az önce gördüm moderasyon kendi için açılan bir başlıkta bile kahkaha atsam tavana yapışır kalırımvari bir yönlendirme yapmış, cidden bu yönlendirmeleri sistem kendi yapıyorsa beyni sulanmış olmalı. hadin gülelim o zaman.
neticede sorun bir dili bilmek değil yarım yamalak öğrendiğin diline sahip çıkmaktır. bu bağlamda soruyorum hangi üniversiteli ana dilini gerektiği gibi konuşuyor?
bu konuya aslında başka bir açıdan yaklaşırsak ömrümüzün sonuna dek aynı şeyleri yaşamamış oluruz.
örneğin; bir türk vatandaşı yurt dışında bir eğitim almak için mecburen ingilizce yahut başka bir dili bilmek zorundadır, bu konuda her birimizi mutabıkız fakat aynı durum o ülkenin insanları bizim ülkemize geldiğinde neden farklı oluyor?, neden biz onlarla anlaşmak için yine onların dilini bilmemiz gerekiyor? işte burada yollarımız ayrılır.
bu konuyu bilimsel öğretiler yönünden de değerlendirmek, yanlışları bu boyutta düzeltmek gereklidir. ben veya sen yahut bir başkasının iyi derece ingilizce bilmesi değil sorun asıl sorun önce kendi diline sahip çıkmandır sonra tercih senindir.
bir başka sorunda kimse anasının karnından ingilizce bilerek çıkmıyor, ekonomik gücü çok yerinde olmayan ki bugün bir ingilizce kursunun tek kuru bilmem kaç bin ytl nin üzerindedir. buda türkiye şartlarında bir çocuğun ingilizce kursuna gitmesinin; babasının ve annesinin çalışması halinde yine neredeyse imkansızdır. burada suç yine yeniden devlete kalır o zaman ilk okuldan itibaren adam gibi dilini öğretebilen bir branş öğretmeni temin eder sorunda kökünden çözümlenir. bu ülkenin her şehrine bilmem kaç yüz tane müezzin atayacağına adam akıllı branş öğretmeni atar, yetiştirir. haftasonu, akşam, sabah öğretmenini evinde yatırmaz etüdle açığını kapatır.
istanbul tıp fakültesi yanında bulunan, dersten canı sıkılan öğrencilerinin istanbul tıp fakültesi bahçesine kız, erkek farketmez küçük bir tel örgü arasından kaçmaya çalıştıkları öğrencileri ile geleceğe umut vermeye çalışan lise. kaçan öğrencilerini eshefle kınıyorum..
son zamanlarda sözlük yazarlarının birbirlerine yapıştırmaya çalıştığı etiket. aslında anlam bakımından hoş olmasına ragmen sözlükte bir takım bünyeler tarafından ters algılanmakta.
çaylaklıklatan balıklama sözlüğe dalan dördüncü nesilin önceki nesillere olan veryansınıdır. mesela dördüncü nesil bir başlık açar sözlüğün kendi kendine dişi parlaklarından biri çıkıp ayar verir, başlığa yazılan entry okunmadan diger yazar arkadaşlarımızda hurra bu yazarın cılkını çıkarmaya çalışır. yapmayın etmeyin diyorum hepimiz kardeşiz bea.
mesela yeryüzünde oksijeni boşuna tüketip bir faydası olmayan bol bol karbondioksit üreten bir çok canlının itlafı. yani bence pek mümkün bakınız amerika işini biliyor; kendi işine yaramayanları ve ayak altında dolaşanları yok ediyor ne güzel.. daha iyi bir yaşam elde etmek için katlediniz efendim..
şimdi ben bu yazılar buraya yazarken eminim sen mutfakta işten gelen yavruna yemek hazırlıyorsun. bilsen ki bu yavrucuğun ne haltlar karıştırıyor bu bilgisayar başında.
biliyorum ki hep benim iyiliğimi düşünüyorsun, hep iyi olmamı istiyorsun ama yeminlen söylüyorum bazen çok sıkıyorsun, daral geliyor anne...
ya sanki herşeyin sorumlusu benmişim gibi sebepsiz yere üzerime geliyorsun bazen çok sinirleniyorum, ama içimden de bir kaç laf ediyorum neyse ki duymuyorsun. *
bir de en önemlisi gece vakti başımı yastığa koyduğumda ve anne kelimesinin derin anlamını düşünüp o yüreğindeki büyük aşkı hissettikçe gözyaşlarım birer birer içime akıyor.
en son çok sevdiğim birini maneviyet olarak yanımda kaybettiğim an bu kadar çok ağlamıştım ama seni düşündükçe hayatta anne sevgisinden başka sevginin var olabileceğini düşünemiyorum.
küçükken biliyorum sana çok işkence yapıyordum, pek sessizdim ama inatçının keçinin tekiydim ama dur kızma hemen bu huyumu senden kapmış olmam gerek.
arada sana tatlı yalanlar söyledim bunlar için affet ama zaten herşey olup bittiğinde sna açıkladığımı biiyorsun yani bunu da saymıyoruz yalandan..
kısacası geriye kalan herşeyimden çok, saf ve temiz; üzerine toplu iğne ucu kadar kara değmemiş sevgimdir.
seni çok ama çok seviyorum...hayatım, yer yüzünde güvendiğim tek varlığım, var olma sebebim..
bir an olsun ruhunu çevreleyelerden uzakta olduğu an insan farklı bir dünya içinde yaşadığını gördükçe bir yandan acısıyla yüzyüze gelmekten diğer yandan kendisiyle yüzleşmekten korkar. ama dönüp dolaşıp yine acısını ve mutluluğunu ruhunda bulduğu için acı; insan ruhunun vazgeçilmezi, acı çekmek de bir ömrü boyunca sonu mutluluğa erişilmeyi bekleyen bir nidasidir.
bazen bir nefes yarıda kalmak, bir hastane köşesinde çürümek vs.. insanın başına gelebilecek ne varsa hepsine karşı metanetli olmaktır. ancak bu şekilde başarılı kılarız hayatlarımızı, bir dersten kalmak gibidir, devamında hep başarız olmak değil başarısızlıktan ders alıp alının akıyla bitirmektir okulu.