de hayvan ve insanları aynı düzeyde tanımladığı gerekçesi ve hayvanlar, insan dilini kullanmamalı" zihniyetiyle yasaklandı.
MIGUEL DE CERVANTES - DON KiŞOT
Miguel de Cervantes'in hiç eskimeyen, etkisini hiçbir zaman yitirmeyen romanı da bir dönem yasaklılar listesine girdi. Kitap ispanya'da hayırseverliği ihmalkâr bir şekilde değersiz kıldığı kararıyla okunması yasak kitaplar listesine alındı.
CHARLES DARWIN - TÜRLERiN KÖKENi
Kitap 1859 da Yugoslavya'da, 1935'te Yunanistan'da, yasaklandı. Amerika'da 1925'ten 1967'ye dek evrim teorisini öğretmek yasaktı. Bilim tarihinin en önemli çalışmalarından biri olan ingiliz Doğa bilimci Charles Darwin'in 24 Kasım 1859'da yayınlanan kitabı Türlerin Kökeni adlı çalışma, Darwin'in HMS Beagle gemisi ile 1831-1836 yılları arasında yaptığı araştırma gezisi sonrasında, özellikle Galapagos adalarındaki gözlemlerine dayandırarak oluşturduğu biyolojik evrim fikri üzerindir.
1001 GECE MASALLARI
Hala Irak, iran, Afganistan, Özbekistan'da gibi ülkelerde yasak olan 1001 Gece Masalları, 1926-1950 yılları arasında toplum ahlak mozaiğini bozabilecek müstehcen satırların yer aldığı gerekçesi ile kitabın okunması ve yayımlanması Amerika'da yasaklandı.1985'te hemen hemen aynı gerekçelerle israil'de de yasaklandı.
GEORGE ORWELL - 1984
Haziran 1949'da basılan kitap Romanın anti-ütopik dünyasında, totaliter bir Parti'nin yönetiminde korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve hayatı manipüle edilmektedir. Roman daha sonra ünlenecek, Büyük Birader ve Düşünce Polisi gibi kavramları içermektedir. 20. yüzyılın en etkili romanlarından biri olmasının yanı sıra satış anlamında da çok başarılı olmuştur. Amerika ve ingiltere, ileri-komünist ve seksüel malzeme barındırdığı gerekçesiyle kitabı reddetti ve Büyük birader insanların bu tür şeyler okumasını istemez dedi.
Ve Diğer Yüzlercesinden Bazıları
Melih Cevdet Anday - Yan Yana
Mahir Kaynak - Yel Üfürdü Sel Götürdü
Aydoğan Vatandaş - Armagedon
Ahmet Altan - Sudaki iz
Müjdat Gezen ve Savaş Dinçel - Çizgilerle Nazım Hikmet
Neşe Düzel - Türkiye'nin Gizlenen Yüzü
Ataol Behramoğlu - Ne Yağmur, Ne Şiirler
Carlos Marighella - Şehir Gerillası
Mao Tse Tung ve Che Guevara - Gerilla Harbi
Mahir Çayan - Toplu Yazılar
ismail Beşikçi - Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar
V.Lenin - Devlet ve ihtilal, Harun Karadeniz - Olaylı Yıllar ve Gençlik
V.Lenin - Ne Yapmalı: Hareketimizin Can Alıcı Sorunları
Sevgi Soysal - Yürümek
Hasan Kıyafet - 12 Mart Fıkraları
Bediüzzaman Said Nursi - ihlas Risaleleri
Karl Marx - Kapital
William Shakespeare- Kral Lear
D.H.Lawrance - Lady Chatterley
Tolstoy - Anna Karenina
edit; cumhuriyet yıllarında yasaklanan binlerce kitap var bu kitaplar sadece sanal ortamda araştırdığımız zaman çıkan kitaplar.
genç kızlarımızın herhangi bir beceriksizliğinde, anneler ve diğer büyüklerimiz tarafından sarfedilen sözcük öbeği. diğer durumlarda da sarfedilir ama aklıma bu geldi direkt.
- al aç bakalım şu hamuru.
+ ne var ki onda. (hamur açmaya çalışılır) ımppffh! oooff! nasıl yuvarlak yapıyorsunuz bunu yaa!
- bundan karı marı olmaz.
buyrun burdan yakalım. direkt yaftalamak diye buna derler. anamızın karnında öğrenmiyoruz böyle şeyleri. zamanlar olur.*
bu tür ilişkileri bilmemek, uygulamamak kapanmaz yaralardan biridir. çoğu insan bu tür kurallara uymaz veyahut 'ben özgürüm yea nasıl yaşayacağıma ve davranacağıma ben karar veririm' modunda gezdiği için kaybeder. örnek veriyorum;
- selam vermek; insanlara değer verdiğinin en kolay ve etkili bir göstergesidir. günümüzde bir selamdan ırak insanlar var. o kadar sığ ve görgüsüz insanlar. peh.
- isimlerle hitap etmek; karşıdaki insanın ne derece önemli bir kısımda olduğunu kanıtlar. zira, insanlar sadece etkilendiği kişilerin isimlerini unutmazlar. mesela ben, isimle hitap etmenin her zaman önemli olduğunu vurgularım ve sözlük arkadaşlarımın isimlerini not alırım. evet gülme unutabiliyor insan, haklısın.*
- gülümsemek; insan ilişkilerinde en etkilisidir. gülümsemek etrafa pozitif enerji saçar. yapmacık değil tabi ki, içten bir gülümseme. suratsız insanlar sinir bozabiliyor. ufacık bir tebessümü yüzüne yerleştirmek zor değil dostum yapabilirsin.
-göz teması; gözler kalbin ve samimiyetin aynasıdır. duygu ve düşünceleri karşı tarafa nakleder. göz teması demişken, öyle yararcasına gözlerle yercesine bakmaktan bahsetmiyorum. bir iki saniyelik bakışlar. karşı taraftaki insanı rahatsız etmeyecek şekilde.
- hümanist olmak; insanları sevmek. sevgisizlik düşmanlığı tetikler. sevgi mutluluktur
iletişimde büyük bir yeri vardır sevginin. insan psikolojik olarak her türlü davranışını dışarıya sergiler.
- güven duygusu; iletişimdeki en büyük unsurlardan biridir. her insan güvenilir biriyle konuştuğunu bilmek ister. bu duyguyu yansıtmak da sizin konuşma halindeyken ne kadar becerikli olduğunuzu ortaya çıkarır. konuşma halindeyken, "ben çok güvenilir bir adamım" demek andavallıktır ama* belli edebilmek asıl marifet.
- insanlara yardım etmek; yardım etmek, ne kadar uzak kaldı günümüzde değil mi? acı ama gerçek. artık yardım dendiği zaman, iki adım geri atıyor insanlar. evet hala yardım sever insanlarımız var ama, yeteri kadar yok. bu davranış biçimi ise, ne kadar soylu olduğunuzun bir göstergesi, aynasıdır.
- onur vermek; bir insana değer vermek, onur vermek, saygı göstermek o insanın bilinçaltında sizin hakkınızdaki olumlu düşünceleri tetikler ve o insana verilen değer size yol, su, elektrik olarak geri döner.*
- takdir etmek; her insanın takdire şayan bir yönü vardır. her insan takdir edilmek ister ve en büyük arzusudur. tabi yerli yersiz takdir değil bu, gerektiği yerde takdir etmek gerekir. insanlarımız aman bir tarafları kalkmasın diyerek hep göz ardı eder bu davranış biçimini.
- ön yargılı olmamak; ön yargı karşı taraf için doğru karar verememektir. hakkında gerekli detayları elde ettiğine inandıktan sonra hükümlerini uygular ve o şekilde bir yerlere varırsın.
- hak vermek; bir insana "haklısınız", "size katılıyorum" demek, karşı tarafı etkiler. elbette her dediğine " hee yaa haklısınız" demek absürd kaçar. duruma göre belirtmek kafi olacaktır.
- dostça yaklaşmak; insanlara sakince güler yüzle, nezaketle, iyimserlikle yaklaşmak iletişimde her zaman önemli bir etkendir.
bu ve bunun gibi birkaç seçenek daha var açıkça ama en önemli seçenekleri sizlere sundum. seçeneklerdeki tüm ayrıntı benim görüşlerimdir.
yüreği altın gibi olan bir nesildaş dost, yazar. değeri paha biçilemez gözümde. öyle de kibar, içten samimi biri. diğer bir platformdan buralara gelmesiyle beni hem şaşırtan, hem de sevindiren bir yazar ayrıca. güzel yüreğine göre bir entry yazmak isterdim ama beyhude kalacak tüm yazdıklarım çünkü; tam olarak tanımlayamacağım onu. hoşgeldi iyi ki geldi, sözlüğümüze taze bir kan geldi. üstelik güzel bir nick bulmuş. tam olarak açılımı;
Bazen tamamen umudum kesiliyor.
Aşktan da, aşk peşinde koşmaktan da vazgeçiyorum.
Arkadaşlarımı düşünüyorum.
Sizin dışarıdan gördüğünüz ama benim içinde olmadığım, çevremi ve çevremdekileri düşünüyorum.
Herkes bir yol bulmuş aşka dair.
Her bir durakta irili ufaklı yaralarla ilerliyorlar aşkta...
Ben çok mu yaralandım nedir bilinmez, sanki bıçak değse kan akmaz misali, taş duvar olmuş kalbim.
Birileri diyor ki, bu şarkılar aşk olmadan nasıl çıkar?
Ben diyorum ki, Bu şarkılarda ki aşklar gerçek olsa kıyametler kopar.
Ne su istersin, ne ekmek.
Böyle aşklar gerçek olsa, yaşayabilmek için daha fazla şeye ne gerek....
--spoiler--
liseli ergenlerin akın akın kapışacağı kitap listesinde birinci olmaya aday diyolla. hayırlısı. herşeyin başı sağlık ne diyelim.